28 Şubat 2009

Rafael Benitez ve Liverpool

Santiago Bernabeu'da, yarısı İspanyol onbirinle Real Madrid'i yeniyor, İngiltere'ye döndüğünde ligin dibinde can çekişen Middlesbrough'a yeniliyorsun. Oyunun güzelliği işte. Liverpool ve Rafael Benitez'in ipini çeken köşeye usta bir plase yapan Tuncay Şanlı oldu. Bugün hala Liverpool'un başındaysa bunu çokça İstanbul'daki o efsane 2005 Şampiyonlar Ligi finaline borçlu olan Rafa Benitez'i bir Türk yıktı. Liverpool, yeni yıla zirvede girince bu kez olacak mı diye soruyordu herkes. Heyecanı yine Mart ayına taşıyamadılar. Kurt Alex Ferguson yine sildi süpürdü ligi. Madrid'de dayak yiyen Torres'in olmadığı, uzun süreli sakatlıktan dönen Gerrard'ın sallandığı bir maçta M.Brough 15 maç sonra kazandı. Rafael Benitez'in bu sezon geriden gelip maç alan, büyük maçları iyi oynayan takımı lige havlu attı. İspanyolun rotasyonu, defans futbolu uzun zamandır can sıkıyordu oralarda. İstanbul ve Atina'da iki final oynatan adama başarısız demek ne mümkün elbette? Peki Liverpool, Premier Lig'de nasıl şampiyon olacak? Rafael Benitez'in futbol aklı ve geçmişiyle bu pek mümkün görünmüyor. Transferdeki saçmalıkları da cabası tabii. Guardian maç sonrasında kısa bir not düşmüş. Benitez'in Valencia ile kazandığı iki şampiyonlukta topladığı puan Premier Lig'de şampiyonluğa yetmiyor diyorlar. 2002 ve 2004'de sırasıyla 75 ve 77 puanla şampiyon oldu Valencia. İki ligin karakterleri elbette ki farklı. La Liga'da deplasmanda bir puan her zaman iyi sonuçtur. (Bkz: Aragones aklı) Premier Lig'e gelince hesaplar değişiyor tabii. İki lig de 38 hafta. 2004'de Arsenal 90, 2005'de Chelsea 95; 2006'da Chelsea 91;2007'de Manchester United 89 ve geçen sezon da yine 87 puanla şampiyon oldu. Fernando Torres'in ilk sezonunda coştuğu geçen sezon Rafael Benitez 76 puan topladı. Bu performans belki La Liga için yeterliydi ama ligi şampiyondan 11 puan geride 4. sırada tamamladılar. Benitez yeni sözleşmeye imza atmadı. Muhtemelen de atamayacak. Real Madrid'i 0-1'den sonra Anfield Road'dan çıkartamayacağı da aşikar bu oyun felsefesiyle. Mayıs ayı sonunda Roma Olimpiyat Stadı'nda da objektiflere takılabilir. Bu da mümkün. İmkansıza yakın olan ise -bence- gelecek sezonun ilk haftasında Anfield Road'da olmayacağı... Yanarım şu Gerrard'a yanarım. Karl Malone gibi bahtsız bu dayıoğlu. Şampiyonluk görmeden jübile yapacak Liverpool'da...
(Benitez'e kızgın Ramon yorum yollamış(!):"Liverpool'un yeni şarkısı: You will never walk again...")

Zenit Taraftarına Mesaj

Zenit tribünlerinin abileri, stadyumda kadın taraftar istemiyorlar. Maça gelmelerini istemiyoruz demişler. Sebeb de kadınlar gelince adam gibi küfür edemiyor, tezahürat yapamıyoruz diyorlar. Zenit kulübüne başvurmuşlar, kadınlara bilet satmayın diye. Kulübün ne cevap vereceği belli de. Benim bu haberi okuduğum İtalyan sitesinde gelen yorum güzel: "İstemiyorsanız hepsini bize yollayın."

Camp Nou'daki Çocuk

Çocuk 14 ya da 15 yaşında olmalı. Yer Camp Nou. Barselona. Sene 1984 ya da 1985. İki eksik ya da iki fazla. Barcelonalı futbolcu Victor Munoz. Galibiyet sevincini paylaşan ya da formasını isteyen çocuk ise top toplayan çocuklardan. Onun da üzerinden Barcelona eşofmanı var. Kulübün altyapısından. Sene 2009. Victor Munoz, 52 yaşında. La Liga'da Getafe'yi çalıştırıyor. Fotoğraftaki çocuğun yaşından bu kez eminim. 38 yaşında. Victor Munoz'un giydiği formayı o da 11 yıl giydi, takımın kaptanı oldu. Şimdi Barcelona teknik direktörü: Josep Guardiola...

