28 Mayıs 2011

Barcelona: 3 Man. United: 1

Figo geçen gün "Finalde Barcelona'yı tutuyorum" dediğinde Katalanlar'dan yemediği laf kalmamıştı. Dün kıllığına mı söyledi mi bilmiyorum ama "Barcelona, İspanyol kulübü, eski takımım, bu yüzden onları destekliyorum" lafı iyice çıldırttı Barselona şehrini... Yüz yıldır İspanyol kulübü olmadığını iddia eden bir kulübe üstelik bunu eski kaptanları söyleyecek! O zaman ne olur? Wembley'in kapısında yüzüne "Öl ulan Figo" diye bağırırlar... Cruyff'un dörtlemesi ve Şampiyon Kulüpler Kupası bu kadar kolay kazanılmamıştı. Cruyff öncesinde dibe vurmuş bir Barça, 4 yılda iki kez Tenerife bir kez de Valencia... Wembley'de de Sampdoria karşısında uzatmalarda tek golle gelen kupa. Atina'daki 4 sonrasında Cruyff takıma kötü girişti ve toparlayamadılar. Figo işte bu yüzden önemlidir Barça tarihinde. Her büyük kulüpte, takımı sırtlayan adam gittiğinde yaşanan travma büyüktür. Yeri dolmaz adamlardır. Figo ile 90'ların sonunda böyle tutundular. O gidince de doğrusu hain olmayı tercih edince de Barça, Rijkaard gelene kadar yine köşesine çekildi...Guardiola ile birlikte başka bir takım var sahada. Fakat Barcelona bir takım değil. Bunlar milletleri ne olursa olsun aynı soyunma odasında bir araya gelmiş ve bileklerini kesip kan kardeşi olmuş adamlar. Yeni transferler de ilk gün bu kardeşliğe katılıyorlar. Yan çizen tek tükleri de kendini bir kenarda buluyor. Oynanan oyunun, taktiğin ötesinde bir ruh yakaladılar. Abidal'ın doktorlarını soyunma odasına davet edip, ayakta alkışlayan bu milyar dolarlık ayaklar bugün de kupayı ona kaldırttılar. Neresinden bakarsanız bakın, ırkçılıklığın kol gezdiği bir ülkeden bahsediyoruz. La Masia'dan yetişen Katalan çocuklarının aldığı terbiye budur. Guardiola da bu üç yılda her seferinde hayat bilgisi dersi verdi onlara. Bir gün cenazeye gittiler, ertesinde maça çıktılar. Bir gün garibanın tek tesislerde masalarına oturup yemek yedi... Pas dediğin yapılır, onu çok uzun zamandır yapıyorlar zaten!Sezon başında finalin bir tarafı belliydi. Top yuvarlak da olsa Barça yazmıştı herkes. Diğer taraf kimi kimi hangi turda yiyecek hesabına bağlıydı. Bu finale başka bir yolda Real Madrid ya da Chelsea de gelebilirdi. Yine de gelen, gelebilecekler arasında en iyi olandı: Manchester United. Guardiola iki sene önce kazandıklarında oynadıkları futbolun bu kez yetmeyeceğinden bahsediyordu. Akıl oyunları bunlar. İki yıl önce