7 Eylül 2009

Appiah'ın Taktığı Borçlar

1 Aralık'ta Appiah'ın kulüp formasıyla çıktığı son maçtan bu yana 2 sene geçmiş olacak. Fenerbahçe formasıyla son olarak 1-0 kazandıkları Denizlispor maçında forma giyen Appiah, Gana milli takımında oynamaya devam ediyor ama 21 aydır bir takım bulamadı kendine. Başı d belada aslında. Fenerbahçe 3 milyon euro istiyor. Davalar devam ediyor. Appiah rahatsızlığında teşhisin yanlış yapıldığını iddia ediyor. Tedavinin de devam ettirilmediğini savunuyor. Bunların hepsi aslında bildilk hikayeler. Benim ilk kez duyduğum ise, Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe'nin Inter ile Milano'da rövanşı oynadığı akşam yaşananlar. İtalya'da Udinese, Parma, Brescia ve Juventus formaları giyen Appiah'ın çalıştığı iki menajerle başı belada. İkisi de dava açmışlar ve kazanmışlar. Adam başı yaklaşık 500 bin euro ödenmemiş komisyonlarını istiyorlar Appiah'tan. İki menajer de o gece San Siro'ya soyunma odasının kapısına polis çağırmış ama Appiah'ın kapıda bekleyenleri ektiği söyleniyor. Son bir yılda 10'a yakın kulüple adı anıldı. Milli takımla 6 karşılaşmaya çıkmış. Bir şekilde belki de netleşmeyen sağlık durumu yüzünden hiçbir kulüp onunla sözleşme imzalamak istemiyor. Appiah ise verdiği röportajlarda gideceğim kulüp Fenerbahçe'ye o parayı öder diyor. Peki hangi kulüp? Beraber Brescia forması giydiği ve şimdi Barcelona orta sahasına yedek ön libero arayan fotoğraftaki Guardiola değil galiba...

Serie A: Teknik Adam Kazançları

Serie A'da teknik adam ücretlerinde şaşırtıcı rakamlar var. Öncelikle Inter'den bahsetmek lazım. Moratti gönlü zengin adam. Saçtıkça saçıyor. Bu dengesizlik dünyanın hiçbir yerinde yok. Mourinho'ya yıllık ödediği rakam 11 milyon euro. Mancini'yi de sözleşmesi sürerken yolladığından dolayı Inter başkanı eski teknik direktörüne de 6 milyon euro ödüyor. Inter'in iki hocaya ödediği 17 milyon euroya karşılık ligdeki diğer 19 takımın teknik direktörünün toplam kazancı 15.7 milyon euro! Adaletin var mı dünya(!) Takım bazında devam edeyim. Milan, çömez kontenjanından gelen Leonardo'ya 1.2 milyon euro ödüyor. Juventus da dengeyi bozmamış. Tecrübesiz Ferrara da 1.2 milyon euro alıyor. Aralarında en yüksek rakamı alan 1.8 milyon euro ile artık Fiorentina kulübesinde yaşlanmaya başlayan Prandelli. Genoa'ya uçuran Gasperini de 1.2 milyon euro alıyor. Roma'da Spalletti'nin yerine gelen Ranieri de iyi sözleşmeye imza atmış. 1.6 milyon euro alacak. 1 milyon euronun üzerinde kazanan başka da teknik adam yok.400-600 arasında değişiyor kazançları. En az kazananlar ise Catania ve Livorno'da. Atzori'ye 150 bin euro ödüyor Sicilyalılar. Bağış Erten'in desteğiyle ayakta duran (!) Livorno ise hocası Ruotolo'ya sadece 100 bin euro ödüyor.

Serie A'nın En Pahalı 11'i

Üç ayrı bölümde biraz fazla paradan bahsededeceğim. İtalya'da teknik adamlar ve futbolcuların yıllık net kazançları. Kıyıda kenarda, satır arasında geçen bilgiler yerine toplu olarak bir köşede durmasını istedim. Bizim futbolumuza dair konuşurken her zaman referans olabilecek veriler bunlar. Ekranki onbir Serie A'da mevkilerinin en çok kazanan adamlarının oluşturduğu en pahalı onbir. Bir All-Star değil kesinlikle. Milano dışından kadroya girebilen Buffon ve Totti. Inter ve Milan ile diğer takımlar arasındaki yıllık ücret uçurumunu takım bazındaki listelerde çok daha net görebileceğiz. Mourinho'nun takımdan göndermek istediği ama kimsenin aldığı ücret yüzünden yanına yaklaşamadığı Vieira da kadroda. Inter'in iki yeni transferi Lucio ve Sneijder de piyasaya çıkar çıkmaz listenin tepesine oturan albümler gibi... (Ücretler vergilerden arınmış net rakamlardır.)