Meksika Şapka


Oyunun Kuralı

International Board, önüne gelen kural değişikliği önerilerini yine elinin tersiyle itti. Muhafazakar İngilizler, futbolu korumaya devam ediyor. U19 maçlarında denenen +2 hakem uygulamasının, bir ligde denenmesine okey verilmesi dışında bir yenilik yok. Maçı ayakta kendisine ayrılan bölgede seyreden teknik direktörlere ise 4. hakemler artık kulübene dön diyemeycek. İsteyen teknik direktör 90 dakika taç çizgisi kenarında Kızılmaske duruşu sergileyebilir.
Devre arasının 15 dakikadan 20 dakikaya çıkartılmasını isteyen yayıncı kuruluşlardı. +5 dakika daha reklam! Bu öneri de çöpe gitti. İngiliz Futbol Taraftarları Federasyonu, soğuk ve yağmurlu havalarda 20 dakika devre arasının taraftarların aleyhine olacağı yönünde görüş bildirdi. Adamlar birlik olmayı başarmış işte. Ofsayttan kaçmak için kendini saha kenarına atan isterse denize atlasın fayda yok. Metin üzerindeki düzeltmeye göre hakemin izni olmadan oyun sahasını terkeden kale çizgisi üzerinde kabul edilir...

Mehmet Topal & Valencia

Çarşamba günü blogda pause tuşuna basınca yazamamıştım. Bordeaux maçından bir gün önce İspanya'da Super Deporte'nin 1. sayfası. Valencia, Mehmet Topal'ı izleyecek diyorlar. İzlemeye gelen oldu mu bilmiyorum ama geldiyse de büyük hayal kırıklığı yaşamıştır adam. O kadar yol tep, gözünü diktiğin futbolcu sakatlanıp çıksın. Galatasaray açısından her işte bir hayır vardır olarak yorumlandı. Kewell en iyi ihtimalle 46'da girerdi oyuna gibi duruyordu maç. O değşiklikte benim aklıma gelen, teknik direktör Skibbe olsaydı, Topal'ın yerine Mehmet Güven'i alırdı. Omuzu çıkan Mehmet Topal ameliyat oldu, Valencia da vazgeçmiştir zaten. Topal 2 ay yok. Hem Galatasaray hem de milli takım için büyük kayıp. Sakatlar çoğalıyor. Sezonu kapatan Servet'in yokluğu iki onbirde de dolmaz. İspanya forvetini kim durduracak?

Hafta Sonu Futbol

28 Şubat Cumartesi
13.00 Giresunspor - Adanaspor (D SPOR)
14.45 Everton - West Bromwich (SPORMAX)
17.00 Celtic - St.Mirren (FUTBOL SMART)
17.00 Middlesbrough - Liverpool (SPORMAX)
19.00 Fenerbahçe - Sivasspor (LİG TV)
20.00 Valenciennes - Lille (KANAL A)
21.30 Juventus - Napoli (NTVSPOR)
22.00 Auxerre - Toulouse (KANAL A)
22.30 Porto - Sporting Lisbon (SPORMAX)
23.00 Espanyol - Real Madrid (NTV)
1 Mart Pazar
13.00 Orduspor - Samsunspor (D SPOR)
14.30 West Ham - Manchester City (SPORMAX)
15.15 Antalyaspor - Trabzonspor (LİG TV)
16.00 Sampdoria - Milan (NTVSPOR)
17.00 Man. United - Tottenham (KANAL A)
19.00 Konyaspor - Galatasaray (LİG TV)
21.30 İnter - Roma (NTV)
22.00 Lyon - Rennes (KANAL A)

25 Şubat 2009

Pause

Takımdan ayrı düz koşu-bilumum üç harfle yazılan testler- Blog bir süre pause tuşunda...

Baba&Oğul

Roberto& Leonardo Baggio

Çocuk Eve Döndü

"The Kid" eve döndü. Şampiyonlar Ligi'nin en güzel eşleşmesi. Real Madrid-Liverpool. Oynanmadan hikayesi bol bir maç. Fernando Torresş Atletico Madrid kariyerinde Real Madrid'e sadece bir gol attı o da son sezonunda. 5 maçta Santiago Bernabeu'da siftahı yok. Karşısında Şampiyonlar Ligi'nin gol kralı Raul. Real Madrid'in kaptanı, Fernando Torres'in yaşındayken (24) 163 gol atmıştı. Torres Atletico Madrid ve Liverpool'da 127 gol attı. 7 yılda bu farkı kapatır elbet. Kazandıkları kupaları hiç karşılaştırmayalım tabii. The Kid mahçup olur...

Nike Sargı Bezi

Sevilla'nın 1-0 kazandığı Atletico Madrid maçında Romaric ve Perea hava topunda çarpışıyor. Ağır hasar Perea'da. Romaric'in de kafası yarılıyor. Başındaki bildiğimiz sargı bezi. Üstündeki de reklam kaygısı.. Nike bunu da üretiyorsa pes tabii...

