10 Ocak 2016

Arda Turan Röportajı

"Beni tanıyan herkes bilir, futbol mantalitem her zaman Barcelona'ydı. Messi mi, Ronaldo mu dediklerinde fikrim hep belliydi. Hep Iniesta'ya hayrandım. Iniesta, Xavi, Busquets… Atletico Madrid'de oynarken bile onların futbolunu övdüğüm, onlara yönelik sözler söylediğim bir sürü röportajım var. PlayStation'da oynarken bile Barcelona'yı alıyordum. Çocukluğum değil de PAF takımdan A takıma geçerken, profesyonel olurken Frank Rijkaard dönemi vardı: Ronaldinho, Eto'o, Giuly… Sonradan Henry geldi, David Villa geldi. Messi kanattan santrfora geçti... Atletico Madrid'de iyi gittikten sonra Barcelona'yı hayal etmiştim. Tabii hayatta hiçbir şey Galatasaray hayaliyle kıyaslanmaz. O bizim çocukluk aşkımızdı, sevdamızdı. O ayrı. Atletico'da çok iyi performans sergilersem Barcelona'ya, biraz daha altında kalırsam Arsenal'e giderim diye düşünüyordum. Atletico'daki misyonum Şampiyonlar Ligi'ni 1 dakikayla kaçırdığımızda tamamlanmıştı. Bir sene daha kulübün sahibi Miguel Angel Gil'le konuşup devam ettik ama harika bir dört sezon geçirdim. Atletico muhteşem bir kulüp. Yaşadıklarım inanılmaz, her düşündüğümde tüylerim diken diken oluyor ama şöyle bir şey var, benim de Atletico'ya kattıklarım ortada. Diego Simeone'nin oyuncuları olarak Atletico Madrid formasını tekrar yukarı taşıdık, önem sahibi yaptık. Orada 10 numarayı bana iyi top oynamam getirdi. İlk gittiğim sene herkes şüpheyle bakıyordu, 12-13 milyon Euro büyük paraydı. Fabregas ve Falcao'dan sonra en maliyetli transferdim o sezon. Bir önceki sezon Galatasaray'da çok az maç oynamıştım, sakatlıklarla boğuşmuştum. O yüzden zordu, insanların fikirleri, bakışları… Sonradan kendimi kanıtladım, ilk sene muhteşemdi, Avrupa Ligi'ni aldık, sonra ben de özellikle sezonun ikinci yarısında iyi oynadım. Hemen her şeyi kazanmıştım. O yüzden Barcelona'da herkes bana saygı gösteriyor. Onlar ne kazandıysa aynılarını kazanmıştım ben de. Onların sahasında şampiyonluk kazandım. Real Madrid'in sahasında Copa Del Rey'i aldık. Allaha şükür, kazandığımız her kupanın arkasında destansı bir hikaye var. Bernabeu'da 50 bin Real Madrid taraftarı önünde Copa Del Rey'i almak ne demek, yıllar sonra… İspanya'da gördüğüm saygıyı hak ettim. Sahada ne kadar işimi yaparsam burada bu kadar saygı görüyorum. Ben Messi'nin takım arkadaşı böyle oldum. Çalışarak, tırnaklarımla kazıya kazıya... Her gün başka bir mücadele verdim. İlki inancım ve futbol sonra aile sonra sevdiklerim. Simeone ilk geldiğinde beni kulübeye oturttu, pozisyon almayı bilmiyorum diye.Hep sıfırdan başladım... Galatasaray'da Rijkaard geldi, ilk maç kulübedeydim. Skibbe geldi, kulübedeydim. Feldkamp geldi, kulübedeydim. Hep çalışmak zorundaydım. Euro 2008'de kulübedeydim ilk Portekiz maçında. Arda hep inandı, çalıştı, kazandı. Messi'ye her zaman çok saygı duydum. Benim için tarihin en iyi oyuncusu. Iniesta'ya, Xavi'ye, Pique'ye. Onlara karşı oynarken en iyisini oynadım ama. İnanç, savaş sonuna kadar. Eğer ben burada Barcelona'da başarırsam futbol tarihinde Türk çocukları için bir sürü hayal olacak. Bugüne kadar yapabildiklerim çocuklar için hayal değil mi? Ben sadece futbolculara örnek değilim ki... Benim hikayem herkese örnek olabilir. 
Yırtık tendonla oynadım!
