13 Eylül 2008

12 Eylül 2008

90'ların Sezercik'i:
Emre Belözoğlu

Siyah-beyaz ekranda çocukluk arkadaşlarımızdı onlar. Sezercik, Yumurcak, Afacan, Ömercik... Türk filmlerindeki çocukluk arkadaşlarımız da; biz de savrulduk dört bir tarafa. "Ömercik" Ömer Dönmez, emlakçı olmuş; "Afacan" Menderes Utku lakabının hakkını verip Camel Trophy'e katıldı bir ara, şimdilerde sinema işletmecisi. Yumurcak, İlker İnanoğlu uzun zaman yoktu ortalıkta, sonra magazin sayfalarından düşmez oldu. Ve Sezercik... "Arama emri çıkartıldı, evinde silah bulundu, tutuklandı" haberleriyle yüzleştik Sezer İnanoğlu ile. Sizi bilmem ama ben -ekrandan bile olsa- çocukluk arkadaşlarımdan birinin bu duruma düşmesinden hicap duydum. Çocukluk hatıralarımızın ayarıyla oynamışlardı birileri. "Biz büyüdük kirlendi dünya"nın içinde temiz kalmaya çalışıyorduk. Sezercik bizi hayalkırıklığına uğrattı. Halbuki Oscar ödül töreninde biz 70'lerin çocukları on(lar)dan teşekkür bekliyorduk!..Emre Belözoğlu da 90'ların çocuklarının, 80'lerin gençlerinin "Sezercik"i idi. 80'lerin çocukları Maradona'yı seyretmiş, "Türk Maradona"'nın hayalini kuruyorlardı. 90'ların çocukları ise "harika çocuk" denildiğinde ağabeyleri gibi "Suna Kan, Bedri Baykam" diyenlere bıkkınlıkla bakıyor; 16.5 yaşında Avrupa Kupası maçına çıkan, Galatasaray formasını sırtına geçiren, Hagi'ye ara pas atan Emre'ye "harika çocuk budur" gözüyle bakıyorlardı. 12 yıl öncenin futbolu ne Messi; ne Bojan; ne de Fabregas gibi liseden terk yetenekleri barındırıyordu. Hagi'nin yolun yarısına geldiği yıllarda; -ki futbol hala bir 10 numara ile oynanırdı- tek ümit Emre idi Galatasaray taraftarının gözünde. Emre'nin kramponlarını temizleyen, her maç öncesi çorap giymediği ayaklarına -işini masöre bırakmadan- yarım saat bandaj yapıp kramponlarını kuşanan, profesyonelliğin kitabını yazan Hagi Usta, çırağına elbette ki mesleğin sırlarını aktarıp öyle gidecekti. Hagi mutlaka görevini yapmıştır, Emre ne kadarını kulağına küpe yapmıştır bilinmez. Galatasaray'ın çok koşan ama son sözü çokça Hagi'nin söylediği orta sahasında artık vazgeçilmez adamdı. O günlerde onu tarif etsem, forvetin arkasında son topları atan, adam eksilten, ikili mücadelede ayakta kalmaya çalışan, faulü abartılı alan, ters kanadı uzun toplarla iyi gören, oyun vizyonu ve futbol zekası en az bilekleri kadar mahiretli bir futbolcu derdim. Yıllar geçecek Emre için tarifler de; mevkiler de değişecekti. Futbol değişiyor, birileri Euro 2004'ü kapanan 9 kişilik savunmasıyla almanın planlarını yapıyordu...
***
Galatasaray'dan ayrılığında -medyanın da etkisiyle- tüm suçu onun üzerine yüklediler. Delikanlı jargonuyla "satıp" gitmişti. "Sağlıklı yaşam için spor yapmıyoruz" demeciyle büyük tepki çekti. Doğruydu aslında dedikleri serikanlı düşününce. Tekmeye kafa uzatan, tek bir darbeyle kariyerin bitebileceği, haftanın 5 gün, yılın 11 ay düz koşan, takımdan ayrı koşan, beşe iki oynayan, taktik maçı yapan, 90. dakika 70 metre depar beklediğimiz bu adamlar sağlıklı yaşam için spor yapmıyordu. Sahil yolunda koşturmak, fitness salonunda 10 dakika kürek çekmeğe benzemez ki futbol. Gelelim ayrılık hikayesine. 13-14 yaşında medyanın önüne çıkmış, hayatında ilk kez para kazanmış- biz ne yapıyorduk 14'ümüzde?- ve ailesinin bütçesine katkıda bulunmuş bir çocuktan bahsediyoruz. Ailesine bir ev almak istiyordu. 500 bin dolar avans istedi sözleşme imzalamadan önce. Verilmedi. Kendi ağzından yazıyorum: "Seni kim alır?" dediler. "Sen bizim evladımızsın" ile yürümez ki bu hayat. Elinde tutmasını bileceksin. Inter, Türk futbolunun en büyük yıldız adayının sözleşmesinin biteceğini öğrendiği an pusuya yattı. Galatasaray'da kimse 18 ve/veya 19 yaşında süren sözleşmesinin neden uzatılmadığını sorgulamadı. Yıllar sonra Ribery 100 bin euro için kaçtığında da ortada bir suçlu yoktu. Inter bonservisini bedavaya getirdiği Emre ve Okan'a (anlamsız bir transferdi) maliyetleri olmadığından hayal ettiklerinden daha yüksek ücret verdi. Emre anlaşmayı yaptıktan sonra Galatasaray'ın kaçırdığı şampiyonlukta kendini sakınmış mıdır? Sakındıysa da bunu hiçbir zaman kasıtlı yaptığına inanmadım. Baliç de aynı yoldan geçti Real Madrid'e giderken...
***
İyi futbolculuktan büyük futbolculuğa geçişte Inter gidilecek belki de en son kulüptür İtalya'da. Orası büyük futbolcuların yatağıdır ve Arjantinli futbolcuların masasından su içebilmek için de iyi futbolcu olmak yetmez. Önce kartvizitinde yazan mevkiyi kaybetti. Inter'de kimse onu "rakip kaleye yakın oyna" emri ile sahaya sürmedi. Her sezon biraz daha kaleden uzaklaştı. Sol iç olarak kullandılar, sol bekte adam kovaladı oynadığı maçlarda. Onu Lazio'ya biri aşırtma, diğeri köşeye zımba; ceza sahası dışından atılmış iki golle hatırlıyoruz Serie A yıllarından. Serie A'da gururumuzdu ama Inter'in maça ekrana geldiğinde; o ya yedek kulübesinde ya da evindeki koltuğundaydı. Herşeye rağmen klasik kanat oyuncusu kullanmayan Ancelotti'nin transfer listesindeydi, sakatlıklar olmasa geride kalan sezonların bir Ambrosini'si olabilir miydi? Bilinmez.
Newcastle'a giderken hala para ediyordu. Aziz Yıldırım o sezon onu almak istedi ama onun Avrupa inancı daha tükenmemişti. Burada müzmin sakatlığına bir parantez açayım. Kasık bölgesinden defalarca sakatlanması sonrasında Emre'de "osteitis pubis var" diye yazıldı çizildi. Bunun tedavisi operasyon, olursun geçer. Emre'nin probleminin Messi'de olduğu gibi doğuştan olduğuna inanıyorum. Üst baldırdaki kasların normalden kısa olması maçlarda aşırı gerilmeye yol açıyor ve bir sonraki maça kadar normal duruma dönmediğinden ve yoğun maç trafiğinden dolayı o gergin kaslar yırtılma pozisyonuna geliyor Messi'de. İki de bir ortalıktan kaybolmaların, çoğu zaman 3 maç üstüste oynamamanın başka bir sebebi gelmiyor aklıma Emre için. Ne aşil, ne diz; ne yan bağlarla alakalı bir ciddi sakatlığını duyduk Emre'nin.
