30 Ağustos 2020

Kaderin Oyunu mu bu?

Barselona’da 1973 kışı. Sotil, Asensi, Rexach ve elbette Johan Cruyff’lu Barcelona, evi Camp Nou’da Atletico Madrid’i ağırlıyor. Madrid ekibinin kalesinde yıllar sonra Barça kalesini koruyacak Pepe Reina’nın babası Miguel Reina, forvet hattında ise Fenerbahçe’yi de çalıştıran ve İspanya’ya Euro 2008’i kazandıran Luis Aragones var. Maçı 2-1 Barcelona kazanıyor ama o akşamı unutulmaz kılan Cruyff’un attığı gol... Sağ kanattan arka direğe yapılan ortaya uçarak sağ ayağıyla yaptığı vuruş ona “Flying Dutchman” (Uçan Hollandalı”) lakabını kazandırıyor. Bu gol Barcelona tarihinin en unutulmaz gollerinden biri oluyor.

Johan Cruyff, 5 sezon Barcelona forması giydi, çok daha fazlasını kazanabilirdi ama bu golü attığı sezon dışında şampiyonluk sevinci yaşayamadı. 173 maçta 59 gol attı ve Barça’dan ayrıldıktan 6 yıl sonra yetiştiği Ajax’ın ezeli rakibi Feyenoord’da futbolu bıraktı. Katalan kulübünün alt yapısını sil baştan kuran ve 1990-94 yıllar arasında 4 şampiyonluk ve bir Şampiyon Kulüpler Kupası kazanan Hollandalı efsane, 1996 yılında dönemin başkanı Nunez tarafından kulüpten kovuldu…

Barselona’da 1994 kışı. Johan Cruyff’un Rüya takımı, La Liga’nın son üç sezonunun şampiyonu ve El Clasico’daki randevu Barça’nın evi Camp Nou’da. Zamorano, Prosinecki, Sanchis ve sonraları Barça’ya transfer olup, 21 yıl sonra Barça’ya Şampiyonlar Ligi kazanıracak Luis Enrique’li Real Madrid’in karşısında Guardiola, Koeman, Bakero, Stoicjkov ve Romario’lu Barcelona var. 24. dakikada Barça’yı çeyrek asır sonra iki Şampiyonlar Ligi kazandıracak Guardiola topu kaleye sırtı dönük olan Romario’ya atıyor basit bir pasla. Brezilyalı golcü nefis bir dönüş ve son bitirişle perdeyi açıyor. El Clasico’nun sonunda tabelada Barcelona: 5 Real Madrid:0 yazıyor…

PSV Einhoven’den Barça’ya gelen Romario sadece iki sezon forma giyebiliyor. 46 maçta 34 gol. Barcelona Başkanı Nunez’e göre disiplinsiz bir futbolcu olan Romario’nun ipini Cruyff çekiyor ve Romario, Barça’dan kaçan, Barça’nın kaçırdığı yıldızlar listesine adını yazdırıyor.

 


Barselona’da 1996 sonbaharı… Romario’dan bir yıl sonra yine PSV Eindhoven’den bir Brezilyalı geliyor Barcelona’ya: Ronaldo… Johan Cruyff ayrılmış ve yeni teknik direktör Bobby Robson… Rakip La Liga’da Compostela. Orta sahada topla buluşan Ronaldo rakiplerinin birer birer ipe diziyor, çekiyorlar, düşmüyor, omuz koyuyorlar, sarsılmıyor ve ceza sahası içinde aynı oyuncuyu iki kez ekarte edip golü attığında kenarda hocası Robson başını iki eli arasına alıp inanılmaz gole şaşkınlıkla bakıyor.

Barcelona’daki tek sezonunda 49 resmi maçta 47 gol atan Ronaldo için “Dünyanın en iyi oyuncusu. Bizimle 10 yıl kalacak” diyen Barça Başkanı Nunez, yeni kontrat imzalamaktan vazgeçtiğinde “Talepleri komik” diyor. Inter bir yıl önce Barça’ya kaptırdığı Ronaldo’nun serbest kalma bedelini ödeyip Brezilyalı golcüyü kapıyor. Barça’nın kaçırdığı efsane Brezilyalı, 5 yıl sonra Real Madrid formasıyla El Clasico’da eski takımına karşı forma giyiyor…

Madrid’de 2005 sonbaharı… Santiago Bernabeu’da El Clasico akşamı. Casillas, Roberto Carlos, Beckham, Robinho, Ronaldo, Beckham, Sergio Ramos’lu Real Madrid’in Barcelona karşısındaki galibiyeti görmek için 80 bin taraftarı tribünde. Perdeyi Eto’o açıyor. Barcelona o akşam Real Madrid’i 3-0’lık skorla dağıtıyor ama o El Clasico’yu unutulmaz kılan Ronaldinho’nun kendine has top sürüşü sonrasında son vuruşunda Casillas’ı çaresiz bırakan golü ve o golü Santiago Bernabeu tribünlerinde ayağa kalkarak alkışlayan baba-oğul.

2000’lerin başında dibe vuran Barça’yı Xavi ve Iniesta ile ayağa kaldıran ve 2006’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazanan Ronaldinho iki yıl sonra dönemin başkanı Joan Laporta tarafından “Yeni heyecanlar yaşaması lazım” sözüyle kapının önüne konuluyor. Barselona’da gece hayatının hızlı adamı son sezonunda tartışılan göbeğiyle soluğu Milan’da alıyor.

 

Barselona’da 2007 ilkbaharı. Kral Kupası yarı finalinde ilk maç. Rakip Schuster yönetiminde Güiza’nın da forma giydiği Getafe… Xavi’den topu alan 20 yaşındaki Messi önce Paredes’e ardından Nacho’yu geçiyor çalımla.. Yetmiyor, yetişen Nacho’ya bir çalım daha atıyor, Alexis ve Belenguer de çaresiz Arjantinli karşısında. Messi’nin gol vuruşu öncesinde son kurbanı ise Luis Garcia… Maradona’nın İngiltere’ye attığı ve futbol tarihinin en güzel golü kabul edilen golün birebir kopyasını atıyor Messi. O akşamın skoru Barça: 5 Getafe: 2

 2000 yılında Barça’ya ilk imzayı 13 yaşında atan, 2003’de ilk kez forma giyen ve son 15 yılda Katalan kulübünün attığı gollerin yüzde 55’inde gol ve asistleriyle tabela yapan Lionel Messi şimdi yol ayrımında… Cruyff, Romario, Ronaldo, Ronaldinho gibi… Barcelona, unutulmaz gollere imza atanlara hep vaktinden önce veda etti… Kaderin bir oyunudur bu belki de güzel oyunun tarihinde…   Bunu da 1992’de Wembley’de Sampdoria’ya uzatmalarda attığı enfes frikik golüyle Barcelona’ya ilk Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazandıran ve geçen hafta Katalan kulübünün teknik direktörlük kolduğuna oturduğunda  Messi’ye “Artık ayrıcalıkların bitti” diyen Ronald Koeman düşünsün… 

27 Ağustos 2020

Messi'nin Barcelona'da 20 Yılı

 

14 Aralık 2000: Barcelona, Arjantin’de Messi’ye profesyonel olmayan ilk kontratı imzalattı.

Şubat 2001: Messi’nin ailesi bir taraftan büyüme hormonu tedavisi gören oğullarının yanında olmak için Barselona’ya taşındı.

16 Kasım 2003: Messi, Porto ile oynanan hazırlık maçında 16 yaşında ilk kez Barça forması giydi.

Mayıs 2005: İlk La Liga şampiyonluğunu kazandı.

24 Haziran 2005: A Takım’da profesyonel sözleşmeye imza attı.

17 Mayıs 2006: Paris’te Barça Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken, Messi kadroda yoktu.

18 Nisan 2007: Maradona’nın İngiltere’ye attığı efsane golünbirebir kopyasını Getafe’ye attı.

2009/2011: Guardiola yönetiminde iki Şampiyonlar Ligi kazandı.

7 Mart 2002: Şampiyonlar Ligi’nde Bayer Leverkusen’e 5 gol attı.

20 Mart 2012: 231 golle Barça tarihinin en golcü ismi oldu. 2020 sezonu sonunda Messi’nin Barça formasıyla 634 golü var.

6 Haziran 2015: Barça’daki son Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazandı.

Ağustos 2018: Iniesta’nın vedası sonrasında Barça’nın 1. kaptanı oldu.

Mayıs 2019: Barça’daki son lig şampiyonluğu

2 Aralık 2019: 6. kez Avrupa gol kralı oldu.

30 Haziran 2020: Barça ve milli takım formaları altında 700. Golünü attı.

8 Ağustos 2020: Barça formasıyla son golünü Napoli’ye attı.



Messi Suarez Barcelona

 Çok değil, iki hafta önce Bayern Münih karşısında 8-2’lik hezimetin üzütünsünü yaşayan Barcelona taraftarları bundan daha fazla neye üzülebilirdi diye sorsanız, elbette ki Messi’nin ayrılığı denirdi. Aralık ayında 6. Kez kazandığı Altın Top ödülünün töreninde “Benim Barça ile bağım imzayla, kağıtlarla değil” diyen Arjantinli yıldız önceki gece kulübe resmi evrak olarak kabul edilen faksı gönderip gitmek istediğini tüm dünyaya duyurdu. Peki Messi’ye bu kararı aldıran nedenler nedir? Frank Rijkaard döneminde çıkış yapan, Guardiola yıllarında zirveye oturan ve inmeyen Messi son yıllarda teknik adam tercihinden futbolcu transferine kadar birçok konuda Barça yönetimlerinin karşısına dikildiği yıllardır yazıldı çizildi. Barça’da önemli bir figür olan Luis Enrique’nin 2017’deki ayrılığı öncesinde kazanılan bir Şampiyonlar Ligi vardı. (2015).. 