Ljungberg Günlüğü #7

Bugünlerde Londra'da. Premier Lig'e dönebilir...

6 Eylül 2009

Nerede Kalmıştık?

Son Avrupa Şampiyonası’nın resmi sitesinde, yani eurobasket2007.org’da Türkiye sayfasını açtığınız anda, “France Complete Turkey’s Misery” başlığını görüyorsunuz. “Fransa, Türkiye’nin perişanlığına noktayı koydu” demeye getirmiş adam…
Hatırladıkça içimi acıtan bir turnuvadır o... Türk Milli Takımı’nın oynadığı tüm maçları ekranlardan yorumlamak gibi bahtsız bir göreve atanmıştım. Takımınız, tek özelliği disiplin ve mücadele olan sıradan bir Alman takımına 79-49 yeniliyorsa canlı yayında ne diyebilirsiniz ki? Tam bir “Türkçem bitti, yanmışım” durumu…
Murat Kosova, Kaan Kural, Murat Murathanoğlu ile birlikte basın merkezinde yabancı meslektaşlarımızın bize yönelttiği soruların bazılarını sinirli sinirli gülerek, bazılarını dudak büküp, havaya bakarak cevaplıyor, daha doğrusu cevapsız bırakıyorduk. 1993’ten bu yana Türkiye’nin yer aldığı Avrupa Şampiyonalarından 6’sını (93 Almanya, 95 Yunanistan, 97 İspanya, 99 Fransa, 2001 Türkiye, 2007 İspanya) ve 2002 Dünya Şampiyonası’nı yerinde izlemiştim. Evet, o turnuvalarda da berbat oyunlar çıkardığımız, fark yediğimiz maçlar olmuştu ama hiç böyle darmadağın olmamıştık. Madrid’deki eziyet, 6 maçta 1 galibiyetle (o da Çeklere karşı) bitti. Bu, sponsorları ve reklamlarıyla günlerdir yeri göğü inleten bir takımın, Portekiz’in bile gerisinde kalarak Avrupa Şampiyonası’nı 11. sırada tamamlaması anlamına geliyordu.
Herkes 12 Dev Adam şarkısının kabak tadı verdiğini düşünüyordu artık...
Geçen yaz oynanan eleme maçlarından namağlup çıkmak ve Tony Parker’lı Fransa’yı içeride-dışarda iki kez yenmek, Türk Milli Takımı’nın basketbolseverlere vermeye çalıştığı bir özür mesajıydı sanki…
Ne yapalım, aldık, kabul ettik, yeniden vurduk kendimizi 12 Dev Adam notalarına… Milli Takım bugünden itibaren Polonya’nın Wroclaw şehrinde. İlk turda Litvanya, Bulgaristan, Polonya’lı gruptan en iyi dereceyle çıkmaya çalışacak. Ardından Lodz’a geçecek, ikinci turda komşu gruptan gelecek üç rakiple (muhtemelen İspanya, Slovenya ve Sırbistan) çeyrek final mücadelesi yapacak.
Garanti’nin bando-mızıkalı reklam filmi ekrana fırladığından beri her yerde aynı soru: “Bizim takım bu turnuvada ne yapar?”
Bir kere hemen baştan söyleyeyim, yokları, varlarından daha çok olan bir şampiyona bu… Sakattı, raporluydu, mazeretliydi, NBA’deki takımından izin alamadı derken çeşitli ülkelerin milli takımlarında forma giyebilecek pek çok şöhretli isim, Eurobasket 2009’a gitmiyor.
Miliçiç, Rakoçeviç (Sırbistan), Calderon (İspanya), Nowitzki, Kaman (Almanya), Papaloukas, Diamantidis, Kakiouzis, Tsartsaris, Dikoudis (Yunanistan), Jasikevicius, Kaukenas, Macijauskas, Siskauskas (Litvanya) Beciroviç, Udrih (Slovenya), Ajinca, Mickael Pietrus (Fransa), Ben Gordon, Luol Deng (Britanya), Tomas, Baraç (Hırvatistan), Kirilenko, Kaun (Rusya)
Benim çıkarabildiğim yoklar listesi bu. Şaka maka, sıkı bir Avrupa Karması. Unuttuklarım da olmuştur mutlaka, kusuruma bakmasınlar.
Devam mecburiyeti olmadığı için, kaçakların abarttığı böyle bir turnuvada biz de Mehmet Okur, Kerem Gönlüm ve Kaya Peker’siz bir kadroyla kürsüye çıkmanın yollarını arayacağız. Kerem’de yasak bir madde çıktı, biliyorsunuz... Mehmet Okur’la koç Tanjeviç arasındaki ilişki uzun süredir limoni. Okur geçen yıl da yoktu. Kaya Peker ise 2007’de canlı yayında NTV mikrofonlarına “Maçın hangi anında, hangi beşle sahada olacağımız belli değil. Oturmuş bir düzenimiz yok” mealinde bir şeyler söylediği günden bu yana kara listede.
Tamam, Kaya’nın üstünü çizdik de, onun sorusuna geri dönersek, takımın bu şampiyonada maçın hangi anında hangi beşle sahada olacağı belli mi? Oyun kurucu pozisyonunda birinci seçeneğimiz kim mesela? Hidayet’in rolü tam olarak belirlendi mi? Tanjeviç inadından vazgeçip, power forvet mevkiini Ersan’a emanet edecek mi?
Hazırlık döneminde bu sorulara ben de yanıt bulamadım, diğer basketbol yazarları da... Bulamadığımız içindir ki, çarşıda, sokakta, berberde, kasapta burnumuza dayanan “Bizim takım ne yapar?” sorusuna tatminkâr bir karşılık veremeden, eveleyip gevelemekle meşgulüz.