***
Dönelim Premier Lig'e. Inter ne kadar yanlışsa; Newcastle da o kadar yanlış bir kulüptü galiba. O yeteneklerini bir zamanlar rakip yarı saha yayının ötesinde sergilerken; Newcastle'da tandemden topu alan ve en yakınındaki hücumcu gözüken adama veren, kornerleri ve serbest vuruşları yapan bir futbolcuya dönüştü. Ekranda onu çok görmüyor, gördüğümüzde de; ya rakiple dalaşıyor, sarı kart görüyor; ya da sakatlanıp oyundan çıkıyordu. Inter yıllarında en insaflı olanlar bile İngiltere günlerinde ondan artık bırakın Türk Maradona'sı, Türk Hagi'si bile olmayacağını farkındaydı. İşte burada "Sezercik"in Oscar alamayacağını idrak etti o 2 kuşak...
***
İşte bugünün tartışılan, kimilerinin nefret ettiği, kiminin antipatik bulduğu, kiminin forma aşkına yüreğine taş basıp kabul ettiği Emre'yi yaratan da bu futbol gerçeğidir. Bırakalım futbolcular da yorumcular kadar futboldan anlasın öyle değil mi? Emre o "hayal ettiği Emre" olamayacağı gerçeğiyle yüzleştiği, sahada yapmak istediklerini yapamadığı, sakatlıklarının yaptırmadığı, teknik direktörlerin onu kendi sahasına hapsettiği için bu kadar agresif yeri geldiğinde bu kadar eleştiriye kapalı, bu kadar hazımsız. Futbolseverden önce Emre kendinden memnun değil ki. Emre kendini sevmiyor ki artık. Aynaya bakıp, "ben o Emre olamayacağım galiba" dediğinde de Fenerbahçe'nin teklifini kabul edip Avrupa defterini kapattı.
***
Emre, "Galatasaray'dan başka takımda oynamam, Fenerbahçe'ye gitmem" dedi mi? Başkalarına ne dedi bilmiyorum ama onunla 2006 Nisan'ında Kaşıbeyaz restoranda buluştuk ve Galatasaray Dergisi için bir röportaj yaptık. Bana söylediği aynen şuydu: Ben Galatasaraylıyım. Kariyerime yurt dışında devam ediyorum ve dönmek istediğimde o gün şartlar ne olursa olsun Galatasaray'a dönmek isterim. Galatasaray'ı çok seviyorum. Profesyonel hayat bu, Fenerbahçe formasını giymem demiyorum. Çünkü çok fazla olay yaşanıyor. Ben Galatasaray'dan ayrılmak istemiyordum, ama ayrıldım. Ne yapabilirim ki? O yüzden büyük konuşmamam gerekir". Evet büyük konuşmadı Emre; hatta ilk elden Galatasaraylıların okuyacağını bildiği bir yayına... Galatasaray ile de görüştü Fenerbahçe'ye gelmeden önce. Ne Newcastle'a ödenecek bonservis ne de yıllık ücret konusunda anlaşamadı. Galatasaray'ın da mevcut kadrosunda Emre gibi bir oyuncuya ihtiyacı yoktu zaten. Aurelio'nun Sevilla uçağına daha binmediği günlerdi. Neresinden bakarsanız bakın flaş transferdir isterse Newcastle üzerinden gelsin...
***
Sorun, Emre Barcelona'nın Luis Enrique'si olacak mı Fenerbahçe'de? Real Madrid'den Barça'ya giden ve Barça'lıların kucakladığı adam. Yoksa Ronaldo mı olacak? Barcelona'da oynayan ve Real Madrid'e transferinin ilk gününden itibaren tribünlerin içine sindiremediği, iki tarafın da sevmediği adam. Bunu zaman gösterecek. Bugünün futbol gerçeği Aurelio'nun yokluğunda bile Emre'nin ilk onbirdeki yerininin Fenerbahçe taraftarı arasında tartışma konusu olduğudur. Ben onu River Plate'den doğan ve Almanya-İspanya'da yapamayıp geri dönen ve San Lorenzo'ya imza atan D'Alessandro'ya benzetirim. Fizik, mevkii, kariyer gidişatı, agresif ve zor karakteriyle...
***
Türkiye-İsviçre maçını stadyumda milli takım kulübesinin iki sıra arkasında seyrettim. Bırakın maç sonrası olanları, bir gün önce uçağın kapısında başlayan "karşılama organizasyonu"dan bile hala utanırım bir futbolsever olarak. Kendini sevmeyen Emre, İsviçre'liyi tekmelerken aslında kendi geçmişini tekmeliyordu. O Türk Maradona'sı olabilseydi, o maç öyle biter miydi hiç? İşte o sahne Sezercik'in karakolluk olduğu sahneye tekabül eder!
***
7 yıldır Türk futbolundan uzak olan bir adam, nasıl olur da medyayla böyle kanlı bıçaklı olur! Hakan Şükür'ün, Sergen'in delik deşik edildiği bir ülkede Emre'yi kim ne kadar ne zaman eleştirdi ki? Kendine ait hiçbir futbol gerçeğiyle yüzleşmek istemeyen, zaten kendi vicdanında kendini delik deşik eden bu bebek yüzlü adam başkalarının eleştirisini de kaldırabilecek olgunlukta olmadı hiçbir zaman. Ve tabii medyanın çifte standartı. Bu ülkede takım yazarlığıyla hayatını kazananların mirasıdır: Galatasaraylı ise Kezman hakkında bir yazı yazmışsan kesin iftira atıyorsundur. Fenerbahçe'liysen Baros hakkında tek olumlu satır yazamazsın. Okuyanın, taraftarın da ne yazık ki dayattığı budur. Kimse kendini kandırmasın, gazete arşivleri internette mevcut. Emre'nin kariyeri süresince yazılanlar da ortada. Daha geçen sene "ondan lider olmaz" diyenler şimdi "liderlik ona yakışıyor" diyorsa; değişen Emre değil ta kendileri... Bu ülke insanı yurtdışında oynayan futbolcusunun haberini hala kulübünün haberlerinin sayfasında okur. Bakın bakalım Nihat, Necati, Aurelio haberleri nerede? Dün Emre'ye köşelerinde vuranlar bugün saçını okşuyorsa; düne kadar "dönse iyi olur" diyenler bugün" zaten hep sakat" diyorsa Emre'nin ne suçu var?
Tam bir yıl önce 12 Eylül'de, basın tribününe kol çıkartan Emre; "90'ların bebek yüzlü Sezercik'i" Şehremini'de ortaokul arkadaşlarının sırtında taşıdığı Emre değil artık... Sahada aldığı, yaptığı faulde de, atmaya çalıştığı pasta da, vurduğu şutta da; eleştirilere karşı verdiği jestlerde de, milli takımda kaptan rolüyle sahada ve dışarda girdiği diyaloglarda da (Gökdeniz, Arda) hep bir abartı, hep bir fazlalık var. Kişi kendi kendinin zımparasıdır. Artık burnunu mu sürter; yoksa ruhunu mu bilmem ama bildiğim; bu sezon imza törenine katıldığı tek futbolcu Emre olan Aziz Yıldırım ve Fatih Terim' in olmadığı bir Türk futbolunda, bu kalkanlarını da yitirdiği gün; sahada ve yolda verkaça gireceği insan sayısı; bugün oynadığı oyunun kuralları gereği sahaya çıkmak zorunda olanların sayısından az olacağı... O herkesin kendini beğenmiş sandığı adam; aynaya bakıp daha fazla kendinden nefret etme. Artık topuna ve sen sana iyi bak Emre!..

