14 Ocak 2011

Estadio Gasometro'dan
Ali Sami Yen'e

Salı günü öğle saatlerinde kitaplığımda uzun süre aradım, bulamadım. Birden fazla kez aldığımı hatırlıyorum ama sağolsun biri yine okumak için götürmüş geri getirmemişti. Bir umutla kardeşimi aradım, konuyu açtım, kitabı bulursa o bölümü yazıp yollamasını istedim. Unuttu. Dün akşam yine aklıma geldi, bir daha bakındım, yok kitap... Ali Sami Yen Stadı'nın ardından bir alıntıya yer vermek istiyordum. Üstad yazmış, üstüne daha ne yazılır ki, bundan daha güzel nasıl anlatılır ki diyordum. Bugün öğlen Yiğiter (Uluğ) ağabey aradı. Eduardo Galeano ismi ağzından çıktığında şimşek çaktı. "Ağabey, yıkılan stadın yerine yapılan market değil mi?" dedim. Ustayla aynı satırlar aklımıza gelmiş. Bundan daha büyük keyif olur mu!.. "Ağabey, dışarı çıkıyorum, bulurum ben kitabı" dedim. Gittiğim kitapçıda yoktu, malum her alışveriş merkezinde bir kitapçı var."Yarına kaldı" derken akşam tekrar telefon. Ağabeylerin kralı... "Buldun mu kitabı?" dedi. "Bulamadım ağabey" dedim mahcup bir sesle. Bulsam anında bloga aktaracağım. "Ben şimdi oturup yazıyorum, sana yolluyorum" dedi, az önce de ondan gelen e-postayı açtım... Yiğiter Ağabey diyor ki: "Eduardo Galeano'nun "Gölgede ve Güneşte Futbol" kitabının 139. sayfasında yer alan tek sayfalık minik bir öykü ikimizde de ne derin iz bırakmış meğer... O öykü, arkadaşı Osvaldo Soriano'nun Galeano'ya gönderdiği bir mektupmuş. Ben de sana gönderiyorum."Öyküye geçmeden de bu satırlarda geçen stadyumdan bahsetmek istiyorum. San Lorenzo'un eski stadı Estadio Gasometro, Buenos Aires'de işçi ailelerinin yoğunlukla yaşadığı Boedo'daymış. San Lorenzo, 1979'da borçları yüzünden stadı satmak zorunda kalmış. Yıkılan stada ne olduğunu Soriano'ya bırakayım. Yeni stadın ismini de Nuovo (Yeni) Estadio Gasometro koymuşlar. Sonra da eski başkanlarından Pedro Bidegain'in ismi verilmiş yeni stada. Eski stadyumunu kapasitesi 75 bin olan San Lorenzo 14 yıl evsiz kaldı. 1993'de açılan yeni stadı ise 43 bin kişilik. Artık öyküye geçebiliriz...Öyküden sonra meraklısı için bir de video buldum..
Sevgili Eduardo,
Geçen gün Carrefour’daydım. Biliyorsun, orası San Lorenzo Kulübü’nün eski stadının bulunduğu yere inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo’da dört yıl arka arkaya gol kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfilippo ile birlikte gittik. Tencereler, tavalar, peynirler, asılı duran sucuklar arasında dolaşıyorduk. Kasaya yaklaşmıştık ki, Sanfilippo birden kollarını açarak bana şöyle dedi:
“Düşün ki, Boca ile oynadığımız maçta Roma’ya golü tam bu noktada atmıştım.”
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzeleri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuşmaya devam etti:
“Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o.”
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve heyecanla o ânı anlatıyordu:
“Takımın gençlerinden 5 numaraya şöyle dedim: ‘Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder. Hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim.’ Ben yaşça ondan büyüktüm, çocuğun adı Capdevilla’ydı. Heyecanlanmıştı, beceremeyeceğinden korkuyordu.”
Sanfilippo mayonez şişelerinin olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
“Topu tam oraya yerleştirdi.”
Etraftaki müşteriler nefeslerini tutmuş, bizi izliyordu.
“Top defansın ortasında oynayan adamların arkasına düştü. Hemen fırladım fakat biraz uzağa gitmişti. Şu pirinç torbalarının durduğu yere, görüyor musun?”
Alt sıradaki rafı gösteriyordu. Sonra yepyeni lacivert takım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etmeden bir tavşan gibi fırladı. “…güm diye bir çaktım topa!”
Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce kalenin bulunduğu, şimdi kasanın durduğu yöne doğru çevirdik bakışlarımızı… Hepimiz topun kaleye girişini görür gibiydik. Tam pillerin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfilippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı. Müşteriler ve kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyordu. Neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adıyla bilinen Sanfilippo, 1962’deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye…
Osvaldo Soriano

