25 Haziran 2010

Rijkaard vs. Schuster

Üç yıl önce El Clasico’yu izlerken biri, “3 vakite kadar bu iki teknik adam İstanbul’un iki büyüğünün başında sahaya çıkacak” dese, muhtemelen çayları tazelemesini söylerdim. Oluyormuş. Oldu. Madem oldu, bakalım geçmişe o zaman. Schuster ve Rijkaard arasında El Clasico öncesinde rekabet ayaklarında makosen değil; krampon olduğu yıllara dayanıyor.1988-89 sezonunda Milan, Real Madrid’i 5-0 ile hezimete uğrattığında bir gol atan Rijkaard’ın karşısında Schuster vardı. Ertesi sezon Milan yine karşısında Real Madrid’i bulmuştu. Rijkaard yine gol atmış, Schuster sakatlığı yüzünden oynayamamıştı.
Almanya-Hollanda rekabetini de katarsak iyice renkleniyor bu ikilinin düelloları... Schuster, 50; Frank Rijkaard 47 yaşında. Futbolculuklarında birini tercih etmek istesem ben Schuster’i tercih ederim. İkisi de teknik adamlıklarında savunma futbolundan uzak durdular. Çalıştırdıkları takımların futbolunu seyretmek her zaman keyif verdi. İkisi de 2004 yılından beri Barcelona kulübü üyesi... Bu üyelik Rijkaard’ın değil ama Schuster’in canını sıktı Real Madrid’e teknik direktör olduğunda.
İspanya’da teknik adam olarak rekabetleri Rijkaard’ın Barcelona’daki 2. sezonunda başladı. Schuster, Levante’nin başındaydı. Levante deplasmanda 1-1’den sonra Rijkaard, Camp Nou’da 2-1 kazandı. Ertesi sezon Schuster, Getafe’nin başına geçti ve ufak kulübü uçurmaya başladı. Barça’nın Rijkaard ile en iyi sezonuydu. İki maçı da 3-1 Rijkaard kazandı. Ertesi sezon lig maçlarında Schuster’in yine yüzü gülmedi. Kadro kaliteleri arasında elbette uçurum vardı. Deplasmanda bir puan alan Rijkaard, evinde tek golle kazandı. Rijkaard’ın Barça kariyerine ilk darbeyi de o sezon vurdu Schuster. Kral Kupası’nda ilk maçı 5-2 kazanan Barcelona, Getafe deplasmanında sürklase oldu. 4-0 kaybedilen maçın ardından Katalan medyası “Utanç” manşetlerini attı ve Rijkaard’ı fena hırpaladı. Barça’yı dörtleyen Schuster, ertesi sezon "sıkıcı futbol oynatan" Capello’nun yerine göreve geldi ve ikili için rekabet demek artık El Clasico demekti.
Bomba; Camp Nou’da patladı ve Schuster, 1-0 kazandı. Real Madrid, rövanşı Santiago Bernabeu’da 4-1kazanırken; Schuster, aynı sezonda iki El Clasico’yu alarak, şampiyonluk kadar önemli bir işe imza attı. Bu, Rijkaard için yolu sonu demekti. Barça’dan ayrıldı ve bir yıl takım çalıştırmayacağını açıkladı. El Clasico, Schuster’in de kaderini çizdi. Bir yıl önce kazandığı Camp Nou’da “Kazanmamız imkansız” deyince, Real Madrid yönetimi yapmasını gerekeni yaptı ve Alman teknik adama kapıyı gösterdi. Şimdi kaldıkları yerden devam edecekler İstanbul’da… İstatistiklerde Rijkaard, 5-3 üstün ama derbilerde yıkıp geçen ve yaralayan Bernd Schuster...