Şimdi bunca tantanadan sonra, hastası olduğum bu güzel blog’da hatırı sayılır bir arazi işgal ettiğime göre, eveleyip geveleyemem. Açık, net ve maddeler halinde söyleyeyim:
1. Hazırlık maçlarına değil de, kağıt üzerindeki kadrolara bakarsak, iyi yönetilen, rolleri gerçekçi dağıtılmış ve organize bir Türk Milli Takımı’nın ilk tur grubundan 3’te 3 yaparak birinci çıkması lazım. Bunun için;
a) Hidayet’in kısa forvet, Ersan’ın power forvet pozisyonlarında her maç yaklaşık 30’ar dakika alması ve takımın hücumda birinci ve ikinci opsiyonları olması gerek.
b) Bu iki asal parçayı tamamlayacak olan uzun Ömer Aşık. Ancak onun tecrübe eksikliği, ilk beş başladığı maçlarda faul sorununa girmesi gibi bir sonuç doğurabilir. Bu durumda pivot pozisyonunda Oğuz Savaş veya Semih Erden başlamalı, Ömer de ekonomik kullanımla, son çeyrekte sahada olabilecek şekilde en az 25 dakika oynamalı.
c) Oyun kurucu pozisyonunda gerek tecrübesi, gerek fiziği, gerekse Hido ile uyumu göz önüne alındığında Kerem Tunçeri birinci tercih, bence. Kerem’le başlayıp, savunmamızı tepeden deldirmediğimiz maçlarda uzunlarımızı da faul sorunundan korumuş oluruz. Kerem, çoğu ilk ve son çeyrekler olmak üzere 25 dakika sahada kalır, geri kalan süre Engin ile Ender arasında paylaştırılır.
d) Özellikle Litvanya maçında rakibin guard zaafından faydalanmak ve topa olabildiğince baskı yapmak şart. Bu noktada Sinan Güler’in agresif savunmasından yararlanmak lazım. Polonya’nın tecrübesiz guardlarına karşı da aynı baskıyı kurabiliriz. 2 numara pozisyonunu Sinan’la paylaşacak isim Ömer Onan. Bu pozisyondan pek fazla sayı çıkaramıyoruz belki ama takım savunmasını sertleştiren ve tempoyu arttırabilecek oyuncularımız olması, önemli bir artı.
e) Hidayet’e özel şut hazırlayamıyorsak, hücumda iyi bir spacing’le (en zayıf olduğumuz yön) en büyük kozumuzun mutlaka çembere doğru yönelmesini sağlayacak bir düzende olmalıyız. Hidayet’in içeri dalışları rakip savunmayı dalgalandıracak, dengesini bozacak ve gerek boyalı bölgedeki uzunlarımıza, gerek ters kanatta şut için bekleyenlere (Ömer, Kerem, Engin, duruma göre Ersan) rahat pozisyonlar getirecek. Orlando’da Hido’nun içeri girip cama bıraktığı her turnike, kaçsa bile Dwight Howard tarafından çembere tıkılıyordu. Elimizde Howard kadar güçlü ve atletik bir pivot yok ama Ersan, Semih ve Ömer de hücum ribaundlarından pekala ekmek yiyebilir.
f) Kabul edelim ki, İbrahim Kutluay’ın ardından aynı kalitede bir şutör yetiştiremedik. Mehmet’siz kadromuzun skor kapasitesi de kısıtlı. Ne kadar iyi oynasak da, iyi yönetilsek de kazanmamızın yolu rakibi 75, hatta mümkünse 70 sayının altında tutmaktan geçiyor. Bunun için mücadele katsayımızı maksimuma çıkarmak, her top için savaş vermek zorundayız.
2. İkinci turu Perşembe konuşuruz.
3. Son bir söz de fikstür için: Tehlikeli bir programımız var. En zor maçla başlıyoruz. Geçmiş turnuvalardan aldığımız ders şu: Türk Milli Takımı nasıl başlarsa öyle gidiyor. 2006’da Japonya’da ilk maçta favori gösterilen Litvanya’yı yenince moral bulmuş, kükremiş sel gibi bendimizi çiğneyip aşmıştık. Fakat 2007’de ilk gün Litvanya yenilgisi, bir anlamda sonun başlangıcı olmuştu.
Pazartesi gecesi Litvanya’dan galibiyet koparabilirsek (Baltıklılar, hiçbiri gerçek oyun kurucu olmayan Delininkaitis, Lukauskis ve Kalnietis ile oynuyor. Guard’larda üstünlük sağlamak ve tempoyu kontrol etmek, maçın anahtarı) hem morallenmiş, hem de rakiplerimizi birbirine düşürmüş olacağız. Sonrasında Litvanya, diğerlerini yenecek mutlaka… Böylece bizim yolumuzu da açacak. Ama yenilirsek, ertesi gün karşımızda tırnaklarını bilemiş, sürpriz arayan ve son saniyeye kadar tempoyu forse eden bir Bulgaristan bulacağız. Amerikalılar’ın “40 minutes of hell” dediği, cehennemi bir maç olacak. Kaybedebiliriz. Ve eğer grupta üçüncü güne 2’de 0’la girersek, “tamam mı, devam mı” maçında rakibimiz ev sahibi Polonya!
Siz FIBA’nın yerinde olsanız, kimin kazanmasını ve ikinci tura çıkmasını istersiniz?
Yiğiter Uluğ

