2 Nisan 2011

Milan vs. Inter

Milan hep daha yerel, İnter adından belli hep yabancıya kapısı açık. Fatih Terim ve Leonardo arasında bile bir ilişki kurulabilir Milan’da. Son yıllarda Milan biraz da Brezilyalı, Inter ise Arjantinliydi. Artık değil... İnter defansına yerleşen sambacılarla Leonardo’nun uyumu bir sürpriz değil. Cepten yiyen Milan bugün 2 puan önde çıkacak derbiye. Ligin ilk yarısında deplasmanda göründükleri derbiyi 1-0 kazanmışlardı. O galibiyete rağmen Inter koptu geldi ve bu akşam kazanırsa liderlik koltuğuna oturacak. Milli maç araları sonrası değerlendirme yapmak zor ama Inter biraz daha ağır basıyor. Milan’da İbrahimoviç kırmızı kart cezalısı. Pirlo sakatlıktan döndü, 18 görse bile yedek başlar. Inter defansında eksik çok. Lucio böyle maçların adamı. Geriden takımı itiyor ama bu derbide cezalı. Samuel sezonu kapatmıştı. Derbiyi Spormax’de Fatih Terim yorumlayacak. Yarın öğlen erken saatte Napoli-Lazio maçı önemli. Akşam da Roma-Juventus oynuyor. Derbiye saatler kala, Milano polisi, Commandante Tigre grubunun liderini içeriye almış. 35 yaşındaki Marco Righetto’nun arabası sağlam yüklüymüş. Kasap değilse yırtamaz. 4 bıçak ve bir beyzbol sopası. Akşam Milan tribünlerinde açılacak bir pankart: Leonardo=Guida... "Hain (Judas) Leonardo..." Muhtemel 11'ler: Milan (4-3-1-2): Abbiati; Abate, Nesta, T. Silva, Zambrotta; Gattuso, Seedorf, Van Bommel; Boateng, Pato, Robinho Inter (4-2-3-1): Julio Cesar; Maicon, Ranocchia, Chivu, J. Zanetti; T. Motta, Cambiasso; Pandev, Sneijder, Eto'o; Pazzini

Hafta Sonu Futbol

2 Nisan Cumartesi
14:00 Karabükspor-Gaziantepspor @ Digi Kanal
14:00 Tavşanlı Linyit-Denizlispor @ TRT 1
14:45 West Ham-Man. United @ Spormax
16:00 Sivasspor-Beşiktaş @ Lig TV
16:30 B. Dortmund-Hannover 96 @ TRT 3
17:00 Stoke-Chelsea @ Spormax
17:00 Ankaragücü-Eskişehirspor @ Digi
19:00 Trabzonspor-Konyaspor @ Lig TV
19:00 Real Madrid-S. Gijon @ NTV Spor
19:30 Hoffenheim-Hamburg @ TRT 3
19:30 Arsenal-West Brom @ Spormax
19:45 Twente-PSV @ Beyaz TV
21:00 Getafe-Valencia @ NTV Spor
21:45 Milan-Inter @ TV8 & Spormax (Yorum: Fatih Terim)
21:45 Feyenoord-AZ Alkmaar @ Beyaz TV
22:00 Toulouse-Montpellier @ Kanal A
23:00 Villareal-Barcelona @ NTV Spor

3 Nisan Pazar
13:30 Napoli-Lazio @ TV8
14:00 Manisaspor-Gençlerbirliği @ Digi
14:00 Mersin İY-Ç.Rizespor @ TRT 1
14:00 Kartalspor-Gaziantep BB @ TRT 6
15:30 Fulham-Blackpool @ Spormax
15:30 Ajax-Heracles @ Beyaz TV
16:00 Kayserispor-Kasımpaşa @ Lig TV
16:00 Lecce-Udinese @ TV8
16:30 Köln-Nuremberg @ TRT 3
17:00 İstanbul Belediye-Bucaspor @ Digi
18:00 Man. City-Sunderland @ Spormax
18:00 Nice-O.Lyon @ Kanal A
18:30 Wolfsburg-E.Frankfurt @ TRT 3
19:00 Fenerbahçe-Bursaspor @ Lig TV
19:00 Samsunspor-Karşıyaka @ TRT 1
21:45 Roma-Juventus @ TV8 & Spormax (Yorum)
22:00 Lens-Marsilya @ Kanal A