Önce Atletico Madrid’e ardından Juventus’a elenen Barcelona, 2018’de Roma’ya 4-1’in rövanşında 3-0, ertesi yıl ise Liverpool’a 3-0’un rövanşında 4-0 mağlup olup, ezeli rakibi Real Madrid’in 3 kez Şampiyonlar Ligi kazandığı yıllarda krize girdi. Neymar’ı satan Barça yönetimine kızan Messi, Griezmann transferine karşı çıktı. Kulübün yanlış transferler yaptığını savunuyordu ki haklıydı da.. Dembele-Coutinho’nun ardından Griezmann da katkı vermeyince Barça, sallanan defansı ve Messi atar ya da Luis Suarez’e attırırsa oyunuyla ve düşük profilli teknik adamları Valverde ve Setien ile bu sezon dibe vurdu. Önce Real Madrid geriden gelip şampiyon oldu ve ardından Bayern Münih hezimeti..

Sezon içinde sportif direktör Abidal ile kavga eden, pandemi döneminde ücretlerde indirim isteyen Barça yönetiminin karşısına dikilen Lionel Messi, alt yapısından yetiştiği kulübe yolladığı faksla bonservissiz takımdan ayrılmak istediğini iletip yeni bir savaşı da başlattı. Serbest kalma bedeli 700 milyon Euro olan Arjantinli yıldız 2021 Haziran’da bitecek kontratını uzatmamış ve sarkan futbol sezonunda kontratının 10 Haziran öncesinde yenilenmediği için bonservissiz gideceğini ilan etti. Barça cephesi ise elbette Messi’yi bir taraftan kalmaya ikna etmeye çalışırken diğer taraftan 6 ay sonra bir kulüple imza hakkına sahip yıldızından 100-150 milyon Euro kazanmak için avukat ordusunu arkasına aldı. Messi için yeni adres büyük bir ihtimalle Manchester City olacak. PSG’nin bu yarışa girmesi beklenmiyor. Inter cephesi için yıllık brüt maaşı 90 milyon Euro’yu aşan Messi’nin ücretini sponsorlarla toparlasa bile bonservis ödemek istemiyor, ödeyecek parası da yok…

Messi’nin şok eden ayrılık kararı menajerliğini ailesinin yaptığı yıldızları akıllara getirdi. Ağabeyinin transferde her kulübe sorun çıkardığı bilinen Anelka, yine ağabeyinin menajerliğini yaptığı Ronaldino ve Real Madrid’den giderken Başkan Florentino Perez ile tartışan babasının amatörlüğüne kurban giden Mesut Özil… Milano’da ev alan ve Inter dedikodularının çıkmasına sebep olan Lionel Messi’nin babası Jorge Messi de bugün Barça yönetiminin başını ağrıtan adam…

Barça’da Koeman’ın teknik direktörlük koltuğuna oturmasının ardından Hollandalı hocaya “Kendimi Barça’nın içinde değil artık dışında hissediyorum” diyen Messi, yeni hocanın Luis Suarez ile yolların ayrılmasını istediğini öğrenince çılgına döndü ve kendi ayrılık kararı da verdi. Messi’nin bu kararına eski kaptan Puyol ve gündemdeki isim Suarez de “Messi haklı” diye destek verirken, Barça  yönetimi gelecek yıl yapılacak seçimler öncesinde istifaya zorlanıyor.

23 Ağustos 2020

Lizbon'a Çıkan Yollar

İspanya’da Cruyff yönetimindeki Barcelona dört yıl arka arkaya şampiyon olmuş, geride kalan haftada göreve getirdikleri Koeman’ın frikik golüyle Wembley’de Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Sampdoria’yı devirmişler tarihlerinin en parlak yıllarını yaşıyorlar. Sonraları fazlasını da kazanacaklar ama Milan onları Atina’da 4-0 süpürdüğünde devrin en iyi futbol oynayan takımı Capello yönetimindeki İtalyan devi.. 1994-95 sezonunda karşılarına genç bir teknik adam çıkıyor.

Luis Fernandez, İspanya’dan Fransa’ya göç eden bir ailenin oğlu, uzun yıllar formasını giydiği Paris Saint Germain’e hoca olduğunda 35 yaşında. Bu akşam Lizbon’da karşılaşacağı Bayern Münih’i 94 sonbaharında grupta iki kez mağlup ediyor PSG. Çeyrek finalde rakip işte o Cruyff’un efsane Barça’sı… Hagi’li Barcelona’yı çeyrek finalde eliyorlar ama yarı finalde dönemin acı gerçeği Milan’a boyun eğiyorlar. Ertesi sezon Paris Saint Germain kan kaybediyor, takımın hücum hattındaki iki büyük silahı Weah ve Ginola ayrılmış ama Luis Fernandez Kupa Galipleri Kupası’nda finale taşıyor takımını… UEFA’nın final için belirlediği stadyum o günden 11 yıl önce Heysel faciasının yaşandığı Brüksel’deki King Baudouin Stadı… Karizmatik kaleci Lama sonraları iyi bir teknik adam olacak Paul Le Guen, Sambacı Rai ve Djorkaeff’li PSG, Rapid Wien’i devirip tarihinin ilk ve tek Avrupa Kupası’nı kazanıyor…

Milli Takım düzeyinde çok daha fazlasını yapmış Fransızlar için Marsilya’nın kazandığı Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan sonra ülkeye gelen ikinci ve son kupa bu… O Marsilya kadrosundan Dechamps teknik adam olduğunda Luis Fernandez gibi 35 yaşında en genç ikinci teknik adam ünvanıyla Şampiyonlar Ligi’nde finale çıkacak ve Jose Mourinho’nun Porto’suna kaybedecek 2004’de ama elbette haberleri yok. İspanyol asıllı Luis Fernandez gibi ailesi Endülüs bölgesinden Fransa’ya göç eden Rudi Garcia da vatandaşının yaptığını yaptı ve O.Lyon’a geçen hafta Bayern Münih karşısında yarı final oynattı…

 

90’lar İtalyanların sahnesiydi… 1999 Şampiyonlar Ligi finalinde Camp Nou’da UEFA Başkanı Johanson ve Şenes Erzik, dev stadyumun üçüncü katından 85. Dakikada kupayı vermek üzere asansöre bindiler. Bayern Münih 1-0 öndeydi ve ikili zemin kata indiklerinde Manchester United 2-1 öne geçmişti.. 70’lerde Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üç kez arka arkaya kazanan Bayern Münih mükemmel yönetimi ve futbolcu fabrikası bir ülkenin en büyük vitrini olmasına rağmen çeyrek asır boyunca bu kupanın hasretini çekmiş, PSG’e kaybetmenin rövanşını da UEFA Kupası’nda 1996’da bir başka Fransız, Bordeaux’yu devirerek almaktan başka kayde değer bir başarıyı tarihine yazdıramamıştı. 

Camp Nou faciasından bir sezon sonra Şampiyonlar Ligi’nde iki sezon arka arkaya final oynayan Valencia’yı penaltılarla devirip kupayı müzelerine götürdüler ama 2000’lerde sahne İtalyanlardan İspanyollar ve İngilizlere kayıyordu ve onlar hep televizyon başındaydılar. 10 yıl sonra finale çıktıklarında karşılarında Mourinho yönetiminde Inter vardı. O gün de kaybettiler ve kazanmak için 3 yıl daha beklemek zorunda kaldılar. 2013 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde kadrosunda tek bir Güney Amerikalı oyuncu olmayan B. Dortmund, Real Madrid’i 4 golle dağıtırken, Bayern Münih, Barcelona’yı iki maçta 7-0 üstünlükle geçip adını finale yazdırmıştı. Kim derdi ki 7 yıl sonra Barça’ya çeyrek finalde 90 dakikada 8 atacaklar! O gün Wembley’da kazanan Almanya idi elbette, Almanların finalinden kupayı müzesine götüren Bayern Münih’ti…

Virüslü yıl 2020’de çok şey oldu elbette futbolda da.. İspanyollar 13 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi yarı finalinde yoktular. Messi ve Ronaldo 14 yıl sonra bir yarı finali evden izlediler. B. Dortmund’dan 7 yıl sonra bir başka Alman takımı Leipzig yine Güney Amerikalı futbolcunun olmadığı 11 ile yarı finale çıkan taraftı. Paris Saint Germain’in sambası ve tangosu fazla geldi onlar… Üstelik bu kez sahada, Jean Fernandez, Deschamps’dan da genç bir teknik adam vardı Leipzig’in başında: 33 yaşındaki Julian Nagelsmann. Bayern Münih ise 8 yıl önce finalde “genç ve geçici” bir teknik adam olan Roberto di Matteo’ya kaybetmiş, kupayı Chelsea kazanmıştı… Bu akşam Lizbon’da tarihin en uzun futbol sezonunun finali var. Bir tarafta son 10 yılda 3 final oynayıp bir kez kazanan Bayern Münih ve diğer tarafta tek kupasını çeyrek asır önce kazanan ve Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez finale çıkacak olan Paris Saint Germain…  Luis Fernandez nerede derseniz, o da Fransa’da finali yorumlayacak…

Monchi Kupası


Sevilla ezeli rakibi Real Betis ile birlikte La Liga’nın en ateşli tribünlere sahip kulübü ama Endülüs temsilcisinin İspanya Ligi tarihindeki tek şampiyonluğunun üzerinden 74 yıl geçti. Kazandıkları 4 Kral Kupası’nın ikisi ise tarihlerinin değiştiği son 15 yılda çünkü 2005 öncesinde Avrupa’da bir tek kupası olmayan Sevilla’nın bugün müzesinde 6 UEFA Kupası/Avrupa Ligi Kupası var. Üstelik de oynadığı 6 finali de kazanarak.. Önceki gün bu kupayı 5 kez kazanan Inter’i dize getiren İspanyol temsilcisinin başarısında bir numaralı aktör elbette ki sportif direktör Monchi… Şimdi 20 yıl öncesine dönelim.