Mevsimlik Pamuk İşçisi Fowler

Eski bir dosta kıyak mı şimdi bu transfer? Fowler, Blackburn Rovers ile sözleşme imzaladı. Takımın teknik direktörü Paul Ince, Fowler'ın Liverpool'dan eski takım arkadaşı. Vefa bu, açıkta kalmasın istemiştir. En azından 3 aylığına! Fowler'ın sözleşmesi sadece 3 ay. Geçen sezonu Cardiff'de geçirmişti. Yeniden Premier Lig'de oynamak istiyordu. Blackburn 3 aylık sözleşme teklif etti. Çukurova'da mevsimlik pamuk işçisi mi bu adam; yoksa Antalya'da animatör mü? 3 ay içinde iyi oynarsa, gol(ler) atarsa sözleşmesini uzatacaklar. Man. United da ihtiyaçtan Larsson'a benzeri bir 3 aylık sözleşme imzalatmıştı. Önceki postta Tristan var 32 yaşında, burada Fowler 33 yaşında. Hey gidi heyyy der, giderim...

Diego Tristan

Ne güzel ikiliydiler Makaay ile birlikte Deportivo La Coruna'da. Geçen sezonu Livorno'da geçirmişti, laf olsun diye. Onun iflah olmaz bir kumarbaz olduğunu söylerler. Ailton gibi... 5-8-11-13-16-23-24-27-30-33-36 yer etmiş hayatında. Bir zamanlar La Liga'nın gol kralıydı. İspanyol milli takımında 10 numarayı giyerdi. Diego Tristan 32 yaşında. Eylül ayında krampon yerine parmak arası terlikle objektiflere yakalanmak ne acıdır kim bilir?..

Gözden Uzak Güiza

Güiza, Fernando Torres'in yokluğunda David Villa ile ilk onbirde başladı Ermenistan maçına. 4-0 kazandıkları maçta oyundun çıktığı 55. dakikaya kadar vasattı. Del Bosque onu oyundan aldığındaki tavırları şimdi İspanyol basınında. Yedek kulübesine uğramadan direkt duşa gitmesi, maçtan sonra demeç vermeden takım otobüsüne binmesi... Bojan'ın ilk kez milli olduğu maç sonrasında şimdi gelecek ay oynanacak olan Estonya ve Belçika maçlarında Güiza kadroya çağrılacak mı? "Gözden uzak olan gönülden de ırak olur" derler. İspanyol medyası da karşısında. Bir tarafta maç sonrasında formasını bütün takım arkadaşlarına imzalattığı ve hatıra olarak sakladığı haberleri şişirilen, takımdaki Barçalılar destekli Bojan diğer tarafta gönül koyan Güiza. Bence ülke olarak yiyecekler son krallarını...

Haftasonu Futbol

12.09.2008 Cuma
21.30 E. Frankfurt - Karlsruhe (24)
13.09.2008 Cumartesi
12.45 FK Moskova - Spartak Moskova (Spormax)
14.30 Motherwell - Celtic (Futbol Smart)
14.45 Liverpool - M. United (Spormax)
16.30 Köln - B. Münih (24)
17.00 Blackburn Rovers - Arsenal (Spormax)
19.00 Hacettepe - Fenerbahçe (Lig Tv)
19.00 Palermo - Roma (Ntv Spor)
19.20 Derby County - Sheffield United (Futbol Smart)
19.30 M. City - Chelsea (Spormax)
20.00 Samsunspor - Giresunspor (D Spor)
20.00 O. Lyon - Nice (Kanal A)
21.00 Barcelona - Racing Santander (Ntv Spor)
21.45 Galatasaray - Antalyaspor (Lig Tv)
22.00 Bordeaux - Marsilya (Kanal A)
14.09.2008 Pazar
15.30 Stoke City - Everton (Spormax)
15.30 Ajax Amsterdam - Roda (Futbol Smart)
16.00 Genoa - Milan (Ntv Spor)
17.30 Rubin Kazan - D. Moskova (Spormax)
18.00 Hannover 96 - B. Monchengladbach (24)
19.15 Sivasspor - Bursaspor (Lig Tv)
20.00 Ç. Rizespor - Orduspor (D Spor)
20.00 R. Madrid - Numancia (Ntv Spor)
21.45 Trabzonspor - Beşiktaş (Lig Tv)
22.00 PSG - Nantes (Kanal A)
22.00 Juventus - Udinese (Ntv Spor) Bant
00.00 Boca Juniors - Independiente (Ntv Spor) Bant
00.30 Caen - S. Etienne (Kanal A) Bant
15.09.2008 Pazartesi
20.00 Altay - Karşıyaka (D Spor)
22.00 Tottenham - Aston Villa (Spormax)

Karabela

Günün sorusu budur? Hangi ülkenin polisinin kalkanında karabela yazar? Karabela hangi polis teşkilatıdır(?) Bir bilen söylesin lütfen!..

