20 Ekim 2013

Massimo Moratti

İtalya eski İtalya değil. Bunu yedi gece, sekiz gün Roma-Venedik- Floransa 'Büyük İtalya' turunda görebilmek mümkün değil elbette. Turistik bir kafede yudumlanan espresso'nun ya da ufak bir pizzacıda yenen margaritanın tadı hâlâ güzel ama İtalya'da hayat acı artık. Nüfus yaşlı, gençler işsiz ve ekonomiyi ayakta tutan sektörler çoktan Çin hakimiyetine geçti bile. 'Made in Italy' artık eski tişörtün üzerinde tatlı bir hatıra. Tekstil ve otomobil sektöründe Çin'e teslim olan, Telekom Italia'yı İspanyollar'a kaptıran, Alitalia'yı Air France'a satmak üzere olan İtalyanlar'ın o gurur duydukları ligleri Serie A da artık ithal eden değil; sadece İngiltere ve İspanya'ya vitrin görevi gören bir dükkan artık. Futbol onların dilinde 'Calcio' ya da Türkçesiyle tekme... Oyunun en sert oynandığı, kemik sesi tribüne gelmezse taraftarın hakkını helal etmediği topraklarda geride kalan haftada bir kale düştü... 


Moda endüstrisinin kalesi, sanayici patronların yuvası Milano'nun iki büyük kulübünden biri, Inter, Endonezyalı işadamı Erick Thohir'e satıldı. Uzak dedikleri Doğu artık Milano'nun sokaklarına nüfus etti, İngiliz, Fransız ve İspanyollar'dan sonra İtalyanlar da bu acı futbol fıkrasının öznesi oldu. Milano'da yabancıları oynatmamasına tepki duyanların AC Milan'a inat kurdukları Internazionale Kulübü, 105 yıl sonra bir yabancının kontrolüne geçti ve ülkenin en büyük patronlarından, Çizme'nin zenginler listesinde yedi numarada olan Massimo Moratti, yüzde 70 hisseyi sadece 250 milyon avroya sattığında derin bir nefes aldı. Çünkü kulüp yokuş aşağı koşuyordu ve 300 milyona yakın borç, 120 milyonu aşan banka kredileriyle Inter kuşatılmıştı. Eski İtalya olsa birileri ülke içinden gelip bayrağı teslim alırdı ama diyoruz ya; işte yeni İtalya diye... Moratti'nin Inter'i artık Thoir'un Inter'i oldu... İki yüzyıl geriye gidince 21 çocuklu bir adamın çalışmaya gönderdiği 14 oğlundan biri Albino'nun dedesinden adını alan oğlu Angelo, Bergamo'nun kırsalından Milano'nun Fontana meydanına eczacılık yapmaya geldiğinde İtalyanlar Moratti Ailesi ile tanıştı. Angelo Moratti, 2. Dünya Savaşı sonrasında maden ve petrol işinden kazandığı parayla 1955 yılında Inter kulübünü satın aldığında en büyük hayalini gerçekleştirmişti. 10 yaşındaki oğlu Massimo'yu San Siro'da her maça götürdü. 'Catenaccio' yani ölümüne savunmayla (5-3-2) meşhur Helenio Herrera sayesinde 60'larda 'Büyük Inter' doğdu ve o takım üç lig şampiyonluğu, iki Şampiyon Kulüpler Kupası kazandı. Moratti Ailesi'nin serveti büyüyordu ama 1968 yılında Inter kulübüyle bağlarını kopardılar. Şirketleri Saras, ABD'de rafinerilere kadar uzanan dev bir petrol şirketi haline geldi ve oğul Massimo Moratti, yıllar sonra babası gibi hayalinin peşinde koştu. 1994-1995 yılları arasında Ernesto Pellegrini'nin patronluğunu üstlendiği Inter'i Şubat 1995'de satın aldığında takımın son şampiyonluğunun üzerinden altı yıl geçmişti. Milano'nun öteki yakasında Silvio Berlusconi ile ayağa kalkan ve 80'lerin sonunda ligi forse etmeye başlayan Milan, gün geldi 'Büyük Inter'i solladı. 90'ların ikinci yarısı Inter'lilere 'Kaybettiğimiz Yeter' diye kitap da yazdırdı, San Siro'da gözyaşı da döktürdü. Lazio'yu devirip aldıkları UEFA Kupası bile tribünlerin şampiyonluk hasretini kesmedi. 1998'de Ronaldo'nun verilmeyen meşhur penaltısıyla şampiyonluğu kaptırdıkları Juventus, dört yıl sonra bir kara gün daha yaşattı Inter'e. 5 Mayıs 2002'de 'kardeş' kulübü Lazio deplasmanına son hafta puan farkıyla lider giden Inter sahadan 4-2 mağlup ayrılırken, gülen yine Juventus oldu. Roma Olimpiyat Stadı'nda ağlayanlar arasında Galatasaray'dan Inter'in yolunu tutan Emre Belözoğlu ve Okan Buruk da vardı... 


Milan, Adriano Galliani, Juventus, Luciano Moggi gibi bir futbol aklıyla çalışırken, oğlunun menajerlik oyununda beğendiği isimleri transfer ettiği şehir efsanesinden öte olan Massimo Moratti, formasını giyip stada geldiği Alvaro Recoba'ya üç kuruşluk futbol oynamadığı 10 sezon boyunca para öderken; sakatlığı süresince Ronaldo'nun da yanından ayrılmadı. Gün geldi, Ronaldo iyileşti ve Real Madrid'in yolunu tuttu. Roberto Carlos gibi dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol bekini genç yaşta Real Madrid'e satan, sonra 20'den fazla sol bek alan, Seedorf ve Pirlo'yu ezeli rakibe Milan'a hediye eden Massimo Moratti, futbolcuların gözünde hep altın kalpli başkan olarak kaldı. 2006'da şike skandalıyla sallanan İtalya'da ufak ortağı olduğu Telecom Italia'dan sızdığı iddia edilen telefon kayıtlarının kanıt olduğu dava sonrasında Juventus küme düşerken, Moratti'nin mesut yılları başladı. Mancini ile gelen üç şampiyonluk ve ardından en büyük kupayı kazanmak istiyorsan getirmen gereken adam: Jose Mourinho. 2010 Mayıs'ında Madrid'de Santiago Bernabeu'da Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kaldıran ve babasından 45 yıl sonra en büyük kupayı Inter müzesine getiren Massimo Moratti,18 yıl oturduğu patron koltuğunda transfere -cebinden 700 milyondan fazla- 1 milyar 500 milyon avro harcadı. 16 kupa kazandı ve çıkmaz sokağa girdiğinde kulübün defterleri artık ona "Sat, yoksa batacaksın" dedi. 

"Zenginliğin şu faydası da var: Tutkularını satın alabiliyorsun" diyen Massimo Moratti, en büyük tutkusu Inter'i, ABD'de NBA'de Philadelphia 76's ve futbol liginde D.C United'nın sahibi olan Endonezyalı milyarder Erick Thohir'e sattı. 18 yıl önce baba emaneti Inter'i satın almak istediğinde "Karım bir hafta benimle konuşmadı. Satın aldığımı da televizyonda öğrendi" diyen Massimo Moratti bugünlerde yine karısı Emilia Bossi'den şikayetçi: "Ben bu kadınları hiç anlamıyorum. Satın alırken bir hafta yüzüme bakmadı. Şimdi Inter'i sattım, yine bana küstü." Sigmund Freud de kadınları anlamamıştı, tutkusunu satan adam Massimo Moratti anlamamış çok mu?