Arjantin:1 Brezilya:3

Öncelikle eski bir postu hatırlatmak lazım. Maçın skoru yine 3-1 Brezilya lehine! 5 Eylül 1993'te Arjantin sahasında Kolombiya'ya 5-0 kaybetmişti. Bu da o maçın bileti. 16 yıl sonra; başta doğduğu şehrin stadında maça çıkan Messi olmak üzere kazanma mecburiyeti kabus gibi çöktü Arjantililerin üzerine. Baskılı başladılar ama futbolun cilvesi... İki duran topta "böyle defans olur mu" diye çileden çıkarttılar. Elano duran topları harika kullandı, Sabri'ye gözdağı verdi. Veron ile zorlanan kanatta Andre Santos iyiydi. Tırnaklarını yiyen Maradona için hayat zorlaşıyor. Kaleci ve defans dörtlüsü 3. sınıf Avrupa takımı seviyesinde.
Brezilya güle oynaya kazandı. Kritik dakikalarda golleri bulup rakibin moralini sıfırladılar. Arjantin'siz Dünya Kupası olur mu? Olmaz. 11:30'da program var ekranda, bu saatte daha uzun post da olmaz galiba. İçimizdeki Brezilyalılara tebrikler. Ağzımızın payını aldık tango bile bilmezken(!)