United, Ronaldo bağımlı bir takımdı. O da fazla kasınca hiç şansları kalmamıştı.Tüm sezon United'ı seyrettikten sonra Chelsea'nin sertliği ile Arsenal'in yumuşaklığını aynı potada eriten bu takımın, Barça'nın topla oynama oranlarını yüzde 60'lara, 59 değil çekeceğini tahmin ediyordum. Yanıldım. İlk 5-10 dakika büyük bir hevesle başladılar ama onu da "Burası bizim topraklar"a bağlamak lazım. Barça için maçın oynandığı stadın önemi yok. Wembley'de 90 bin İngiliz de olsa kulaklarını tıkayıp, oyunlarını oynuyorlar.Bir Şampiyonlar Ligi finalinin kalibresiyle ters iki gol vardı ilk yarıda. Xavi'nin öldürdüğü topta, Manchester savunmasının tek ayak üstünde kalması, ve United'ın ofsayt da olsa golünde Barça'nın alanı kaybetmesi...Barça'yı yenmek için çok koşacaksın. Peki ya Barça en az senin kadar koşarsa? Cruyff'un hafta içinde verdiği röportajda benim için en anlamlı satırlar da buna aitti. Barça topu kaptırdığında, "O benim, arkadaş" diye saldırıyor her seferinde. Bunu gurur meselesi yaptıkları kesin (!) Alex Ferguson'un fedaileri kadar koşmayı başardılar yine. Bunda bu ayın başından beri düşürdükleri temponun da etkisi var. Barcelona, 3 haftadır bu finale kitlendi. İkinci yarının tamamında sazı ellerine aldılar ve bırakmadılar. Van der Saar için iyi bir akşam değildi ama vurdurulmaması gereken iki yerden izin verdi arkadaşları. Manchester United'da, x, y, z oynasa hesabını Barça kimseye yaptırmadı. Bu kez net olarak Guardiola tahtada Alex Ferguson'u perişan etti. Haklarını verelim; United da Barça dışında hiçbir takım karşısında bu duruma düşmezdi. Üç yılda 10 kupa... Aslında kötü bir kulübe... Mevcut kadroyla ve teknik adamla ("Bir yıl daha kalıyorum, sonra bakacağız.") en az iki yıl daha durdurulmaları imkansız gibi.. Bundan sonrasını da biz değil, Mourinho ve diğerleri düşünsün... BARCELONA-MANCHESTER UTD 3-1 (primo tempo 1-1)
Gol: Pedro (B) al 27', Rooney (M) al 34' p.t.; Messi (B) al 9', Villa (B) al 25' s.t.
BARCELONA (4-3-3): Valdes; Alves (dal 43' s.t. Puyol), Mascherano, Piqué, Abidal; Xavi, Busquets, Iniesta; Villa (dal 41' s.t. Villa), Messi, Pedro (dal 48' s.t. Afellay). (Oier, Adriano, Thiago Alcantara, Bojan). All.: Guardiola.
MANCHESTER UTD (4-4-1-1): Van der Sar; Fabio (dal 24' s.t. Nani), Ferdinand, Vidic, Evra; Valencia, Carrick (dal 32' s.t. Scholes), Giggs, Park; Rooney; Hernandez. (Kuszczak, Smalling, Fletcher, Anderson, Owen). All.: Ferguson.