Milli Takım için yaptıklarım çok saygıyı hak ediyor aslında. Hiç kimse göstermese bile annem ve babam bu konuda bana saygı gösteriyor, benim kıymetini biliyorlar. Hele son yaptıklarım… Letonya maçında yırtık tendonla oynadım. Kimsenin haberi yok, tendonum yüzde 70 yırtıktı. Acıbadem'de Mesut abi tedavi etti. Aslında yaptığım bir serzeniş değil, daha çok bir eleştiri… Şundan dolayı: Skorla ölçüyorlar yaptıklarımı. Benim yaptıklarım skorla ölçülmemeli. Tıpkı performansımın asist rakamlarıyla vs. ölçülemeyeceği gibi. 
Alves bana 'Patron' diyor
Barcelona'yı seçip diğer kulüpleri reddederken hiç çekincem olmadı. Şuna inandım, ben burada yedek olmayacağım. Rotasyon oyuncusu, takım oyuncusu olacağım. Benim mevkimdeki oyuncular kadar maç oynayacağım. Ben 30 maç oynarım, öteki de 30 maç oynar. Daha fazla koşabilirim. Zaten Şampiyonlar Ligi kazanmış bir takıma gelmişim. Burada farklılık yaratmaktan çok uyum sağlamaya çalışacağım. Hoca ve takım arkadaşlarım çok iyi yaklaşıyor, onlara çok teşekkür ediyorum. Iniesta'yı çok seviyorum. Busquets'in yakınlığı, Pique'nin her şeye yakın olma çabası, Dani Alves'in bana hissettirdiği o saygı. Bir defa şaka yaparken bile 'Boss' (Patron) diyor bana, patron. Düşünsenize Atletico'dan gelmişsin, sana "Patron" diyor adam. Sevgisi ve saygısı var. Herkesin farklı karakteri var. Andres Iniesta o sahada gördüğün adam. Iniesta'yı görünce insan saygı göstermek istiyor, ki o benim idolüm. Aramızda 3 yaş olması bir şey değiştirmez, benim futbolcu olarak idolüm o. 
G.Saray'ın 87 jenerasyonu nerede?
Uluslararası bir futbolcu olarak artık yardım alıyorum. Evde iki tane asistanım var. Birçok değerli isimden de sürekli fikir alıyorum... 
Benim en büyük merakım şu: Galatasaray 1987 jenerasyonuna ne oldu? 40 maç yenilmeyen, Fabregas'ları yenen, çoğunluğunu G.Saray'ın oluşturduğu o milli takıma ne oldu? 
İstediğin kadar paran olsun. Bir kültürün, saygınlığın olacak. Değerlerin uğruna skorlardan, kupalardan vazgeçeceksin. 1 sene, 2 sene, 3 sene… Sonra bak bakalım ne oluyor! 
Benim rolümde Iniesta'nin dışında, Rakitic oynuyor. Hazard benden daha hızlı ama o da benzer oynuyor. Verratti yetenekli ama onun oyun stili başka. 
Barcelona'da antrenör Carlos var, 30 senedir kulüpte. Atletico Madrid'in malzemecisi 35 senedir çalışıyor. Bir başkası 40 senedir. Kulüp dediğin işte böyle olur.
Evi, stadyuma 10 dakikada
Madrid'de şehirden uzak La Finca bölgesinde 4 yıl oturan Arda Turan, Barselona'nın da sessiz, gözlerden uzak nezih bir semtinde yaşamayı tercih etti. İki evin tek farkı Barselona'daki villada futbol sahası olmaması...
Hırvatlara karşı yıkıldım
Benim de başarısızlıklarım var, mesela Milli Takım'ın 3 turnuvaya gidememesinde sorumluluğum var. Aslında bireysel performanslarım inanılmaz, kariyerimdeki en iyi maçları hep Milli Takım'da oynamışımdır ama takımı başarıya götüremezsen sorumluluğu almak zorundasın. Hırvatistan, play-off maçında sarı kart görüp cezalı duruma düştüm ya, "Takımı yalnız bıraktı" diyorlardı. Orada mesele şuydu; Hiddink dönemi boyunca o kadar çok çalıştım ki, o kadar çok istedim ki… Uyardım, takım arkadaşlarımla paylaştım ama o kadar hata yaptık ve ümidimiz kalmamıştı 3-0 sonrası. Senin umudun var mıydı? Ben dürüst adamım, yoktu. O emeğimin öyle gitmesine çok üzülmüştüm.
