28 Aralık 2012

Hayat Güzel mi
Bugün Roma’da?


O eski güzel zamanların derbisi: Roma-Lazio… Via del Corso’dan Flaminio’ya… Ultras Romani’den Irrudicibile’ye... Biraz Gabriele; biraz “Totti’yi çıkarsana, golü atmış Lamela çıkar mı hiç?” hikayesi… Tevere kıyısında dört renk, tek tutku…

Roma’da bir Pazar sabahı… Piero, altmışlarında, taksici. Az önce Via del Corso’dan aldı beni.  “St. Pietro, Vatikan” diyorum. Futbol muhabbeti açmanın en basit yolu elbette ki:  “Hangi takımı tutuyorsun?”  “Roma ama 30 yıl önce bıraktım futbolu” diyor: “82 Dünya Kupası’nı kazandık, sonrası bana tad vermedi. 2001’deki şampiyonluğa sevindim tabii. Eski futbol yok artık.” İhtiyar taksiciler hep böyle. Barselona’daki Katalan ihtiyar da Piero gibiydi: “Franco dönemini özlüyorum, şimdi sokakta içki yasak,restoranda sigara yasak, o eski güzel kadınlar da yok; hayatın tadı kalmadı” demişti. Bizde yakalarsanız böylesini; kravatla çıkılan Beyoğlu’na anlatırlar size, ama onlar da azaldı işte memlekette. Radyoda hararetli bir sohbet var; konu Roma derbisi. “Roma’nın bu defansla işi zor” diyor bir yorumcu, diğeri de “Lazio, Panathinaikos maçı yorgunu, şanslar eşit.” Çok klişesiniz be kardeşim! Piero, “Bol şans ama dikkat et stadın orada” diye sesleniyor arkamdan. “Forza Roma” diyorum, elini kalbine götürüyor. Meydanda bir Japon’a yanaşıyorum, otuzlarında. “Roma derbisi, Lazio-Roma” diyorum en ortak dille. Bir Japon klasiği, dediğimi tekrarlıyor (!) Biri, futboldan soğuyan İtalyan; diğeri futbolla alakası olmayan, Nakata’yı bile tanımayan Japon. Evet, havada derbi kokusu var ama toprağa inmemiş demek ki erken saatte.
Derbiden iki gün önce... Ingazio, 50’lerinde. Pantheon yolu üzerinde Roma Store’dayım. İki katlı mağazanın üst katında bilet satıyorlar derbiye. “Pasaport” diyor Ingazio, Ev sahibi takım Lazio. Roma Curva Sud tribünü kombinelilerle dolu olduğundan, numaralı tribün diyelim biz ona “Monte Mario” tribününden (110 Euro) başka şansımız kalmıyor. Stadın en pahalı bileti, Şeref tribün çevresi 160 Euro.  Bilet isminize yazılı veriliyor. “Köşe tribünlerdeki (Distinti) biletlerden (25 Euro) dün gelseydin bulurdun” diyor Ingazio ve ekliyor: “Pasaportun olmadan stada gitme, sadece bilet yetmez.” İtalyanlar maçta forma giymeyi sevmiyor, çok satılan ürünler, atkı, bayrak bir de belli ki çocuk kreasyonu. Şaka değil, şehirde Lazio Store yok. Açılmasına pek imkan da yok! Ufak tefek mağazaların vitrininde Lazio formasına (80 Euro) rastlarsanız ne ala...