1999-2000 sezonunda Real Madrid, Şampiyonlar Ligi’ni, Galatasaray, UEFA Kupası’nı kazanırken Sevilla, ezeli rakibi Real Betis ve Atletico Madrid ile bir alt lige düşmüştü. Yönetim futbol aklı olarak Monchi’yi seçti. 2003’te tarihinin en büyük harcamasını yapan ve transfere 20 milyon Euro yatıran Sevilla ilk UEFA Kupası’nı kazanmak için sadece iki yıl bekledi. Ertesi yıl podyumda yine Juande Ramos ve öğrencileri vardı. Dani Alves, Sergio Ramos, Negredo, Jose Antonio Reyes, Monchi’nin parlatıp sattığı yıldızlar oldu o dönemde. İspanyol sportif direktör transfer sihirbazıydı, lokal scout’larla çalışıyor, geniş ekibi her sezon 250 yeni futbolcu hakkında rapor hazırlıyordu. 2014’te tekrar sahneye çıktılar, kalede sonraları Göztepe’ye gelecek olan Beto, Barça’ya giden Rakitic ve usta santrfor Bacca.. Benfica’yı devirip 3. Kupyı kazandılar. 2015’te Varşova’da finalde sürpriz bir takım vardı. Dnipro da Sevilla’nın serisini bozamadı. Yine İspanyol bir teknik adam vardı başlarında: Unai Emery… Arka arkaya 3. Avrupa Ligi Kupası’nı 2016’da Liverpool’u devirerek aldılar.

Kendini İspanya dışında ispatlamak isteyen Monchi’nin macerası Roma’da hüsranla sona erdi ama onun döneminde Cengiz Ünder, Roma’ya gitti. Sezon başında Monchi döndüğünde Sevilla’dan sıfırdan kadro yapmak için kolları sıvadı. 17 yeni futbolcu aldı Monchi. Transfere 170 milyon Euro harcadı ama bir taraftan da satışlardan 130 milyonu kasaya koydu. Takımın başına da İspanyol Milli Takımı’ndan Real Madrid ile anlaştığı için kovulan ardından da Real’de bozguna uğrayan, hiç kupası olmayan teknik adam Lopetegui’yi getirdi. Defansta Kounde, orta sahada G.Saray’dan gelen Fernando, veda sezonunda harika oynayan Banega, zorlu maçlarını kilidini açan ve finalde de iki gol atan Luuk de Jong, Marsilya’da kaybettiği bu kupayı Sevilla ile kazanan Lucas Ocampos, Milan’dan kiralanan Suso ve ve… Sevilla 6’da 6 yaptı. Kahraman elbette ki Monchi. 

16 Ağustos 2020

Maestro'nun Dönüşü

Beş yıl önce Berlin Olimpiyat Stadı’nda santra noktasına doğru yürürken o zeminde kazandığı Dünya Kupası’nı hatırladı. O tarihi zaferden bir yıl önce 26 yaşında futbolu bırakmaya karar verdiğini yıllar sonra otobiyografisinde anlatacaktı. İstanbul’daki Şampiyonlar Ligi finali penaltı atışlarına kalmış, 3-0 geriye düştüğü maçı 3-3’e getiren Liverpool, onun da kaçırdığı penaltı sayesinde kupayı müzesine götürmüştü. Elbette bırakmadı futbolu, bıraktırmazlardı da çünkü İtalyan futbolunun gözbebeğiydi Andrea Pirlo… İstanbul kabusundan bir İstanbullu’nun, Cüneyt Çakır’ın düdüğüyle uyandı, Juventus forması giyiyordu ve Şampiyonlar Ligi finalinde karşılarında Barcelona vardı. Barcelona çok dik yokuş bir yoldan gelmişti finale, önce Manchester City ardından PSG ve Bayern Münih, daha ne olsun… Juventus da az değildi, finalde beklenen El Clasico ihtimalini ortadan kaldırmış Real Madrid’i devirmişti yarı finalde… O akşam Berlin’de Pirlo kaybetti ve bu kez gerçekten de futbolu bıraktı. 36 yaşına gelmişti ve dönüp arkasına baktığında Milan’dan ayrıldığı gün geldi aklına… Milan, İbrahimovic’li kadrosuyla ezeli rakibi Inter’in önünü kesmiş, şampiyon olmuş ve hocası Allegri, 30 yaşın üstündeki futbolculara sadece bir yıl kontrat verilmesini istemişti. Bu, Pirlo gitsin demekti, gitti de… Juventus’ta göreve gelen Conte’nin maestrosuydu, şampiyonluklar arka arkaya geliyordu ama Pirlo, Allegri ile bir kez daha çalışacaktı. O akşam sahada üzelen Pirlo, kulübede kaybeden teknik adam Allegri idi..

Pirlo, New York’un yolunu tutarken iki yıl sonra Juventus yine Şampiyonlar Ligi finalindeydi, bu kez rakip İspanya’nın diğer büyüğü Real Madrid… Pirlo’nun arkasında oynayan isimler o akşam Cardiff’de yine sahadaydı. Kalede Buffon, defans üçlüsü Chiellini-Bonucci-Barzagli. Barcelona’dan “şampiyon” Dani Alves’i, Napoli’de 36 gol atan Higuain’i almışladı. O finalde Higuain, eski takım arkadaşı Ronaldo’nun Juventus’u paramparça etmesine engel olamadı. Real Madrid 4 golle İtalyanları ezerken, Juventus’un patronu Agnelli’nin en büyük kupa hayali bir kez daha ertelenmişti..

Andrea Pirlo hedonisti, futbolu keyif aldığı sürece oynamıştı, onun çocukluk hikayesinde, yoksul ailenin futbolcu olup anne-babasına refaha kavuşturan, ev alan satırları yoktu. Pirlo’nun futboldan en çok para kazandığı dönemde babası ve kardeşinin yönettiği çelik fabrikası iflas etmiş, ikili sıfırı tüketmişti. 38 yaşında New York’tan döndüğünde Pirlo’nun futbolun içinde kalacağının garantisi yoktu. Sahadaki futbol zekası kadar parlak emlak yatırımları, şarap bağları… Andrea bir moda ikonuydu ve emekliliğin tadını çıkartıyordu. Roberto Baggio gibi kramponlarını astıktan sonra bir daha hiç dönmeyebilirdi futbol sahnesine…

Juventus yönetimi ligde her yıl şampiyon olan takımın kaybettiği iki Şampiyonlar Ligi finalinin ardından bu kupayı kazanabilmesi için o kupayı 5 kez kazanan adamı transfer ettiler. Cristiano Ronaldo da kupayı getiremezse, son 10 yıldaki futbol projesi çökecekti. Portekizli, Cardiff’deki finalin ardından bir sezon sonra yine Juventus’un kabusu olmuş ve Allegri’nin çalıştırdığı takım çeyrek finalde Real Madrid’e elenmişti. Ronaldo ile de olmadı… İki yıl önce bir gençlik fırtınasının ikinci kurbanı oldular… Ajax önce Real Madrid ardından Juventus’u süpürdü sahadan… Patron Agnelli ve Nedved-Paratici ikilisi sezon başında son kartlarını oynadılar. Takım 8 yıldır arka arkaya şampiyon oluyordu ve takımın başına ligde hiç şampiyonluğu olmayan Sarri’yi getirdiler… Koronavirüs İtalya’nın kuzeyini vurduğunda Avrupa, Juventus’u değil Atalanta’yı konuşuyordu. Henüz pandemi ilan edilmediği günlerde San Siro’da 50 bin taraftar önünde Valencia’yı yıkan sezonun flaş ekibi adını çeyrek finale yazdırmıştı. Juventus’un ise derdi büyüktü, kötü sezon geçiren Fransız ekibi O.Lyon’a ilk maçı 1-o kaybetmişler ve futbol tatile girmişti… Haziran’da oyuna geri döndüklerinde 45 günde oynamaları gereken 12 lig maçı vardı, düşe kalka da şampiyon bitirdiler ve korktukları başlarına geldi. Ronaldo’lu kadro, O.Lyon’a elenip Ronaldo’nun memleketindeki final 8 turnuvasını evinden izlemek zorunda kaldı… O günlerde Juventus’un 23 yaş altı takımının başına getirilen Andrea Pirlo için futbolda ikinci perde başlamıştı… Zor kararı çok kolay aldı Juventus yönetimi.. Kaybedilen turun ardından 24 saat bile beklemediler… 18 saat sonra Sarri’nin görevine son verdiler. Onlara yeni bir teknik direktör lazımdı. Real Madrid ile kupayı 3 kez kazanan eski yıldızları Zidane, son 10 yılın en parlak adamların Poccethino ve hatta Inter’den kopup gelmesi beklenen eski hocaları Conte… İtalyan medyasını ters köşeye yatıran kararı verdiklerinde Juventus’un yeni teknik direktörü Andrea Pirlo’ydu… 2015’de bir Berlin akşamında Şampiyonlar Ligi müziğini beraber dinlediği Tevez, Evra, Marchisio, Lichtsteiner, Barzagli futbolu bıraktı. Vidal, Barça’da, Morata, Atletico Madrid’de, Pogba, Manchester United’da… Pirlo şimdi yola Bonucci ve Chiellini ile devam edecek… Ronaldo’lu ya da Ronaldo’suz bir yol ama yokuş ama taşlı…

Barcelona?


Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finalin tek maç üzerinden tarafsız sahada 15 Ağustos’ta oynanmaması mı garip yoksa Bayern Münih’in Barcelona’ya 8 gol atması mı? Tercih sizin ama daha az garip olan tabeladaki skor olduğunu düşünüyorum. Bayern Münih devler arasında en iyi yönetilen kulüpken Barcelona, transfer fiyaskoları ve Luis Enrique sonrası teknik adam tercihleriyle basiretsiz yönetiminin kurbanı bir dev. Önceki akşam Barça’nın kaleye attığı şuttan daha fazla gol atan Bayern Münih’in hocası Hans-Dieter Flick, Alman milli takımında Low’ın uzun yıllar yardımcısıyken, Barça’nın hocası Setien ile büyük deneyimini 60 yaşında Barça’da yaşamış ve La Liga deneyimi sadece 5 yıl olan bir teknik adam…

Şampiyonlar Ligi tarihinde ilk yarıda sadece Chelsea’den 3 gol yiyen Barça’ya her iki yarıda dört gol yağdıran Bayern Münih, Robben-Ribery yılları sonrasında mükemmele ulaşan kadrosu, hatlar arasını 20 metreden fazla açmayan oyun yapısı, uçan bekleri Davies, Kimmich, süper santrforu Lewandowski ve arkasında hiçbir şeyi 10’luk değil ama her şeyi 8.5’luk yapan Müller’iyle futbolda bir devri kapadı… 

Alman Milli Takımı, çok yetenekli İspanyolların kupa üçlemesine kurban gitmiş ve 2014 Dünya Kupası’nda o İspanya çökerken, Brezilya’ya 7 atıp ardından finalde Arjantin’i devirip şampiyon olmuştu. O turnuvada başarısız olsalar Löw bavulunu toplardı. Dün Neuer, Boateng ve Müller’in karşısında bu kez kulüp düzeyindeki bir maçta o finaldeki Messi vardı. Hocaları da işte Löw’un yardımcısı… Almanların bu zaferi kurumsal yönetimin, eski futbolcuların eşsiz tecrübelerinin, bir futbol kültürünün zaferidir. Barcelona ise uzun yıllardır perde arkasında Messi’nin futbolcu ve teknik adam tercihlerine hayır diyemeyen ve her buhranda “Giderim” kartını oynayan Arjantinli’ye hayır diyemeyen yönetimlerinin kurbanı oldu. 

Son 15 yılda Şampiyonlar Ligi’nin zirvesini domine eden, 3 takımla yarı finallere gelen İspanyollar 13 yıl sonra bu kupanın yarı finaline yoklar. Almanlar ise 3 teknik adamla geldikleri yarı finalde bir ilki başardılar. Hepsinden daha önemlisi Messi ve/veya Ronaldo 14 yıl sonra Şampiyonlar Ligi yarı finalini televizyondan izleyecekler. Barcelona da bir zamanlar orkestraydı ama uzun zamandır Messi ve saz arkadaşlarına dönmüşlerdi. O zaman Messi’yi sahneden alalım Bayern Münih Flarmoni’nin konseri var gelecek programda…

9 Ağustos 2020

Yeni Posterler Hayallerimizin Fotoğrafıdır

 

Futbol tarihimizin yakın geçmişinde şampiyonu belirleyen bir gol, bazen de kaçan bir pozisyon oldu. Atamayana, attılar ya da çok atan arkasına bakmadı. 13 yıl öncesine dönelim. Fenerbahçe tarihinin en iyi kadrolarından biri dağılırken, Appiah, Tuncay, Anelka ve Rüştü başka formalar giymek üzere kulüpten ayrılırken, Kalamış’taki kulüp binasına tarihin en iyi sol beki gelmişti: Roberto Carlos… Diğer kanatta oynayacak isim ise Gençlerbirliği’nden 1.4 milyon Euro’ya alınan Gökhan Gönül’dü… 4 yıl sonra bonservisi elinde olan Selçuk İnan, tercihini Galatasaray’dan yana kullandı ve yakın geçmişteki ikinci kırılma yaşandı. Fenerbahçe önce kadroyu koruyamamış sonra da oyunu orta sahalar kazanır yıllarında Türk Pirlo’su Selçuk’u kadrosuna katamamıştı.

2013-2014 sezonunda Ersun Yanal, Fenerbahçe’yi Nisan ayında şampiyon yaparken, ön liberoda oynayan Mehmet Topal iki stoperin arasına giriyor, dörtlü defans oynayan takım, hücuma çıktığında iki beki Gökhan Gönül ve Caner Erkin ile 3-5-2’ye dönüyor ve uçuyordu… Inter’in Zanetti’si varsa Fenerbahçe’nin de Gökhan Gönül’ü olabilirdi. Olmadı… Dünyanın herhangi bir yerinde ezeli rakibine iki milli bekini kaptıran takım varsa da ben bilmiyorum. Gökhan ve kısa Inter macerasından sonra Caner, şehir değil ama kıta değiştirdiler.

Fenerbahçe’nin 9 puan farkla şampiyon olduğu 2013-2014 sezonunda küme düşen takımlardan biri Elazığspor’du. O gün kulübede üzelen iki isimden biri yıl sonra ligde Başakşehir’i şampiyon yapacak olan Okan Buruk, yardımcısı ise dört gün önce Fenerbahçe’nin yeni teknik direktörü olan Erol Bulut’tu… 13 yıl önce dağıtılan kadro sonrasında çıkan fırtınayı dindirmek üzere Newcastle United’dan transfer edilen Emre Belözoğlu ise Fenerbahçe’nin yeni sezondaki futbol direktörü…

Dağıtmak kolay, toplamak zordur… İspanyol Milli Takımı’na 44 yıl sonra bir büyük kupa kazandıran ve üçlemenin ilk halkasını kazanan Luis Aragones’i, La Liga’nın gol kralı Güiza’yı da, son 20 yılın en büyük ama aynı zamanda en problemli forvetlerinden biri olan Anelka’yı da, tarihin en iyi sol beki Roberto Carlos’u Fenerbahçe’ye kazandıran Aziz Yıldırım’dı… Kuran da yıkan da kendisi oldu…

Tarihi “Eğer öyle olmasaydı” diye yazmak, senaryolaştırmak pek revaçta… Tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın “Bunu Herkes Bilir” kitabı ya da 2. Dünya Savaşı’na Almanya kazansaydı fikrinden yola çıkan dizisi gibi.. (The Man on the High Castle) Futbol tarihi kaçan goller kadar elde tutulamayan yıldızların, arka kapıdan firar eden gençlerin üzerinden de yazılabilir, okunabilir ama elbette değiştirilemez. Fenerbahçe’nin yakın tarihini de belki de böyle okumak lazım. 13 yıl önce o sağlam kadro bozulmayıp, doğru takviyeler yapılsaydı, Galatasaray-Beşiktaş-Bursaspor serisiyle devam eden şampiyonluklardan bir ya da fazlasını kazanabilir miydi Aziz Yıldırım… Ya Selçuk İnan, Fenerbahçe forması giyseydi? Ya da Gökhan Gönül ve Caner kesintisiz Fenerbahçe forması giyse, Şenol Güneş, Beşiktaş’a iki şampiyonluk kazandırır mıydı? Oyun elbette 2-3 adamın üzerinden okunmaz ama yine de “Ya eğer” diye düşünmekte fayda var… Geçen hafta bu köşede “Kaybedecek bir futbol aklınız var mı?” diye sormuş ve 10 yıl önce dibe vuran Juventus’un Nedved ve sportif direktör Paratici’nın akıllarını koydukları 9 seri şampiyonluğun öyküsünü anlatmıştım… O futbol aklını önce bir İtalyan sportif direktörde (Giuliano Terraneo) arayan Fenerbahçe, Türk futbol tarihinin en iyi orta sahalarından biri Emre Belözoğlu ile 4 yıl ayrılık yaşadı. 2015-2019 yılları arasında Fenerbahçeli Emre’nin Başakşehir’de ne işi vardı? Bir başka sportif direktör bu kez bir Fransız, Comelli gereğinden fazla süslediği CV’siyle geldiği Kadıköy’den ardından bir transfer enkazı ve yüklü bir borç bırakarak ayrıldı…

Evinin işyerinin duvarına tuttuğun takımın posterini asan kaç kişi kaldı ki? Bir takım posterinin ömrü eğer takım şampiyon olmamışsa bir yıldır. Ertesi sezon yeni futbolcular ve yeni poster.. O posterlerde teknik adamlar ve sportif direktörler değişmiyorsa dönüp zaten kim şampiyon olmuş diye bakmanıza gerek yoktur… “Olaylar sağbekin lahana dolması yemesiyle başladı” diyen büyük usta İslam Çupi elbette haklıdır ama bence “Yak bütün fotoğrafları, Ona ait bütün eşyaları” diyen Tarkan da haklı çünkü Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım dönemini anlatıyor…