Portekiz Ligi 2008-2009

İtalya, İspanya, İngiltere, Almanya, Fransa ve Arjantin'den sonra Portekiz Ligi. Geçen sezonun seyirci ortamaları ve coğrafi dağılım.

Messispor?

Arjantin milli takımında işler yolunda gitmiyor. 2010 eleme grubunda son iki maçlarını kazanamadılar. Evinde Paraguay, deplasmanda Peru ile berabere kaldılar. Pekin'de altın kazanmaları artık hatıralarda. Kötü gidişe reçeteyi yazan Maradona olunca sözü dinlenir oralarda: "Messi kendine oynamaktan vazgeçmeli. Takım oyunu oynamalı. Böyle oynarsa bunun adı Messispor oluyor" dedi Maradona. Koruyucu kalkanlar hemen harekete geçti tabii. Barselona medyası evlatlarına saldıran Maradona'ya "hadi başka kapıya" çektiler. Olimpiyatlarda takımı forse eden, altın da en büyük emeği olan Messi'idi. Tabii Maradona'nın Messi'ye kafa göz dalmasına sebep olarak, Barselona'nın yakınından geçmemesi, Aguero'nun kayınpederi olması, Atletico Madrid maçlarını izlemesi ve kendi tahtına en büyük adayı hırpalamak olduğunu söyleyenler de yok değil. Messi bir sonraki maçı tek başına alır, bu eleştiriler de unutulur gider de torununun İspanya'da doğacağını Maradona memleketine nasıl anlatacak acaba?

11 Eylül 2008

Anket: Can mı Canan mı?

Geçmiş sezonlara dair elimizde seyirci ortalamaları, doluluk oranı, kombine sayısı gibi tribün istatistikleri yok elimizde Süper Lige'e dair. Olmayınca da Avrupa ligleri ile bir mukayese yapma şansı kalmıyor. Göz hesabı ile gidilen ya da ekranda görülen stadlar çoğu zaman yarı yarıya doludan öteye gitmiyor. Birkaç sezondur tartışılan bir konuyu anketle değerlendirmek istedim. "Türkiye'de Avrupa Ligleri'nin şifresiz kanallardan naklen yayınlaması tribünlerin boş kalmasına sebep oluyor" fikri ortaya atıldı. En baştan söyleyeyim, ilk harfinden itibaren katılmıyorum. Benim Fenerbahçe, Kadıköy'de oynarken "aman televizyonda Real Madrid-Barcelona maçı var şimdi stada gidersem bu maçı kaçırırım" diyen arkadaşım yok. Benim Beşiktaş, İnönü'de oynarken, "Messi'yi izlerim daha iyi" diyen arkadaşım da yok. Benim Galatasaray, Ali Sami Yen'de maça çıkarken, "ne Galatasaray'ı ya, Arsenal-Chelsea'yi izlerim" diyen arkadaşım da yok. Aksi yok mudur, elbette ki vardır. Taraftarın takımı kendi stadında oynarken adları ne olursa olsun 2 takımın ekrandaki maçı için stada gitmekten vazgeçeğine inanmıyorum. Belki de ben yanılıyorumdur. Anket sorusu budur işte: Avrupa liglerini izlemek için takımınızın maçına gitmekten vazgeçer misiniz? Ya da kısaca; "Can mı Canan mı?"

Delikanlı Carragher

"Carra". Jamie Carragher'ın bugün piyasaya çıkan otobiyografisi. Liverpool'da Gerrard ve Torres ile birlikte en sevdiğim adamdır. Carragher, otobiyografisinde kulübün yeni patronlarına açmış ağzını yummuş gözünü. Amerikalı patronlar Gillett ve Hicks için söylediklerini okuyunca, "delikanlı bir kardeşmiş bu Carragher" diyesi geliyor insanın. Her futbolcu "önümüzdeki maçlara bakıyoruz" ile bitirmiyor kariyerini...

"For richer or poorer, we’d sold Liverpool to two ruthless businessmen who saw us as a money-making opportunity. They didn’t buy Liverpool as an act of charity; they weren’t intent on throwing away all the millions they’d earned over 50 years… They wanted to buy us because the planned stadium offered a chance to generate tons of cash and increase the value of the club.
“Think how many world-class players that £200million could have brought to the club. Instead if Gillett and Hicks did sell, they or their banks would make a huge profit.
“I felt ill thinking about it.”

"Belçika Maçı Analizi"

Hep kavga, hep polemik, hep öfke, hep kaos. Bizim takım ve futbolumuz hakkında söylenecek yeni bir söz yok. Herşey Malta-Macaristan maçları arasının bir tekrarı. Belçika'yı da futboluyla anmak yerine yukardakilerle hatırlamayı yeğlerim dün geceki maçtan sonra. Çikolatası güzeldir, biraları muhteşemdir, Eylül-Aralık arası midye için tam zamanıdır, patates kızartması zaten her köşededir. Budur Belçika. Ağzımızın tadı kaçmış, bunlarla idare edelim...

10 Eylül 2008

Hakiki Ronaldo

Ronaldo deyince insanların aklına artık ilk Cristiano Ronaldo geliyor. O sahnedeyken Portekizli'yi adıyla da yazmak gerekiyordu. Bu kaçıncı sakatlık, bu kaçıncı geri dönüş. Golcülüğü kadar azmine de hayranım bu adamın. "Saldığı" fotoğraflar dolanıyordu yaz boyu dünya medyasında. İşbaşı yapmış Brezilya plajlarında.

Maradona vs Tsalouchidis

1994 Dünya Kupası finalleri grup maçında Arjantin ve Yunanistan karşı karşıya. Maradona'nın kariyerine çivi çaktığı finaller. Adaletsiz(!) markajdaki ise Olympiakos'lu Tsalouchidis. Arjantin maçı 4-0 kazanıyor. Batistuta'dan hat trick ve Maradona.

Trapattoni'nin Koltuğu

Trapattoni'nin Bayern Munih'i çalıştırdığı dönemde çıldırdığı basın toplantısının kayıtlarını büyük bir çoğunluk izlemiştir sanırım. Avusturya liginden firar eden ve İrlanda milli takımını başına geçen Trapattoni, Karadağ maçı öncesi basın toplantısında ve fotoğrafları budur(!)