Derbiye üç saat kala... Roma’da yağmur çiseliyor. Şehir merkezinden tramvayla bitmek bilmeyen Flaminio Caddesi üzerinden Olimpiyat Stadı’na gitmek mümkün. Diyelim yürüdük demeyin çünkü maç çıkışında mutlaka yürüyeceksiniz Flaiminio’da, o da bir saat. Tevere nehri kıyısındaki Olimpiyat Stadı’na farklı köprülerden geçerek geliyor iki takım taraftarı. Polis ve jandarma iş başında. Lazio ve Romalılar arasında şimdilik sıfır temas var. Nicolo 30’larında. 10 Euro’ya atkı ve tişörtlerin satıldığı tezgahın yanındaki büfede bizim memlekette bir şehir efsanesi olan klişe mi klişeyi kökünden kazıma zamanı(!) “Siz Romalılar solcu musunuz?” diyorum; hani Lazio’lular sağcı; bu da sağ-sol derbisi ya güya! Gülüyor, en hasından bir küfür sallıyor, “Baksana etrafına” diyor. Sağımız, solumuz, Curva Sud’un müdavimleriyle dolu. “Bizde eskisi gibi gruplar kalmadı ama eskiden sadece ufak grup olan Fedayn’in üyeleri solcudur, Roma Boys, Ultras Roma, Ultras Romani hepsi sağcıdır bu grupların. Bir de bizden sonraki kuşakların pek de politikayla alakası yok ki” diye ekliyor. “Gruplar ne oldu peki?” diyorum. Son 3 yılda çıkan fişleme uygulaması nedeniyle artık biletin yanında kimlik gösterme zorunluluğu var. Polis, jandarma her yerde, her şeyi kayıt altına alıyorlar. Eskisi gibi tribünde grupların pankartlarını göremezsin” diyor Nicolo. Lazio tarafına geçebilmek için polis barikatını aşmak lazım. Derbiye iki saat var ve Curva Sud’ün önündeki meydan doluyor. “Onlarda da Irriducibili kendini fesh etti, ufak mahalle gruplarıyla idare ediyorlar, yine de derbi günü başkadır, eskiler maça gelir ve havamızı buluruz, sıkı maç seçmişsin” dediğinde Nicolo; sağdaki uzak köprünün oradan bir hareketlenme başlıyor: Laziolular! Kalabalık bir grupla koşarak Curva Sud grubunun üzerine doğru geliyorlar. Ses bombaları patlıyor, kısa süreli bir meydan savaşı... Romalılar, Lazioluları püskürttüğünde cephe gerisinde kalan Lazioluların hali yaman demeye kalmadan sirenler ötmeye başlıyor ve canını seven kaçsın koşusu... Üniversite bahçesine doğru sağlam deparlarla uzarken bir anda meydanı jandarma ve polisin zırhlı araçları dolduruyor. Sert çocuklar en önde. Yüzleri kapalı ve molotof kokteyli yağdırıyorlar, şişeler havada uçuşuyor, yağmur sağnağa çeviriyor ve ortalık yarım saatte ancak yatışıyor.  Günün meydan raporu için La Gazzetta dello Sport, biri ağır ikisi hafif üç Romalı’nın yaralandığını yazıyor ertesi gün.
Derbiye bir saat kala... Üniversite bahçesinden Monte Mario tribününe açılan kapıdayım. Önce bilet ve pasaport kontrol.  Sonra bir kontrol noktası daha. Elektronik turnikeler dışında her şey eski... Yürüdüğün aşınmış yol, paslanmış tabela, Tevere’nin neminden yosun tutmuş duvarlar. Giannini, Veron, Batistuta, Crespo olacak sahada deseler inanırsın. Zaman 20 yıl önce durmuş burada.  Monte Mario tribünün büfesinde Andrea ile laflarken fiyatlara bakıyorum. Bizim köfte ekmek gibisi yok, burada da İspanya’da olduğu gibi sandviç, pizza ve hot dog. Bir sandviç, bir içecek 7 Euro. Andrea 40’larında. “Nedir bu Roma’yı paylaşamamanız Lazio’lularla diye başlıyorum. Lazio’lular “Roma bizimdir” der; Romalılar da “Roma tarihtir, Lazio ise coğrafya.” “Şehrin çocukları biziz” diyor Andrea: “Onlar Roma dışından geliyorlar, şehirde bile oturduğumuz mahalleler farklıdır.” Yüzyıllar boyunca sınıf kavgası yapmış; farklı krallıkların hüküm sürdüğü bu topraklarda paylaşılamayan tek şehir Roma olmadığından fazla üstelemiyorum.  “Juventus” dediğimde “Moggi” diye cevap veren ilk İtalyan değil Andrea hayatımda tanıdığım: “Kuzeylilerde para var bizde yürek ama sahada para işliyor. Onlar kaç şampiyonluğu nasıl kazandıklarını iyi bilirler.” Milenyum’da arka arkaya şampiyon olan iki Roma takımının taraftarı da; Milan, Juventus ve Inter’den ölesiye nefret ediyor.