Lippi'nin Dilemması

Elbette ki kimse Fransa ve İtalya’nın gruplarında sonuncu olmalarını beklemiyordu ama iki ülkenin de son iki yıllık performansının ardından Dünya Kupası’nda gruptan çıkamamaları öyle aman aman bir sürpriz değil. Başarısızlığın hatta bağıra bağıra geldiğini söylemek lazım. Meselemiz İtalya, oradan devam edeyim.2006’da Berlin’de kaldırılan kupanın ardından Lippi’nin görevi teslim ettiği Donadoni ile koskoca 2 yıl kaybetti İtalyanlar. Basiretsiz bir teknik adamdı Donadoni. 2008’de yaşanan hayal kırıklığı kadar kadrodaki dönüşümü de sağlayamaması yerlerinde saymalarını sağladı. Böyle panik anlarında en güvendiğin adamı çağırırsın. Lippi de böyle geldi tekrar o koltuğa. Futbol tarihi, başarıyı kazandığı koltuğa gerip dönüp, sıfır çeken teknik adamlarla dolu. Lippi, 2006 kadrosundan 14 adamı evde bıraktı, bunlardan biri de Berlin’de son penaltıyı atan Fabio Grosso idi. Onu bile aradılar Güney Afrika’da.Inter’in Şampiyonlar Ligi’ni onbirinde İtalyan olmadan kazandığı bir sezonu geride bırakmıştık. Lippi’nin kadrosu en yakın olduğu kulüp Juventus ağırlıklıydı. 40 yılın en kötü Juventus’u.2006’ın en iyi adamı Cannavaro ve Chiellini bu sezon yol geçen hanına çevirmişti Yaşlı Kadın’ın defansını. Buffon da eski Buffon değildi. Sıradan forvet Iaquinta (Pazzini&Cassano gibi bir ikili bulmuşken), olmamış Marchisio. Yolun sonuna gelmiş Camoranesi, Milan’da bu sezon yatan Gattuso ve artık iki kanatta da oynayamayan Zambrotta.Elenmenin faturasını kendine çıkartan ve “Takımı iyi hazırlayamadım” diyen Lippi’yi yakan vefadır. 2006’ın has adamlarına duyduğu vefa. Ne onlarla oldu, ne onlarsız! Lippi'nin dilemması budur. Hepsi kariyerlerinin son Dünya Kupası’nın oynayacak bu adamlar ve o bu, şu sebeplerle evde kalan yıldızlar İtalya’nın sonunu hazırladı..1974’ten beri gruptan çıkmamazlık etmeyen, finaller tarihinde çok ama çok zor iki farklı mağlup duruma düşen İtalyanlar şeker gibi kura çektik dedikleri grupta sonuncu oldular. Hesapları basitti. 3’te 3 yap. Yapamıyorsan Paraguay ile berabere kal, 7 puanla gruptan lider çık. İşte bu yüzden La Gazzetta kalkıp, İsviçre’ye mağlup olan İspanya ile kafa buldu. Lakin sahadaki gerçekler acıttı. Buffon’un da dediği gibi “İtalya buydu ve Yeni Zelanda-Slovakya’yı yenemiyorsa, eve dönüş biletinin kesilmesi normaldi.”2006’nın kafa adamı Pirlo, 2008’de yokları oynarken İtalya da yoktu. Burada da belirleyici oldu. O olmadığında İtalya dokuz doğurdu. Buffon sakatlandı, Lippi, De Sanctis yerine Marchetti’yi tercih etti. O da neyi kurtardı ki? Totti ve Balotelli’nin evde bırakılması elbette ki tartışmalı bir karar ama bu iki adamdan birinin diğerine tekmeyle daldığını unutmamak lazım. Bence Totti’nin ipi orada kesildi. Balotelli de arıza olduğu için kadroya alınmadı.
“İtalya neden grupta sonuncu oldu?” sorusuna cevap, yine bir soru olmalı!
"Juventus bu sezon Serie A’da kaçıncı oldu?"

4 Yıl Önce 4 Yıl Sonra

4 yıl önce alttaki manşetle çıkmıştı La Gazzetta dello Sport, Her şey gerçek! Dünya Şampiyonu. 4 yıl sonra kafiyeyi yakalamışlar (!) Tutto Nero. "Her şey karanlık" diyelim buna da. İtalya'ya ne oldu? başlıklı bir yazı yazasım var...

24 Haziran 2010

Arrivederci İtalia (!)

İlk ateşi İtalyanlar etti. İspanya'nın İsviçre'ye kaybettiği maçın ertesi günü La Gazzetta dello Sport bu manşetle çıktı: "Çok Teşekkürler İsviçre" Fırsat bulup bloga yazamamıştım; yeteri kadar tahrik ediciydi. Spotuna bakalım. Neden teşekkür etmiş İtalyanlar. İsviçre, İspanya'yı yenince; İtalyanlar çeyrek finalde onlarla karşılaşmaktan kurtalabilirmiş (!). Bu arada sanki İtalya gruptan çıkmayı garantilemiş! O tarihte Paraguay maçını oynamış ve 1-1 berabere kalmışlardı. Yaralı İspanyollar, bu manşete çok kızdılar, eleştirdiler. Marca ve La Gazzetta çok konuda ortak içerik üreten birbirine yakın gazetelerdir. Buna rağmen bu manşetin atılması Madrid'e ağır geldi. Sonra Honduras maçıyla kendi dertlerine düştüler. Ve....İtalya, 1950'ye geldiğinde de son şampiyondu. Gruptan çıkamamıştı. 60 yıl sonra tekrar ettiler. 36 yıl sonra gruptan çıkamadılar. 4 yıl önce kupayı kaldıran Lippi, şimdi kılıçtan geçiriliyor. İspanyolların intikamı da acı oldu bu arada... Kendilerine İspanyolca manşet atan İtalyanları iadeyi elbette İtalyanca ile yaptılar. "Arrivederci İtalia". "Güle Güle İtalya" ile evlerine uğurladılar İtalyanları...