Barçalı Giggs

Maç özetini geç, puan tabloları, oyuncuların yaşlarına bile zor ulaşıyorduk diye anlatıyorlar İngilizler, 70-80'leri... Ne kadar abartıdır bilemem ama o zamanlarda teknik adamların işi zordu. Rakibi analizini yapacaksın, elde veri yok. Liverpool, 70'lerde eserken taraftarın Avrupa deplasmanlarından aldığı markalarla tribünlerde yeni bir modanın başlaması ise ayrı yazı konusu. O yıllarda başka bir ülkenin takımın formasını bulabilmek de zor. Giggs başarmış. Çok şeyi başardığı gibi. Fotodaki soldaki Giggs yanındaki kardeşi Rhodri. Sene 1982. Giggs 9 yaşında ve üzerinde Barcelona forması var. Bu akşam da final var diyelim kısa keselim...

Barcelona vs. Manchester United

5 Finalde Barça Alt Yapısı

1992 Wembley
Zubizarreta; Ferrer, Nando, Koeman, Juan
Carlos; Eusebio, Guardiola, Bakero,
Laudrup; Stoitchkov, Salinas.
La Masia: Guardiola , Ferrer.

1994 Atina
Zubizarreta; Ferrer, Nadal, Koeman, Sergi;
Guardiola, Amor, Bakero; Stoitchkov,
Romario , Begiristain.
La Masia: Ferrer, Guardiola, Sergi , Amor.

2006 Paris
Valdes; Oleguer, Márquez, Puyol, Gio;
Edmilson, Deco, Van Bommel; Giuly, Eto’o, Ronaldinho
La Masia: Valdes,Oleguer , Puyol

2009 Roma
Valdes; Puyol, Toure Yaya, Pique,
Sylvinho; Busquets, Xavi, Iniesta; Messi,
Eto’o, Henry.
La Masia: Valdes, Puyol, Piqué, Busquets, Xavi,
Iniesta , Messi. Pedro

2011 Wembley
Valdes; Dani Alves, Pique, Puyol, Abidal;
Busquets, Xavi, Iniesta; Pedro, Messi,
Villa.
La Masia:Valdes, Puyol, Pique, Xavi, Busquets,Iniesta, Pedro, Messi.

?

27 Mayıs 2011

Ben Sizin Babanızım (!)

Cruyff: "Şampiyonlar Ligi'ni kazansa da kaybetse de Guardiola, Barcelona'dan ayrılabilir. Barcelona için Guardiola'dan sonra ideal teknik direktör Van Basten'dir."

25 Mayıs 2011

Mourinho Rest Çeker
Valdano Gider

Tekrar olmasın, futbolculuk, teknik adamlık ve Florentino Perez'in birinci başkanlık dönemi buradadır: Truva Atı Valdano. Çok önemli bir futbol adamı, çok büyük akıl ama bir o kadar çalışılması zor bir yönetici. Egolar kapıştığında karşındaki de Mourinho ise ortalık toz duman olur elbette. (bkz: Jose Mourinho vs. Valdano) Sezon başından beri restleştiler. Eli iyi olan Mourinho'ydu. Masadada eli iyi olan kazanır ama Valdano da başkandan açık kredisi olan adamdı. Onu masada tutan da bu kredi oldu. Nuri transferi, Mourinho'nun takımda kalacağının göstergesiydi. Kral Kupası'nı da kaybetmiş olsaydı ne olurdu bilinmez ama bugün masadan kalkan Jorge Valdano oldu. Mourinho'nun soyunma odasına almadığı, tesislere gelmesin dediği Valdano ile Real Madrid'in yolları ayrıldı. İlk bakışta Başkan Perez'in vefasızlığı gibi görünebilir ama yakın tarihli bir Galatasaray hikayesiyle karşılaştırmak yerinde olur. Perez-Valdano ilişkisinin bir benzeri Adnan Polat ve Adnan Sezgin arasında vardı. Polat direndi, inat etti, kaybetti, kaybettikten sonra Sezgin'den vazgeçti. Zamanında alamadığı karar da gün geldi onu koltuğundan etti. Perez, bugün Mourinho'nun önünü açtı... Ama yol yine aynı yol, çakıl taşlarıyla dolu...

