
Son Avrupa Şampiyonası’nın resmi sitesinde, yani
eurobasket2007.org’da Türkiye sayfasını açtığınız anda, “France Complete Turkey’s Misery” başlığını görüyorsunuz. “Fransa, Türkiye’nin perişanlığına noktayı koydu” demeye getirmiş adam…
Hatırladıkça içimi acıtan bir turnuvadır o... Türk Milli Takımı’nın oynadığı tüm maçları ekranlardan yorumlamak gibi bahtsız bir göreve atanmıştım. Takımınız, tek özelliği disiplin ve mücadele olan sıradan bir Alman takımına 79-49 yeniliyorsa canlı yayında ne diyebilirsiniz ki? Tam bir “Türkçem bitti, yanmışım” durumu…
Murat Kosova, Kaan Kural, Murat Murathanoğlu ile birlikte basın merkezinde yabancı meslektaşlarımızın bize yönelttiği soruların bazılarını sinirli sinirli gülerek, bazılarını dudak büküp, havaya bakarak cevaplıyor, daha doğrusu cevapsız bırakıyorduk. 1993’ten bu yana Türkiye’nin yer aldığı Avrupa Şampiyonalarından 6’sını (93 Almanya, 95 Yunanistan, 97 İspanya, 99 Fransa, 2001 Türkiye, 2007 İspanya) ve 2002 Dünya Şampiyonası’nı yerinde izlemiştim. Evet, o turnuvalarda da berbat oyunlar çıkardığımız, fark yediğimiz maçlar olmuştu ama hiç böyle darmadağın olmamıştık. Madrid’deki eziyet, 6 maçta 1 galibiyetle (o da Çeklere karşı) bitti. Bu, sponsorları ve reklamlarıyla günlerdir yeri göğü inleten bir takımın, Portekiz’in bile gerisinde kalarak Avrupa Şampiyonası’nı 11. sırada tamamlaması anlamına geliyordu.
Herkes 12 Dev Adam şarkısının kabak tadı verdiğini düşünüyordu artık...
Geçen yaz oynanan eleme maçlarından namağlup çıkmak ve Tony Parker’lı Fransa’yı içeride-dışarda iki kez yenmek, Türk Milli Takımı’nın basketbolseverlere vermeye çalıştığı bir özür mesajıydı sanki…
Ne yapalım, aldık, kabul ettik, yeniden vurduk kendimizi 12 Dev Adam notalarına… Milli Takım bugünden itibaren Polonya’nın Wroclaw şehrinde. İlk turda Litvanya, Bulgaristan, Polonya’lı gruptan en iyi dereceyle çıkmaya çalışacak. Ardından Lodz’a geçecek, ikinci turda komşu gruptan gelecek üç rakiple (muhtemelen İspanya, Slovenya ve Sırbistan) çeyrek final mücadelesi yapacak.
Garanti’nin bando-mızıkalı reklam filmi ekrana fırladığından beri her yerde aynı soru: “Bizim takım bu turnuvada ne yapar?”
Bir kere hemen baştan söyleyeyim, yokları, varlarından daha çok olan bir şampiyona bu… Sakattı, raporluydu, mazeretliydi, NBA’deki takımından izin alamadı derken çeşitli ülkelerin milli takımlarında forma giyebilecek pek çok şöhretli isim, Eurobasket 2009’a gitmiyor.
Miliçiç, Rakoçeviç (Sırbistan), Calderon (İspanya), Nowitzki, Kaman (Almanya), Papaloukas, Diamantidis, Kakiouzis, Tsartsaris, Dikoudis (Yunanistan), Jasikevicius, Kaukenas, Macijauskas, Siskauskas (Litvanya) Beciroviç, Udrih (Slovenya), Ajinca, Mickael Pietrus (Fransa), Ben Gordon, Luol Deng (Britanya), Tomas, Baraç (Hırvatistan), Kirilenko, Kaun (Rusya)
Benim çıkarabildiğim yoklar listesi bu. Şaka maka, sıkı bir Avrupa Karması. Unuttuklarım da olmuştur mutlaka, kusuruma bakmasınlar.
Devam mecburiyeti olmadığı için, kaçakların abarttığı böyle bir turnuvada biz de Mehmet Okur, Kerem Gönlüm ve Kaya Peker’siz bir kadroyla kürsüye çıkmanın yollarını arayacağız. Kerem’de yasak bir madde çıktı, biliyorsunuz... Mehmet Okur’la koç Tanjeviç arasındaki ilişki uzun süredir limoni. Okur geçen yıl da yoktu. Kaya Peker ise 2007’de canlı yayında NTV mikrofonlarına “Maçın hangi anında, hangi beşle sahada olacağımız belli değil. Oturmuş bir düzenimiz yok” mealinde bir şeyler söylediği günden bu yana kara listede.
Tamam, Kaya’nın üstünü çizdik de, onun sorusuna geri dönersek, takımın bu şampiyonada maçın hangi anında hangi beşle sahada olacağı belli mi? Oyun kurucu pozisyonunda birinci seçeneğimiz kim mesela? Hidayet’in rolü tam olarak belirlendi mi? Tanjeviç inadından vazgeçip, power forvet mevkiini Ersan’a emanet edecek mi?
Hazırlık döneminde bu sorulara ben de yanıt bulamadım, diğer basketbol yazarları da... Bulamadığımız içindir ki, çarşıda, sokakta, berberde, kasapta burnumuza dayanan “Bizim takım ne yapar?” sorusuna tatminkâr bir karşılık veremeden, eveleyip gevelemekle meşgulüz.