24 Şubat 2009

Galatasaray vs. Bordeaux ?

Bordeaux'da Gourcuff Yok

Laurent Blanc ilginç bir karar aldı. 0-0'ın rövanşına geliyor ve takımın beyni Gourcuff'u maç kadrosuna almadı ve Bordeaux'da bıraktı. Gourcuff'un sakatlığı yok, kadroya alınmama sebebi kendini çok yorgun hissetmesi. Sezon başından beri oyunu Gourcuff üzerine kuran Bordeaux daha karmaşık gelebilir Galatasaray'a. Kaleci Rame, Galatasaray maçında dizinden sakatlanmıştı. Saint Etienne maçında; 2. kaleci Valvarde oynadı ve burnu kırıldı. İkisini de kadroya aldılar. Jurietti sarı kart cezalısı. İlk maçta cezalı olan Chalme ise kadroda. İstanbul'a 19 kişiyle geliyorlar.
Bordeaux : Ramé - Valverde - Chalmé - Diawara - Henrique - Placente - Planus - Trémoulinas - Diarra - Ducasse - Fernando - Wendel - Traoré - Sertic - Bellion - Cavenaghi - Chamakh - Gouffran - Jussiê

Açık Büfede Sıra Beklemek

Sabah, NTv Spor'da"Spor Servisi (Fuat Akdağ&Mehmet Demirkol)" programında ekrana geldi bu foto. Skibbe'nin mütevaziliğini yansıtan bir kare olarak... Teknik direktör barbekü partisinde futbolcularıyla açık büfede sıraya girmiş. Programda; "Hangi teknik adam bunu yapar ki?" diye sorgulandı. Katkımız olsun bu sorgulamaya. Teknik direktörlerin büyük bir çoğunluğu yapar benim bildiğim. Elbette ki 1-2 istisnası vardır. Futbol takımları yemeklerini alakart yemezler. Açık büfede herkes kalkar kendi yemeğini alır. Ki bu fotoğraf bir barbekü partisinden... Teknik direktörler de, genelde futbolcular tabaklarını doldurduktan sonra büfedeki kalabalık azaldığında kalkar yemeklerini alırlar. Lucescu da; Zico da; Del Bosque, Terim, Erik Gerets, Feldkamp, Hagi de açık büfeden kendi tabağını kendi doldurur. Skibbe, Galatasaray'da kötü teknik direktörlük performansı gösterdi. Bu, onun teknik direktör olmadığını göstermez. Skibbe iyi bir adam, centilmen, mütevazi hatta bir Alman için fazla romantik. Ama onu tanımlayan kare, bu fotoğraf değil... Erik Gerets'i anlatan kare aşağıdaki olmadığı gibi...