Aragones-Del Bosque ve Toshack

Çok değil 3 yıl önce El Clasico'nun taraflarının başında sahaya çıkan iki teknik adam bu sezon birbirilerine rakip olacak ligimizde. Rijkaard, Schuster'e karşı başka bir hikaye olsun, Beşiktaş'ı çalıştırmış iki Real Madrid teknik direktörü ve Fenerbahçe'den yolu geçmiş bir İspanyolun, Aragones'in kapıştığı hikayeye bir bakalım. Aragones, Dünya Kupası'nda tv yorumculuğu yapıyor. İsviçre maçının ardından da Del Bosque'yi ağır eleştirdi. Benim takımıma benzemiyor diyen Aragones, Del Bosque, Honduras maçı öncesindeki basın toplantısında cevap vermemeyi tercih etti. Aragones'in İspanya'yı Euro 2008'e getirirken çektikleri çileyi hatırlarsınız. Madrid medyası, kupa vizesi gelene dek Aragones'i yerin dibine batırıyordu. Raul milli takıma alınmalı kozuyla Aragones'in devamlı üzerine oynadılar. Finaller başlayana kadar. İspanya, medya ve halkıyla harika bir sinerji yarattı ve kupaya da uzandı. Aragones'in olası bir başarısızlıkta ülkede iş bulamayacağı fikriyle Fenerbahçe'nin teklifine kupa öncesinde evet demesi de o günlerin hikayesiydi. Aragones, Fenerbahçe'de tutunamadı ve ülkesine döndüğünde Sevilla ile yaptığı bir görüşme dışında taliplisi çıkmadı. Ondan bayrağı teslim alan Del Bosque ise tulum çıkartıp milli takımı Güney Afrika'ya taşıdı. Aragones'in Atletico Madrid kökenli olması nedeniyle, Madrid'in iki gazetesi tarafından kurşuna dizilmiş olması şaşırtıcı değil. Del Bosque için her zaman pozitif oldular. Bu kupa başladığında ilk kurşunu sıkan Aragones oldu. Ardından Beşiktaş'ı Del Bosque'den önce çalıştırmış eski bir Real Madrid teknik direktörü devreye girdi: John Benjamin Toshack. Bilirsiniz sözünü sakınmayan bir adamdır. Del Bosque'yi delik deşik etti. Ne dedi peki Toshack: "Aragones ile Del Bosque'yi karşılaştırmam bile. Aragones, İspanya'yı gezdi, birçok kulüpte çalıştı. Del Bosque ise Madrid'den dışarıya burnunu bir kez çıkardı. Beşiktaş'taki dönemi utanç vericiydi. Ben o kulübü iyi tanırım. 2 yıl çalıştım. Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biridir. Orada 2 kupa kazandım. Del Bosque ne yaptı? Beni 2. kez Real Madrid'e çağırdıklarında takım dağılmıştı. Yıldızların hepsi sorunluydu. O takımı ben toparladım, Del Bosque de benden huzur bulmuş takımı teslim aldı ve o sayede Şampiyonlar Ligi'ni kazandı". Galli teknik adamın bu saldırısına Del Bosque'den bir cevap gelmedi. Muhtemelen de Şili maçından önce ya da sonra da konuşmayacak.

23 Haziran 2010

Burcu Terletiyor

Futbol bilginizi test etmek isterseniz buyurun. 10 soru var. İki soru arasında da Burcu Esmersoy'un yorumları. Çok kolay sorular da var, fil hafızası gerektiren de...

22 Haziran 2010

Kaptan

Okumayan kalmasın ama öncelikle yarın evlerine dönecek olan Fransa Milli Takımı futbolcuları okusun. Marcel Desailly kimmiş, kaptan nasıl olurmuş, öğrensinler. Bilmediklerinden değil, unuttuklarından...
Fransa; futbolun bir kez daha kağıt üzerinde kazanılmadığını gösterdi. Kaliteli kadro, tecrübeli yıldızlar... Hepsi yalan. Soyunma odanda huzur; sahaya çıkarken başında bir lider yoksa kaybedersin. 2002'den tek farkı; bu kez bir gol atıp eve dönüyor olmaları (!) Yarından itibaren L'Equipe'ten rezaletin perde arkasını aktarmaya çalışacağım..

Audi Langırt

Audi'nin dizayn ekibi yapmış. "20 tane var" diyorlar. Elinizi çabuk tutun. Fiyatı 12. 900 Euro. Bu blogda da ancak bu vesileyle bir otomobil markasının ismi geçer işte.