Yeni posterde Gökhan da olacak Caner de ve sportif direktör Emre Belözoğlu da… 2016-2019 arasında neden yoktular diye sormak için çok geç. Şimdi Kavafis’in “Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda” dizeleri karşılar mı bu adamların kürkçü dükkanına dönme hikayelerini… Şehir mi değiştirdiler ki diye sorarsanız evet değiştirmediler. Çok daha fazlasını yaptılar… Bir kıtadan ötekine gittiler…


6 Ağustos 2020

İrfan Can-Yaya Toure-Leo Messi-Marc

İRFAN CAN KAHVECİ’NİN PEŞİNDEN KOŞANLAR

Sevilla’dan Roma’ya giden sportif direktör Monchi’nin listesindeki Cengiz Ünder için devreye o transfer döneminde Manchester City girince milli oyuncuya biçilen 8 milyon Euro değer katlanmıştı. Roma-City kapışınca kazanan Başakşehir oldu. Şimdi benzer bir kapışma İrfan Can için bu kez 3 kulüp arasında yaşanabilir. Bugün Avrupa Ligi’nde çeyrek final kapısını aralayacak maça çıkacak olan ve gelecek sezon önce Şampiyonlar Ligi ardından Euro 2020 vitrinine çıkacak olan İrfan Can’ı bu transfer döneminde satmak aslında doğru karar gibi görünmüyor. Hem oyuncunun Avrupa arenasında fiyatını yükseltebilme ihtimali hem de Okan Buruk için vazgeçilmez bir oyuncu olması, Başakşehir için zor bir seçimi gerektiriyor. 25 yaşındaki İrfan Can modern futbolun aranan orta sahalarından biri haline geldi. Sezon devamlılığı olmadığı yönünde takip raporları da var hakkında ama bir gerçek var 3 kulüp onu istiyor. İngiltere’den Newcastle United ve West Ham ve İspanya’dan Sevilla. Premier Lig için temposunu yükseltmek ve güçlenmesi gerekiyor ama La Liga’daki futbol için hazır İrfan Can.. Roma’ya Cengiz’i alan ve geçen sezonun başında Sevilla’ya dönen sportif direktör Monchi’nin listesindeki ilk isim O. Marsilya forması giyen 23 yaşındaki Maxim Lopez. Sevilla, Fransızların istediği rakamı düşüremezse Monchi’nin B planı İrfan Can Kahveci… Transfer dönemi uzun ve yeni başladı, izleyip göreceğiz…

 

“ATİBA” YAYA TOURE VE PEP GUARDIOLA

Pep Guardiola ile basamakları çıkan ve yıldız olan futbolcular da var Katalan teknik adam ile yolları kesiştiğinde keyfi kaçan ve bavulunu toplayan da. Ona Fildişi Sahilli Atiba diyelim: Yaya Toure.. Atiba ondan 3 ay büyük ve ikisi de 37 yaşında futbol kariyerlerine devam ediyorlar. Bugün Atiba, Beşiktaş formasıyla çok daha üst seviyede oynarken, Yaya Toure kariyerinin erken yıllarında Barça forması giymiş bir isimdi. Guardiola, Barça alt yapısından yetişen Sergio Busquets’i 2009 yılında orta sahaya monte ettiğinde Yaya Toure artık yedek stoper olarak yola devam ediyordu ve çareyi ayrılmakta buldu. Guardiola ile iyi ayrılmadıkları ortada ama 2010’da Manchester City’ye giden ve altın yıllarını (8 sezon) İngiliz kulübünde geçiren Yaya Toure bir kez daha karşısında Guardiola’yı buldu. İkili arasındaki soğuk rüzgarlar Yaya Toure’nin kulüpte sonunu hazırladı o da kürkçü dükkanına, Monaco öncesi çıkış yaptığı Olympikaos’a döndü. İki yıllık bir Çin macerası ve şimdi 37 yaşında kendine kulüp arayan Yaya Toure…

LEO MESSİ’NİN TEK RAKİBİ MARC KİMDİR?

Oğluna sevdiği futbolcunun ismini vermek dünyanın her yerinde futbolseverleri eşleriyle karşı karşıya getirir. Leo Messi, 2000 yılında ailesiyle birlikte Barselona’ şehrine geldiğinde, Katalunya bölgesinde o yıl doğan 4 çocuğun adı Leo idi. 2004 yılında Messi, Barça formasıyla sahaya çıktığında ise bölgede sadece 11 çocuğa Leo adı verilmişti ve erkek çocuklara verilen isimler sıralamasında Leo, 262. sıradaydı… Yıllar içinde Barselona ve çevresinde Messi sayesinde Leo ismi popüler oldu ve yeni doğan erkek çocuklarına Leo ismini verenlerin sayısı 10 yıl önce 136’ya çıktı. Messi attıkça, Leo ismi da çoğalmaya başladı. 2015 yılında 454 Leo ismi verilen çocuk dünyaya geldi. Leo zirveye koşuyordu, 262. Sıradan ilk 10’a girdiği 2018 yılında 459 çocuk hayata Leo olarak başladı ve 2019’un istatisikleri geldiğinde sıralamada Leo, 500 çocukla ikinci sıraya çıktı. Johan Cruyff’un oğluna verdiği isim Jordi, tarih boyunca popüler bir isimdi Katalunya’da. Leo onu solladı ve artık önünde tek bir isim var: Cristiano değil elbette! O isim Marc…


4 Ağustos 2020

Galatasaray'da 10 yılın Z Raporu

22 yıl önce Zidane, Dechamps, Inzaghi’li Juventus kaptanı Conte önderliğinde Ali Sami Yen zeminine çıktığında karşısında Terim yönetiminde Hagi’li Galatasaray vardı. Sarı kırmızılı takım Terim yönetiminde iki kez şampiyon olmuş, üçüncünün de net favorisiydi. Fazlasını yaptılar, 4 şampiyonluk ve UEFA Kupası.. O Juventus kadrosundan Igor Tudor gün gelecek Galatasaray’ın hocası olacak, Conte de 13 yıl sonra Terim’e büyük bir hediye verecekti. 2010-2011 sezonunda Juventus ve Galatasaray dibe vurdular liglerinde. G.Saray ligi 16 mağlubiyetle 8. sırada tamamlamış, Juventus ise 10 mağlubiyetle  Serie A’yı 7. sırada bitirmişti.

İki takım da hoca değişikliğine gittiler ve Juve’de göreve gelen Conte, ABD’deki hazırlık kampına Felipe Melo’yu götürmedi. Terim çalıştırdığı ve çok yakından takip ettiği Fiorentina yıllarından beğendiği Felipe Melo’yu kiralayarak 3. dönemini başlattı Galatasaray’da… İki yıl arka arkaya şampiyon olan kadroda iki yaz döneminde de çok önemli takviyeler yapılmış, kadro yenilenmiş ve zorda olan Inter’den Sneijder alınmıştı. Conte’den önce iki sezonda toplam 25 mağlubiyet alan Juve de Terim’in Galatasaray’ı gibi iki yıl arka arkaya şampiyon olurken ilkinde 38 haftada yenilgi yüzü görmemişti.

Galatasaray’da hiçbir başarı cezasız kalmaz. Dönemin başkanı Ünal Aysal, lige 1 galibiyet 3 beraberlikle başlayan Fatih Terim’in görevine son verirken, Conte o sezon 3. şampiyonluğuna koşuyordu. 19. Şampiyonluğu kazandıktan sonra Florya’daki ofisinde sırtını verdiği tabloda yer alan 4 yıldızın beyaz olan bir köşesini boyayamadan ya da tamamlayamadan ayrılan Terim elbette ki, Conte Juve ile 3 yapıp yeter deyip İtalyan Milli Takımı’na gittiğinde koltuğu bırakan Prandelli’nin bir gün Galatasaray’daki koltuğunda kısa da olsa oturacağından habersizdi.. Ya da onun öncesinde İtalya Kupası’nda finale koşturduğu Fiorentina’da koltuğuna oturan Roberto Mancini’nin Ünal Aysal tarafından yerine getirileceğini…

Bayern Münih’in 8, Juventus’un 9 seri şampiyonluk kazandığı son 10 yılda PSG’nin uzun serisini bozan Falcao’lu Monaco olmuştu. Galatasaray’da 2000 yılında Terim ayrıldığında “Kalsa seri uzar mıydı?” sorusuna bir soru daha eklendi 2013 yılında. İki soruya tarihin vereceği bir cevap yok elbette…

98’deki Juve maçının kahramanlarından Tudor döneminde yapılan transferlerle yenilen kadroyu Terim teslim aldığında, Beşiktaş, Gordon Milne dönemi gibi bir üçlemeyi Şenol Güneş ile yapabilirdi ama Şampiyonlar Ligi mesaisi ama milli takım koltuğu; olmadı… Hamza Hamzaoğlu ile 20. Şampiyonluğunu kazandıktan sonra zirveyi Beşiktaş’a kaptıran Galatasaray, Terim’in 4. döneminde iki şampiyonluğu nefes nefese finallerde kazanırken, hocasının aklında artık kırılacak bir rekor bir de yıldız vardı…

Terim, 5 yıl arka arkaya şampiyonluk ve 5. yıldızı armaya takıp ezeli rekabette rakiplerine uzak ara yapmak niyetindeydi. Bu hedef tutarsa ezeli rakiplerinde mutlaka yönetimler değişecekti, ki Beşiktaş’ta değişti… 2011 yılında olduğu gibi transferde gelen-gidenlerin trafiği Florya yollarını tıkadı ama bu kez hesap tutmadı. Bonservisi alınamayacak kadar pahalı ama yetenekleriyle ligi süpürebilecek yıldız isimler kiralandı ve bonservisi elindeki marka golcü Falcao kadroya katıldı. Geçen sezon 8 puan geriden gelen kadrodan sonra bu sezon G.Saray’ın puan tablosunda hiç arkasına bakmaması gerekiyordu.