Selçuk İnan ve Emenike

Önce kaybeden tarafından bakalım. Büyük takımların ellerindeki en büyük değerleri bedelsiz olarak kaybetmeleri yönetim zaafiyetidir. Futbolcu yeni sözleşme imzalamıyorsa ne yapacaksın diye sorulur elbet. İki sene kala o zaman en iyi parayı vereceksin. Aksi takdirde 20'li yaşlardaki adamları ara kontratlarla her zaman 3-4 yıllık vadeye bağlayacaksın. Bunu başaramayan sadece Trabzonspor değil. Almanya'da kulüpler iyi yönetiliyor diyoruz. Mesut ve Nuri de kontratların son senesine kala değerlerinin yarısına uçup gittiler. Selçuk İnan için en önemli kriter, futbol yeteneklerinden daha çok, baskının en çok hissedildiği kulüplerden birinde forma giymiş olması. Anadolu kulüplerinden İstanbul'a gelen futbolcuların atlaması gereken bir eşik var ilk senelerinde. Tribünler adamı bozar. Bir yuh, bir homurdanma futbolcunun cesaretini kırar, uzun pası kısa atmaya, yana oynamaya başlarsın. Mehmet Topal'ın futbolunun çıkışa geçtikten sonra yerinde saymasının sebebi budur. Selçuk bu testten büyük takımda, Trabzon'da çok uzun zaman önce geçti. Fenerbahçe'de Cristian'ın gidişi kesin gibi. O bölgeye bir yabancı alınacaksa, Emre'nin takım üzerinde bu kadar etkisi varken Selçuk'un o takımda çok fazla istendiğini düşünmüyorum. Sezer yedek geldiğini bilir... Bu takım dengelerinde paradan önce gelen bir dengedir. Galatasaray'da Ayhan kariyerinin sonuna gelmiş, Mustafa Sarp ve Barış'ın neden Galatasaray'a geldiği zaten bilinmiyordu. Galatasaray, alabileceği en iyi yerli orta sahayı aldı. Selçuk yurt dışına da gidebilirdi. Sanırım bu noktada Fatih Terim ismi kadar, cazip kontrat da etkili olmuştur. Galatasaray sevgisi de bilinen bir futbolcu ama bunu o kadar büyütmemek lazım. Bu ülkenin insanına Selçuk İnan'ın futbol yeteneklerinden bahsetmek okuyanın zaman kaybı olur. Yönetim katı için çok önemli bir icraat. "Galatasaray isterse, alır"ı uzun zaman sonra vitrine koydular. Elmander ve Selçuk İnan gibi iki futbolcuyu bonservis ödemeden alan Galatasaray'ın imkansız gibi görünen başka isimlerinden peşinden koşmasının da bir sebebi var. Çünkü Aysal'ın daha kasasından para çıkmadı!

Emenike
Emenike de beklenen bir transferdi. Niang'ın sakatlığa açık olması ve yaşı, Semih'in sözleşmesinin yenilenmemesi, Güiza'nın yolcu olması. Fenerbahçe santrfor almak zorundaydı. Bu Emenike mi olmalıydı? Yaşı konusundaki tartışmaları Fenerbahçe mutlaka araştırmıştır. Tek forvete devam etmesi beklenen Aykut Kocaman'ın, -Niang'a başka bir pozisyon Stoch'u kenarda tutar- 9 milyon Euro'yu (7+2 de deniyor) yedek başlayacak yabancı santrfora vermesi şunun habercisi olabilir. Fenerbahçe orta sahaya çok daha büyük bir para ödeyerek takviye yapacak. Aksi olursa Emenike pahalı ve lüks olur... Karabük'teki performansı ortada. Küçük takımların bulduğu geniş alanları Fenerbahçe'de bulur mu sorusu çok klasik. Asıl sorulması gereken Fenerbahçe'de oyunun hızı yükseldiğinde -Karabük'te aktif dinlenme süresi çok daha fazlaydı ve diri kalıyordu. Ligin ilk yarısında Niang'ı ileride zorlayan budur- bu tempoya ayak uydurur mu? Bunu denemeden, görmeden bilemezsin.

Man. United-Barcelona Tahmin

Şampiyonlar Ligi'nde finalinde skor ve golleri kim atar? Tahminler sadece 90 dakika için geçerli. Bu sırayla yazalım: (Manchester United: X Barcelona: Y / Goller: A; B, C).0-0 ile kendimizi yormayalım... İlk bilen 3 kişi, arşivinde olmayan futbol temalı kitabın adını bana yazar, ben de kitapçıya gider, alır, yollarım. Buyrun atış serbest...