13 Ocak 2011

Hafta Sonu Futbol

14 Ocak Cuma
15:15 Avustralya-G. Kore @ Eurosport 2
18:15 Bahreyn-Hindistan @ Eurosport 2
21:30 Leverkusen-Dortmund @ TRT 3
15 Ocak Cumartesi
15:15 İran-Kuzey Kore @ Eurosport 2
16:30 Wolfsburg-Bayern Münih @ TRT 3
17:00 Chelsea-Blackburn @ Lig TV
17:00 Man. City-Wolves @ Spormax
18:15 BAE-Irak @ Eurosport 2
19:00 Napoli-Fiorentina @ Lig TV & TV8
19:30 West Ham-Arsenal @ Spormax
19:30 Schalke 04-Hamburg @ TRT 3
20:00 Bursaspor-İstanbul BŞB. @ TRT 1
20:45 Galatasaray-Ajax @ Euro Futbol
21.00 A. Bilbao–Racing @ NTVSPOR
21:45 Inter-Bologna @ Spormax & TV8
22:00 PSG-Sochaux @ Kanal A
23.00 Sevilla – Espanyol @ NTVSPOR
16 Ocak Pazar
13:30 Cagliari-Palermo @ TV8
14:00 Birmingham-Aston Villa @ Spormax
14:00 Sunderland-Newcastle @ Lig TV
16:00 Lazio-Sampdoria @ TV8
16:00 Juventus-Bari @ Lig TV
16:00 Liverpool-Everton @ Spormax
16:30 E. Frankfurt-Hannover 96 @ TRT 3
18:10 Tottenham-Man. United @ Spormax
18:15 Çin-Uzbekistan @ Eurosport 2
18:15 Katar-Kuveyt @ Eurosport 2
18:30 Kaiserlaustern-Köln @ TRT 3
20:00 Trabzonspor-Manisaspor @ TRT 1
20.00 Almeria–Real Madrid @ NTVSPOR
21:45 Lecce-Milan @ TV8 & Spormax / Yorum
22:00 Marsilya-Bordeaux @ Kanal A
22.00 Barcelona–Malaga @ NTVSPOR