Madalyalar > istatistikler
Benimle ilgili İspanya'da da en çok dile getirilen eleştiri gol sayımın azlığı… Atletico Madrid'de de "Daha fazla gol atmalı" diyorlardı. İstatistiklere bakarsan iyi bir oyuncu gibi bile görünmeyebilirim, evdeki madalyalara göre hiç de öyle değil. Bir sürü altın madalyam var! (gülüyor) Atletico'nun müzesinde terimin olduğu kupalar var. Ayrıca ben atılması gereken yerlerde hep attım golleri. Real Madrid'e deplasmanda attım, Porto'ya attım, Milan'a, Chelsea'ye… Bence takımı yönlendirmek, oyunu yönetmek daha önemli. Benim oynadığım stilde oynamak çok zevkli.

TFF Başkanlığını istiyorum
Futbol sonrası federasyon başkanı olmak istiyorum. Teknik direktörlük de olabilir ama benim hocalığım Türkiye'de zor. Ben futbolculuğumdaki gibi teknik direktör olacağım. Haksızlık karşısında kavga eden… İnandıkları için yaşayan. Biraz Simeone, biraz Fatih Terim, biraz Luis Enrique, biraz Hagi, biraz Hiddink, biraz Rijkaard. Hepsinden bir şeyler öğreniyorum. Sadece hafızamda değil, çok not aldım. Fakat isimlerle değil, fikirlerine inandığım insanlarla devam edeceğim. Mesela bizim Mert Çetin'i yanıma alacağım. Onu, zekasını kullanacağım. Bir gün bir yerlerde bir şey olursam yöneticiler sadece tebrik etmek için, başarı dilemek için gelebilir. Yönetici holding yönetsin, inşaat yapsın. Kulübün maddi işini yapsın. Sportif tarafı işi bilene bıraksın. Yönetici teknik direktörden, spor akademisi bitirmiş adamdan nasıl anlar? Biz şimdi kuma, tuğlaya karışsak bozulmaz mı adam? Bunu değiştirmeli Türkiye… 
Benim ruhumda kaybetmek yok
Benim ruhumda kaybetmek yok. Lus Enrique'ye bak, o da futbolcuyken böyleymiş. Luis Enrique hep dişlerini sıkan, savaşan bir oyuncuymuş. Bana bir dışarıda bak, bir de içeride. Bu benim tarzım. Barcelona'da olmak çok özel bir duygu, bu anlatılmayacak bir duygu. Ben bu hayali kendim için yaşamalıydım, ailem için, sevdiklerim için yaşamalıydım. Ülkem ve ülkemdeki çocuklar için de yaşamalıydım. İnan bana… Geçen gün bir mesaj gördüm. "Arda abi, senin kitabını okudum ve bazı kararlar aldım. Her şey benim için çok iyi gidiyor" diyor. Benim Marcel Desailly'nin kitabını okuduğum gibi o da benim kitabımı okuyor. Benim için Desailly'nin 'Kaptan' kitabıdır rehber. İlk başta sıkılıyorsun ama sonra dedim ki, Desailly benim dertleri çekiyor, Mülayim'le Cafer benden önde gidiyor. Daha çok A takıma çıkıyorlar. Deschamps'ı alıyor ya önce, Desailly'yi almıyor. Geliyorsun, aynı şey. Milan'da beyefendiler masası var, Barcelona'da aynı şey. Geliyoruz, ilk Atletico Madrid'e gidişimi, onun Marsilya'ya gidişi gibi düşün. Benzer hikaye. Milli Takım kaptanlığı… Çok şey kattı bana o kitap. Diego Simeone'nin idmanları hayatımdaki en ağır çalışmalardı. Ersun Yanal da ağır çalıştırırdı ama. Bu hocadan hocaya değişir. Ersun hoca Simeone gibi çalıştırırdı, Fatih Terim de Luis Enrique gibi çalıştırıyor. Tarzlar değişik olabilir, farklı antrenman teknikleri ama şunu söyleyebilirim, Türkiye'den az ya da çok diye bir şey yok... Türkiye'de de çok iyi idmanlar var. Bu oyuncunun kalitesiyle alakalı.Antrenör sana 20 dakika 5'e 2 oynatıyor, ortada sıçan. Bunu sen istekli, tempolu, top kaptırmamak için ciddi oynarsan koordinasyonuna, çabukluğuna, oyun görüşüne, her şeyine faydası var. Aynı idmanla 20 dakika laylaylom yapıp streching'e de geçebilirsin. Bu oyuncunun karakteriyle, yapısıyla alakalı… Hayatta benim kadar eğlencelisi yoktur, bilirsin, çok şen şakrağımdır. Komiğimdir, yeri geldiğinde sert, giderli de olurum ama antrenman, maç… Herkes bilir, ne tavlada kaybetmeyi severim ne PlayStation'da kaybetmeyi severim ne de antrenmanda maç kaybetmeyi... İdmanda tekme de atarım yani. Bazısı aman sakatlanmayayım der. Futbolcu ya maçta sakatlanır ya da antrenmanda… 
Oyunu Simeone öğretti 
Hocanın değişmesi takımın kaderini etkiledi bence. İyi oyunculardan kurulu bir takımdık. İvmemiz yükseliyordu ama defans konusunda sıkıntılarımız vardı. O arada dünyanın en iyi defans yaptıran hocalarından biri geldi: Diego Simeone. Oynamamız gereken oyunu öğretti bize, haddimizi öğretti. Çok çalışmak lazımdı ama çok. Koke, ben, Raul Garcia ve kenardaki oyuncuların bu sistemdeki görevi çok zordu.