Olimpiyat Stadı tıklım tıklım değil ne yazık ki... Maraton tribünü dersek eğer Tevere’ye; ev sahibi Lazio’lular yarısını boş bırakmış. Yan yana üç pankart güzel Tevere’de: “Babalarımızın, bizim ve çocuklarımızın renkleri” Bir takıma başka türlü sevdalanmanın gereksizliğini ne güzel anlatıyor. İki kale arkası da hıncahınç dolu. Laziolular, üç gün önce Roma’ya deplasmana gelen Panathinaikos’un taraftarına şehirde arka çıkan, Roma’ya “Hoş geldiniz Yunanlılar” pankartıyla sataşıyor. Sonrası aşıkların atışması gibi... Koridorda sıcağı sıcağına pankart yazsalar, bu kadar olur! Roma’dan cevap geliyor: “Arnavutlar, Roma’ya hoş geldiniz.”  İki takım da ısınmaya çıktığında kıyamet kopuyor. Ses bombaları bir İtalya klasiği. Bir de uzun sopalarla sallanan büyük nefis bayraklar. Takım geri de düşse sahada, o bayraklar inmiyor aşağıya tribünde. Bu derbi, tarihi itibariyle özel bir derbi. Gabriele Sandri, Lazio taraftarı, 11 Kasım 2007 tarihinde Arezzo otobanında bir benzincide çıkan olayda polisin hatalı kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Tam beş yıl sonra Gabriele’yi ölüm yıldönümünde anmak için Lazio Başkanı Lotito da iniyor sahaya. Bütün stadyum ayakta. Gianna Nannini’nin nefis şarkısı “Meravigliosa Creatura”* yükseliyor stadın hoparlörlerinden. Gabriele’nin ağabeyi Cristiano, kucağında 3.5 yaşında bir çocuk… Lazio Curva Nord tribününe doğru yürüyor. 1981 doğumlu Gabriele’nin 81 numaralı forması ağabeyi Cristiano’nun onun ölümünden birbuçuk yıl sonra doğan oğlu Gabriele’nin üzerinde. Sağnak yağmur yağıyor, “Gabriele hasta olacak” diyorum içimden. Curva Nord’un ilk sırasından eller uzanıyor minik Gabriele’ye, stadın dev ekranında çocuğun korktuğunu ve babasının boynuna sarıldığını izliyorum.  Roma tribünleri de en az 10 dakika boyunca ayakta alkışlıyorlar Gabriele’nin hatırasına... Sonra herkes taraf olduğunu hatırlıyor ve karşılıklı tezahüratlar...
Şimdi derbi zamanı... İyi başlıyor Roma oyuna ama on dakika sonra gök deliniyor ve saha ağırlaşmaya başlıyor ve sonra da stadın elektrikleri kesiliyor, hakem 2-3 dakika tınlamıyor ve devam ettiriyor maçı ama olacak gibi değil. Roma tribünlerinden Lazio Başkanı Lotito’ya “Elektrik faturasını ödesene Lotito” tezahüratı yükseliyor. “Aman derbi yarıda kalmasın” duamız kabul görüyor, ışıklar tekrar yanıyor ve Roma, sezonun şık çocuğu Lamela ile golü buluyor. Curva Sud de golle beraber yıkılıyor. Lazio, Hernanes ile orta sahada oyunu dengeliyor ve Candreva’nın devrenin bitimine on dakika kala frikikten bazukası Roma’nın duvarlarını paramparça ediyor. Soyunma odasına da oynadığı iki derbiyi de kazandıran Klose’nin golüyle 2-1 önde gidiyorlar.  Roma defansı yine dökülüyor, üstüne bir de Lazio kaptanına dirseği çakan De Rossi kırmızıyı görüp oyundan atılmış . Yarım saatte Olimpiyat Stadı’nda dünya tersine dönüyor. Balzaretti’nin hatırını (!) soruyor hemen önümde oturan ellilerindeki Roberto. Kaptan Totti için ise bir Alex de Souza efekti var: Ne onunla, ne onsuz işte. Montella’yı neden gönderdiklerini, Luis Enrique’nin boş yere para harcattığını, Osvaldo’nun Roma topçusu olmadığını kendi dilinin en güzel sinkaflarıyla süsleyip bitiriyor devre arasını. 10 kişi kalan Roma’da Zeman, ikinci yarıya Lamela’ya kenara alıp Tachsidis’i oyuna alınca Roberto çileden çıkıyor. “Çıkarsana Totti’yi, golü atmış Lamela mı çıkar!” diye haykırıyor. Zeman’ı anti-Juventus bir futbol adamı olduğu için çok seviyorlar ama derbi günü Zeman da alıyor payını skordan dolayı.  Dirseği yemiş ama ayakta kalmış kaptan Mauri, Roma defansının hediyesini affetmiyor ve daha ikinci yarının başında yayın ordan fişi çekiyor. İki fark Lazio için yeter. Samsun’da tefe koyduğumuz Petkoviç, takımını çıkartmıyor rakip sahaya. Totti’nin yerine 70’lerden sonra oyuna giren Pjanic yağmurdan ağırlaşan zeminde derbi hatrına ayakta kalan takım arkadaşlarını bitime 4 dakika kala attığı nefis frikikle umutlandırıyor. Gol sevincini de gidip Zeman’a kendisini oyuna geç kaldığı için hesap sorarak alıyor. Roma tribünü takımla birlikte yükleniyor ama +94’de sol çaprazda “bizim” Roberto’yu haklı çıkartan bir vuruşla auta atıyor Osvaldo... Derbi Lazio’nun...