Son 25 yılda yabancılardan en iyi performansı alan ve “havası başka” denilen Florya’da armayı ve formayı benimseyen yabancılarla fark yaratan Galatasaray’ın bu sihri bozuldu. Çünkü artık sosyal medya vardı ayağın tökezlese çukuru düştün eyyamı yapan, daha dün gelen futbolcuya bugün “defol git” diyenlerle dolu bir sanal dünya... Giderken itibarsızlaştırılan Sneijder’in yerine gelen Belhanda, asist pası gibi detay istatistiklerle iteklenirken, Fransa Milli takım seviyesindeki Nzonzi sosyal medyaya kurban verildi. Falcao sakatlanmış, müzmin sakat Lemina bir var bir yokken, geniş tutulan kadroda Emre Mor, Jimmy Durmaz, Babel, Şener safra olmaktan öteye gidemedi.

Elbette ki pandemi dönemi ve Muslera başta olmak üzere sakatlıklar, Mart ayındaki araya 3 puan geride giren Terim’in beş seri şampiyonluk hayallerine darbe vurdu ama Galatasaray ile aynı sezon dibe vurmuş Juventus, 9 yıl arka arkaya şampiyon olurken iki takım arasındaki fark bir adım geri çekilip baktığınızda futbola bakış açısıydı. Juventus’un bir sportif direktörü vardı Fabio Paratici.. Dünyaca ünlü yıldızları Juve markasıyla ikna edip bonservissiz transfer eden (aynı zamanda Ronaldo’ya, 100, direkt rakibi Napoli’nin golcüsü Higuain’e 94 milyon ödeyen, Pogba’yı da 100+’ya satan) adam…

Galatasaray’da özellikle Dursun Özbek döneminde olmayan futbol aklı işte budur… Yoksa kim gidip kontratının son yılına giren Belhanda’nın bonservisine 8+2 milyon Euro, Osmanlıspor’da 450 bin Euro kazanan Ndiaye’ye 2.75 milyon maaş verir, kim santrforsuz kalınca “Deli” Diagne’ye 13 milyon bonservis öder ya da kim Mancini’nin olduğu sezonun devre ortasında yangından mal kaçırır gibi 10 transfer (Alex Telles haricinde kimsenin G.Saray’da 11 çıkacağına inanmadığı Hajrovic, Salih Dursun, Ontivero, Veysel Sarı, Umut Gündoğan ve Endoğan Adili gibileri)  birden yapar ki…


3 Ağustos 2020

Kaybedecek Futbol Aklın Oldu mu Hiç


On yıl önce yaz aylarında bir İtalyan yaptığınız futbol sohbetinde Juventus, üç yıl arka arkaya şampiyon olacak deseniz size bir espresso ısmarlar, “Senin ne güzel hayallerin varmış” der, abartıp 5 derseniz “Gerçekten İtalya Serie A tarihini biliyor musun” diye sorar, oldu ki 7 yıl arka arkaya dediniz tanıdık bir doktorun telefonunu verir, masadan kalkarken 9 kez diye bağırırsanız polis çağırırdı… O gün karakolluk da olsanız haklı çıkmanız için 40 mevsim geçmesi gerekiyordu. Ve haklı çıktınız Juventus 9 yıl arka arkaya şampiyon oldu Çizme’de… Şimdi filmi 11 yıl öncesine saralım:

 

Calciopoli şike skandalı sonrasında düştüğü lige ertesi sezon dönen ve Inter’in şampiyonluklarına refakat eden Juventus, 2009-2010 sezonunda ligi 7. sırada bitirdi. Şampiyon Inter, Mourinho yönetiminde Şampiyonlar Ligi ve İtalya Kupası’nı da kazanmış ve İtalya’nın kuzeyinde Milano ve Torino şehirleri arasındaki rekabette güç dengesi Berlusconi yıllarında Milan’ın yaptığı gibi Milano’ya kaymıştı. Bir şeyler ters gidiyordu ve değişim şarttı. Takım 15 mağlubiyet almış dibe vurmuştu. Agnelli Ailesi’nin veliahtlarından Andrea Agnelli koltuğa oturmadan operasyona başladı. Ferrari’de Jean Todt’un yaptıklarını yapacak bir futbol aklı arıyordu Agnelli. Çok uzaklara gitmesine gerek yoktu. O sezonu 4. sırada bitiren Sampdoria’da Giueppe Moratta futbol yönetiminde ülkenin yıldız ismiydi. Adriano Galliani’nin Milan’daki ağırlığını hissettirmek için o da şampiyonluğa oynayan bir takım arayışındaydı. Patronu Riccardo Garrone onun önünü açtı ama asıl kıyamet bir başka ismin Marotta ile birlikte Juventus’a gitmesiydi. 2004 yılından beri Marotta ile çalışan ve kariyerini kimselerin hatırlamadığı eski bir futbolcu onun transfer sihirbazıydı. Gözü iyi olan adam Fabio Paratici idi. Teknik direktör seçiminde biraz duygusal davrandılar. Onların emeklerini sahada hasata dönüştüren Luigi Delneri’yi Juventus’un başına getirdiler. İlk sezonları büyük hayal kırıklığıydı. 15 mağlubiyetten sonra bu kez Juventus’un mağlubiyet hanesinde 10 yazıyordu ve takım 38 maçta sadece 15 kez kazanabilmişti.

 

İngiltere’de başlayan yabancı patron rüzgarı İtalya’da da esmeye başlamış ve Inter, Uzakdoğu sermayesinin kontrolüne girmişti. Milan ve Roma da onu takip edecekti ve Agnelli Ailesi, İtalyan bayrağını en tepede tutmaya kararlıydı. Teknik adamlık kariyerinde bir başarısı olmayan adamı Juventus teknik direktörü yapar mısınız? İspanya’da Guardiola ile başlayan evlat teknik adam modasının Conte tercihinde etkili olduğunu söyleyebiliriz şimdi. Juventus’un 15 mağlubiyet aldığı sezonda Atalanta ile küme düşmemek için çırpınan Antonio Conte 13 yıl Juventus forması giymiş bir futbolcuydu. Atalanta tribünleri onu istifa zorladığında olayları polis yatıştırmış, Conte istifasını vermek zorunda kalmış, kulüp de sezon sonunda küme düşmüştü. Yıpranan Conte ertesi sezon bir alt ligden gelen teklifi kabul etti ve geldiği sezon Siena’yı Serie A’a ya çıkardı. Marottta ve Paratici ikilisi doğru adamı bulduklarına inandılar, Conte için tam zamanıydı…

 

Doğru zamanda doğru yerde olmak için daha ne kadar iyi bir örnek olabilir ki? İki sezonda 25 mağlubiyet alan Juventus, Conte ile ilk sezonunda tek bir yenilgi yüzü görmeden ve sadece 20 gol yiyerek şampiyon oldu. Rüzgar bu kez Torino’dan Milano’ya doğru esmeye başlamıştı…

Fabio Paratici bugün futbol dünyasında iki yıl Roma dışında hayatını Sevilla’ya adayan Monchi ile birlikte en iyi sportif direktör ve transfer sihirbazı olarak kabul ediliyor. Paratici, İtalyan kulübünün popülaritesini ve kazanma kültürünü de kullanıp çok sayıda kontratı sona ermiş yetenekli futbolcuya Juventus formasını verdi..

 

Üç sezonun ardından Conte milli takıma gittiğinde koltuğu Allegri’ye verdiklerinde Juventus tribünleri bu kararı protesto ettiler. Onlar yine haklı çıktı, Allegri 5 şampiyonluk kazandırdı ama Avrupa’da kupayı getiremedi. Sezon başında Serie A’da hiç şampiyonluğu olmayan ama Napoli yıllarında kendilerini zorlayan Sarri’yi seçen  bu kez Paratici-Nedved ikilisiydi çünkü Inter, Juventus’un en tepesinden Giuseppe Marotta’yı koparmış ve kulübün başına getirmişti. Conte yuvaya dönmek yerine Juve’ye meydan okumak için Marotta’nın saflarına katıldı. Bugün İtalya’da sezon finali var.. Juventus şampiyonluğunu kutladı ama asıl merak edilen 11 yıl önce kovdukları Conte’nin çalıştırdığı Inter’in bu akşam Atalanta deplasmanında ne yapacağı.. Atalanta kazanırsa, ligi Conte’li Inter’in önünde kapatacak… Hiçbir futbolcunun adının geçmediği bir yazının sonunda, sportif direktör, kulüp yönetimi, teknik direktör kelimelerinin bizde hafife alındığını söylersem, 9 kez şampiyon olan Juventus kadar abartmış olabilir miyim acaba…  

 

 