4 Nisan Pazartesi
20:00 Diyarbakırspor-Giresunspor @ TRT Anadolu
20:00 Antalyaspor-Galatasaray @ Lig TV

Milano Derbisi


Bunlar son 10 yılda en beğendiklerim...

Juanito

Santiago Bernabeu'da 19 yıldır her maçın 7. dakikasında unutulmayan biri var. Juan Gomez Gonzalez. Kısaca Juanito Real Madrid'in efsane geriş dönüşlere imza attığı 80'lerde tribünlerin bir numaralı adamı. 2 Nisan 1992'de Real Madrid-Torino maçını izledikten sonra evine dönerken trafik kazasında hayatını kaybettiğinde 37 yaşındaydı. Real Madrid kariyerinde 5 lig şampiyonluğu, 2 UEFA Kupası kazanmıştı. 284 maçta 153 gol! Onu unutulmaz kılan özelliği ise yeteneği kadar karakteri... Arızaydı Juanito. Bayern Münih'le oynadıkları Avrupa Kupası maçında Matthaus'a iki darbesi var ki... Faul değil bu... İnfaz...

28 Mart 2011

Emre Tuncay Barcelona

Genç adam kapıyı vurdu ve geniş odaya adımını attı. "Otur," dediler. "Yeni sözleşmede peşinatı biraz yükseltebilir miyiz? Aileme ev alacağım," dedi. Aldığı yanıt olumsuzdu. "Beni Avrupa'dan isteyen takımlar var," dedi genç adam. Kontratı sona eriyordu. İstediği takıma imza atabilirdi. "Kim istiyor ki seni!" dedi yönetici gülerek... Görüşme o dakika sona erdi... Altyapısından yetişen Emre Belözoğlu ile beş yıllık sözleşme yapmak ya da süren sözleşmeyi uzatmak Galatasaray kulübünün aklına gelmemişti. 21 yaşındaki büyük yetenek Emre ve futbolunun en verimli çağındaki Okan Buruk böyle koptular sarı-kırmızı renklerden. 2002 Dünya Kupası'nda üçüncü olan milli takımın kalecisi Rüştü Rençber, Barcelona'ya; yıllar sonra Tuncay Şanlı da Middlesbrough'un yolunu tutarken Fenerbahçe de oyuncuların arkasından bakakaldı. Son 15 yılda Türk futboluna damga vurmuş üç yıldızdan beş kuruş kazanamadı İstanbul'un iki büyüğü. Gün geldi, Emre için Fenerbahçe, Newcastle kulübüne 5 milyon avro ödedi! Evet, Barcelona 'bir kulüpten öte' ama önce bir kulüp! Bir spor kulübü nasıl yönetilmesi gerekiyorsa öyle, layığıyla yönetileninden... Sahada oynadıkları oyunu övmek için artık kurulmadık cümle kalmadı! Başka cümlelere kuralım o zaman, saha dışına bakalım: Taktik teknik adamların işi, yönetim katında rakibiniz Barcelona'yı nasıl yıkarsınız? Bunun cevabını 10 yıl önce ilk başkanlık döneminde Florentino Perez, Barça'nın kaptanı Luis Figo'ya Real Madrid formasını giydirerek vermişti. Rakibin en büyük silahını, beynini rekabette kendi tarafınıza çektiğinizde onu iki kere öldürürsünüz. Yöntem basit ama bir o kadar da etkilidir. Barcelona'nın o şoku atlatması tam dört yıl sürdü ve bundan bir ders çıkardılar. Real Madrid, dünyanın bütün süperstarlarını kadrosuna katıyor ama Barcelona'ya dokunamıyor! Çünkü Katalanlar, iki yıldır herkesi pes ettiren futbolcularını uzun kontratlarla kendine bağladı. Yaz aşkı değil Barça'nınki.. Her yıldızıyla tek tek kıyılmış bir nikahı var onun... Takımın gözbebeği Lionel Messi, 23 yaşında ve kontratında bitiş tarihi hanesinde 2016 yazıyor! Almak mı istiyorsanız? 250 milyon avro nakit lazım ama önce Messi'yi ikna edin. 24 yaşındakli Pique, 26 yaşındaki Iniesta, 22 yaşındaki Busquets ve 28 yaşındaki Dani Alves de 2015 yılına kadar Barcelona'da! Kaleci Victor Valdes, takımın beyni Xavi, golcüleri David Villa ve Pedro, Arjantinli ön libero Mascherano da 2014 yılına kadar Barcelona forması giymeyi kağıt üzerinde taahhüt etmişler. 32 yaşındaki kaptan Puyol için de 2013 yılına kadar forma garanti. 34 yaş, Barcelona'da kontrat sonu demek. Abidal ve Milito gibi sözleşmeleri 2012 yılında bitecek olan futbolcularla yola devam edilmeyeceği de bu tablodan net olarak anlaşılıyor. Defanstan Pique iyi oyun kurarmış. Xavi ile Iniesta oyunu iki yönlü oynarmış, Dani Alves her maç kanattan 20 kez bindirirmiş, sırtında 10 numara yazan Messi bir yıldır santrfora geçmiş, 60 gol atmış, bir maçta 800 pas yapıp, topa yüzde 80 sahip olurlarmış... Bütün bunların arkasındaki adam da Guardiola'ymış... Onların ezberlenmiş futbol hikayesi bu. Peki şimdi oturup, 15 yıldır Emre Belözoğlu'nun formasını giydiği Galatasaraylı, dokuz yıldır Fenerbahçe forması giyen Tuncay Şanlı'lı bir futbol tarihi yazmak istesek... Dünden ve bugünden daha 'öte' olur muydu acaba! (27 Mart 2011/SABAH)