Salı Mektupları-Okay Karacan

FUTBOL’DA ÖZERKLİĞİN TUHAF HİKAYESİ
Başbakan Sakarya’da konuşuyor, boynunda Sakaryaspor atkısı, Diyarbakır’da konuşuyor, Diyarbakırspor atkısı. Muhtemelen bundan sonra gittiği her yerde yerel takımın atkısını taşıyacak.
Ana Muhalefet lideri Adana’da konuşuyor, boynunda Adanaspor ve Adana Demirspor atkısı, İzmit’te konuşuyor Kocaelispor ve Antalyaspor atkıları. Seçime kadar böyle sürecek.
Futbol siyasetçi için her zaman parlak bir tavlama, sohbet açıp yanaşma kalemidir. Birileri parti başkalarına bunun sempatik geleceğini filan söylüyor galiba.?
Bereket artık futbolumuz bağımsız!!!!
Geçen hafta gazetelerdeki başlıklar futbolun artık bağımsız olduğunu söylüyordu. Kanun tasarısını ilgili meclis komisyonu kabul etmiş; bundan böyle futbolun yönetim ve işleyişi FİFA’nın öngördüğü şekilde TFF ana statüsü’ne bırakılıyor.
İlk özerk olduğu iddia edilen TFF genel kurulu 1988’de toplandığına göre, devlet ve siyaset vesayetinden kurtulmak için tam 21 yıl beklemişiz demektir.
Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun “Biz, artık siyaset olarak bu işten elimizi, ayağımızı çektik. Futbolun yönetimini, futbolun kendi aktörlerine bıraktık.” sözleri futbol tarihimizi anlatacak belgeselin en vurucu açıklamasıdır.İnsanın aklına iki soru birden geliyor.
1) Türk devleti bu açıklamayı yapmak için niye bu kadar beklemiştir?
2) Kaybolan 21 yıl futbolumuza hangi şiddette darbe vurmuştur ?
(Öncelikle şunu belirteyim bu 21 yıllık dönem dünya futbolunun her açıdan en hızlı büyüdüğü bir periyottur.)
Birincisinin cevabını biliyoruz, siyasal iktidarlar dünyanın en güçlü iletişim kanalı olan futboldan maksimum verimi almak için asla ödün vermediler.
Çok iyi hatırlıyorum; Özal döneminde geleceğin Başbakanı olarak ismi öne çıkarılanların başında geliyordu Hasan Celal Güzel. Biz iktisat fakültesinde öğrenciydik arkadaşlarımızdan birinin babası Özal’ın çok yakınındaki teknokratlardandı ve bu nedenle ülkenin tüm gündemini neredeyse perde arkası ile günü gününe takip ediyorduk.
İşte o dönemden hatırladığım Hasan Celal Güzel’in futbolun yönetiminde batı modelini esas alma çabası verenlerin başında olduğuydu.
Güzel, yıllar sonra o dönemi bir köşe yazısı ile detaylarıyla anlatmıştır.
Türkiye’de devletin küçülüp özel girişimcinin artması için radikal icraatlar yapan Turgut Özal 1989’daki mart yerel seçimleri öncesi aldığı bir kararla futbolu direkt kendisine bağlamış; bu 21 yıllık gecikmenin başrol ismi olmuş, geleceğin başbakanı sandığımız Hasan Celal Güzel’i de oyun alanını sınırlayan çizgilerin dışına itmişti.1989’da bugünküne benzer bir komisyon tarafından Türk futbolu direkt başbakana bağlanır.Çünkü ilk seçimin galibi Özal’ın desteklediği aday Coşkun Özarı değil, kongrenin çoğunluğunun oyuyla seçilen Erdenay Oflas’dır.Yani futbolun içindekiler Özal’ın değil kendilerinin istediği adayı destekler. O dönemin özelliği zaten merkezden atamalarla herşeyin yönetileceğine inanılmasıdır.(zaten 26 Mart yerel seçimlerinde ANAP 21.48’le üçüncü parti olup tarihi çöküşü yaşar.)
İkinci sorunun cevabı için % 100 özerk futbol yönetimine 5 yıl avans vermek gerektiği kaatindeyim. Oyunun tüm kontrolü kayıtsız şartsız TFF’ye geçtiğine göre, kaynakların siyasal baskılardan uzak yeni sporcular üretmeye yönlendirileceğine inanmak zorundayız. Geçen ay TFF başkanı, "Almanya’da 6.5 milyon lisanslı futbolcu varken bizde bu rakam 225 bin" açıklaması yaptı ve ekledi Almanya’daki lisanslı Türk sayısı ise 250 bin..
Çok eski değil, Mart 2000’de Milliyet gazetesinde yayınlanan bir haberde Türkiye’de lisanslı futbolcu sayısının 1999 yılı itibariyle 537 bin olduğu bildiriliyordu.
1999’da Türkiye’de lisanslı futbolcu sayısı nüfusun % 0.8 iken, Almanya’da %7.6’dır.
On yıl sonra bugün başkanın bizzat açıkladığı rakam doğrultusunda Türkiye’de % 0.3’e gerilemişken Almanya’da %10’a çok yakındır.
Sanıyorum bu yüzden, artık Mesut Özil’in kendisi olmasa da Avrupa’lı oyuncularımızın millileştirilmesi önemlidir. Yüzde 100 özerk futbolun 225 bin olan lisanslı futbolcu sayısını ne kadar artıracağı başarısının temel göstergesi olacak. TFF bu durumun farkında olacak ki, altyapı futboluna 15 milyon euro ayrıldığı bildirildi.
Alman Futbol Federasyonu’nun sadece 2006 sonbaharında okul ve bayan futbolu için ayırdığı ödeneğin 57 milyon Euro olduğu dip notu ile tamamlıyorum..
Lisanslı sayısı en az iki katına çıkarsa, o zaman kaybolan Tuncay’lar, Arda’lar ile bu para zaten geri döner.
Hadi hayırlısı..
Okay Karacan

23 Şubat 2009

Skibbe'ye First Class Bilet Lütfen

5 attı diye almışlardı. 5 yedi diye gönderdiler. THY'dan First Class bir dönüş bileti alsınlar Skibbe'ye. Dönüş yolunda belki kendini teknik direktör hisseder! Teknik adamlığı hakkında ilk günden beri olumlu görüş belirtmediğimden, Türk futbolu ve Galatasaray için hayırlı olsun diyorum. Saftig'e bu kadroyu verselerdi daha başarılı olurdu. İlk görüşülen aday Hagi idi.
Galatasaray'ın yeni hocası "Florya topraktı O Cesur" Bülent Korkmaz... Skibbe'nin yardımcıları görevlerine devam ediyor. Kalli de hala teknik danışman...