Şimdi bunca tantanadan sonra, hastası olduğum bu güzel blog’da hatırı sayılır bir arazi işgal ettiğime göre, eveleyip geveleyemem. Açık, net ve maddeler halinde söyleyeyim:
1. Hazırlık maçlarına değil de, kağıt üzerindeki kadrolara bakarsak, iyi yönetilen, rolleri gerçekçi dağıtılmış ve organize bir Türk Milli Takımı’nın ilk tur grubundan 3’te 3 yaparak birinci çıkması lazım. Bunun için;
a) Hidayet’in kısa forvet, Ersan’ın power forvet pozisyonlarında her maç yaklaşık 30’ar dakika alması ve takımın hücumda birinci ve ikinci opsiyonları olması gerek.
b) Bu iki asal parçayı tamamlayacak olan uzun Ömer Aşık. Ancak onun tecrübe eksikliği, ilk beş başladığı maçlarda faul sorununa girmesi gibi bir sonuç doğurabilir. Bu durumda pivot pozisyonunda Oğuz Savaş veya Semih Erden başlamalı, Ömer de ekonomik kullanımla, son çeyrekte sahada olabilecek şekilde en az 25 dakika oynamalı.
c) Oyun kurucu pozisyonunda gerek tecrübesi, gerek fiziği, gerekse Hido ile uyumu göz önüne alındığında Kerem Tunçeri birinci tercih, bence. Kerem’le başlayıp, savunmamızı tepeden deldirmediğimiz maçlarda uzunlarımızı da faul sorunundan korumuş oluruz. Kerem, çoğu ilk ve son çeyrekler olmak üzere 25 dakika sahada kalır, geri kalan süre Engin ile Ender arasında paylaştırılır.
d) Özellikle Litvanya maçında rakibin guard zaafından faydalanmak ve topa olabildiğince baskı yapmak şart. Bu noktada Sinan Güler’in agresif savunmasından yararlanmak lazım. Polonya’nın tecrübesiz guardlarına karşı da aynı baskıyı kurabiliriz. 2 numara pozisyonunu Sinan’la paylaşacak isim Ömer Onan. Bu pozisyondan pek fazla sayı çıkaramıyoruz belki ama takım savunmasını sertleştiren ve tempoyu arttırabilecek oyuncularımız olması, önemli bir artı.
e) Hidayet’e özel şut hazırlayamıyorsak, hücumda iyi bir spacing’le (en zayıf olduğumuz yön) en büyük kozumuzun mutlaka çembere doğru yönelmesini sağlayacak bir düzende olmalıyız. Hidayet’in içeri dalışları rakip savunmayı dalgalandıracak, dengesini bozacak ve gerek boyalı bölgedeki uzunlarımıza, gerek ters kanatta şut için bekleyenlere (Ömer, Kerem, Engin, duruma göre Ersan) rahat pozisyonlar getirecek. Orlando’da Hido’nun içeri girip cama bıraktığı her turnike, kaçsa bile Dwight Howard tarafından çembere tıkılıyordu. Elimizde Howard kadar güçlü ve atletik bir pivot yok ama Ersan, Semih ve Ömer de hücum ribaundlarından pekala ekmek yiyebilir.
f) Kabul edelim ki, İbrahim Kutluay’ın ardından aynı kalitede bir şutör yetiştiremedik. Mehmet’siz kadromuzun skor kapasitesi de kısıtlı. Ne kadar iyi oynasak da, iyi yönetilsek de kazanmamızın yolu rakibi 75, hatta mümkünse 70 sayının altında tutmaktan geçiyor. Bunun için mücadele katsayımızı maksimuma çıkarmak, her top için savaş vermek zorundayız.
2. İkinci turu Perşembe konuşuruz.
3. Son bir söz de fikstür için: Tehlikeli bir programımız var. En zor maçla başlıyoruz. Geçmiş turnuvalardan aldığımız ders şu: Türk Milli Takımı nasıl başlarsa öyle gidiyor. 2006’da Japonya’da ilk maçta favori gösterilen Litvanya’yı yenince moral bulmuş, kükremiş sel gibi bendimizi çiğneyip aşmıştık. Fakat 2007’de ilk gün Litvanya yenilgisi, bir anlamda sonun başlangıcı olmuştu.
Pazartesi gecesi Litvanya’dan galibiyet koparabilirsek (Baltıklılar, hiçbiri gerçek oyun kurucu olmayan Delininkaitis, Lukauskis ve Kalnietis ile oynuyor. Guard’larda üstünlük sağlamak ve tempoyu kontrol etmek, maçın anahtarı) hem morallenmiş, hem de rakiplerimizi birbirine düşürmüş olacağız. Sonrasında Litvanya, diğerlerini yenecek mutlaka… Böylece bizim yolumuzu da açacak. Ama yenilirsek, ertesi gün karşımızda tırnaklarını bilemiş, sürpriz arayan ve son saniyeye kadar tempoyu forse eden bir Bulgaristan bulacağız. Amerikalılar’ın “40 minutes of hell” dediği, cehennemi bir maç olacak. Kaybedebiliriz. Ve eğer grupta üçüncü güne 2’de 0’la girersek, “tamam mı, devam mı” maçında rakibimiz ev sahibi Polonya!
Siz FIBA’nın yerinde olsanız, kimin kazanmasını ve ikinci tura çıkmasını istersiniz?
Yiğiter Uluğ