Arjantin: Mariano Andujar; Javier Zanetti, Sebastián Domínguez, Nicolás Otamendi, Gabriel Heinze; Maxi Rodríguez, Juan S. Verón, Javier Mascherano, Jesús Dátolo; Lionel Messi y Carlos Tevez. DT: Diego Maradona.
Suplentes: Juan P. Carrizo, Coloccini, Schiavi, Papa, Gago, Agüero y Milito.
Brezilya: Julio César; Maicon, Lúcio, Luisao, André Santos; Elano, Gilberto Silva, Felipe Melo; Kaká, Robinho; Luis Fabiano. DT: Dunga.
Suplentes: Victor, Daniel Alves, Miranda, Lucas, Ramires, Julio Baptista y Adriano.

İtalyan Santrfor Kaladze

Gecenin en ilginç maçı Gürcistan-İtalya. Güzel bir manşet de var: KamiKaladze. Aklıma 2002 Dünya Kupası'nı getirdi. İtalya'yı uzatmalarda kupa dışına iten golün sahibi Güney Koreli Ahn'ı Perugia başkanı "Bizi kapının önüne koyan adama maaş ödemem" deyip kulüpten kovmuştu. Madem öyle, Milan'ın yarın Kaladze'ye 5 yıllık yeni sözleşme imzalatıp yıllık ücretini de ikiye katlaması lazım. İtalya, Gürcistan deplasmanında 2-0 kazandı. Son maçlarda gol sıkıntısı çeken Lippi'nin takımı için iyi sonuç ama iki gol de Kaladze'den. İtalyanlar nezaketen 1.5 diyorlar Kaladze'nin kendi kalesine attığı goller için. Estonya için Arda-Emre yeter demiştim, forvetteki sorunu da, son vuruşlarıyla Tuncay çözdü. 4 dakika 48 saniye topla oynayan Arda sarmaşık gibi. Her gün boy atıyor! Defans her zamanki gibi sallanıyor ama Hakan Balta, Hamit'in de sakatlıktan yeni döndüğü unutmamak lazım. Zaten önemli olan bizim açımızdan final olan Çarşamba akşamı Bosna'daki maç. Hayat varsa umut vardır'a devam! İspanya yine ezdi geçti. Belçika'ya manita yaptılar: 5-0. Domenech ise Fransa'nın başında güldürmeye devam ediyor. Portekiz de işi Danimarka-İsveç maçının sonucuna bıraktı. Japonların tekmelediği Wesley Sneijder'in de durumu ciddi. Yoğun bir iş gününden sonra Arjantin-Brezilya maçını beklemek gibisi yok tabii (!)

5 Eylül 2009

Edu

Profesyonel futbolda vefayı pek de sorgulamamak lazım. Sakatlığı uzun sürecek futbolcuyu kadroda tutmamak, hele bir de yabancı kontenjanın olduğu bir ülkede neredeyse mecburiyet. Bu yüzden Fenerbahçe'nin Edu ile yollarını ayırması normal. Tabii asıl sebep buysa. Futbol takımında barınabilmek için sahadaki performans yeterli değil. Edu'nun saha dışındaki diyaloglarının sonunu hazırladığını söyleyebiliriz. Fenerbahçe'de sol stoper oynamak zor. Bunu defalarca yazdım. Roberto Carlos'un oyun disiplini sol stoper oynayana büyük yük bindiriyor. Onun boş bıraktığı alanı süpürmek için kademeye giden adamın vay haline. Edu da bundan çok çekti. En kestirme örneği CSKA Moskova deplasmanıdır. Bilica'dan kötü oyuncu mu Edu? Değil. Giden Yasin de Bekir'den kötü değildi sonuçta. Neyse giden gitmiş, onu geçen sezon bonservis ödeyerek almayı planlayan Real Betis de dört ayak üstüne düşmüş. Gel bizde oyna diyorlar.

Dwight Yorke

Onun adını anınca yanına mutlaka Andy Cole'u da eklemek lazım değil mi? Dwight Yorke kramponları astı. 37 yaşında. Aston Villa, Manchester United, Blackburn Rovers, Birmingham City , Sydney FC ve Sunderland. Senarist Alex Ferguson'un 20 yıldır süren dizinde hayatımıza soktuğu karakterlerden biri. Yorke asıl kazığını yıllar sonra Birminham'a giderek Aston Villa'ya atacaktı. Düşmanın silahını alıp zayıflatmıştı Ferguson. Zamanı geldi, rol yazmamaya başladı. Biz, Nistelrooy'a bakar olmuştuk. Bir önemli haber de Yorke'un futbolu bıraktığı Sunderland'dan. Büyük işe imza attılar. Adamım Lorik Cana'yı kaptanlığa getirdiler transferinden bir ay sonra. Yakışır...