12 Ocak 2011

Premier Lig'de Yabancı Patronlar

Bir futbolcunun bir maçta 3 gol atması: Hat-trick... “Şapkadan tavşan çıkartmak” zordur bu oyunda. Kriket sporundan emanet olduğu da anlatılır ama futbol romantikleri için şu hikaye her zaman kulağa daha hoş gelir. Oyuna profesyonelliğin gelmediği günlerde, taraftarlar peşine düştükleri takımlarından bir oyuncu 3 gol attığında, aralarında biri şapkasını çıkartır ve futbolcuyu ödüllendirmek için şapkayı taraftarlar arasında dolandırırmış... Futbolun amatör ruhla oynandığı günlerde ilk galibiyet primi belki de böyle verilmiştir...
Oyunu icat eden İngilizler için futbol işçi sınıfının hafta sonu eğlencesiydi. Cumartesi öğleden sonraları futbol vaktiydi. Aradan 150 yıl geçse de oyunun ilk düdüğü yine aynı saatlerde çalıyor. Her şeyin değiştiği bu dünyada, en zor belki de futbolun kuralları değişiyor. Forma renkleri aynı, top her zamanki gibi yuvarlak, derbiler önceden tahmin edilemiyor ama oyunu sahneye koyanlar, oyuna hükmedenler değişiyor. Kibirli İngilizler için Ada’dan çıkan dünyanın en güzel sporu artık yabancı sermayenin elinde. İngilizlerin medarı iftarı Premier Lig’in en yetenekli futbolcuları artık Britanya topraklarında doğanlar değil, 44 yıldır bir tek kupa kazanamayan İngiliz Milli Takımı bir İtalyan’a, Fabio Capello’ya teslim. Bir Portekizli, Jose Mourinho; 50 yıldır şampiyon olamayan Chelsea’yi ligin zirvesine çıkartıp, ardında milyonlarca seven ve nefret eden bırakıp İtalya’nın yolunu tuttu... Bir Fransız, Arsene Wenger, İngiliz topraklarında onbir yabancıya Arsenal formasını teslim etti. Bir İspanyol, Rafael Benitez, İstanbul’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazanıp Liverpool şehrini sabaha kadar uyutmadı ve bir fıkranın özneleri gibi, bir Amerikalı, bir Rus ve bir Arap, İngiliz kulüplerini satın aldı!..
Hikaye; “dibe vurmazsak tekrar yükselemeyiz” hikayesi aslında. 80’lerde holiganizmin kasıp kavurduğu İngiliz futbolu, 1985’te Heysel faciası (Liverpool-Juventus finalinde 39 ölü) ve ardından İngiliz kulüplerine gelen 5 yıl Avrupa Kupaları yasağıyla sıfır noktasına gerilemişti. 96 taraftarın hayatını kaybettiği Hilssborough faciası sonrası “Taylor Raporu” olarak bilinen yeni güvenlik kriterleri İngiltere’de artık ayakta maç seyredilmeyecek, taraftar koltuğunda oturacak kuralını da beraberinde getirdi. Futbol endüstrisi bacalarını çok daha önce tüttürmeye başlamıştı. Liverpool, 70’lerde ilk malzeme sponsorluk anlaşmasını Umbro ile yapmış, formasına da Hitachi reklamını almıştı. Tottenham hisseleri, 1983 yılında Londra Borsası’nda işlem görmeye başladığında yabancı sermayenin güzel oyunu keşfetmesi için 20 yıl daha geçmesi gerekiyordu. 1988’de sadece 44 milyon pound naklen yayın geliri olan “Football League” kulüpleri, Haziran 1991’de İngiliz futbol liglerinden ayrılarak Premier Lig’i kurdular. Rupert Murdoch, 5 sezonluk ilk ihalede BBC ile birlikte 305 milyon pound ödeyecek, anlaşma sonraki 5 yılda 745 milyon pound’a (bugün bu rakama üçe katlandı) yükselecekti. 1992 yılında 20 kulübün toplam geliri 170 milyon pound’u geçmezken, 2005 yılında sadece Manchester United tek başına bu rakamı solladığında yabancı sermaye için İngiliz kulüpleri karlı bir yatırım aracı olarak çoktan kabul görmüştü.İngiliz yatırımcılar için Premier Lig kulüpleri her zaman karlı bir yatırım aracı oldular. Ken Bates, 1 milyon pound’a aldığı Chelsea’yi 17 milyona sattı. Martin Edwards, Manchester United için 100 bin ödediği hisselerini 90 milyona devretti. West Ham’a 2 milyon yatıran Terry Brown, hisseleri elden çıkardığında kasasına 33. 4 milyon pound koydu. David Moores, Liverpool ile yollarını ayırdığında 8 milyon sermayesini 90 milyona yükseltmişti.
30 yıldır İngiltere’de yaşayan ve Londra’da göbeğinde Harrods’un patronu olan Mohammed Al-Fayed, İkinci Lig kulübü Fulham’ın patronu olabilmek için 1997 yılında 30 milyon pound ödemişti. Fulham onun kasasının gücüyle 6 yılda Premier Lig’e yükseldi ve ligin değişmez takımlarından biri olmayı başardı. Milenyum öncesi Wimbledon kulübübü satın alan Lübnanlı Sam Hamman ise Ada dışından gelen ilk yabancı yatırımcıydı.