26 Temmuz 2020

Selçuk İnan Bırakırken



Yedi yıl önce Barcelona lige yedi gollü galibiyetle başlamış, iki El Clasico’da da Real Madrid’i devirmiş, Bask bölgesinde önce Bilbao’ya ardından Sociedad’a kaybetmişti. Valencia, Şubat ayında Camp Nou’ya geldiğinde maçın ertesi gün aralarında bulunduğum gazeteci grubu Messi röportajını maçtan çok daha heyecanla bekliyordu. O gün Barça, Messi’li yıllarda Arjantinli’nin gol attığı bir maçı ilk kez kaybetti. Valencia 3-2 ile evine döndü. Sezonun son haftasında Barça evinde Atletico Madrid’e devirse şampiyondu. Arda’lı Atletico, 1-1 ile 19 yıl sonra şampiyonluk hasretini bitirip Lizbon’da kaybedeceklerini Şampiyonlar Ligi finalinin hazırlıklarına başladılar.. Ertesi gün Messi’yi bekleyen gazeteciler zamanında kameralar karşısına geçen Arjantinli’ye soru soramayacaklarını öğrendiler. Messi’ye soruları güvendiği bir gazeteci soracaktı… Ne beklersiniz ki böyle bir röportajdan.. İlk kez yakından bir basın toplantısında Messi’yi izliyordum. Utangaç ve çok konuşkan olmadığını biliyordum ama bu kadarı fazlaydı. Messi’nin ağzından kelimeleri kerpetenle alıyordu yakın gazeteci dostu. Göz temasından kaçınıyor, vücut dili bitse de gitsem diyordu…
Ertesi yıl Barselona’da Neymar röportajına bir saat önceden gelmiş Brezilyalı yıldızı bekliyorduk. Bizimle beraber bekleyenlerden biri de Barcelona kulübü ikinci başkanıydı. Röportaj saati geldiğinde Neymar ortalıkta yoktu, Barcelona’nın iletişim ekibinin yaşadıkları panik yüzlerinden okunuyordu. Neymar bir gece önce şehrin casinosunda sabahlamış diyen Katalan gazeteciler haklı mıydı bilmiyorum ama röportaj için salona girdiğinde 75 dakika gecikmişti. Messi’den yetenekli olduğu bir alan varsa o kesin iletişim gücü olabilir. Dakikalar içinde esprileri ve rahat cevaplarıyla salonu avucunun içine aldı, herkes mutlu ayrıldı basın toplantısından.. Sonuçta deli dolu Neymar bu, uyuduğu sıcak yatağından kalkıp gelmeyebilirdi de…
Ne futbolun kendisi ne de futbolcular 40 yıl önceki gibi değil. Futbolcuyla iki kare yan yana fotoğraf çektirip, ağzından iki cümle alıp sonra “altını sen doldursun” devri çoktan tarihe karıştı. Modern futbolda parayı sadece kulübünden kazanmıyorsun, sponsorlar sana ne kadar çok görünür olursan o kadar fazla bütçe ayırıyorlar. İyi futbolculuk kadar iyi aktörlük de önemli.. Elinde kramponlar moda fotoğrafçısına poz verdiğinde, röportajlarda ortalığı ayağa kaldıracak manşet ağzından çıktığında, 90’a taktığın frikik golleri kadar güzelsin ve başarılısın…
Selçuk İnan ile 9 yıl boyunca röportaj yapmayı başaramadım, mesleki kariyerimde başarısızlık olarak görür yapanları da tebrik ederim. Ne zaman denediysem, her erteledik. Galatasaray kaptanının zirvedeyken de, düşüşe geçtiğinde de anlatacak çok şeyi olduğuna inandım, başarılarının gençlere ilham kaynağı olacağını, yedek kulübesine düştüğünde bunun nedenlerini o günlerin sıcaklığında sormak isterdim. Bir gün bir yazının köşesine “Susma Selçuk, sıra sana gelecek” dedim… Geldi de…
Futbol kariyeri uzun bir yol… Başlayana “yolun açık olsun”, bitirene “geçmiş olsun” denir. Bu yol yokuşlu, virajlı; kazanmak da var kaybetmek de… İki yer arasında övgü de var eleştiri de… Selçuk İnan’ın Selçuk İnan olamadığı yılların sosyal medyanın yükselişe geçtiği yıllar olması belki de Selçuk’un talihsizliğiydi.. Çünkü bu devirde ayağın tökezlediğinde “çöpsün” o sanal dünyada...

Selçuk İnan büyük futbolcuydu ama düşük profil çizip, kaptanı olduğu takım adına neredeyse senede iki paragraf konuşan adam olmayı tercih etti. Geçen hafta da futbola veda ederken kameralar karşısında kaçırdığı gözleri, titreyen sesiyle aslında saha dışındaki Selçuk İnan’ın Z raporunu alıp verdi bize… Selçuk buydu, yaşına değil susmaya yenilmişti... Hayatta da futbolda da birinden ayrılmak değil; bir zamanlar beraber geçirilen o güzel zamanların bir daha tekrar etmeyeceğini bilmek acıtır… Selçuk’a en çok kızanlar onun ne kadar büyük futbolcu olduğunu bilen, izleyenlerdi. Selçuk bunu biliyor muydu? Sanmıyorum… Bilse, önce kalabalıklara sonra kendine küsmezdi. Kaptanı ve taraftarı olduğu kulübün efsanesi Bülent “Korkmaz”dı, bu sezon şampiyon olan Okan “Buruk” ayrılmıştı Galatasaray’dan… Selçuk da son 4 yılda kendine “İnan”madı… Eksik tuttuğu “güzel zamanlar” ve yapmadığı röportaj için canı sağ olsun, yeni hayatında yolu açık olsun…

19 Temmuz 2020

20 Yıl Önce 20 Yıl Sonra



Önceki gün 34. şampiyonluk kupasını müzesine götüren Real Madrid’in tarihinde çeyrek asır öncesine saralım filmi… 90’ların başında Cruyff yönetimindeki Barcelona’nın dört yıl arka arkaya şampiyon olduğu dönemde ekonomik kriz yaşayan İspanyol kulübü, başkan Lorenzo Sanz ile ayağa kalkmıştı. 1995 yılında seçime kulübü düzlüğü çıkaracağı iddiasıyla giren Florentino Perez ise sandıkta kaybedince bir sonraki seçimi beklemek zorunda kalmıştı. 1998’da Amsterdam Juventus’u tek golle, iki yıl sonra Paris’te Valencia’yı 3-0 devirip iki Şampiyonlar Ligi Kupası kazanan kulüpte başkanlık koltuğunda oturan adam seçim kaybeder mi? Kaybetti…


İspanya’da inşaat sektörünün bir numarası Florentino Perez, politikada aldığı yenilgilerden sonra gözünü 2000 yazında yapılacak Real Madrid seçimlerine dikti. Bir kez daha kaybederse başkanlık ömrü boyunca bir ukde olarak kalacaktı. O günlerde Real gibi seçim havasına giren Barcelona’da 19 yıldır başkanlık koltuğunda oturan Nunez, yıllar önce gönderdiği Cruyff’un başını çektiği muhalefetin baskısı altındaydı. Takım 90’ların sonunda iki şampiyonluk kazanmasına rağmen, Avrupa sahnesinde yoktu. Dönemin star menajerlerinden Portekizli Veiga, vatandaşı Luis Figo’nun kontratının uzatılması için Nunez’in kapısını çaldı. Figo kaptanlığa yükselmiş ama sadece bir milyon Euro kazanıyordu. Nunez “seçimden sonra” dediğinde Veiga, Real Madrid kartını oynadı. Başkan adayı Perez’e Figo’yu teklif ederken niyeti Barça’nın telaşa kapılıp Portekizli yıldızın ücretine zam yapmasıydı. Zaten Figo’nun da Barça’dan ayrılmaya niyeti yoktu ve kulislerde başkan Lorenzo Sanz’ın seçimi kesin kazanacağı konuşuluyordu…


Favori Sanz karşısında Figo kozunu oynamak Perez’in işine geldi. Önce menajer Veiga ile masaya oturdu ve “Başkan olursam ve Figo gelmezse 35 milyon Euro tazminat ödersiniz” protokolüne imza attırdı. Barça’da 1 milyon kazanan Figo’ya da 6 milyon Euro vereceğini söyledi. Artık bombayı medyanın önüne atmanın zamanı gelmişti. Perez seçim kampanyasına “Figo’yu alacağım” diyerek başladı. Barselona’da spor gazetelerinin usta muhabirleri bıyık altından Perez’e gülüyordu. İmkansız aşkın peşinden mi koşuyordu Perez? 5 yıl önce kaybettiği seçimden ders çıkartan Perez, sandıklara mektup yoluyla oy atanlar için özel bir ekip kurdurttu. Seçime gelmeyenlerin kapalı zarflardaki oyları evlerden toplandı. Perez ikinci bombasını “Figo gelmezse Santiago Bernabeu’daki kombineleri cebimden öderim” dedi. 22 milyon Euro’luk fatura ağırdı ama medya 35 milyon Euro’luk tazminat maddesini imzadan sonra öğrenecekti…



2000 yazında Madrid ve Barselona’daki dört spor gazetesinde neredeyse her gün dört sayfa Figo haberleri vardı. Barcelona taraftarlarından tehdit alan Figo şehirden uzak Real’deki seçim sonuçlarını bekliyordu. Sanz kazansa da Barça ücretine zam yapsa kafası rahatlasaydı… Perez kazandı ve ilk işi futbol federasyonuna gidip 60 milyon Euro serbest kalma bedelini yatırmak oldu. Lizbon’da gizlenen Figo, Madrid’e gelmek için çekiniyordu ama artık olan olmuştu. Don Alfredo Stefano, Real’in efsanesi ve onursal başkanı, Portekizli yıldız imzayı atarken yeni başkan Florentino Perez ile objektiflere gülümsüyordu. O fotoğrafın çekildiği günden 50 yıl önce de kendisi Real-Barça arasındaki transfer kavgasının öznesiydi…



Figo transferi futbol tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. 80’ler ve 90’larda transfer piyasasının kralı olan İtalyanlar, koltuğu İspanyollara devrettiler. Perez geride kalan 20 yılda 2006-2009 arasında çekildiği dönem haricinde 3 farklı Los Galacticos projesiyle 5 Şampiyonlar Ligi Kupası kazandı, şampiyonluk sayısı bir eksik kalmıştı ki, onu da önceki gün Alfredo Stefano’nun adını taşıyan stadyumda, Zidane yönetimde onun futbolu bıraktığı son maçtaki rakip olan Villarreal’i yenerek aldılar.