Hayat Varsa Umut Vardır

"Olmazsa sonraki turnuvalara hazırlanırız" gibi bir şey söyledi Fatih Terim. Ekrandan uzaklaştım. Pek de umutlu görmedim kendisini basın toplantısında. 2008'deki masaldan sonra 2010'da olmamak fikri çıldırtıyor insanı. Yarın değil, artık bugün demek lazım, Estonya maçı umurumda bile değil. Bir tarafta Emre diğer tarafta Arda ile dörtte dört yapan iki takımın performansı milli takıma yansısın, yeter de artar bile. Büyük maç çarşamba gecesi. Yazgımızı başkalarının ıstakasına bırakmışız. Zaten 6 maçta 6 gol atabilmişiz, bu iki maç öncesi forvet yine alarm veriyor. Sercan'a güvenmek lazım. 2010'a da mutlaka gitmek lazım. Bu ülkenin futbolu ya yerinde sayacak; ya da o finaller ve 2016 adaylığıyla koşmaya başlayacak. Kayseri'nin kötü zeminini bile bile milli takımı o stada yollayanlara da selam ederim... İspanyol dostumuz Ramon'un sözüne sarılarak bitireyim: Hayat varsa umut vardır.

4 Eylül 2009

Tanrı'nın Başka Eli

Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece, 03:30'da Arjantin-Brezilya maçı var. NTV naklen yayınlıyor. İşin şakası yok. 2010 eleme grubunda Brezilya lider. Şili ve Paraguay iyi gidiyor. Arjantin 4. sırada. Arkadan Ekvador ve Uruguay bastırıyor. Başlık Arjantin'den Ole gazetesinden. "Otra mano de Dios". Tanrı'nın Başka Eli. "Tanrı'nın Eli" Maradona, takımı kilisiye götürmüş. Aşağıdaki fotoğraflar için ise 5 kelime yeterli sanırım:"Her şey bir bilet için". Bu da son beste!

Hafta Sonu Futbol

04 Eylül Cuma
02:10 Boca Juniors-Newell's Old Boys / NTVSpor
05 Eylül Cumartesi
18:00 Azerbaycan-Finlandiya / AZTV
19:30 İngiltere-Slovenya / NTVSpor
21:00 Danimarka-Portekiz / Futbol Smart
21:00 Türkiye-Estonya / ATV
21:30 Slovakya-Çek Cumhuriyeti / TRT 3
22:00 Fransa-Romanya / Euro Futbol
23:00 İspanya-Belçika / Futbol Smart
06 Eylül Pazar
03:30 Arjantin-Brezilya / NTV

3 Eylül 2009

Zidane'ın Hobileri

Zidane'ı özleyenlere. 3 reklam videosu. Grand Optical'ın bir başka reklamı da burada

Transferin Ardından

Transfer dönemi sona erdikten sonra bir karşılaştırma yapmak istiyorum ama yine bizim ligin rakamları yok ortalıkta. Beşiktaş borsaya bildirmek zorunda olduğundan ödediği bonservis bedellerini biliyoruz ama kalan 17 kulübün transferde ne kadar harcadığını bilebilmek mümkün değil. (72 milyon euro rakamı geçiyor.) Yıllardır seyirci sayısını bilmediğimiz gibi. Bilinenlerden devam edelim. Bir tarafta Real Madrid diğer tarafta Manchester City transferde kafayı kırınca La Liga ve Premier Lig arasında yine büyük rekabet yaşandı ve kazanan İngilizler oldu. Geçen sezonki 500 milyon eurodan 480 milyona düşmüş olsalar da 477 milyon euro harcayan İspanyol kulüplerini solladılar. La Liga'da geçen sezon 285 milyon euro harcanmıştı. Almanların yükselişi sürüyor. Geçen sezon 150 milyon euro harcayan Bundesliga takımları bu transfer döneminde toplam 216 milyon euroyu çıkardılar kasalarından. İtalyanlar da kağıt üzerinde 452 milyon euro harcadı görünüyorlar ama satıştan gelen rakam bu sezon 439 milyon oldu. Geçen sezonu eksi 196 milyon euro ile kapatmışlardı. Transferin son günü geçmiş sezonlarda çok daha keyifli geçiyor, bombalar patlıyordu. Bu sezon bu olmadı. Ribery, Rafinha, Pirlo takımlarında kaldı.