Barcelona'yı benden gizledi!
Barcelona gerçekten sürpriz oldu. Ahmet Ağabey (Bulut) beni bilir, ben dostlarıma yalan söylemem. Dostlarıma yalan söylemek zorunda bırakmamak için Barcelona'ya transferimi bana söylememiştir. Fatih hocayı gördüğümde ne diyebilirdim? Saffet Ulusoy'a, Serdar Özkan'a ne diyebilirdim? Sen sorduğunda ne diyebilirdim? Evde otururken, annem babam, ben... Ahmet Ağabey aradı. "Beni dünyanın en iyi kulüplerinden biri istiyormuş, ona götürecekmiş" dedim. Annem ağlamaya başladı. Annemin hissiyatından bu işin olacağını anladım. Annem çünkü Atletico'dan ayrılmamı hiç istemiyordu. Ailem örf, adet ve geleneklere düşkündür. Altyapıdayken Galatasaray ile herkes pazarlık yaptı, babam ise 3 dakika konuştu. 30 saniyesi imza, 2.5 dakikası nasılsın iyi misin faslıydı. Sonra Atletico'ya imza… Babam hep der: "Ekmek yediğin yere saygı göster." Atletico için de iyi bir opsiyondu. Bir gün menajerim Ahmet Bulut iftara geldiğinde kağıt düştü yere, ben armayı gördüm. Dedim bu ne, o da böyle böyle dedi. Teklif dedi.Çok arzulular dedi. Sonra İbiza'ya, kulübün sanibi Miguel Angel'i görmeye gittim. Orada konuştuk. Madrid'e geldim, gizli sağlık kontrolü, sonra da Barcelona'ya imza... 
Fatih Hoca bana çok şey kattı. 
Hocaya cezalı olduğum Hollanda maçı öncesinde, "Hollanda'ya kaybetmeyin, gerisini bana bırakın" demiştim. Allah büyük, Fransa'dayız.
Mucize deniyor ama biz çok çalıştık o mucize için. Bir sene önce 1 puanımız vardı, bittiğinde 18 puan. Hak ettik. Şimdi de aslan gibi, çatır çatır oynayacağız.
EURO 2016 benim için çok önemliydi. Milli takımlarda bireysel performansım hep iyiydi ama 3 turnuvaya gidememenin sorumluluğunu hep hissettim. Fatih Hoca'ya cezalı olduğum Hollanda maçı öncesinde, "Hollanda'ya kaybetmeyin, gerisini bana bırakın" demiştim. Allah büyük. Hoca belki de tarihte hiçbir oyuncusuna inanmadığı kadar inanmıştır bana. Allah'ı var, Fatih Terim'in futbol hayatımın, mantalitemin gelişmesine çok yardımı oldu. Çok zeki bir defa, futbolu çok iyi biliyor. Mucize deniyor ama biz çok çalıştık o mucize için. 1 sene önce 1 puanımız vardı, bittiğinde 18 puan. Sence hak etmedik mi? Son akşam İspanya, Ukrayna'ya yenilmez mi, yenilmez. Kazakistan yener miydi, yenebilirdi. Valla ben İzlanda'yı yenemeyeceğimizden korkuyordum esas! Hocanın lafı vardır, hedef turnuvalara gideceğiz, korkmadan oynayacağız. Biz de şimdi aslan gibi, çatır çatır oynayacağız. Olursa olur.