Eski bir gazeteci, bugün futbol dünyasında “Süper menajer” olarak bilinen Pini Zahavi, İngiliz futboluna 2003 yılında yeni bir yıldız kazandırdı. Hayır, ne bir golcü ne de 10 numaraydı bu isim... Roman Abramovich, Londra’ya, batmakta olan Chelsea’yi kurtarmaya gelen bir Mesih’ti taraftarın gözünde. Zahavi yıllar sonra yabancı sermayenin neden İngiliz kulüplerine talip olduğunu merak eden Ada basınına gülerek cevap verdi: “Siz bankalarınızı sattınız, elektrik, su işletmelerini sattınız. Havaalanlarınızı yabancı işletmelere kiraladınız. Borsanızda yabancı sermaye %90’a ulaştı. İngiliz takımı dediğiniz Arsenal, sahaya 11 İngiliz olmayan futbolcu sürdü ve şimdi bana ‘Neden kulüplerimizi yabancılar satın alıyor?’ diye mi soruyorsunuz” dediğinde, Chelsea’yi alması için aracılık ettiği Abramovich, Londra kulübüne 50 yıl sonra şampiyonluk sevincini yaşatmış ve 500 milyon pound’dan fazla parayı kulübün borçları ve transferler için harcamıştı bile...
1.5 yaşında annesini, 4 yaşında babasını kaybeden ve amcası tarafından Sibirya’da büyütülen Roman’ın ilk işi plastik oyuncaklar üretmekti. Sonraları çok daha büyük oyuncukları olacaktı. Yatlar ve bir futbol kulübü! Gubkin Petrol’de hayatını değiştiren adam, Boris Berezovsky ile tanıştı. Yeltsin döneminde Sibneft’in yönetimine giren Berezovsky, sonraları “Büyük Ağabey” olarak anılacak, Putin döneminde İngiltere’ye iltica etmek zorunda kaldığından hisselerini Abramovich’e devredecekti. Rusya’nın aliminyum rezervlerini elinde bulunduran Rusal’ın yarısınını, Aeroflot hisselerinin %25’ini ele geçiren Abramovich’in eğlenmeye hakkı vardı. Londra’da Eaton Square’deki evine 46 milyon, “Le Grand Blue” adını verdiği yatına 90 milyon dolar ödeyen Abramovich, Chelsea’yi bataktan kurtarabilmek için 135 milyon pound’u gözden çıkardı. 2003 yılında kulübün patronu olduğunda kendisine yöneltilen basit bir soruya (Neden?) “Biz Ruslar erken yaşta ölürüz, sadece bir hayalimi gerçekleştirdim” diye cevap verdi. 2005 yılında 50 yıl sonra gelen şampiyonluk ona 250 milyon pound’a mal olmuştu. Giden ve gelen futbolcuların hesabını İngiliz medyası da tutamıyordu artık. Doğru teknik direktörü seçmiş, Jose Mourinho, Alex Ferguson yönetimindeki Manchester United’ın hükümdarlığına son vermişti. Gün gelecek, her kulüp patronu gibi o da onbir yapma sevdasına kapılacak ve Portekizli ile yolları ayıracaktı. İngiliz futbol tarihinin sıradan kulübü Chelsea ya da taraftarın dilindeki adıyla “Chelski”, Şampiyonlar Ligi kazanamadı ama takım her yıl Devler Ligi’nin ilk 3 favorisinden biri olmayı başardı.
2003-2005 yılları arasında Manchester United hisseleri için safariye çıkan Amerikalı milyarder Malcolm Glazer, inşaat, fast food ve banka yatırımlarından sonra 1995 yılında spor endüstrisinde ışığı görmüştü. 192 milyon dolar ödediği Tampa Bay Buccaneers’dan sonra okyanusun öteki tarafına geçen Glazer, %28 ile başladığı yarışta iki yıl içinde ipi göğüsledi ve Manchester United’ın %98’ine sahip oldu. İngiliz kulübününün 725 milyon pound olan borçlarını, bankalardan aldığı kredilerle üstlenen Malcolm Glazer, Old Trafford tribünleri tarafından yeni patron olarak değil, kulübün düşmanı olarak karşılandı. Manchester United taraftarı geride kalan 5 yılda, kazanılan şampiyonluklar, Şampiyonlar Ligi kupalarına rağmen Glazer’ı bir kez olsun alkışlamadılar. Kombineler iptal edildi, FC United of Manchester adında yeni bir kulüp bile taraftarlar tarafından kuruldu.
Son 15 yılda Abramovich Londra’ya ayak basana kadar Manchester United’a kafa tutan neredeyse tek kulüp olan Arsenal de yabancı sermayeye dur diyemedi. 7.2 milyar dolar kişisel servetiyle dünyanın en zengin 100 ismi arasında yer alan Özbek işadamı Alisher Usmanov, 2007 yılında Arsenal’in %14 hissesi için David Dein’e 75 milyon pound ödedi. Altı ay boyunca hisse toplamaya devam eden ve tartışmalı geçmişi nedeniyle Londra’da spor sayfalarında bol bol tartışma konusu olan Usmanov, yüzdesini 26’ya çıkarmayı başardı. 2008 yılında Rusya’da gizli servisin kurduğu Dinamo Moskova kulübüne de sponsor olan Usmanov, Glazer kadar başarılı olamadı ve Arsenal hisselerinin çoğunluğunu ele geçiremedi. Londra kulübünde bugün dört İngiliz yatırımcının yanı sıra hisselerin %29’una sahip olan ABD’li Stan Kroenke, altı patrondan biri. NBA’da Denver Nuggets, futbolda Colorado Rapids’in sahibi olan Stanley Kroenke, emlak yatırımlarını uzun süredir spor endüstrisini kaydıran bir dolar milyarderi...