Marc Janko Twente'de

Fenerbahçe için Lisandro Lopez'in ismini bile yazdılar. Bu adama geçen sezon Fransızlar 24 milyon Euro ödemişlerdi. Bir başka haber de İtalya'dan. Fenerbahçe'nin Huntelaar için 18 milyon Euro teklif ettiğini yazmışlar ki buna inanabilmek mümkün değil! Transferde maşallah fiyatı 15 milyon Euro'nun altında adamın adı geçmiyor. Güzel bir transferden bahsedeyim. Bizimkiler beceremez böylesini. Twente'de ihtiyar N'Kufo yolun sonuna geldi, ABD'ye (Seattle) para kazanmaya gidiyor. Yerine golcü lazım. Red Bull Salzburg'dan Janko'yu aldılar. 108 maçta 75 gol futbolcu için sadece 7 milyon Euro ödediler. Hollanda ligi müsait, bu sezon bir çuval gol atsın Janko, Twente iki yıl içinde 20 milyona paketler Avusturyalıyı.

Elano Inter'e Gider Mi?

İki maç iki gol bir asist. Fildişi maçında attığı golün ardından gösterdiği tekmelikler olması muhtemelen 6 ay sahalardan uzak kalacaktı. Elano, Brezilya Milli Takımı’nda yıllardır oynadığı bölgede yıllardır oynadığı futbolu oynadı ve vitrine çıktı. (Bkz: Rijkaard ve Elano) Galatasaraylılar da asist yapsın, artı bir milyon; gol atsın artı iki milyon hesabıyla ekran başındalar zaten. İtalya’da iki gündür Elano, Inter’e yazılıyor. Mancini’nin 2008’in başında almak istediğinden, geçen sezon da Sneijder transferinin yedeği olduğundan bahsetmişler. Galatasaray’da aldığı rakam için yazdıkları 4.2 milyon Euro bana pek inandırıcı gelmedi. Benim bildiğim 3 milyon Euro aldığı. 4.2 milyon Euro için Inter’in bu sezonki fiyat politikasında “az buz rakam değil” yorumunu da ilginç. Rafa Benitez’in Elano’nun isteyip istemediğini bilmiyorum ama Inter’de Arjantinli çetesi kadar sağlam bir Brezilyalı çetesi var. Cesar, Maicon, Lucio, Güney Afrika’da Elano’ya “Gel beraber oynayalım” demişler midir? Önemli bir ayrıntı İtalyan pasaportu elbette. Elano’nun avantajı da cebinde İtalyan pasaportu olması. Bonservis için yapılan yorum ise 7 milyon Euro’ya alan Galatasaray’ın yine aynı rakama satabileceği. Bir futbolcuyu kaça sattığın kadar, yerine alacağın adama ne ödeyeceğin de önemli. Mehmet Topal'ı 4.2 milyona satan Galatasaray'ın karlı bir alışveriş yapmadığı ortada...

Sara Carbonero

21 Haziran 2010

L'Equipe vs. Les Bleus

Fransa ve İtalya'nın Dünya Kupası performansı kimi şaşırtıyor ki!.. 2006'ın iki finalisti de ayaklarını sağlam basarak gelmediler Güney Afrika'ya. İtalya'yı şimdilik bir kenarda tutalım. Fransız Milli Takımı'nın (Les Bleus) göçerten L'Equipe gazetesi oldu. Sadece gecekondu gibi duruyorlardı, gazete bir üfledi, darmadağın oldular. Bu büyük gazeteciliktir. Soyunma odasında konuşulanların dört duvar dışına çıkması takım ve takıma hizmet eden çalışanlar için nasıl büyük bir utançsa, L'Equipe gazetesi için de o kadar büyük bir gazetecilik başarısı. Şimdi bütün takım L'Equipe muhabirlerinden uzak duruyormuş.
Anelka'nın küfürü sonrasında olayın manşet olması elbette ki kamptan gönderilmesini gerektiriyordu. Domenech'in basiretsizliği böyle bir tepkiyi hak ediyordu açıkçası. Taş olsa çatlar hesabı. Anelka da her zaman lafını esirgemeyen, bu yüzden de kariyeri hep örselenen bir yetenek. Anelka, Londra'ya döndü. Kıyafet kışlık tabii (!) Fransızlar dün antrenmana çıkmadılar ve takım arkadaşlarının kamptan kovulmasını protesto edip resmen greve gittiler. Bu sabah yapılan idmana çıkmışlar. L'Equipe vurmaya devam ediyor. Dün sitelerinde attıkları başlığı çok beğendim: Büyük Sirk. Gerçekten de Fransa kampı sirk gibi. İngilizler bu arada fırsat bu fırsat deyip yeni bir bahis açmışlar. Fransızlar, G.Afrika maçına çıkmazlar 1'e 100 veriyor. Olmaz öyle şey tabii.