İÇİMDEKİ TEK UKDE ŞAMPİYONLAR LİGİ
Hayatımdaki tek ukde Şampiyonlar Ligi. Onu da inşallah burada kapatacağız. Atletico Madrid'de bunu yaşamama 1 dakika 20 saniye vardı. Unutmuyorum. Aslında ben dönüş treninde anlamıştım finalde oynayamayacağımı. Simeone yanıma gelip "Oynayabilirsin, merak etme" demişti. O kadar çok denedim ki oynamayı. Son saniyelere kadar… İğneler, tedaviler ama olmadı.
OKAN'IN OSCAR ALMASINA GEREK YOK
Annesine babasına hayırlı olmayan evlattan hiçbir şey olmaz. Ailem o kadar iyi niyetli ki ne kadar kazanıyorsun, ne kadar primin var demediler bir kere. Babam mahalledeki çocuklar kötü alışkanlıklara düşmesinler diye Altıntepsi'nin başında. Kardeşim Okan, atv'deki Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'da oynuyor. İzliyorum, gurur duyuyorum. Bunu twit atınca 'Torpil' diyorlar. Ben onun oyunculuğundan yazmıyorum ki onu, adam 95 kilodan 80'e inmiş. Sabah akşam çalışıyor, erkenden kalkıyor. Kardeşim aslan gibidir. Çalışıyor, annesine bir şey getiriyor. Saygılıdır. Yoksa gidip bana Hollywood'da Oscar mı alacak? Bayrampaşa'ya az gidebiliyorum. Kendimi en çok arkadaşlarımla rahat hissederim.
MESSİ, ALLAH'IN BİR MUCİZESİ
Top ayağıma gelirken 3 pas alternatifini görüyorum Barcelona'da. Burada herkes öyle, belki bir tek Messi 10'dur! Ben Leo gibi bir şey görmedim. Allah'ın bir mucizesi… O bir şey yapınca hoşuma gidiyor. Kıskançlık değil ama, o bacak arası atınca mutlu oluyorum mesela. Luis Enrique'nin beni Barcelona'ya isteme sebebi az top kaybetmem, kazanma hırsım ve mücadelem… Beni bu yüzden istediğini söyledi. Onun beni neden istediğini inşallah sahada herkese göstereceğim. Bugünlerde Ahmet Ümit'in Elveda Gönlüm'ünü okuyorum. Ayrıca Allah kabul ederse her gün Kur'an okuyorum. Anlayarak okumaya çalışıyorum, mealiyle. Ruhumu dinlendiriyor. Ego, şöhret çok yüksek olunca inançlı olmalıyım ki kendimi frenleyebileyim. Yoksa dünyevi şeylerde kaybolup gitmemek imkansız. Tokyo'ya gidiyorsun, adamda Arda forması var. Japonya'da rahat yürüyebilmek için şapka takıyorum. İşte bu Arda senin çocukken tanıdığın Arda...Ben hep aynı Arda olduğuma inanıyorum.
EMRE ÇOLAK'A KIZGINIM

Ben Emre Çolak'a araba aldım. Neden aldım peki? Dinlensin, uyusun, öyle gitsin diye. Ona çok kızıyorum. Şundan dolayı; çok iyi futbolcu. Bütün hocalarım bana şunu anlattı: Sahayı üçe böl, ilk iki bölgede basit oyna, üçüncü bölgede ne yeteneğin varsa göster... Beni orta sahada çalım atarken hatırlıyor musun? Çolak bir kalıbın içinde kalıyor. Büyük, önemli bir oyuncu olabilirdi Galatasaray'da.Yine olabilir, şansı var. Doğru zamanda basit oynayacak. 