Yiğiter Uluğ Aceto Blog'da

Avrupa Basketbol Şampiyonası 7 EylülPazartesi başlıyor ve ben blogda bir ustayı ağırlıyorum. Yiğiter Uluğ, şampiyona boyunca blogda yazacak. İlk yazısı 6 Eylül Pazar günü.

2 Eylül 2009

Barça ve Diğerleri: Altyapıdan 11'e

Barcelona'yı yakından takip edenler için sıradan bir haber aslında. Hafta sonunda lig maçlarında sahaya çıkan onbirlerdeki altyapıdan yetişen futbolcu sayısı. 5 büyük ligin ağabeyleriyle karşılaştırma yapmışlar. Bu yönüyle ilginç tabii... 3 büyüklerin son maçlarına bakarsak; Beşiktaş'ta Nihat, Serdar Özkan, İbrahim Kaş, Galatasaray'da Sabri ve Arda vardı. Fenerbahçe onbirinde altyapıdan kimse yoktu.

Chygrynskiy Kokteyl

Barcelona'da La Rambla, tut ki İstiklal caddesi. Boadas da sahile inerken köşede bir bar. Bugüne kadar 800 farklı kokteyl yapmışlar. Ben kokteyl sevmem. 801. kokteylin adını da Chygrynskiy koymuşlar. Votka, limon, zencefil, soda vs. var içinde. Çok da önemli değil. Chygrynskiy iyi transfer oldu Barcelona için. Camp Nou'daki El Clasico için akreditemi yaptırıyorum. Bu kokteylden içecek halim yok ama... Gereksiz bilgi: Fotoğraftaki barmenin adı Jeronimo Vaquero. Giden adıyla hitap eder artık adama.

Rafael Van der Vaart

Hollanda milli takım kampında bugün: Bence diyor ki:
Rafael Van der Vaart: Ulan hepinizin ayağını kaydırdım. Bir ben kaldım Real Madrid'de...

Paraguay'da Derbi Sonrası

Paraguay'da derbi maçı. Cerro Porteno-Olimpia. Derbiyi 1-0 Olimpia kazanıyor. Taraftarlar kokain yüklü. Kavgada 300 taraftar yaralanıyor. İki gazeteci de yaralılar arasında. Bir de ölü var. Kazanan takımın taraftarı. Olimpia'lı 30 yaşındaki Carlos Sosa. Onu bıçaklayıp öldüren ise 20 yaşında bir Cerro Porteno taraftarı... Adı... Elvio. Soyadı... Sosa. Kardeşi...

1 Eylül 2009

Okuduklarım

* Sezon başında beri Rijkaard gibi önemli bir futbol adamından çevirmeni sayesinde (2 haftadır yine büyük yanlışlar yapıyor) 5 kelimelik cümleler duyuyoruz. Bakalım Bağış Erten farkı neymiş? Federasyon'un Tam Saha dergisi için Rijkaard ile röportaj yapmış. Telefon açıp sormama gerek yok. Tercüman kullanmasına gerek olmayan Bağış, Rijkaard'ı konuşturmuş. Soruların güzelliği bir kenara, Rijkaard'ın kendisini nasıl ifade ettiğini de dikkat. Ben sadece Türk futboluyla ilgili beğendiğim bir pasajı aldım bloga. Tam Saha dergisi bayide satılan bir dergi değil (ki satılmalı mutlaka) bu yüzden röportajın tamamını Maraton'dan okuyabilirsiniz.