Anket: Şampiyonlar Ligi


Star TV, Salı ve Çarşamba akşamı bu iki maçı naklen veriyor. Uyduda şifreli!...

Barselona Derbisinde 27 Yıl

29 Mart 1982 Pazartesi tarihli El Mundo Deportivo. Barselona derbisinde Espanyol, Camp Nou'da 3-1 galip... Barselona'nın o sezon sahasındaki ilk mağlubiyeti...
Espanyol taraftarı 27 yıl bekliyor. 22 Şubat 2009 tarihli El Mundo Deportivo. Espanyol bu sezon Camp Nou'da kazanan ilk takım: 2-1.

Madrid'de Kriz Reçeteleri #2

Marca gazetesini kriz reçetelerinde bu kez sırada Atletico Madridliler için bir promosyon var. Kupon artı 5 euroya saat.
Madrid'de Kriz Reçeteleri #1

22 Şubat 2009

Bükemediğin Kocaeli Öpeceksin

İki yardımcısı gönderildiğinden beri Skibbe'nin teknik heyeti falan yok. Varsa da kağıt üzerinde. Burak Dilmen tercümanlığını yapıyor, fazlası yok. Nezih Ali yıllardır kaleci antrenörü, Cevat Güler de bireysel antrenman veren, takımdan ayrı düz koşu yapanlarla çalışan bir futbol adamı. Bu ne demek? Skibbe'nin ligdeki takımları seyreden, analiz eden, deplasmana yollayacağı, tartışacağı, kulübede yanında oturan bir adamı, yardımcısı yok. (2 Avrupa kupası maçında analizi Kalli yaptı) 4 gün sonra çıkacağı rövanş öncesinde herkes elbette ki rotasyon bekliyordu kadroda. Bu, o onbirden 5 kişiyi kesmek midir? Tartışılır. Kulübeye gelen futbolcu sakat değildir. Fransa'da Hakan Balta'nın sakatlığı yüzünden 3'lü defans rizikosu biraz da rakibin göbekten gelme alışkanlığı yüzünden sırıtmamıştı. Sadece o maçın ilk 20 dakikasından bile ders çıkarabilirdi Skibbe. Dönelim Kocaelispor maçına. Amaç, rakiplerin 3 puan bıraktığı haftada mutlaka kazanmaksa; rotasyon, asları -tribüne yollayacaksın o zaman-kulübede başlatmak değildir. İdeal onbirle maçı girip, ilk yarı bitmeden skoru alıp, yedeklere pek ala dönebilirdi Alman hoca. Herkes oyun sıkışınca Baros ve Arda'nın gireceğini biliyordu elbette. Kocaelispor'u küçümsediği, analiz etmediği, Taner Gülleri ve hızlı çıkan adamları, canı ağzında rakibi görmezden geldiği kesin. Herşeye rağmen bir teknik adam oyuna müdahale etmek için durur kenarda. Mehmet Topal'ın golüne rağmen, Galatasaray'ın 3'lü defansı daha yemeden, yiyeceğim diye bas bas bağırıyordu. Skibbe oyun içinde işlerin yolunda gitmediğini bile farkedemeyen bir teknik adam. 3'lü defans 70 metre gidip gelecek iki kanat adamı ister. Bunlardan biri 2 ay önce kasık fıtığı ameliyatı olan Kewell! 3'lü defans orta sahada sana bir fazla adam lüksü verir. Bu adam Mehmet Güven! İkinci golde topa seyreden Sabri, Kewell ile yer değiştirip sol kanatta oynuyorsa aslında sözün bittiği yer burasıdır. Kayseri'nin ilk kez Sami Yen'de puan alması; Sivas'ın Galatasaray'ı ilk kez yenmesi; Antalya'nın tarihinde ilk kez sahasında kazanması ve 11 yıl sonra Galatasaray'ın sahasında 5 gol yemesi... Bütün bunlar Skibbe ve maç seçen aynı zamanda onu çok seven(!) futbolcularının eseri. Bu oyun 11'e 11 oynanıyor ama Skibbe, formsuz Nonda, Ümit Karan, sakatlıktan dönen Kewell, ne yaptığını kendi de bilmeyen Mehmet Güven, haftalardır oynamayan, 3'lü defans nedir bilmeyen Emre Güngör ile oyuna başlıyor. Servet 2 ay yok. Emre Güngör de sakatlandı. Kaş yapayım derken göz çıkartmak da buna deniyor. Bu takımda dinlenmesi gereken ilk adam Servet, ardından Arda idi.
Kocaelispor düşse bile Taner Gülleri'nin torunlarına anlatacağı muhteşem bir akşamı oldu. Ne demişler? Bükemediğin -koca- eli öpeceksin. Bordeaux maçı sonrasında "Ali Sami Yen atmosferini Fransızlar bilmiyor" demiştim. Özür diliyorum. Benim bildiğim Ali Sami Yen bu değildi. Skibbe yönetimindeki Galatasaray'ın bu sezon gidemediği ve gelecek sezon gidemeyeceği Şampiyonlar Ligi'nden kaybı su katıksız 30 milyon euro! Pardon Skibbe'nin tazminatı vardı. 1 milyon euro!...
21 haftada 6 mağlubiyet alan Aragones ve Skibbe...
Türk futbolunda -hatta her kurumunda- başarısızlığın tanımı yoktur.
İstifa başka ülkelerin onurlu bir geleneğidir.
Ve ne yazık ki; biz bu iki adama 8 ayda
sadece yanak yanağa öpüşmeyi öğretmemişiz...