Takım Elbiseye Sığmayan Efsaneler

Takım elbiseyle karanlık basmak üzereyken saha kenarına gelir ve bağırırlardı: "Basit oyna, kademeye gir, uzun at." Her şehrin, her mahallesinde bir zamanlar yıldız futbolcuydular, sonra ağabeyliğe, babalığa terfi ettiler. Aralarında bazıları hızını alamaz, ceketi çıkarır, sabah boyattığı ayakkabısıyla kaledeki ufaklığa beş penaltı atardı. Onlar futbolu iyi bilirdi ve mahalledeki çocukların doğal teknik direktörüydüler. Pro lisansa ihtiyaçları yoktu, sistemci değildiler, sabah kalkıp gitmeleri gereken bir işleri vardı... Hikayemizin asıl kahramanları ise stadyumlarda 10 binleri, ekran başında milyonları ayağa kaldırmış, futbol tarihine adlarını kazımış, kramponları astıkları gün sevenlerini ağlatmış sonra hızını alamayıp teknik direktörlüğe soyunan isimler... Futbol onların hayat boyu işi oldu. Başka iş denedilerse de başarısız oldular çokça... Lakin bu güzel ama huysuz oyun sahadaki her efsaneyi yedek kulübesinde efsane bırakmıyor ne yazık ki! O büyük futbolcular gün geliyor, tribündeki taraftara "Bu adam futboldan anlamıyor (!)" dedirtiyor. Evet, Hagi'den ilham olan ancak onunla sınırlı olmayan bir hayal kırıklığı hikayesi bu. Büyük futbolcudan büyük teknik adam olmaz derneği üyesi onlar. Cruyff gibi (hem efsane futbolcu hem de efsane teknik adam) antitezler üretse de bu oyun, futbolun birçok efsanesi, iş hoca olmaya gelince üzdüler, üzüldüler... Hagi, Maradona, Gullit, Matthaus, Jean Pierre Papin, Stoichkov, Ronald Koeman, Passarella, Boniek ve hatta kimilerine göre Arthur Zico! Hepsinin hikayesi ayrı ama ortak yönlerini bulmaya çalışalım.
1 Soyunma odasında verdikleri taktikle yetinmezler. Saha kenarında 90 dakika oturmaz ve sürekli oyuncularını uyarırlar. Taç atan futbolcuya bile hangi yöne atacağına söyler, serbest vuruşlarda takım savunmasını yerleştirirler. Basketboldan sonra futbolda da tartışılan 'overcoaching' (kenardan aşırı taktik) sahadaki futbolcuların kimyasını değiştirir, kimlik kaybı yaratır. Saha kenarından fırça yiyeceğini bilen futbolcu korkudan üç metreye pas atamaz hale gelir!