Ben yıkılmam(!)

Konsantrasyon

Yağmur Federer Dedi

Federer'in yarı finali seyredememiştim. Nadal'ın yağmur yüzünden yarıda kalan yarı finalinin 2. gününü yakaladım. Bir oyunun 20 dakika sürdüğü, 9 kez oyunun eşitliğe döndüğü deli bir maçtı. Nadal makine olsa kazanırdı. 3 Açık oynamış adam. Pilini Pekin'de tüketmiş. Amerika Açık'a kadar da kendine gelememiş. İngilizlerin "projesi" Murray karşısında 2 avans vermiş 3'de bitirir umuduyla oturduk tabii ekran başına. 3. sette 5-4 Nadal öndeyken Murray avantajı kaçırmasa set de vermeyecekti ya. Hakederek kazandı Murray, çok soğukkanlı ve tekniği çok iyi. Federer bir gün fazla dinlenmişken koskoca turnuvanın finalini neden Pazartesi oynatmakta ısrar ettiler, anlamadım. Murray'a da bu hakkı verip finali de bir gün erteleyebilirlerdi. Federer 3-0 kazanırken finali benim gözlemlediğim rakibini küçümsediğiydi. "Sen dün Nadal karşısında kendini tüketmişsin koçum, benim adım da Federer" gibi başladı bitirdi finali. Çok da keyif vermeyen, yarı finalinden renksiz bir Amerika Açık finali oldu 2008'de. Nadal sen git uyu adamım biraz... Geç bir post oldu ama Nadal kaybedince kaçak güreşmek de olmazdı. Eurosport Türkiye'ye de saygılar, sevgiler. Yaptıkları işin hakkını veriyorlar...