(5 Ocak 2016 /Barselona) 


Postere Bakar
Hayal Kurardık


Çocuk yaşta hepimizin büyüklerimizden duyduğu sorudur: "Büyüyünce ne olacaksın?" Kimi doktor, kimi avukat der, kimi de ünlü bir müzisyen, futbolcu, basketbolcu olmak ister. Ne olmak istiyorsan, yeni yetmeliğinde aklına, kalbine düşen bir idolündür vardır. Yazarsa kitapları başucunda durur, gazeteci olmak istiyorsa köşe yazılarını biriktirir, futbolcu olmak istiyorsa kahramanının posterini yatağının baş köşesine asar. Akşam yastığa kafanı koyduğunda idolün gibi çalım atar, sıfıra inip orta keser ve hatta abartıp kendi ortaya uçarak kafa atarsın. Çocukken kimsenin şutu auta gitmez, hiçbir çocuk kapattığı köşeden gol yemez, hiç yedek beklemez. Sonra hayatın yokuşlu yılları başlar, hayallerini gerçekleştirmek için çok çalışanlar, vazgeçmeyenler kendilerinden sonra gelen kuşakların duvarlarına poster olurlar. Arda Turan gibi.. Hafta içinde ilk kez Barcelona forması giyen Arda'nın da bir idolü vardı. Bugün Barcelona orta sahasında beraber forma giydiği Andreas Iniesta. Atletico Madrid gibi bir takımda 10 numaralı formayı giyip, ilah olmuş, Iniesta'nın evi Camp Nou'da şampiyonluk kupasını kaldırmış Arda, "İdolüm Iniesta" derken de tevazu dolu duruşundan bir adım geri atmıyor. Iniesta da takım arkadaşının idolü olduğunun farkında. Futbol dünyasının kronolijisi böyle yürüyor. Her büyük yıldızın bir idolü var ve aralarında bazıları gün geliyor o idolü kariyeriyle soluyor. Lionel Messi gibi. Messi'nin idolü Pablo Aimar. Arjantin'de Maradona'dan sonra "Yeni Maradona" diye lanse edilen onca isimden biri ama Valencia formasıyla yaptıklarıyla da İspanya'da star olmuş bir isim Aimar. Messi hep onun gibi oynamak istemiş, Aimar, River Plate formasıyla fırtına gibi eserken de Messi onun maçlarını kaçırmıyormuş. Zlatan İbrahimoviç gibi egosu yüksek ve kimsenin kendisinden iyi olmadığına inanan bir star bile idolü açıklamaktan çekinmiyor. İsveçli santrforun idolü Brezilya'lı efsane golcü Ronaldo. İkisi de kariyerlerinde Inter, Milan, Barcelona forması giydiler. Zlatan İbrahimoviç'in genç yaşta odasında çekilmiş bir fotoğrafında duvardaki Ronaldo posteri her şeyi anlatıyor aslında. Arda'nın idolü Iniesta. Peki İniesta'nınki kim? Elbette ki Pep Guardiola. Iniesta, Barcelona alt yapısı La Masia'da A takımın hayalini kurarken, izlediği ve hayran olduğu isim ön Guardiola. İkili aynı forma altında büyük başarılar imza attılar ve Iniesta da gelecekteki teknik adamlık kariyeri için Guardiola'dan çok şey öğrendi. Real Madrid'in yeni teknik direktörü Zinedine Zidane'ın idolü Enzo Francescoli. Bu öyle bir hayranlık ki Zidane'ın 4 oğlundan birinin adı Enzo. Zidane, Fransa'da kendisinden sonra gelen jenerasyonun kahramanı ama bir Belçikalı genç var ki çocukluğu Zidane'a imrenerek geçmiş. O gencin adı Eden Hazard. 20'li yaşların başında Atletico Madrid kaptanı olan Fernando Torres'in idolü ise kulübün eski golcüsü Kiko. "Hep Kiko gibi olmak istedim" diyen Torres'in kariyeriyle Kiko'yu solladığı da bir futbol gerçeği. Dokuz dakikada 5 gol atan bir golcünün idolü kim olabilir ki? Ondan daha iyi bir olmalı. Evet, Lewandowski'nin idolü Arsenal ve Barcelona formasıyla şık ağabey sıfatını hak eden goller atan Thierry Henry. Kayınpederi Maradona olan Sergio Agüero, bir 10 numarayı idol olarak görmemiş çünkü o bir golcü. Tam da onun fiziğinde bir adam Arjantinli santrforun kahramanı olmuş. Agüero bugün Manchester City forması giyiyor ama "Liverpool taraftarıydım ve Michael Owen gibi golcü olmak istiyordum" derken sözünü sakınmıyor. Real Madrid'in efsane santrforu Raul onu Real Madrid'de A Takım'a çıkartan zamanın teknik direktörü Jorge Valdano'nın adını ilk çocuğuna, Meksikalı golcü Hugo Sanchez'in adını da ikinci oğluna vermişti.