2 Kramponlarını çıkarmış, jübilelerini yapmış ancak futbolu hiçbir zaman bırakmamışlardır. Teknik adamlık tercihi biraz da eşofman sevdasıdır. Takım elbiseyle maçlara çıkarlar ama antrenmanlardaki çift kale maçlarda yeleği giyer oyuna dahil olurlar. Zaten onlara kalsa 11'i yazarken tahtaya ilk kendi isimlerini yazarlar. Yönetilenden yönetene geçişteki sancı hiç çıkmaz karınlarından...

3 Uzun yıllar üst düzey futbol oynayıp, pek çok yönetici tanıdıklarından teknik adamlıklarında kulüp yönetimleriyle geçinemezler. İşlerine karışılmasını istemezler. Kulüp başkanı ile kavga eder, son yılların icadı futbol profesyonellerini takıma yaklaştırmazlar. Transfer mutlaka onların listesinden yapılmalıdır. Disiplin kurallarını da kendileri belirler, kapıdan girdiklerinde takıma ketçap, mayonez yemeyi yasaklarlar mesela! Bir de hepsi illa ki sponsor organizasyonlarından nefret eder...


4 Efsane oldukları dönemdeki futbol sistemlerine sadık kalan muhafazakar kafaya sahiptirler. Futboldaki gelişime gözlerine kapatırlar. Yeni antrenman teknikleri, kondisyon antrenmanları fazla bilimseldir! Futbolun en yetenekli adamları için başarının bir numaralı sırrı yine yetenektir. Yeni bir diziliş toplu intihardır. Guardiola (Barcelona), Villas Boas (Porto), Jürgen Klopp (B.Dortmund), Ertuğrul Sağlam (Bursaspor), gibi başarılı teknik adamların sırrı da belki de budur. Genç hocalar için futbolcularıyla kuşak farkı yok denecek kadar azdır ve yeniliklere açıktırlar. Efsaneler eleştirilmeyi sevmez. Bulutların üzerinde geçen futbol kariyerinin şişirdiği egoları o kadar büyüktür ki soyunma odasına sığmaz. Bu yüzden yorumcularla kavga eder, medyayla soğuk savaş yaşar ve yazan çizeni kendilerine düşman bellerler.


5 Büyük futbolcu olup 'zor adam' olmayanı azdır. Efsane oldukları günlerde pamuklara sarılan, bir dedikleri iki edilmeyen, takımda en çok parayı kazanan ustalar teknik direktörlüklerinde kendilerine benzeyen yıldızlara kafayı takarlar. Maradona'nın Riquelme ile, Hagi'nin Misimoviç ile, Koeman'ın Valencia'da takımın yıllanmış isimleriyle geçinememesi gibi... Sahadayken özgür olan, pres yapmayan, "Her top bana," diyen efsaneler; teknik adam olduklarında takımın 10 numarasından çok koşmasını, pres yapmasını ister, futbolun bir takım oyunu olduğundan bahsederler.


