4 Nisan 2011

Milano Derbisi'nin Ardından

Milano derbisinin ardından yazamadım. İsa'nın son yemeği ve Hain Leonardo koreografisi harikaydı. Maçın kendisi de... San Siro'daki en güzel pankartta yukarıda fotoda. Kazan-Kaybet üzerinden çok zeki bir kelime oyunu... Milano derbisini ilkokul ikiye giden oğlum Hakan Raul yazmış, ondan alıntılıyorum: "Dün MİLAN İNTERİ 3-0 YENDİ yani NIKE-ADİDAS Karşılaştı GOLLER ALEXSANDRO PATO-ALEXSANDRA PATO- CASSANO (PEN) DA ATTI . ETO'O ATMADI !!! AMA MÜTHİŞ BİR MÜCADELE OLDU . ALEXSANDRO PATO 45 İNCİ SANİYEDE ATTI TEKRAR ATTI PATO ZLATAN İBRAHİMMOVİC BARİ maçında kırmızı kart gördü.Bunun için 3 tane maç cezası aldı."

2 Nisan 2011

Milan vs. Inter

Milan hep daha yerel, İnter adından belli hep yabancıya kapısı açık. Fatih Terim ve Leonardo arasında bile bir ilişki kurulabilir Milan’da. Son yıllarda Milan biraz da Brezilyalı, Inter ise Arjantinliydi. Artık değil... İnter defansına yerleşen sambacılarla Leonardo’nun uyumu bir sürpriz değil. Cepten yiyen Milan bugün 2 puan önde çıkacak derbiye. Ligin ilk yarısında deplasmanda göründükleri derbiyi 1-0 kazanmışlardı. O galibiyete rağmen Inter koptu geldi ve bu akşam kazanırsa liderlik koltuğuna oturacak. Milli maç araları sonrası değerlendirme yapmak zor ama Inter biraz daha ağır basıyor. Milan’da İbrahimoviç kırmızı kart cezalısı. Pirlo sakatlıktan döndü, 18 görse bile yedek başlar. Inter defansında eksik çok. Lucio böyle maçların adamı. Geriden takımı itiyor ama bu derbide cezalı. Samuel sezonu kapatmıştı. Derbiyi Spormax’de Fatih Terim yorumlayacak. Yarın öğlen erken saatte Napoli-Lazio maçı önemli. Akşam da Roma-Juventus oynuyor. Derbiye saatler kala, Milano polisi, Commandante Tigre grubunun liderini içeriye almış. 35 yaşındaki Marco Righetto’nun arabası sağlam yüklüymüş. Kasap değilse yırtamaz. 4 bıçak ve bir beyzbol sopası. Akşam Milan tribünlerinde açılacak bir pankart: Leonardo=Guida... "Hain (Judas) Leonardo..." Muhtemel 11'ler: Milan (4-3-1-2): Abbiati; Abate, Nesta, T. Silva, Zambrotta; Gattuso, Seedorf, Van Bommel; Boateng, Pato, Robinho Inter (4-2-3-1): Julio Cesar; Maicon, Ranocchia, Chivu, J. Zanetti; T. Motta, Cambiasso; Pandev, Sneijder, Eto'o; Pazzini

Hafta Sonu Futbol

2 Nisan Cumartesi
14:00 Karabükspor-Gaziantepspor @ Digi Kanal
14:00 Tavşanlı Linyit-Denizlispor @ TRT 1
14:45 West Ham-Man. United @ Spormax
16:00 Sivasspor-Beşiktaş @ Lig TV
16:30 B. Dortmund-Hannover 96 @ TRT 3
17:00 Stoke-Chelsea @ Spormax
17:00 Ankaragücü-Eskişehirspor @ Digi
19:00 Trabzonspor-Konyaspor @ Lig TV
19:00 Real Madrid-S. Gijon @ NTV Spor
19:30 Hoffenheim-Hamburg @ TRT 3
19:30 Arsenal-West Brom @ Spormax
19:45 Twente-PSV @ Beyaz TV
21:00 Getafe-Valencia @ NTV Spor
21:45 Milan-Inter @ TV8 & Spormax (Yorum: Fatih Terim)
21:45 Feyenoord-AZ Alkmaar @ Beyaz TV
22:00 Toulouse-Montpellier @ Kanal A
23:00 Villareal-Barcelona @ NTV Spor