9 Eylül 2008

Galatasaray'ın 1987-88 Kuşağı

Arsenal'de Arda Sesleri başlıklı yazının sonunda dipnottur. Galatasaray'ın 87-88 kuşağı üzerine yazmak niyetindeydim. Gecikti, araya bir Beylerbeyi yazısı sıkıştı. Bu sabah Beylerbeyi'nin en yetkili ağzından telefon geldi. Düzeltme yapmamı, yanlış bilgilendirdiğimi söylüyordu. "Beylerbeyi'nin Galatasaray'ın pilot takımı olmadığını; Galatasaray'ın sahip olduğu 2. kulüp olduğunu" belirtti. Hedefin de Bank Asya ligine yükselmek olduğunu ekledi. Bu durumda Beylerbeyi hakkında yazdığım yazı yırtılabilir. Öyle değil mi? Amaç bir üst lige çıkmak ve bunun için Galatasaray altyapısından Anadolu'da kendine üst liglerde takım bulamayan 12 futbolcu alınmış. Amaç Bank Asya Ligi'ne çıkmaksa oraya çıkılınca ne olacak peki? Altyapıdan yetişen oyuncular kademe olarak 3. ligde forma giymek istemiyorlarmış. Bu yaşta bu kapris, pes! Peki tamam 1. lige çıkıldı. Orada ne yapılacak? Her maça galibiyet parolasıyla çıkan bir futbol takımı Süper Lig'e çıkmamak için özel bir çaba mı sarfedecek(?) Ortada bir Oftaş örneği varken; "Hacettepe" deyince saçmalığı yok edemiyorsunuz! Üstelik bu ülkede, kulüplerin B takımları alt liglerde şampiyon oldukları takdirde Süper Lig'e çıkamazlar diye bir kural da yok. Burası İspanya değil ki! 2. Ligdeki Beylerbeyi'nde elbette ki hakeden formayı giyer de; 25 futbolcudan oluşan bir takımda 12 Paf takım oyuncusunu alıp, kadroda 74-81 arası doğumlu 5 futbolcu (Fadıl, Bülent, 2 Uğur, Şener) bulundurmak ne demektir? Kuşaklar arası bağlantı mı?
***
Beylerbeyi'nin amacını saygı duyarım, ama katılmam. Konuyu da 87-88 kuşağına getirmenin vaktidir. Bu ülke medyasında ucuz bir empatidir her daim gençleri savunmak: "Gençler oynasın, gençlerin hakkı yeniyor, Galatasaray muhteşem bir 87-88 kuşağına sahipti" böyle gider bu... Zordur elbet kariyerinin başındaki çocukları eleştirmek. Hayatlarında Paf ligi maç seyretmeyenlerin, gidip geldikleri takımlardaki performanslarından bihaber olanların "Arda, Uğur iyi ise; hepsi iyidir" tümevarımı ile nereye kadar peki?
***
3 yıl arka arkaya şampiyon olmuş, dördüncüsünde Sivas'ın gençlerinin gerisinde kalmış, milli takımlara iki elin parmaklarından fazla oyuncu vermiş, Arda-Uğur gibi Galatasaray onbirine vazgeçilmez iki genç sunmuş bir altyapının başarısı ortada. Peki ne oldu bu 87-88 kuşağının diğer yeteneklerine, yıldız adaylarına? Birşey olmadı. Olamadılar. Su yolunu buldu sadece. Sadece yetenek ise futbolcunun kariyerini belirleyen; burada son noktayı koyup gidelim. Peki ne o zaman?
1- Galatasaray altyapısında Ferhat, Uğur, Sabri gibi seçmelerle gelen gençler olduğu gibi Özgürcan, Arda, Oğuz gibi yeteneklerini başka takımlarda kanıtlayan ve Galatasaray altyapısının takibiyle takıma kazandırılan futbolcular var(dı). Galatasaray altyapısı işleyen bir makine olduğundan yurdun dört bir tarafından gençler ve aileleri ve altyapı oyuncuları bu yetenekleri Galatasaray'a sundular. Özgürcan, Cafercan Antalya'dan, Oğuz Şabankay, Akhisar'dan geldi. Reklamı efektif kılmak için Hürriyet'e vermek gibi. Pis lokantayı Uğur Dündar'a ihbar etmek gibi.
2- 14-15-16-17 yaşlarında kendi yaş gruplarında diğer takımdaki yaşıtlarına hem çalışma şartları gereği, kimi zaman da erken gelişim sonrasında fizik olarak üstünlük kuran gençler, A takım düzeyine geldikleri zaman 2 gömlek aşağıda kaldılar. Karşılarında artık stoper olarak Servet, Gökhan Zan ve Edu'yu bulanlar; 1.70'lik stoperlerin üzerinden vurdukları kafaları vuramadılar elbette. Ya da defansta, kanatta tam tersi!.. (İlker vardı aka R. Carlos. Sol bek. Pinto sırtında taşırdı topla giderken)
3- 21'den başlayan ve 15 yaşa kadar devam eden "yaşaltı" milli takımlar 3 büyüklerin altyapısıyla beslendi. Anadolu'dan futbolcu çağırmak yerine; (Mehmet Topal GS'a gelene kadar milli takımların yanından geçmedi) Galatasaray'ın 87-88 kuşağı paket halinde sahadaydı. Bu gençler dünyayı dolandı, 4-5 pasaport bitirdi, aynı sezon içinde 2 farklı milli takıma çağrıldılar ama gelişim çağında ne fitness çalışacak vakitleri oldu ne de rejenerasyon antrenmanı yapmaktan dayanıklılık ve teknik çalışma yapabildiler sahada. Cafercan kaça pasasport eskitmiştir mesela? Özgürcan kaç ülkeyi görmüştür? Erkan Ferin kaç kez milli formayı giymiştir farklı yaş gruplarında?
4- Galatasaray altyapısında yetişmek; avantaj olduğu kadar da dezavantajdır da kimi zaman. Paf takım yaşın dolduğu tarihte, madem bu ülkede rezerv lig yok, madem bir pilot takımın yok, tek şansın A takımdaki ağabeylerinden birilerini altetmektir ya da onlardan birkaçının takımdan ayrılmasını beklemektir. Pires transferi olsa, Carrusca futbolcu çıksa Arda bu şansı bulabilir miydi? Bilinmez. Özgürcan'ın-yeteneği bir tarafa- Hakan Şükür-Necat-Ümit Karan-Hasan Kabze'nin arkasında şansı neydi? Aydın'ın patlama yapmasını görmek için Hasan Şaş'ın belinin ağrımasını, Kewell'ın sakatlamasını beklemek ne büyük paradoks öyle değil mi?
5- Bugünün futbolunda 17 yaş yıldız olmak ya da ışığını vermek için yeterli. Burada ya da Patagonya'da! Işık varsa, büyük yeteneksen illa ki çıkarsın A takıma. Okan için de böyleydi, Tugay için de, Bülent Korkmaz için de, Emre Belözoğlu için de, PAF takıma iki gömlek büyük gelen Arda için de. Yok mu aksi örneği? Var elbette. Koskoca Barcelona, Fabregas'ı kaçırmış elinden. Elbette ki bu kuşaktan da kaybedilen yıldız adayları olacaktır. Ceyhun, İlyas, Mehmet Eren gibi örnekler mi olacaklar; yoksa Luca Toni gibi 27'sinden sonra mı yıldız olacak içlerinden biri? Bunu zaman gösterecek.
6- Galatasaray'ın 87-88 kuşağı için Baros geldiğinde kullandığım tanımlamayı kullansam yeridir: "Adı, kariyerinden önde giden." Bu gençler milli takım düzeyinde kazandıkları başarılar sonrasında kimbilir belki de bir bilgisayar oyunun kurbanı oldular. "Cafercan kral" diyorlardı o oyunda. Emek verilen her işe saygım vardır ama özellikleri hakkında puantaj yapan arkadaşlar çok mu renklere sevdalıydı acaba? Çok mu şişirdiler kendileri de bu oyunu oynayan adı geçen gençleri? Bu değerlendirmeleri yapanlar Cafercan, Hagi zamanında Malatya maçından sonra "heyecandan adalelerim kilitlendi" dediğinde nerelerdeydiler? CM oynayanlar hayatlarında sahada bir kez izlemedikleri bu çocukları nasıl da gönüllerinine ekranında geleceğin yıldızı yaptılar acaba? "CM yanılır mı?" kimi zaman? Oyun değil ki; bu hayat!
7- Evet, Galatasaray altyapısı başarılı ama üretim fazlası var. Elindeki malı satamadıktan, pazarlayamadıktan sonra 3 vardiya çalışsan ne olur? Galatasaray altyapısından kimi sattı? Kiraladıkları oyunculardan ne gelir elde etti ya da bilabedel hangi takımlara oyuncu verdi? Orduspor ve Gaziantep Büyükşehir Belediye'ye (Suat Kaya) geçmiş ve bu sezonda giden oynayan/ oynamayan oyuncuların hangisinden geri dönüş sağlandı? Beylerbeyi'nden Galatasaray A takımına girebilen oyuncu kim? Oyuncuyu yolladığın takıma, bonservisin 3.takıma satışı halinde bir yüzde versen; kiralayan o futbolcuya başka gözle bakmaz mı? "Konsinye" mi diyelim şimdi bu dünyada uygulanan örneğe...
***
Arda ve Uğur yetenekliydi, üstüne koydular, inatçıydılar, kiralandıkları takımlarda iyi çalıştılar, formayı kaptılar, fizik olarak Süper Lig seviyesine çıktılar, oynamanın özgüveni ile yetiştikleri kulübe döndüler ve artık olmadıkları maçta Galatasaray taraftarını tedirgin getiriyorlar stada...
Ya diğerleri? Hangisinin yeteneği bu kadardı? Hangisinin fiziği gelişmedi? Hangisinin bu yaşta kilo fazlası var? Hangisi iyi çalıştı? Hangisi sabretti? Hangisi vazgeçmedi? Hangisi disiplinden taviz vermedi? Hangisi havaya girmedi? Hangisi doğuştan özgüvene sahipti? Hangisi kendini geliştirmek için kiralık gitmedi? 15 değil; 20 ve 21 yaşındaki futbolculardan bahsediyoruz!
***
Sedat Debreli ile kapatayım bu konuyu. Galatasaray altyapısında golcüydü, olmadı forvet arkası oldu, Suat'ın jübilesinde ön libero oynuyordu. Biraz daha dursa stoper olacak oradan da kale arkasından sahayı terkedecekti. Sedat Debreli, Galatasaray'ın yıldız adayıydı, yetenekliyidi. 1983 doğumlu. TFF. 2. lig'de Türk Telekom forması giyiyor artık! Ben bu satırları yazmaya başladığımdan beri dünya üzerinde kaça baba çocuğunu futbolcu yapmaya karar verdi? Kaç yetenek dünyaya geldi? Kaç gol oldu? Kaç teknik adam, kaç futbolcunun adının üzerine bir çizik attı?
***
Zaman bu akıyor işte.
Barış gelir, Emre Güngör gelir, Yaser gelir, Serkan Kurtuluş gelir; yarın da Ali-Veli gelir. O formayı alır.
Galatasaray'ın 87-88 kuşağı bu kez sahaya değil; sokağa baksın:
"Boğaziçi Üniversitesi iş bulmaz. Boğaziçi mezunu işi alır"
Zaman bu akıyor işte.
Hala Galasaray'da "96 ruhunu" arayan, "geri geldi, gelmek üzere, eli kulağında" diyenler de önüne baksın. "21 gram" (Benicio del Toro'ya selam ederim) ile dönmüyor artık futbol...