Maradona'nın 2010 Dünya Kupası öncesinde Arjantin Milli Takımı'nda 80 futbolcu denemesi ve finallerde yaşadığı hüsran; Hagi'nin Galatasaray'a ikinci gelişinde takımın yarısını üç ayda kafasından sildikten sonra yarıştığı iki kulvarda da havlu atması; Matthaus gibi bir ustanın dokuz yılda yedi takım değiştirmesi; Gullit gibi bir markanın bugün Avrupa arenasından çok uzakta Çeçen takımı Terek Grozny'i çalıştırması, Hristo Stoickov gibi 90'larda dünyayı sallayan bir büyük yeteneğin geçen sezonu Güney Afrika'da ufak bir kulüpte geçirmesi, Fransızların medarı iftiharı Jean Pierre Papin'in ülkesinde yaşadığı hayal kırıklıkları, Ronald Koeman'ın Valencia'dan sonra AZ Alkmaar'ı da imha etmesi; büyük ustalardan Boniek'in hiçbir zaman üst arenaya çıkamaması ve en büyük başarısını Fenerbahçe ile Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayarak yaşayan tüm zamanların en iyi 10 numaralarından biri olan Arthur Zico'nun Rusya ve Yunanistan'da tutunamayıp, Avrupa'da kendine takım bulamaması.... Uzar gider liste ama durmak lazım... Duvarlarımıza posterlerine astığımız bu adamların takım elbise giydiklerinde bize yaşattıkları hüsran; sadece topun yuvarlaklığıyla açıklanabilir mi sizce? (6 Mart 2011/SABAH)