24 Mayıs 2011

Cruyff Röportajı

Johan Cruyff: "Ben Barcelona'yı top rakipteyken seyretmeyi seviyorum. Bütün takım hareket halinde oluyor. Topu ayağına aldığında bana göre takımda en olağanüstü manzarayı Messi yaratıyor. Kendisini yeniden şarj etmesi için de sadece on saniye yetiyor. Onu izlemek için sabırsızlanıyorum. "


Cruyff'un dün Marca'da yayınlanan röportajından. Madrid'den Kerem Sefa Gökbuget, röportajın tamamını çevirdi. Buradan okuyabilirsiniz...

Dayan Gabriç

Haberi duyduğumdan beri içim sızlıyor. Yorumsuz aktarıyorum. Ülkesine dönen Gabriç bugün yerel saatle 18:20'da yağmurlu havada otobanda aşırı hız yapıyor. Yanındaki arkadaşı ufak sıyrıklarla atlatıyor. Gabriç yoğun bakımda. Kafatasında kırıklar var ve beyin sarsıntısı... Dayan Gabriç kardeş dayan...

23 Mayıs 2011

Sat Beni Atletico Madrid

Şampiyonlar Ligi bileti aldıysan ne ala, eğer yoksan yağmaya hazır ol! Son yıllarda bütün yıldız transferlerinde kriter bu. Takım, Şampiyonlar Ligi'nde mi? Gittiği takım Avrupa'da yoksa burun kıvıranlar, oynadığı takım Şampiyonlar Ligi'nde yoksa firar edenler. Her ülkede etkisi farklı ama İspanyollar çok çekiyor bundan. Lig zaten iki takımlı bir lige dönmüş. Önce Sevilla vuruldu şimdi de Atletico Madrid. Son iki sezonda tavan yaptıkları kadro bir Avrupa Ligi kazandı ardından bu sezon çakıldı, ala ala Avrupa Ligi ön eleme bileti aldı ve şimdi herkes arka kapıdan kaçmanın hesabını yapıyor. Simao yeri dolmayacak kadar büyük kayıptı. Kapalı gişe oynayan bir takımdan bahsediyoruz ama kaptanlarına Beşiktaş'ın verdiği parayı ve uzun kontratı veremediler. Yetiştirdikleri kalecinin ekmeğini yemeden satma noktasına geldiler ve asıl büyük travma Kun Agüero. Beşiktaş'ın da talip olduğu Forlan 4.5 milyon Euro alıyor bu takımda. Bahar aylarında teknik direktörle papaz oldu. Gitmek için yeterli bir sebepti ama Flores ondan önce topladı valizi. Şimdi kendisine daha iyi para veren bir kulüp bulana kadar teklifleri değerlendirecek Uruguaylı. Fernando Torres gibi bir golcüyü, kaptanı, bayrak adamı sattıktan sonra Kun Agüero, antibiyotik gibiydi Vicente Calderon'da. 17 yaşında Madrid'e gelen Kun bu sezonun son haftasında 100'ler kulübüne girdi. Atletico Madrid bırak sağlam bir dış transferi, bütün politikasını kim giderse gitsin Agüero kalsın üzerine kurmuştu.

İşte orada devreye İspanya'daki kural giriyor. "Satmam" diyemiyorsun. Futbolcu, kulübe gelip "Beni satın" dediği anda bir ya da daha fazla kulüpten bonservisini öderiz garantisini almış oluyor. Agüero da bu akşam Atletico Madrid yönetimiyle masaya oturdu ve "Ben gidiyorum" dedi. Bonservisi 45 milyon Euro. Son bir yılın rakamlarına bakıldığında düşük bir kabul edilebilir. Atletico Madrid'in eli kolu bağlı. 2014'de bitecek olan sözleşme, Agüero kalsa bile bir sonraki sezon değerini yitirecek, 45 inecek 30 ya da 25'e... Real Madrid, Inter, Juventus, Chelsea ve Manchester City sırada... Real Madrid'in işi bitirdiği söyleniyor ve hatta Atletico Madrid'in de Porto'dan Hulk'u aldığı...
****
Kun Agüero gece sitesinde bir veda mektubu yazdı. Son bölümünden aktarıyorum. "Arjantin'de ünlü tangocu Anibal Troilo der ki: "Quién dijo que me fui? Si siempre estoy volviendo…" (Kim gittiğimi söyledi ki! Eğer hiç gitmediysem...) O zaman ben diyim: Yemezler be Kun kardeş ama sen de haklısın!.