Mes Que Un Club

Deloitte Money Leauge 2009 raporunda sıra, Fenerbahçe ve Manchester United 'dan sonra Barcelona'da. İsmail Ş'nin klavyesinden...
Katalanlar ilk kez 300 milyon barajını geçerek bunu başaran üçüncü kulüp olurlarken, Deloitte Football Money League’in üçüncü sırasındaki yerlerini korumayı başardılar. Bu yıla kısaca göz atacağız ama 6 yıl önce gelirin 123 miyon Euro seviyesinde olduğunu ve Laporta’nın gelişi ile gelirlerin iki buçuk kattan daha fazla arttırıldığını gözden kaçırmamak, 2003’te başlayan süreçteki ibretlik başarı öyküsünü de es geçmemek gerek.
Maç Günü : €91,5m (%29) 2006/07: €88,6m (%31)
Yayın : €116,2m (%38) 2006/07: €106,7m (%37)
Ticari : €101,1m (%33) 2006/07: €94,8m (%32)
Toplam : €308,8m 2006/07: €290,1m
Yayın gelirleri 2007/08 sezonunda da 116,2 milyon Euro ile en büyük kısmı oluşturdu. Yarı finalde noktalanan CL macerasının payı 27,5 milyon Euro. Mediapro ile 2012/13’e dek sürecek yayın anlaşması 2008/09 sezonundan itibaren yılda 150 milyon Euro’nun üzerinde bir gelir sağlayacak yalnızca La Liga yayınlarından.Ticari gelirlerde 100 milyon sınırı ilk kez geçildi ve Barça, Bayern Münih ve Real Madrid’den sonra bunu başaran üçüncü kulüp oldu. Bunu forma reklamından gelir elde etmemelerine karşın başarıyorlar. 2006 Eylül’ünde eşi görülmemiş bir anlaşma yaptılar ve formalarında taşıdıkları reklam karşılığında Unicef’e yıllık gelirlerinin binde yedisi oranında ücret ödüyorlar. Araya Aston Villa’yı da sıkıştıralım: Aston Villa 2008 Temmuz’unda “toplumdan aldığımızın bir kısmını topluma geri vermemiz gerektiğine inanıyoruz” diyerek, pek çoğu ergenliğini görecek yaşa gelemeden hayatını kaybedecek olan çocuklara ve onların ailelerine yardım amaçlı olarak çalışan “Acorns Children’s Hospice” isimli bir yardım kuruluşunun reklamını, karşılığında ücret almadan taşımaya başladı formasında. Maç günü gelirleri %3 oranında artarak 91,5 milyon Euro oldu. Kriz nedeni ile uygulama tarihi belli olmasa da 250 milyon Euro maliyetle gerçekleştirilmesi planlanan proje ile Camp Nou’nun kapasitesi 10000 arttırılacak ve kurumsal seyircilere daha fazla yer ayrılacak.Bir de 2003 fotoğrafına ve sonrasında neler yapıldığına bakalım: Barcelona 2002/03 sezonunda ligi altıncı sırada tamamlamıştır. Bu, son 15 yılın en kötü derecesidir ki bahsedilen 1987/88 sezonunda en azından Copa Del Rey kazanılmıştır. Dört yıldır takım ne ligi, ne kupayı ne de bir avrupa kupası kazanamamıştır ki bu kulüp tarihi için bir ilktir. Uefa Kupası’na katılma hakkı ligin son haftasında elde edilebilmiştir. Malî durum da farklı değildir. 123,4 milyon Euroluk yıllık gelir, Manchester United’ın gelirinin yarısından da azdır. Futbolculara ödenen yıllık ücret 109,7 milyon Euro’dur ve bu rakam toplam gelirin %88’ine karşılık gelmektdir. Bu rakama bonservis bedellerinin dahil olmadığını, yalnızca futbolcuların sözleşmelerinden doğan yıllık ücretleri olduğunu vurgulamak gerek. 2002/03 sezonu sonunda kulübün yıllık zararı 72 milyon Euro, toplam borç ise 186 milyon euro düzeyindedir.Barcelona bir şirket değil. Bir üye bir oy ilkesi ile yönetiliyor. Futbolun yanı sıra profesyonel basketbol, hentbol, hokey takımları ve pek çok aktiviteleri var. Genç girişimcilerin desteklediği Laporta, 2003 yılı Haziran ayında kulüp başkanı seçildi. Kulübün hem malî hem de sahadaki performansını yükseltmeyi, bunu yaparken de kulübün “güzel futbol” ilkesinden ve sosyal sorumluluklarından ödün vermemeyi vaad etmişti.
