
Pardon, her şeyimizle değil… Bir ince detay var atladığımız… Stratejimiz yok. Ki böylesi bir turnuvada stratejiyi doğru çizmek, gücünü efektif kullanmak, eksilerini gizlerken, artılarını öne çıkarmak bazen her şeyden daha önemli olabilir.
Futbolda da, basketbolda da, voleybolda da… Durum hep aynı.
Aceto’nun mekanında ukalalık etmiş gibi olmayayım ama, galiba bu işin zirvesini 1982 Dünya Kupası’nda ilk tur grubundan 3 maçta 3 beraberlikle zar zor sıyrılabilen ama sonra oynadıkça açılarak, şampiyonluğa koşan Azzuri oluşturuyor. Teknik direktör Bearzot komutasındaki İtalyanlar, okullarda ders olarak okutulabilecek bir efsaneye imza atmışlardı.
Basketbolda benzer bir öyküyü 2002’de Yugoslavya yazdı. İlk turda süründüler, ikinci turda birbirlerine düştüler, kader maçında bizi yenerek çeyrek final trenine son anda tutundular ve sonra… Bir anda kendilerini finalde buldular. Finalde de biraz şans (Arjantin’de takımın yıldızı ve yarısı Ginobili sakattı), biraz da hakem yardımıyla kazanmayı becerdiler.
Niye anlatıyorum bunları?
Diyelim, Türkiye’yi ziyaret eden bir yabancı olsanız ve basketbolla da pek fazla alâkanız olmasa… Bu sabah gazeteleri gördüğünüzde, “Yahu daha geçen hafta İspanya ve Sırbistan gibi iki güçlü takımı yendik diye seviniyordunuz. Şimdi o takımlar yarı finalde, siz yoksunuz. Ne oldu böyle?” sorusunu sormaz mısınız?
Statü böyle işte… Bu turnuvalarda en kritik maç çeyrek finalde oynanıyor. İlk iki tura benzemiyor bu karşılaşma; telafisi mümkün değil. Daha önemlisi, bu maçın bir takımı dört sıra yukarı ya da aşağı atabilmesi… Sıralamayı dört sıra değiştirebilen bir başka maç yok.
Böyle hayati bir randevudan, uzatmanın son saniyesinde kaçırdığımız üçlükle yenik ayrıldık. Dövünülmeyecek gibi değil.
Oysa düne gelene kadar oynadığımız 6 maçtan 5.5’unu kazanmıştık. Slovenya maçının ikinci yarısında nasıl ve ne kadar üstün olduğumuzu herkes gördü, bir önceki yazıda ben de vurgulamıştım. Bir de Fransa vardı bizim gibi… İlk iki turu 6’da 6 galibiyetle geçen, strateji nedir, turnuva takımı olmak nasıl bir şeydir bilmeyen ve çeyrek finalde İspanya önünde toz şeker gibi dağılıp giden…
Haydi onlar “Fransız”… Bize ne oluyor?
Hidayet’in ağrıları her gün biraz daha artarken, İspanya maçını kazanıp, daha ikinci turun ilk ayağında çeyrek finali garantilemişken, onu neden ortalama 30-35 dakika sahada tuttuk? Neden biraz dinlendirmeyi göze alamadık?
Elinde Hidayet’in tecrübesinde, onun yeteneklerinde (ball handling, şut, bire bir oynayabilme) bir hücumcu bulunduran bir takım kader anlarında bu çok yönlü adamına bir tane top kullandıramaz mı?
İspanya maçında son hücumumuzu Ender’le kullandık, Slovenya maçında bir önceki maçta hiç oynamamış ve o gün de 30 dakika bankta kurumaya bırakılmış Engin’le… Dün yine Ender sahne aldı; kader toplarından ilkinde turnikesiyle maçı uzatmaya taşıdı ama el yakan üçlüğü yine onun kullanması ne kadar doğruydu acaba?
Hidayet saydığım toplardan bir tekiyle neden buluşturulamadı, niçin ona hazırlanmış bir oyun çizilemedi? Yoksa çizildi de onun dizleri mi izin vermedi?
Turnuvadaki en istikrarlı ve en verimli oyuncumuz, Ersan’ın tam da kader gününde beklenenin altında kalmasında (4/13 şut isabeti) yorgunluğunun payı ne kadardı?
Dereleri geçerken, bu iki yetenekli oyuncunun sırtına bindik binmesine de, okyanusa gelince bizi kıyıya götürecek kimse kalmadı.
İspanya galibiyetinden sonra biraz daha geniş bir rotasyonla, biraz daha rölantide oynayabilirdik. Çeyrek finale daha diri çıkabilirdik. Yunanistan’a ribaundlarda böyle (47-28) ezilmezdik o zaman…
Slovenya maçının 15. dakikasından son saniyesine kadar verdiğimiz onur mücadelesi gerçekten alkışa değerdi. Ben de heyecanlanıp, yazıma “Yenildik Ama Kaybetmedik” başlığını attım. Ama kaybetmişiz meğer… En can alıcı noktada bize lazım olan ekstra eforun bir damlasını, patlayıcı kuvvetin bir parçasını, savunma gayretinin bir nebzesini, serbest atış çizgisinde müthiş ihtiyaç duyduğumuz sükunetin hatırı sayılır bir bölümünü, yolda bir yerlerde döküp saçmışız besbelli…
Yazık… Böyle bir fırsat önümüzdeki on yılda gelmeyebilir.
YİĞİTER ULUĞ