"Türk futbolunda her şeyden biraz var. Ama hiçbir şey tam yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor. Daha çok tepkisel bir oyununuz var. Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. İşler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. "

* Banu Yelkovan yeni yazısı yazmıştır. Bu geçen haftadan. Türkiye'de spor kültürü (var mı?)
* Uğur Meleke'den. Galatasaray-Beşiktaş derbisi ertelenmeli mi?
* Eurosport'tan Caner Eler'i twitter'da takip edebilirsiniz. Ben çok şey öğreniyorum.
* Okay Karacan Zaman'da yazmaya başladı. Şimdiden 5 yazılık bir arşiv oluştu. Kaçıranlara.
* Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol'un "Spor Servisi"nin video arşivi bu adreste. 31 Ağustos tarihli program yüklenmemiş. O programda, Demirkol'un Daum ve şehitler hakkında söyledikleri tekrar tekrar izlenmeli.
* Ersin Düzen'in futbol blogu
* Mehmet Özkan ile yaptığımız Avrupa'dan Futbol, 3 haftadır Spormax'deydi Pazartesi maçları yüzünden. Milli maç arası sonrasında tekrar Lig TV'de 22:00'de. Blogidmanyurdu adı altında bir blog programının da hazırlığı içerisindeyiz. Yakında Spormax'de yayında.

Ufuk Ceylan ve...

Transferin son gününde beklenen oldu. 3 ay önce imzalaması gereken Ufuk Ceylan ancak son günde Galatasaray'a gelebildi. Karşılığında verilen isimlerden biri sürpriz. Orkun Usak. Aykut'un gitmesi beklenirken Orkun gitti. Bu Orkun'un oynama isteğinden dolayıdır. Aykut ise antrenman kalecisi olarak kariyerini tamamlar artık. Ufuk da 2. kaleci olur Leo Franco'nun arkasında. Mehmet Güven ve Yaser Yıldız ile birlikte kağıt üzerinde pahalı bir transfer gibi durabilir ama iki oyuncunun da futbol piyasasında bir değerleri yok ve Galatasaray'da da bedavaya oynamıyorlardı. İki oyuncu da Manisa'da banko onbir olacak kapasitede değiller. Rijkaard, Florya'da yıllardır bir şey olmayacağı belli olan adamları 2 ayda süzgeçinden geçirip kapının önüne koydu. Bu Hollandalının kulübüne ayrı bir hizmetidir. Antrenmanlarda kuru kalabalık olan isimleri yollayıp artık 25 kişilik kadroyla rahat rahat antrenmanlarını yapabilirler. Ufuk, sakatlığı öncesinde gelecek vaadeden bir kaleciydi. Türkiye'nin Buffon'u olur demişliğim de vardır bir maç sonrası yorumunda. Galatasaray'ın kaleci antrenörü Nezih Boloğlu arka planda düşük profil çizen; bu yüzden de hakkı verilmeyen çok önemli bir futbol adamıdır. Ufuk'a da mutlaka katkısı olacaktır. Lincoln mağduru Necati Ateş de Antalyaspor'a gitti. Galatasaray'a da bir Antalya kampıyla katılmıştı.

Atletico Madridlilere Müjde!

Banega transferi olduğunda David Moyes'in bir bildiği var dedik geçtik de sözkonusu Atletico Madrid'in anasını ağlatan Heitinga olunca geçmiş olsun demek lazım. Everton, 7 milyon euro ödeyecek İspanyollara. Joleon Lescott 'dan doğan boşluğu doldursun diye aldılar elbette. Ada'da transfer açık da İspanya'da kapandığından Atletico Madrid'in Heitinga'nın yerine adam alması mümkün değil. Almasınlar da zaten, 10 kişi oynatıyordu takımı. Pantelic de yedek bir santrfor arayan Ajax'a gitti.

Spalletti Gitti Ranieri Geldi

Dün akşam Spormax'de Avrupa'dan Futbol programında istifa edebileceğini konuştuk Mehmet Özkan'la. Bu kadar da erken beklemiyordum ama. İnceldiği yerden kopmuş oldu. Spalletti ile Roma'nın yolları ayrıldı. Bu kararın ilk hafta Genoa deplasmanında 3-2 ve hafta sonunda evindeki 3-1'lik Juventus mağlubiyetleriyle bir alakası olduğunu sanmıyorum. Roma yönetimi, teknik adamın istediği transferleri yapmadı. Çünkü uçan kuşa borçları var. Yerine gelen Ranieri. Allah, Roma taraftarına sabır versin. Spalletti'nin Fatih Tekke'nin takımına (Fatih kalırsa tabii) gitmesi yüksek ihtimal. Zenit de yakında bu transferi açıklar.

Butragueno vs. Usain Bolt