Keser Hesabı

Soldaki hakem hataları olmasaydı sonrasında hazırlanan puan tablosu. Sağdaki ise hayatın taa kendisi. Bu tabloya göre hakem hataları olmasaydı Real Madrid bir puan farkla şampiyondu. Yani Hala(m) Madrid. Barcelona'nın kazandığı 3 maç, A. Bilbao, Valencia ve Villarreal maçlarında skorun beraberlikte kalması gerektiğini iddia ediyor Madrid medyası. Kaybedilen Real Sociedad deplasmanından ise artı bir puan yazıyorlar. 38 haftada Real Madrid hakemler sayesinde ne kazanmış ne de kaybetmiş.. Küme düşme hattında ise Deportivo La Coruna ligde kalıyor, Sporting ikinci lige gidiyordu...

Sefiller

Katalan medyası gururla sunar...

22 Mayıs 2011

Del Bosque

Daha sonra iki kez oturacak o koltuğa ama bu ilki. Mayıs 1994. İspanya'da Cruyff ve Barça fırtınası esiyor. Real Madrid, Benito Sanz'ı kovmuş. O günlerde emaneti teslim almış Del Bosque. Djukiç penaltıyı kaçırıyor, La Coruna yıkılıyor. Barça şampiyon... İki yol sonra bir kez daha onu Real Madrid'e çağıracaklar. Bu kez kovulan teknik adam Arsenio İglesias.. Djukiç penaltıyı kaçırdığında kenarda yıkılan La Coruna'nın teknik direktörü...

Perde İnerken....

Ne kadar seviyoruz ki biz bu oyunu? Oyunun güzelliği ne kadar ilgilendiriyor ki bizi? Biz yoksa işin sadece kazanan tarafı olmakla mı meşguluz? Kaybetmenin ne olduğunu biliyoruz da, işimize mi gelmiyor yoksa... Futbolu, tek kişilik iktidarlarımıza kurban mı veriyoruz? Ego denizlerimizde mi kaybolup gidiyor o canım meşin yuvarlak? Niye bu oyunda hep güçlünün yanında oluyoruz? Bu ülkede Brezilya Milli Takımı neden çok sevilmiş ki? Sadece Didi yüzünden mi? Türk filmlerinde neden garibanı çok sevdik de; iş futbol sahasına geldiğinde bütün memleket Üç İstanbul Büyüğü'nü tutar oldu. Trabzon, İzmir, Eskişehir, Adana, Bursa, Sakarya dışında kaç şehrimiz kayıtsız şartsız takımın peşinden koştu ki? O çok sevdiğimiz Rocky serisinin de bir senaryo aritmetiği yok muydu sanki? Filmin başından sonuna kadar hep Rocky devirse karşısındakini, Rocky; Rocky mi olurdu. Önce dayak yemedi mi her seferinde, haksızlığa uğramadı mı, sonunda kazanırken 'Aeedrıyıııın' diye bağırdığında kazandığı sadece bir boks maçı mıydı? Kaybetmek ve kazanmak üzerine kurulu tüm filmlerin antraktına kaybederek gitmedik mi sanki? Sonunda da kazananla birlikte terk etmedik mi salonları?