Derbinin ertesi sabahı.. Cinzio, altmışlarında. Taksisinden sıkı Roma taraftarı olduğu belli. “Lazio kazanmış,maçla canını sıkmayayım” diyorum kendi kendime.  Roberto Benigni’nin filmden emanet bir soru soruyorum: “La vita e bella oggi a Roma?” (Hayat güzel mi bugün Roma’da? ) “Bugün değil” diyor ve ardından “Yarın başka bir gün” ile topu doksana takıyor. Taksiden inerken dayanamıyorum; o meşhur pankart geliyor aklıma ve takılıyorum Cinzio’ya: “No Totti No Party” (Totti yoksa parti de yok) “Grande Capitano Totti” (Büyük kaptan Totti) diye sesleniyor arkamdan...(FourFour Two /Aralık 2012)

Hafta Sonu Futbol


29 Aralık Cumartesi
14:45 Sunderland - Tottenham @Ligtv 3
17:00 Manchester United - WBA @Ligtv 3
19:30 Arsenal - Newcastle United @Ligtv 3

30 Aralık Pazar
15:30 Everton - Chelsea @Ligtv 2
18:00 QPR - Liverpool @Ligtv 2

1 Ocak Salı
14:45 WBA - Fulham @Ligtv 3
17:00 Manchester City - Stoke City @Ligtv 3
19:30 Southampton - Arsenal @Ligtv 3


2 Ocak Çarşamba
21:45 Chelsea - QPR @Ligtv 3

23 Aralık 2012

17 Mayıs 2000 Parken


Kulübedeki Kaptan


Sırıtan; Euro Madrid'li;Gözleri dolan Real Madridl'li..
Bu kazan geçen sene de kaynıyordu. Sergio Ramos, Casillas ve Mourinho arasında yaşananlar ve Portekizli teknik adamı bombaladıkları satırlar burada. O kazandan bir şampiyonluk çıktı, üstelik 9 puan farkla… Rijkaard’ı tatile yollayan Schuster’den sonra Jose Mourinho da Pep Guardiola’ya “Bir ara” dedirtti. Guardiola kalsa, rövanşı alırdı da yerine gelen Tito çok da üzerine bir şey koymadan en iyi başlangıça imza attı. Real Madrid bugün itibariyle 16 puan geride. Geçen hafta Barça, Atletico Madrid’i devirip, Real Madrid, Espanyol ile sahasında 2-2 berabere kalınca sezon finali erken gösterime girmişti. “Pes diyor musun, bak bırakıyorum” derdik ya çocukluğumuzda. Döversin, pes derse bırakırsın. Bir de pes dedikten sonra gelip sırtına yumruğu vuranlar vardır. Onlar büyüyünce ne olur bilirsiniz…