Sert bir yaklaşımla maliyetleri düşürmek adına orta düzey oyunculara yatırım yapmaya yönelmek sahada başarısızlık riskini beraberinde getirebilirdi. Maliyetleri düşürerek son beş yılda ilk kez denk bir bütçeye ulaşmak mümkünken Laporta değişik bir stratejide karar kıldı. Takıma acil yatırım yapılarak başarı sağlanacak ve gelirler arttırılacak, bu arada da giderler kontrol altına alınacaktı. Seçimin hemen ardından dokuz yöneticiden yedisi değiştirildi ve plan uygulanmaya başlandı.Takımın başına Frank Rijkaard getirildi. “Büyük meydan okuma” isminde 105000 olan üye sayısını arttırmayı amaçlayan bir kampanya başlatıldı ve ilk sezonda 130000 üyeye ulaşıldı. Bilet fiyatları yeniden düzenlendi. Kombine bilet sahiplerinin gelmedikleri maçlarda yerlerinin yeniden satışını sağlayan sistem kuruldu ve kombine satışında 85000 rakamına ulaşıldı. Yurt dışındaki taraftarlar için sezonluk "bilet+otel" paketi oluşturuldu. Nou Camp toplantı ve konferanslar için bir merkez olarak pazarlanırken stadyum turlarından elde edilen gelirler de büyük artış gösterdi. 2004/05 sezonunda yüksek fiyatlı 36 özel loca oluşturuldu ve bu localar ilk sezonundan beri yok satıyor. Ticari gelirleri Avrupa dışında da arttırabilmek için bir ekip kuruldu. Ronaldinho, Deco, Ludovic Guily, Samuel Eto’o, Rafael Marquez, gibi transferler Carles Puyol, Andres İniesta, Xavi, Lionel Messi, Victor Valdes gibi kulübün yetiştirdiği oyuncularla kaynaştırılarak bir takım çekirdeği oluşturulurken; yüksek maliyetli bazı oyuncular ile yollar ayrıldı. Maliyetleri kontrol amacıyla oyuncularla anlaşmalar “performansa bağlı ücret” eksenine oturtuldu. Bu, hem oyuncular için motivasyon hem de sahadaki bir terslik sonucunda meydana gelebilecek gelir kaybında kulübün giderlerinin de otomatik olarak azalması amacı ile yapıldı. 2005/06 sezonuna gelindiğinde oyunculara ödenen paranın %18’i takımın başarısına, %18’i de oyuncuların performansına endeksli idi.Kulübün borçlarını orta vadede yönetilebilir kılmak için 2004 yılı başında bazı finans kuruluşları ile toplam 150 milyon euro tutarında borç alabilme imkanı veren bir dizi anlaşma imzalandı.
İzlenen strateji 2003/04 sezonunda malî anlamda ciddi bir başarı sağladı. Gelirler %37 oranında bir artışla 169,2 milyon Euro olarak gerçekleşirken, oyunculara yapılan ödemeler 109,7 milyon Euro’dan 85,2 milyon Euroya indi. Oyunculara ödenen paranın gelirlere oranı %88’den %50’nin biraz üzerine çekilmişti. Bir önceki sezon 72 milyon Euro zarar eden kulüp 6,7 milyon Euro kâr elde etmeyi başarmıştı. Önceki sezon altıncı olan takım 2003/04 sezonunu ikinci sırada bitirdi. Sonraki sezon şampiyonluk, bir sonraki sezon hem şampiyonluk hem de şampiyonlar ligi şampiyonluğu geldi. 2003 yılında Manchester United’ın gelirinin yarısından azını elde edebilen kulüp farkı %5’e kadar indirdi ve geçmeyi hedefliyor. 2008/09 sezonu bütçesi yapılırken gelir hedefi 380 milyon Euro olarak belirlendi. Yola çıkılırken konulan “2009/10 sezonu sonunda yıllık 400 milyon gelir ve borçların sıfırlanmış olması” hedefi de yakalanacak gibi görünüyor.2003 yılı yalnızca Abramovic’in Chelsea’yi alması ile değil, Laporta’nın göreve gelmesi ile de hatırlanmalı. Abramovic’in tarzına, 20 şubat 1986 günü Ac Milan’ı satın alan Berlusconi’nin o dönemki transfer politikasını “ben satmam, alırım” diyerek özetleyişinden aşinaydık. Joan Laporta ise Anglo-Sakson kültürünün ürettiği tarzı kulübün “mes que un club”(kulüpten de öte) mottosunun ışığında yeniden yorumlayarak özgün sayılabilecek bir tarz koydu ortaya ve bunda da başarıya ulaştı.
Yani “Yöneticilik; maçtan sonra hakem, hafta içi rakipler, arada sırada federasyon hakkında atıp tutmak, herkesi kendine düşman ilân etmek değil” demiş Laporta yaptıklarıyla. Anlayabilene tabii ki...