Real Madrid Forveti

Barcelona'nın bu sezon forvet transferi yapmaması sonrasında İspanyol medyasının sorgulamasını aktarmıştım. "Elde; Henry, Bojan, Messi ve Eto'o var" denildiğinde daha ne olsun yorumları da geldi. Konu "Adebayor ya da Drogba, Eto'o dan daha iyi mi?" sorgulamasına yöneldi ki; konu bu değildi. Barça sezonda 55+ maça çıkan bir takım ve Messi gibi bol tekme yiyen, kolay sakatlanan; Eto'o gibi geçmişte ağır diz sakatlıkları yaşamış iki yıldıza kimin yedek olacağı idi. Barça'nın bol orta sahalı hücum planı belki buna çare olabilir ama bu soruyu bir de Real Madrid için soralım. Önce 5 yıl öncesinden bir örnek. 2003-2004 sezonu. Teknik direktör bugünün Portekiz milli takım hocası Quieroz. Ferguson'dan ayrılıp kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdiği ve kafa üstü çakıldığı sezon. Real Madrid'in elinde 3 golcü var: Raul, Ronaldo ve Portillo. O sezonu 4. sırada tamamladılar, Şampiyonlar Ligi'nde Monaco'ya elendiler ve kral kupası finalinde Zaragoza'ya kaybettiler. Şimdi bu sezona gelelim. Eldeki 3 golcü: Raul, Van Nistelrooy ve Higuain(Saviola'yı kimse adamdan saymıyor!). Forvet hattından gidenler Baptista, Cassano(bonservisi verildi), Soldado ve Robinho. Tabii ilk akla gelen Hollanda milli takımının kadife ayaklarından oluşan orta saha varken -ki çoğu cam adam- başka bir son vuruşçuya gerek var mı? Real Madrid teknik direktörü Schuster'e göre gerek var ki; başkan Calderon ile yeni transfer yapılmadığı için aralarına kara kedi girdi. Kapanan transfer döneminin ardından Ocak ayı için listenin ilk sırasına yazdıkları isim Bayern Munih'in müzmin yedeği Podolski. Gerek Barça gerek Real Madrid için İspanyol basını bunu tartışıyor 3 gündür: 3 kulvardaki, 55+ maç için yeterli forvet var mı? Bize uyarlayalım: Bunu tartışması gereken kulüp minumum 45 maça çıkacak olan Fenerbahçe: Güiza, Semih ve en son ne zaman maç oynadığını hatırlamadığımız İlhan Parlak. Koskoca bir sezon; sakatlıklar ve cezalılardan bahsediyorum. Daha rotasyon bile demedim...
Barcelona Forveti

8 Eylül 2008

Del Bosque Usulü İspanya

Casillas; Sergio Ramos, Puyol, Albiol, Capdevila; Senna, Xavi, Iniesta, Cesc (Xabi Alonso, dk.65), Capel (Cazorla, dk.72); Villa (Guiza, dk.84). İspanyol milli takımının 2010 eleme grubu ilk maçında Bosna-Hersek'i David Villa'nın golüyle 1-0 deviren kadrosu. Euro 2008'i kazanan kadro hala akıllarda. Yeni teknik adam Del Bosque elinde 30 yaş üstü bir takım olmadığından yaklaşık aynı kadroyla devam ediyor. Her yeni hoca devrim meraklısı değil yani! Fernando Torres'in sakatlığında Fabregas forma giydi. David Silva bileğinden ciddi sakat (3 ay). Kadrodaki yeni isim Capel. Fenerbahçe-Sevilla eşleşmesi öncesinde Capel'i çok yazdım çizdim. 2x90'da iyi değildi. "Bu mu Capel?" yorumları da geldi. Aragones'in kadrosunda yoktu. Ben 2010 kadrosuna kesin girer gözüyle bakıyordum. Del Bosque'den formayı kaptı. İspanya-Türkiye kapışmalarına daha çok var ama o kanattaki savunmacı Gökhan Gönül'ü de sorgulamak lazım. Suratından düşen bin parça, formsuz, isteksiz ve asabi. "Bitse de gitsek" tadında çıkıyor maçlara. Daha iyi bir sağbek yok bu ülkede. Gökhan Gönül Fenerbahçe'de kendini ispat edene kadar da; başkaları "en iyi sağ bek"ti. Öyle ya da böyle doluyor herkesin yeri, kapıyor birileri formayı. Derdi ne ise çaresini bulsa ya da bulsalar...

Laudrup Spartak Moskova'da

Teknik direktör adayları arasındaydı Galatasaray için. Olmadı. Bayram Tutumlu&Laudrup AŞ yüksekten uçuyordu. Atina'da Panathinaikos'a da yüksek fiyat çektiler. Pana güle güle dedi ve Henk Ten Cate ile anlaştı. Tutumlu'nun malı de elinde kaldı. Tabii yumurta değil bu bozulmuyor. İstedikleri rakamı ancak Ruslar verirdi. İspanya'da eski bir dost Karpin girdi devreye ve Laudrup takımsız kalmadı. Artık o Spartak Moskova'nın teknik direktörü... Tutumlu yaktı kankasını...

Vur Napoli'ye

İtalya'da bu sezonun günah keçisi belli oldu: Napoli. Sezonun ilk haftasında Roma deplasmanına giden taraftarlarının trende olay çıkarması sonrasında geçmiş sezonlardan dili yanan federasyon yılanın başını erken ezeceksin derken cezayı da abarttı. İlk ceza sezon sonuna kadar Napoli taraftarına deplasman yasağı olarak açıklandı. Kesmemiş ki bu ceza, şimdi de Napoli'nin stadında 2 kale arkasını da 1 Kasım tarihine kadar kapattılar. Güney takımı olunca böyle oluyor. Sıkıysa Kuzey'e böyle bir ceza kessinler.