Puan farkı 13 olduğunda Mourinho “Şampiyonluk imkansıza yakın. Lig bitti” ile “pes” dedi. Casillas da “Şampiyonlar Ligi Kupası’nı alacaksak, Barça’dan 25 puan fark yemeye razıyım” ile hedefi ortaya koydu. Bu farkın Real Madrid, tüm maçlarını kazansa bile kapanmayacağını biliyorlar. İki kulvarda idare edecekler ama orası Real Madrid. Hikayesi bol kulüp…
Mourinho’nun “Orada çalışmam” diye küçümsediği Malaga deplasmanına gittiler. İşleri zordu, maçtan önce bomba haber patladı. Casillas maça yedek başlıyordu. Geçem hafta Mourinho'ya "Ben Real Madrid'in iyiliği için medya karşısında dilimi ısırıyorum. Sen aynısını yapıyor musun? Bizi eleştireceksen medya karşısında yapma, gel yüzümüze konuş" diyen Casillas

Real Madrid’in kaptanı, 2002 yılından beri 9 maçta forma giymemiş ligde. 6 maç, sezon sonunda şampiyonluk hesabının olmadığı gazoz maçlar, 2 maçta cezalı, bir maçta da sakat. Mourinho döneminde de ilk kez ligde yedek kaldı Malaga deplasmanında. Kazansalar ne ala. İki attığın deplasmanda 3 yiyip Madrid’e dönüyorsun ve Casillas kulübede oturuyorsa, sona doğru bir adım daha atmışsındır. Mourinho, basın toplantısında “Çocuk değilim, futbolun hafızası yoktur. Yaptıklarınız çabuk unutulur. İstifa etmiyorum. Koltuğum için de endişem yok” deyip kestirip atmış. Şimdi sırada Florentino Perez’in takım kaptanlarıyla yapacağı “Beyler ne oluyor?” toplantısı var…  

Casillas




Zlatan ve Diğerleri


Zlatan’ın oynadığı hiçbir kulüpte “takım içi dengesi” olmadı.  Barcelona dışında her kulüpte takım arkadaşlarıyla kendi kazandığı arasında uçurum vardı. Saha içinde dengeleri bu kadar bozabilen bir adamın diğerlerinden fazla kazanması kadar doğal bir şey yok tabii futbolda.  Bir takımda sadece kazandığınla ayrıcalıklı olmazsın. Tatilden geç dönersin ses etmezler, loca istersin, ilk sana verirler, istemediğin futbolcu vardır, eninde sonunda yollarlar, yeri gelir teknik adamı bile sen belirlersin, kulübün tesislerinde sana özel menü bile çıkar, şef senin tabağına fazla özenir. Otobüste arka tarafta oturursun, Reis’sindir, kaptansındır, yıldızsındır…  Olmasa iyiydi ama olmuşu budur futboludur…
Bu düzenin son mağduru da Pastore. Paris Saint Germain’in tesislerinde iki otopark varmış. Bir otopark futbolculara ait. İkinci otopark, kulübün patronları ve üst düzey yöneticileri için. İkinci otoparka da arabasını park edebilen tek futbolcu Zlatan İbrahimoviç…. Gereksiz bir ayrıcalık tanımışlar kendisine. Pastore de denemiş, bakalım ben girebiliyor muyum diye patronların otoparkına. Güvenlik “Yasak kardeşim” demiş. Audi R8’ile kapıda kalınca gitmiş bariyerlere bindirmiş Pastore… Paris’ten ayrılıp Milano’ya, Milan’a gitmek için yeterli sebep…