Satın alma operasyonlarında en fazla yara alan kulüp ise, Premier Lig kurulduğu günden bu yana şampiyonluk hasretiyle yanıp tutuşan Liverpool. 2006 yılından itibaren Amerikalı milyarderler George Gillet ve Tom Hicks’in yakın markajına giren Liverpool kulübü, iki yıllık bir serüvenin ardından David Moores’in kontrolünden çıktı. Dubai International Capital’in peşinde olduğu kulüp için 430 milyon pound’u gözden çıkartan Gillett ve Hicks, vatandaşları Glazer gibi Anfield Road’da hoş karşılanmadılar. Ne verdikleri yeni stad sözü, ne de transfer vaatleri Liverpool’un efsane tribünü KOP’un yolundan çevirmedi. Futboldan anlamayan Amerikalı patronları her maçta protesto eden Liverpool taraftarı, yıldızların da bir bir satılmasını ve verilen sözlerin tutulması sonrasında kulübün el değiştirmesi için iki patrona baskı yaptılar. Yılan hikayesine dönen satış hikayesinde mutlu sona ulaşan isim, New England Sport Venture altında Boston Red Sox’u elinde bulunduran John. W Henry oldu. 15 Ekim 2010’da Liverpool kulübü 300 milyon pound’dan fazla bir rakama el değiştirdi.
Manchester şehrinin kaybeden tarafına talip olan ise ne bir Amerikalı, ne de bir Rus oligarktı. 2007 yılında Tayland Başbakanı Thaksin Shinawatra, büyük umutlarla karşılandı! Uzakdoğu’nun tartışmalı milyarderi, Manchester City için 81 milyon pound ödedi. Takımı da Sven Goran Eriksson’a teslim etti. 14 ay sonra kulübü Abu Dabi United Group’a 200 milyon pound’a satan Thaksin Shinawatra’ya verilen onursal başkanı ünvanı, Taylandlı patronun ülkesinde aleyhine sonuçlanan davalar sonrasında geri alındı. Şeyh Mansour Bin Zayed al Nayhan, Al-Jazira ile başlayan futbol yatırımlarına Manchester City’de devam etti. Abramovich’ten sonra Premier Lig’e gelen yabancı patronlar arasında en gözü kara kabul edilen ve son iki sezonda transfer borsasına sallayan Mansour, 2010-2011 sezonuna girilirken, teknik direktör Roberto Mancini’nin verdiği alışveriş listesini neredeyse eksiksiz kulübe taşıdı. Bir yıl içinde 200 milyon pound’a yakın transfer harcaması yapan, Kaka’dan Messi’ye kadar tüm süperstarlara talip olan Şey Mansour AL Nahyan, takımını satın aldıktan ancak iki yıl sonra stadyumda izledi. City o gün iyi günündeydi ve Liverpool’u 3-0 ile geçti.
Üniversite eğitimini Colombia University’de alan 48 yaşındaki Randy Lerner, bir yıllığına eğitim için geldiği Cambridge’de Arsenal, Aston Villa ve Fulham’ın maçlarını takip etti. 2002 yılında NFL ekibi Cleveland Brows’u satın alan Lerner, 23 yıl önce tribününde oturduğu Aston Villa kulübünü, 2006 yılında fethetti. Doug Ellis’in %39’unun yanı sıra Londra Borsası’nda da yatırımcılardan hisse toplayan ve ilk etapta %60 için 62 milyon pound ödeyen Lerner, kısa sürede bu rakamı %85’e yükseltti.
2006 yılına kadar Terry Brown’un kontrolünden olan ve iki İzlandalı Magnusson ve Guomundsson tarafından satın alınan West Ham, son ekonomik krizde patronlarının zora girmesi sonrasında İngiliz David Gold ve Galler’li David Sullivan’ın kontrolüne geçti. Birmingham City, Hong Kong’lu Carson Yeung’un kontrolünde. Bir zamanlar berber olan Yeung, casino işletmelerinden sağladığı sermayeyi 2009 yılında Ada’ya getirdi ve Birmingham City için 57 milyon pound ödedi. Kulübü yöneten şirket ise İngiliz futbolunun efsane isimlerinden Steve McManaman’a emanet.
Tugay Kerimoğlu’nun jübilesini yaptığı Blackburn Rovers, bugün Hindistan’tan VH Group’un çatısı altında. Premier Lig’deki bir başka Amerikalı patron ise medyadan uzak durmayı seçen Sunderland’in patronu Teksas’lı Ellis Short. 20 takımlı Premier Lig’de kapısından yabancı sermaye girmeyen sadece 8 kulüp var 2010-2011 sezonunda. Bolton, Everton, Newcastle United, Stoke City, Tottenham, Wigan Athletic, Wolverhampton ve West Bromwich Albion...
Rus asıllı Fransız Alexandre Gaydamak’ın patronajında dibe vuran ve kayyuma devredilen Portsmouth ise bu sezon bir alt ligde... Formula 1’in patronu Bernie Ecclestone, Flavio Briatore ve Arcelor Mittal’ın sahibi Lakshami Mittal’in ortak olduğu Queens Park Rangers, Malezya sermayesinin kontrolündeki Cardiff City, Amerikalı patronlarına güvenen Derby County ya da Millwall; ya da bir zamanlar Sir Elton John’un sahibi olduğu Watford gibi “Gaydamakzede” Portsmouth da dünyanın bir numaralı futbol sahnesi Premier Lig’e dönme hayalini kuruyor... (CNBC-e Business/Aralık 2010)