Bu ülkenin futbolunda çok uzun zamandır -ya da belki hep- şampiyonluklar yıllar sonra kazananın değil, kaybedenin ağzından anlatılır. Nasıl kazandığının bir zaman sonra pek de önemi yoktur. Kaybedenin hatıratı ağır basar. Verilmeyen penaltı, olmayan ofsayt... Bir kuşak sonra bir bakmışssın anlatılan maç, o maç olmaktan çıkmış. Kazananın hikayesi cazip değildir. Bu yüzden bizim memlekette şampiyon olunmaz. Şampiyon kendini de pek şampiyon hissetmez. Bizim memlekette şampiyonluklar kaybedilir. Belki de bu yüzden çok sevdik o Kadıköy hikayesini, Kaybedenler Kulübü'nü... Aslında hep kazanırken, kaybedermiş gibi yapanların öyküsüydü. İşimize geldi, işlerine geldiği gibi...

Oysa ki başka türlü sevmek lazımdı bu oyunu. Evet adam bizim buralı değil ama vermiş işte tarifi!.. Belki de o yüzden tüm dünya kucaklamış onu. İngiliz yazar Nick Hornby, Arsenal taraftarı. Taraftarı olmasanız da Arsenal her kaybettiğinde "Nick abi şimdi ne üzülmüştür!" dedirtecek kadar da saf, naif... "Sonraları kadınlara nasıl âşık olduysam, futbola da öyle âşık oldum," diyordu Futbol Ateşi'nde... Yalan mı? Biz erkekler, önce bir meşin yuvarlağa âşık olmadık mı? Emeklemekten yürümeye geçtiğimiz o günlerde babalarımız ayaklarımızın dibine bir top yuvarlamadılar mı? Sağ ayakla mı vuruyor bu çocuk, sol ayakla mı?" testinden geçmedik mi? Amcalara, abilere, "Maradona olacak bu çocuk, sol ayağı Platini gibi," dedirtmedik mi? Sonra kaçımız ismini bir eski futbolcudan emanet almadı ki? Can'lar, Metin'ler, sonra Aykut'lar, Rıdvan'lar. Bugün Arda'lar, Gökhan'lar, yarın Necip'ler... Ne diyordu Hornby üstadımız, "Sonraları kadınlara nasıl âşık olduysam, futbola da öyle âşık oldum. Ansızın açıklanamaz bir şekilde, üzerinde kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden..." Kazık kadar adamlar olduk, nereye doğru yazabildik ki aşkın tarifini, futbol tutkusunun deliliğini, saatlerce yağmur altında ıslanıp sırf bir 90 dakikayı izleyebilmek için ciğerlerimizi paraladığımızı, deplasman kovalayıp haftanın ilk günü okuldan, işten firar ettiğimizi... Aynı aşk gibi; bu oyunda da bir bir daha iki etmiyor diye değil mi? Aynı aşk gibi, Aragon'un 'Mutlu aşk yoktur'u kulağımızda çınlarken bile; bizim her seferinde âşık olduğumuz gibi...

Yani siz şimdi hiç terk edilmediniz mi? Yani şimdi kimse size "Seni artık sevmiyorum," demedi mi? Hiç mi uzaklardan sevmediniz? Hiç mi kaybetmediniz? Hiç mi düşmediniz? Hiç mi yenilmediniz? "Olur mu yahu" diyorsanız, futbolun getireceği acılara da kucak açın o zaman. Hep kazanan tarafta olmayın ya da hep kazanan siz olmayın. "Futbol hayata benzer," deyin geçin... Bu akşam bir şampiyonu olacak bu ülkenin... Lig denen 34 haftalık maraton 18 takımın yarışıysa, kaybedeni bir değil, 17'dir.. Neye seviniyorsanız, 17 ile çarpın; neye üzülüyorsanız bu pazar akşamında 17'e bölün. Sevincinizi katlayın, acınızı hafifletin. Bir de unutmayın. Teri en iyi kurutan iki elin birbirine çarpmasıdır kim bilir? Kazananı da kaybedeni de alkışlayın. Topa ilk vurduğunuzda "Aferin benim oğluma," deyip sizi alkışlayan babanız gibi... (22/5/ 2011-Sabah Pazar)