Candido Cannavo

İtalyan filolojisinde okuma sebeplerimden biri olabilir mi acaba bu gazete? La Gazzetta dello Sport'tan çok bahsettim bu blogda, çok da alıntı yaptım, okuduklarımı aktardım. O gazetenin efsane yayın yönetmeni 3 gündür komadaydı. Bu sabah göçüp gitmiş Candido Cannavo. 19 yıl La Gazzetta'yı yönettikten sonra 6-7 yıldır sadece köşe yazıyordu. Perşembe günü de son yazısını Van Der Saar hakkında yazmıştı. Juventus yıllarından, Hollandalı kalecinin gözlerinin bozuk olduğu söylendiği günleri hatırlatmış. Sonra yığılıp kalmış. Ambülansta giderken oğluna söylediği: "Editörleri uyar; yazım DIR 1 sırasında." Cuma günü son köşe yazısının yanında "Cannavo komada" haberi vardı La Gazzetta'nın ikinci sayfasında. Bir İtalyan gazetecinin ölümüne de üzülmek varmış bu hayatta. Son köşe yazısını ekliyorum postun sonuna, vakit bulduğumda Türkçe'ye de çevireceğim..
Era fine giugno del 2000, l'indomani di Italia-Olanda, epica semifinale agli Europei, vinta ai rigori dall'Italia di Zoff. Al telefono Gianni Agnelli con tutte le sue pungenti e svariate curiosità mattutine. Si parla anche della partita ancora calda sui giornali: "Il nostro portiere — dice l'Avvocato — non è andato bene, ha fatto dei pasticci, non è stato fortunato". "Ma come — replico io — il nostro portiere era Toldo e ha fatto miracoli". E lui: "Per nostro intendevo il portiere della Juventus, Van der Sar, poveretto".
Edwin Van der Sar, alto come un pivot del basket, dallo sguardo allampanato, alla Juve non aveva né fortuna, né buona stampa. Prima che diventasse «Ice Rabbit», coniglio di ghiaccio, l'Italia lo aveva battezzato Papero. Parava e si distraeva. Nelle chiacchiere da bar si sussurrava che non vedesse i tiri da lontano e di notte neanche quelli da vicino. La frase di Agnelli annunciava una separazione, civilmente, senza traumi. Si aprì per la Juve l'era di Buffon. A nove anni di distanza, uno può pensare: chissà in quale Jurassic Park quello strano tipo di Van der Sar si gode la sua pensione. E invece dai 29 ai 39 anni quella «pertica» olandese ha costruito la parte più sfavillante della sua carriera sino ai confini della leggenda. Adesso ce lo ritroviamo addirittura sul tetto d'Europa con un record di imbattibilità di 14 partite consecutive, titolare indiscusso del Manchester, la squadra più forte del mondo, oltre che «mostro sacro» della nazionale olandese dove ha messo insieme 130 presenze: un'eternità.
Siamo a pochi giorni dalla sfida tra Inter e Manchester. E io credo che l'evento, di per sé avvincente e crudele, possa essere annunciato non solo dai proclami di quegli ottimi imbanditori che sono Ferguson e Mourinho, dal confronto ruggente tra Rooney e Ibrahimovic, dal fascino di Cristiano Ronaldo o dai 44 anni di fame europea nerazzurra, ma anche da un omaggio alla storia silenziosa ed esemplare di questo Edwin Van der Sar che l'Italia liquidò quasi con irrisione ricordando di lui solo le incertezze e il famoso «cucchiaio» che gli fece Totti nella sfida ai rigori di Italia-Olanda 2000. Non c'è che dire: la vita ha fantasia e in certi casi sa vendicarsi con un sorriso.
Van der Sar ha 39 anni, ma l'età di un portiere non ha confini strettamente anagrafici. Il cosiddetto «vecchio» avanza anche in casa nostra. Proprio mentre lo spilungone olandese arrivava, minuto più minuto meno, sul tetto europeo dell'imbattibilità, Inzaghi, prossimo ai 36 anni, superava Raul in cima alla classifica dei cannonieri europei: 66 gol. Pippo è un «mostro». Se gli dedicheranno un fumetto, bisognerà partire dai gol che segnava nella culla.
Candido Cannavò