Cavani: Topuk mu Kafa mı?




Pazar akşamı Napoli-Juventus maçınının canlı yayınında yorum yaparken büyük ekran bir metre önümüzde. Yayın HD. İlk iki golü kafayla atmış olan Cavani, sağdan kesilen ortaya arka direkte uçarak kafayı vuruyor ve 3-0. Tekrarında da farketmiyorum. Ertesi gün yorumcu arkadaşım Engin Kehale uyardı. İtalya'da Cavani'nin 3. golü kafayla değil, topuğuyla, (akrep vuruşu) attı diye. Tekrar tekrar izledim, bütün İtalya da kabul etmiş, bir metreden HD yayında bile anlamamışız. Topukmuş diyorum hayretle ve konu kapanıyor. Bunu en iyi kim bilir? Elbette ki Cavani. Ona soruyorlar. "Hayır" diyor: "Kafayla attım." Buyrun video burada. Siz ne görüyorsunuz? (!)

Higuain 2011'de Yok!

Geçmişte John Terry de geçirdi bu operasyonu, sakatlığın ne olduğunu Mourinho eski öğrencisinden dolayı çok iyi biliyor. Nesta, Buffon da çekenlerden. Higuain'in fıtık ameliyatı sonrasında 4 ay sonra idman yapabileceğini ancak %100 performansla takıma dönmesinin 1 yılı alacağını söylemiş doktor. Bu ameliyat uzun zamandır erteleniyordu. Higuain'in sezon sonuna kadar idare edeceğini söyleyen İspanyol doktorlar da çıktı. Mourinho da aksini söylüyordu. Haklı çıktığında da ben söylemiştim diye topa tuttu milleti. Benzema ile olmayacağı kesin. Real Madrid'in oyun yapısı pivot santrfor gerektirmiyor. Higuain benzeri bir adamı bulmak lazım da bu zamanda kim o adam? Rooney, vermezler. Vucinic, belki. Agüero, çok zor... La Liga, Barcelona-Real Madrid, gerisi yalana döndüğünden asıl test Şampiyonlar Ligi olacak. Mevcut kadro içinden birini bulmaları çok zor. Kim o santrfor?

Tugay

Galatasaray, 175 TL'lık formanın içinde 175 TL değeri olmayanları göndersin, ağlayan Tugay ruhunda 5 adamı olsun, eski günlerine döner.