3 Nisan Pazar
13:30 Napoli-Lazio @ TV8
14:00 Manisaspor-Gençlerbirliği @ Digi
14:00 Mersin İY-Ç.Rizespor @ TRT 1
14:00 Kartalspor-Gaziantep BB @ TRT 6
15:30 Fulham-Blackpool @ Spormax
15:30 Ajax-Heracles @ Beyaz TV
16:00 Kayserispor-Kasımpaşa @ Lig TV
16:00 Lecce-Udinese @ TV8
16:30 Köln-Nuremberg @ TRT 3
17:00 İstanbul Belediye-Bucaspor @ Digi
18:00 Man. City-Sunderland @ Spormax
18:00 Nice-O.Lyon @ Kanal A
18:30 Wolfsburg-E.Frankfurt @ TRT 3
19:00 Fenerbahçe-Bursaspor @ Lig TV
19:00 Samsunspor-Karşıyaka @ TRT 1
21:45 Roma-Juventus @ TV8 & Spormax (Yorum)
22:00 Lens-Marsilya @ Kanal A

4 Nisan Pazartesi
20:00 Diyarbakırspor-Giresunspor @ TRT Anadolu
20:00 Antalyaspor-Galatasaray @ Lig TV

Milano Derbisi


Bunlar son 10 yılda en beğendiklerim...

Juanito

Santiago Bernabeu'da 19 yıldır her maçın 7. dakikasında unutulmayan biri var. Juan Gomez Gonzalez. Kısaca Juanito Real Madrid'in efsane geriş dönüşlere imza attığı 80'lerde tribünlerin bir numaralı adamı. 2 Nisan 1992'de Real Madrid-Torino maçını izledikten sonra evine dönerken trafik kazasında hayatını kaybettiğinde 37 yaşındaydı. Real Madrid kariyerinde 5 lig şampiyonluğu, 2 UEFA Kupası kazanmıştı. 284 maçta 153 gol! Onu unutulmaz kılan özelliği ise yeteneği kadar karakteri... Arızaydı Juanito. Bayern Münih'le oynadıkları Avrupa Kupası maçında Matthaus'a iki darbesi var ki... Faul değil bu... İnfaz...