Yıllar önce “Neden teknik adam olmuyorsun?” sorusuna “Başarısız olmaktan korkuyorum. Ben Zidane’ım” diyen Cezayir asıllı Fransız 19 maçta bir kupa kazandı Real Madrid’de… Florentino Perez 73 yaşına geldi, eşini kaybettiği günden bu yana Real Madrid’e daha fazla sarıldı. 20 yıl önce seçimi kaybeden Lorenzo Sanz, mart ayında koronavirüse yenik düştü. 19 yılda 7 şampiyonluk kazanan, Barça alt yapısı La Masia’yı Cruyff ile kuran ve iki yıl önce hayatını kaybeden Josep Nunez, 2000 yazında menajer Veiga’ya “Seçimden sonra görüşelim” demeseydi, Figo Barcelona’da kalır, taraftar Portekizli yıldıza “Senden nefret ediyoruz çünkü seni çok sevmiştik” demez, o da seçimi kaybetmezdi..

12 Temmuz 2020

Bana Balık Tutmayı Öğret



Türk futbolundaki yabancı futbolcu sayısı tartışmaları ve kararlarını bir tarafa 
bırakıp, yetiştiren, yönetenler penceresinden bakalım. Önce bir İtalya’ya gidelim. 14 yıl önce bir Temmuz akşamında Berlin’de Dünya Kupası’nı kazanan İtalyanlar, “12 yıl geleneği”ni sürdürmüşlerdi. Gök Mavililer 12 yılda bir Dünya Kupası finali oynar, bir kazanır, bir kaybederlerdi. Büyü de seri de 12 yıl sonra 2018’de bozuldu. “Futbol ülkesi” İtalya, Rusya’daki Dünya Kupası’nda yoktu. Mourinho önderliğinde bugünlerde Portekizli teknik adam sayısı Avrupa’da artarken futbol tarihinin değişmez bir gerçeği var, İtalyanlar, Almanlarla birlikte kıtanın teknik adam fabrikasıdır. Lippi’den Ancelotti’ye, Sarri’den Conte’ye, Cannavaro’dan Gattuso’ya uzanan bir gelenek. 2006’da Berlin’de şampiyon olan İtalya Milli Takımı’ndan 12 futbolcu kramponlarını astıktan sonra giydikleri takım elbiselerle artık yedek kulübesindeler. Çin’de Guangzhou ile şampiyon olan Fabio Cannavaro, bu sezon İtalya Kupası’nı Napoli’nin müzesine götüren Gattuso, Benevento’yu Serie A’ya taşıyan Pippo Inzaghi, aynı yarışı Frosinone ile veren Alessandro Nesta. Arjantin asıllı Camoranesi’den Zambrotta’ya, futbolu yeni bırakmasına rağmen ara vermeden yola koyulan Andrea Barzagli’ye, Massimo Oddo’dan Alberto Gilardino’ya ve Fabio Grosso’dan futbolu yeni bırakan Daniel de Rossi’ye… Aralarında gelecek sezon Juventus alt yapısında başlayacak olan “Maestro” Andrea Pirlo’nun da olduğu bugün 72 yaşındaki Marcello Lippi’nin 14 yıl önce La Gazzetta dello Sport’a bugün kült olmuş “Her şey Gerçek” manşetini attıran öğrencileri…
****
Peki bizde her şey ne kadar gerçek? 2006’dan 4 yıl öncesine dönelim ve saymaya başlamadan altını çizelim. Adı geçen isimler, İtalyanlardan çok daha önce futbolu bıraktılar ve yola erken çıktılar ya da çıkmaları gerekiyordu. 2002 Dünya Kupası’nda üçüncü olan Türk Milli Takımı’ndan bu sezon Süper Lig’de teknik direktör olan futbolcu sayısı sadece 2. Okan Buruk, Başakşehir ile hem şampiyonluğa koşuyor hem de Avrupa Ligi’nde yola devam ediyor. Bülent Korkmaz ise Konyaspor’da. Yakın geçmişte Tayfur Havutçu, Ümit Özat Süper Lig’de takım(lar) çalıştırdılar. Ümit Davala ve Hasan Şaş, Fatih Terim’in yardımcılığından bir basamak yukarıya çıkamadılar ya da çıkmak için gün sayıyorlar. Rüştü, Emre Aşık, Tugay, Hakan Ünsal ise bugünlerde kulübelere uzak duran isimler. 2002’de destan yazan kadrodan kaç futbolcu, hangi alt yapıda çalıştı, kaç gencin gelişimine tecrübeleriyle ışık tuttular? 18 yıl sonra Milli Takımı Euro 2020’ye götüren isim: Şenol Güneş.. Hangisi onun ve Fatih Terim’in olduğu zirveye –Okan Buruk hariç- tırmanmaya çalıştı? Onlar hep balık verdik, balık tutmayı öğretmeyenler kim?  Sorular da bunlar, sorunlar da…

Real Madrid'deki Değişim



Real Madrid’de Zidane neyi değiştirdi yıllar öncesinin sorusuydu. Ronaldo’lu kadro 4-3-3 oynuyor, ender olarak takım 4-4-2’ye dönüyor ve orta sahayı Modric-Kroos-Casemiro ile tutuyordu. Rafael Benitez böyle koltuğunu kaybetti, Zidane böyle 3 Şampiyonlar Ligi kazandı. Fransız teknik adamın asıl sınavı Ronaldo gittikten sonraydı. Bir Ronaldo daha bulamayacağına göre gereğinden fazla atan yerine daha az yiyen bir takım yaptı bu sezon. Bildik sözdür, forvetler yarışta tutar, defanslar şampiyon yapar. Gelin 2 sezon öncesine dönelim. Real Madrid 94 gol atıp kalesinde 44 gol görmüş ve şampiyon Barcelona’dan 17 puan fark yemişti. Geçen sezon Ronaldo, Juventus’a gidince Real Madrid, 63 golle yetindi ve kalesinde yine çok gol (46) gördü. Sezon sonunda fark bu kez 19’du. Şimdi bu sezona bakalım. Real Madrid, o 90 gollü sezonların yine uzağında. 35 hafta sonunda 64 gol attılar. İki sezondur 40+ gol yiyen takım bu sezon kalesinde sadece 21 gol gördü ve ligin bitimine 3 hafta kala 4 puan önde. Lige dönüş sonrasında 3 maçı tek golle kazandılar. Barça’yı da Mart ayının ilk gününde gol yemeden 2 atıp devirmişlerdi. Pandemi öncesinde Galatasaray’ı yarışta tutan az gol yiyen bir takım olmasıydı. Trabzonspor’u sezon boyunca yoran ve sonunda 4 puan farkın oluşmasını sağlayan ise kalesini 31 maçta kazanırken sadece 4 maçta gole katabilmesi… Gelecek sezon için Real Madrid-Zidane’dan çıkartılacak ders budur. Defansif futbol başka şey, takım savunması başka şey sonuçta… Atletico Madrid kaç yedi diye merak eden varsa, Real Madrid’den 5 fazla yediler ve aralarındaki puan farkı 17… Çünkü az yerken, kararında da atmak lazım. Atletico, 47 golde kaldı ve beraberlik sayısı 35 maçta 15…

HER HAFTA ŞAMPİYONLAR LİGİ OYNAMAK!
Hem liginde şampiyonluk kovalayıp hem de Avrupa’da başarılı olmak için geniş kadrolara ihtiyaç var ama gelecek sezon her takımın çok daha fazlasına ihtiyacı olacak. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde sezon Ekim ayının 3. Haftasında başlayacak ve bir ezber bozulacak. 15 günde bir oynanan maçlar yeni sezonda üçer haftalık dilimlerde arka arkaya oynayacak. 20 Ekim-4 Kasım arasında 3 ve 24 Kasım-9 Aralık arasında 3 maç daha… Öncesi ve sonrasında lig maçlarını da düşünürsek bu iki tünelden çıkabilmek kolay değil. Biz dahil Avrupa Ligleri’nde birçok takımın özellikle Avrupa Ligi’nde bol rotasyonlu kadrolarla oynayacağı kesin. İdeal 11’inden 4-5 farklı oyuncuyla ligi götürebileceğini ve aslarını dinlendirebilecek takım sayısı 10’u geçmez Avrupa’da. Gelecek sezon hem liglerde hem de UEFA’nın iki kupasında büyük sürprizlere hazır olalım..