Köprüden Önce Son Çıkış

Rezerv Lig'in olmadığı memlekette PAF takımda yaşında dolduran oyuncuların A takımda forma şansı yoksa elde 3 alternatif vardır. Oyuncu satılır, kiralanır gelir elde edilir(?) ya da bir pilot takım varsa bedelsiz olarak kiralık gönderilir. Galatasaray'ın pilot takımı Beylerbeyi. Bu transfer döneminde Beylerbeyi'ne giden oyuncu sayısı: 12. Fırat Kocaoğlu, Uğur Demirok, İrfan Başaran Serdar Kesci, Soner Cihan, Erkan Ferin,İlker Cihan, Volkan Bekçi, Sercan Ekinci, Gür Ege Gürel, Mehmet Düz, Eray Fırat. Pilot takımdan ne beklersin? Şampiyonluk mu? Altyapından yetişen oyuncuların A takımda bulamadıkları şansı yeni takımlarında yakalamaları ve düzenli olarak maç oynamalarını beklemek daha mantıklı değil mi? Galatasaray'ın pilot takımı Beylerbeyi, 2. Lig 1. grupta bu hafta evinde Bozüyükspor'u 3-1 mağlup etmiş. Bu galibiyette katkısı olan Galatasaray altyapısından giden oyuncu sayısı kaç peki? Giden 12 oyuncudan sadece 3'ü forma giydi. 90 dakika oynayabilen sadece Volkan Bekçi. Uğur Demirok 45 dakika, Sercan 30 dakika.... Galatasaray'ın geçen sezon 3. kalecisi olan Fırat; pişsin diye gittiği Beylerbeyi'nde yedek kulübesinde pişiyor. Dikkat edilsin de altı yanmasın(!) Türkiye'de altyapıya da; pilot takıma da bakış budur işte. Amaç oyuncu yetiştirmek değil; Beylerbeyi'ni şampiyon yapmak. Kasımpaşa örneği bu kadar tazeyken, Beylerbeyi şampiyon olup 1. Lig'e; hadi sonra Süper Lig'e çıksa ne yazar? Beylerbeyi: Köprüden önce son çıkış. Bu gençler için de. Bu kafayla değil ama....

7 Eylül 2008

Fatih Terim ve Newcastle?

Euro 2008'deki yarı final sonrasında Fatih Terim'in göreve devam etmeyeceğini tahmin ediyordum. Yanıldım. Şimdi Setanta Sport'a Terim'in menejeri Goldberg, "Newcastle ile görüşebiliriz" deyince aklıma Roggi geldi. Fatih Terim İtalya yıllarındaki menejeri. Ya menejer değiştirdi Terim ya da İngiltere'deki görüşmeleri Mel Goldberg yapıyor. Newcastle'da işler çok zamandır olduğu gibi yine yolunda gitmiyor. Keegan bıraktı derken; kulüp bu haberi yalanladı. Alan Shearer ise görevi kabul etmedi. Keegan öncesi teklife hayır diyen Redknapp da yine sözünde durdu ve gelmiyorum cevabını verdi. Ermenistan maçı öncesinde milli takımla birlikte bir kulüp takımı çalıştırabilirim derken espri yaptı hoca yorumları vardı medyada. Mel Goldberg'e gelince; "Power Goldberg" adında bir spor organizasyonu şirketinde kardeşiyle ortak. 30 yıllık avukat ve İngiltere'de profesyonel sporcuları çok iyi pazarlayan bir menejer. 3 gün sonra Belçika maçı var. O maçtan sonra bu spekülasyon da; nedir ne değildir ortaya çıkar. Bildiğim Terim'in sözleşmesini 3 ay içinde tek taraflı olarak feshetme hakkının olduğu. Bunu da bir İtalyan kanalına Roggi söylemişti... Terim Newcastle'a gider mi? İtalyanlar bu durumda her zaman şu cevabı verir: "Asla, asla deme."

Ricardo Oliviera

Zaragoza tarafında bardağın dolu tarafından bakarsak, tekrar 1. lige geri dönebilmeleri için onun gibi bir golcüye ihtiyaçları vardı Milito'yu gönderdikleri kadroda. La Liga'dan pek taliplisi çıkmadı. Galatasaray'dan da 12+ milyon euro istediler. Bu da bardağın boş tarafı, mal ellerinde kaldı. Milan'dan 10 milyon euro'ya gelmiş ve takımı küme düşmüş bir golcünün fiyatı neden artar ki? Serie A tarihinin en büyük bidonlarından biri olarak kayıtlara geçti. Futbolcu imza öncesi kontrol amaçlı diz MR'ı çektirir. Oliviera için bu pek de gerekli değil dizine bakınca. Real Betis forması giydiği dönemde sağ diz bağlarını koparmıştı. La Liga gol kralının 14 milyon euro olduğu bir borsada o Zaragoza'nın istediği fiyata İstanbul'a gelseydi sezonun en büyük kazığı olurdu...

Hayat

Güneşli Pazartesiler

Barcelona Forveti

Adebayor, Arshavin, Benzema, Drogba... Barcelona'ya transfer döneminde yakıştırılan, adları manşetlerden düşmeyen forvetler. Hepsi takımlarında kaldılar. İspanyol basını 2 yılda giden hücumcuları listeleyip şu soruyu soruyor: "Yeni forvet nerede?" Ronaldinho, Dos Santos, Ezquerro, Giuly ve Saviola. Bu 2 yıl içinde gelen tek isim ise Henry. Transferde 90 milyon euro harcadılar ve hücum hattına transfer yapmadılar. Eldeki kadroda Henry, Bojan, Messi ve Eto'o var. Eto'o nun sakatlandığı dönemlerde girdikleri krizleri hatırlayınca yukarıdaki soru daha anlamlı oluyor elbette. Son 10 yılda ilk kez forvet almadan transferi kapattılar. Guardiola'nın elbette ki bir bildiği vardır...

Mamma Mia

RAI'de spiker "Mamma mia" diye bastı çığlığı; Kıbrıs Rus Kesimi karşı karşıya golü kaçırınca. İlk tehlikeleri değildi bu. İtalyan savunması helva gibiydi, Cannavaro-Barzagli yerden kalkamadı. İlk 20 dakikada sakatlıktan dolayı 2 değişiklik de etkiledi ama... Şu maçı 2-1 kazandılar ya; pes. Buffon olmasa temiz 3'lük olmuşlardı. Lippi'nin kısmeti de etkili tabii. İngilizler dükkanı 5-6 golden açıyorlardı Andorra karşısında. İlk yarısı 0-0 bitti. 2-0 aldılar Cole'un golleriyle. Bahis şirketleri yüklü para ödemiştir akıllı oynayanlara. Almanya yine kekliği buldu. Liechtenstein'a ilk 2 golü atan Podolski takımında yine yedek. Devre arasında Real Madrid'e gidebilir. Gecenin bombası sahasında Litvanya'dan 3 yiyen Romanya ve Avusturya'ya deplasmanda 3-1 kaybeden Fransa. Domenech hala görevinin başında! Kötü sahada 3 puanı aldık. Estonya'yı sahasında 3-2 ile deviren Belçika'yı da devirirsek hafta ortasında; formsuz milli takım için bundan daha iyisi Şam'da kayısı...