Şampiyonlar Ligi'nden Uzakta

Şampiyonlar Ligi, Avrupa futbolunun büyülü sahnesi mi yoksa büyük balıkların her sene biraz daha iştahla ufakları yuttukları acımasız bir dünya mı? 18 yıldır sahne alan 'Devler Ligi'ne 2007 yılında dokuzuncu kez katılan Galatasaray için 'Manchester United ve Porto ile en çok katılan kulüp' haberi artık gazete arşivlerinde. Bu haberin üzerine yeni bir Şampiyonlar Ligi haberi yazdıramayan Galatasaray ise tarihinin en karanlık sezonlarından birini yaşıyor. Kulübün borcu 200 milyon avronun üzerinde, beş yıllık vadede naklen yayın ve sponsorluk gelirleri ise temlik altında. Şampiyonlar Ligi'ne katılan her takımın daha ayağına top değmeden kasasına 15 milyon avro civarında bir paranın girdiğini düşünürsek, Galatasaray dahil birçok Avrupa kulübünün neden mazisini aradığı sorusuna da cevap bulabiliriz. Gelin 90'ların sonuna gidelim ve Galatasaray'ı Kopenhag'a finale götüren yolda karşılaştığı rakipler bugün neredeler; bunun izini sürelim. 1997-1998 yılında Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray ile aynı grupta olan B. Dortmund, 2002 yılında Feyenoord ile UEFA Kupası finali oynadı ve kaybetti. O yıl kupayı evinde kazanan Feyenoord ise bugün 10-0 mağlup olacak bir takım haline geldi. B. Dortmund'un uzun süren uykusu bu sezon bitti ve Bundesliga'da şampiyonluğa koşuyor. Parma efsane kadrosuyla ertesi sezon UEFA Kupası'nı kazandı. Şampiyonlar Ligi'nde var olmak demek tesadüfleri de defterden silmek demekti. O efsane kadro dağıldı ve patronu Tanzi ailesinin yolsuzlukları Parma'yı bir gün ikinci lige kadar sürükledi.. 1998-1999 sezonunda Galatasaray ile aynı grupta olan A. Bilbao uzun yıllar kupalara uzak baktı. Bask kulübü 100 yıllık yeminini bozdu ve gün geldi formasına reklam aldı. Gruptaki bir diğer takım İtalyan devi Juventus 2003 yılında Şampiyonlar Ligi'ni kazandı ama 2006 yılındaki skandalın faturasını ağır ödeyip ikinci lige düşürüldü. 1999-2000 sezonunda Galatasaray, gruptan Milan, Chelsea ve Hertha Berlin ile eşleşti. Ön elemede elediği Rapid Wien temsilcisi olduğu Avusturya'nın diğer takımları gibi 2000'li yıllarda hep yutulan küçük balık oldu. Hertha Berlin 1997'de çıktığı 1. Lig'den geçen sezon düştü ve Şampiyonlar Ligi'nin cıngılı artık çok uzaklarda çalıyor. Şampiyonlar Ligi'ne hep katılmak, Kaka ve Shevchenko ikilisini 100 milyon avroya satmak Milan'ı ayakta tuttu.
Chelsea, 2003'e kadar orta siklet bir İngiliz kulübüydü. Abramoviç, 8 yılda bir milyar avroya yakın para harcadı ve Chelsea 50 yıl sonra şampiyonluk sevinci yaşadı. Rus milyarderin futbol aşkı (!) olmasaydı bugün 'Chelski' de yoktu! Milan'ı devirip yola UEFA Kupası'nda devam eden Galatasaray'ın önündeki ilk engel Bologna idi. İtalyan ekibi bir daha öyle bir kadroya sahip olamadı ve Şampiyonlar Ligi'ne uzaktan bakmanın faturası altı yıl sonra çıktı. Bologna küme düştü! B. Dortmund'un arkasından çeyrek finaldeki rakip İspanyol Mallorca'ydı. Bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi'nde oynayan Mallorca sonraki 10 yılda ilk dörde giremedi bile. 2008 yılında girdiği ekonomik krizin faturası bu sezon başında çıktı. UEFA, Mallorca'yı borçları nedeniyle Avrupa Ligi'ne almadı. Galatasaray'ın yarı finaldeki rakibi Leeds United'dı. Harry Kewell'lı kadro Avrupa'da '2000'lerin takımı' olarak lanse edilmişti. 12 yıl Premier Lig'de oynayan Leeds United, sahip değiştirdi ve sahadaki başarısızlığın faturası ağır çıktı. Takım, bir alt lige düştü. Orada da kalamadı ve 2007 yılında bizim tabirimizle 3. Lig'in yolunu tuttu. Leeds şimdi 2. Lig'den Premier Lig'e çıkma hayalini kuruyor. Şampiyonlar Ligi ise onlar için bir rüya... Finaldeki Arsenal ise son 10 yılda Şampiyonlar Ligi'ne adeta serbest giriş kartı çıkarttığından, yeni stadına da kavuştu, her sezon zirveye de oynadı. Nantes ve Real Sociedad da yakın tarihte kendilerini ikinci ligde buldular. Deportivo La Coruna, Lazio ve Paris Saint Germain ise taraftarını ancak tozlu kulüp tarihleriyle mutlu ediyorlar... Honved, Partizan, Kızılyıldız, S. Bükreş, Monchengladbach, Saint Etienne, Nottingham Forest... Onlar siyah-beyaz ekranların efsane takımlarıydı. Renkli televizyon günlerinde ortalıkta görünmediler. Şampiyonlar Ligi bir devri kapattı futbol tarihinde. Şimdi yeni bir dönem açılıyor hem Şampiyonlar Ligi'nde hem de HD ekranlarıyla televizyon dünyasında... Siyah-beyaz ekranlara gömülenler gibi olmak istemeyen; Şampiyonlar Ligi marşını yılda en az üç kez statlarında çaldırmak zorunda... Yoksa; Erkin Koray'dan gelir o zaman: "Arkası gelmez dertlerimin..." (13 Mart 2011/SABAH)