11 Ocak 2011

Naklen Yayınlar

11 Ocak Salı
14:00 Torku Şekerspor-Trabzonspor / TRT Haber
15:15 Kuzey Kore-BAE / Eurosport 2
18:15 Irak-İran / Eurosport 2
18:30 Palermo-Chievo (Kupa) / NTV Spor
20:00 Galatasaray-Beypazarı Şekerspor / TRT 1
22:00 Inter-Genoa (Kupa) / NTV Spor
12 Ocak Çarşamba
15:15 Özbekistan-Kuveyt / Eurosport 2
18:00 Denizlispor-Gaziantepspor / TRT 6
18:15 Çin-Katar / Eurosport 2
20:00 Manisaspor-Beşiktaş / TRT 1
22:00 Blackpool-Liverpool / Spormax
13 Ocak Perşembe
15:15 Ürdün-Suudi Arabistan / Eurosport 2
18:15 Suriye-Japonya / Eurosport 2
20:00 Yeni Malatyaspor-Fenerbahçe / TRT 1
22:00 Juventus-Catania (Kupa) / NTV Spor

Emenike'ye Sahip Çık

Bener Onar yazdı bugün blogunda. Paylaşıyorum... Zamanında Bebek'te kebapçı açtırmayacağız diye yırtınıp şimdi lahmacuncu sponsorluğunda program yapan Okan Bayülgen çıksın özür dilesin o ekranda! Kebap da bizimdir, lahmacun da, Emenike de!..

"Ceyhun Yılmaz, Okan Bayülgen’in programına konuk olmuş. Ekranda Ceyhun Y’nin Kardemir Karabüksporlu Emenike’yi konuk ettiği programın görüntüleri. Tam o sırada Okan B. son dönemde klasikleşen küstahlıklarından birini yapıyor: “Bu nedir hocam? Tekneyle gelen arkadaşlardan mı?”

Duble

Önce Hamit Altıntop'a helal olsun. Harika bir golle, prestijli bir ödülün sahibi oldu. FIFA, yılın futbolcusu ödülünde ise Iniesta kazandı diye attığı manşetle tüm dünyaya büyük kazık atan La Gazzetta dello Sport fena çuvalladı. Listede 3 Barcelonalı'nın olmasına bile çoğunluk itiraz ediyordu. 3 kupa kazanan, Dünya Kupası'nda final oynayan Sneijder yoktu. Atletico Madrid ile iki kupa kazanan, Uruguay ile daha ne yapsın ki dedirten Forlan da yoktu. Bu üçlü ödül almaya giderken ha Xavi ha İniesta havası vardı. Iniesta'nın yaşı genç, Xavi bir daha ne zaman alacak, ödülü ona verirler derken Messi ikide iki yaptı. Onun dünyanın en iyisi olduğuna kimsenin itirazı yok ama geçen yıl performanslarıyla sonuca gidenler arasında Sneijder ve Forlan'ın gerisinde kalmalıydı Messi. Bu gidişle, dünyanın en iyisine vereceklerse Messi en azından 4 yıl daha bu ödülü alır.. Haberi patlayan La Gazzetta da isyan etmiş tabii...

Formica ve Ronaldinho

Güney Amerika'lı bir kulübün bir futbolcuya 3 milyon bonservis ödediğinde buna büyük para diyorlar. Satarken dolan kasaların deliği neredeyse giden gelmiyor işte. Arjantin'de 20 kulübün toplam borcu 250 milyon dolar. Türkiye'de neredeyse Galatasaray'ın borcuna eşit bu rakam. Aralarında en zorda olanlardan biri de Newell's Old Boys. 17 milyon Euro borcu var. Galatasaray'a 4 milyona Formica'yı satıp futbolcularının alacaklarını ödeyecekti. Emre Atasoy da sağolsun oturdu portresini yazdı. İmzayı görmeden transfere inanmam diyenler her zaman haklı. Galatasaray, B planı olarak görmüş ki Formica bir türlü gelemedi. Takımıyla da kampa gitti. Bugün de Genoa 4 milyona aldı. Formica'dan pas Ronaldinho'ya gitsin. Milan'a 3 milyon Euro ödedi Flamengo. Gremio, yetiştiği takıma vefasızlık etti diyen transferden çekildi ama onların da Milan'a para ödemeye niyeti yoktu. Çok değil 4 yıl önce dünyanın en iyisi olan, bonservisi için 100 milyon rakamı dolaşan Ronaldinho, Rivaldo gibi Milan'da dibe vurdu ama aradaki fark elbette ki yaş. Ronaldinho erken emekli olmayı tercih etti. Premier Lig'de orta sıra bir takıma da gidebilirdi. Flamengo'da yıllık kazancı 1 milyon Euro olacak. Milan'da primler dahil 7-8 kazanan bir adam için cep harçlığı gibi.. Menajer kardeşinin kariyerinin mahvettiğini söyleyebiliriz..