28 Mart 2011

Emre Tuncay Barcelona

Genç adam kapıyı vurdu ve geniş odaya adımını attı. "Otur," dediler. "Yeni sözleşmede peşinatı biraz yükseltebilir miyiz? Aileme ev alacağım," dedi. Aldığı yanıt olumsuzdu. "Beni Avrupa'dan isteyen takımlar var," dedi genç adam. Kontratı sona eriyordu. İstediği takıma imza atabilirdi. "Kim istiyor ki seni!" dedi yönetici gülerek... Görüşme o dakika sona erdi... Altyapısından yetişen Emre Belözoğlu ile beş yıllık sözleşme yapmak ya da süren sözleşmeyi uzatmak Galatasaray kulübünün aklına gelmemişti. 21 yaşındaki büyük yetenek Emre ve futbolunun en verimli çağındaki Okan Buruk böyle koptular sarı-kırmızı renklerden. 2002 Dünya Kupası'nda üçüncü olan milli takımın kalecisi Rüştü Rençber, Barcelona'ya; yıllar sonra Tuncay Şanlı da Middlesbrough'un yolunu tutarken Fenerbahçe de oyuncuların arkasından bakakaldı. Son 15 yılda Türk futboluna damga vurmuş üç yıldızdan beş kuruş kazanamadı İstanbul'un iki büyüğü. Gün geldi, Emre için Fenerbahçe, Newcastle kulübüne 5 milyon avro ödedi! Evet, Barcelona 'bir kulüpten öte' ama önce bir kulüp! Bir spor kulübü nasıl yönetilmesi gerekiyorsa öyle, layığıyla yönetileninden... Sahada oynadıkları oyunu övmek için artık kurulmadık cümle kalmadı! Başka cümlelere kuralım o zaman, saha dışına bakalım: Taktik teknik adamların işi, yönetim katında rakibiniz Barcelona'yı nasıl yıkarsınız? Bunun cevabını 10 yıl önce ilk başkanlık döneminde Florentino Perez, Barça'nın kaptanı Luis Figo'ya Real Madrid formasını giydirerek vermişti. Rakibin en büyük silahını, beynini rekabette kendi tarafınıza çektiğinizde onu iki kere öldürürsünüz. Yöntem basit ama bir o kadar da etkilidir. Barcelona'nın o şoku atlatması tam dört yıl sürdü ve bundan bir ders çıkardılar. Real Madrid, dünyanın bütün süperstarlarını kadrosuna katıyor ama Barcelona'ya dokunamıyor! Çünkü Katalanlar, iki yıldır herkesi pes ettiren futbolcularını uzun kontratlarla kendine bağladı. Yaz aşkı değil Barça'nınki.. Her yıldızıyla tek tek kıyılmış bir nikahı var onun... Takımın gözbebeği Lionel Messi, 23 yaşında ve kontratında bitiş tarihi hanesinde 2016 yazıyor! Almak mı istiyorsanız? 250 milyon avro nakit lazım ama önce Messi'yi ikna edin. 24 yaşındakli Pique, 26 yaşındaki Iniesta, 22 yaşındaki Busquets ve 28 yaşındaki Dani Alves de 2015 yılına kadar Barcelona'da! Kaleci Victor Valdes, takımın beyni Xavi, golcüleri David Villa ve Pedro, Arjantinli ön libero Mascherano da 2014 yılına kadar Barcelona forması giymeyi kağıt üzerinde taahhüt etmişler. 32 yaşındaki kaptan Puyol için de 2013 yılına kadar forma garanti. 34 yaş, Barcelona'da kontrat sonu demek. Abidal ve Milito gibi sözleşmeleri 2012 yılında bitecek olan futbolcularla yola devam edilmeyeceği de bu tablodan net olarak anlaşılıyor. Defanstan Pique iyi oyun kurarmış. Xavi ile Iniesta oyunu iki yönlü oynarmış, Dani Alves her maç kanattan 20 kez bindirirmiş, sırtında 10 numara yazan Messi bir yıldır santrfora geçmiş, 60 gol atmış, bir maçta 800 pas yapıp, topa yüzde 80 sahip olurlarmış... Bütün bunların arkasındaki adam da Guardiola'ymış... Onların ezberlenmiş futbol hikayesi bu. Peki şimdi oturup, 15 yıldır Emre Belözoğlu'nun formasını giydiği Galatasaraylı, dokuz yıldır Fenerbahçe forması giyen Tuncay Şanlı'lı bir futbol tarihi yazmak istesek... Dünden ve bugünden daha 'öte' olur muydu acaba! (27 Mart 2011/SABAH)

Takım Elbiseye Sığmayan Efsaneler

Takım elbiseyle karanlık basmak üzereyken saha kenarına gelir ve bağırırlardı: "Basit oyna, kademeye gir, uzun at." Her şehrin, her mahallesinde bir zamanlar yıldız futbolcuydular, sonra ağabeyliğe, babalığa terfi ettiler. Aralarında bazıları hızını alamaz, ceketi çıkarır, sabah boyattığı ayakkabısıyla kaledeki ufaklığa beş penaltı atardı. Onlar futbolu iyi bilirdi ve mahalledeki çocukların doğal teknik direktörüydüler. Pro lisansa ihtiyaçları yoktu, sistemci değildiler, sabah kalkıp gitmeleri gereken bir işleri vardı... Hikayemizin asıl kahramanları ise stadyumlarda 10 binleri, ekran başında milyonları ayağa kaldırmış, futbol tarihine adlarını kazımış, kramponları astıkları gün sevenlerini ağlatmış sonra hızını alamayıp teknik direktörlüğe soyunan isimler... Futbol onların hayat boyu işi oldu. Başka iş denedilerse de başarısız oldular çokça... Lakin bu güzel ama huysuz oyun sahadaki her efsaneyi yedek kulübesinde efsane bırakmıyor ne yazık ki! O büyük futbolcular gün geliyor, tribündeki taraftara "Bu adam futboldan anlamıyor (!)" dedirtiyor. Evet, Hagi'den ilham olan ancak onunla sınırlı olmayan bir hayal kırıklığı hikayesi bu. Büyük futbolcudan büyük teknik adam olmaz derneği üyesi onlar. Cruyff gibi (hem efsane futbolcu hem de efsane teknik adam) antitezler üretse de bu oyun, futbolun birçok efsanesi, iş hoca olmaya gelince üzdüler, üzüldüler... Hagi, Maradona, Gullit, Matthaus, Jean Pierre Papin, Stoichkov, Ronald Koeman, Passarella, Boniek ve hatta kimilerine göre Arthur Zico! Hepsinin hikayesi ayrı ama ortak yönlerini bulmaya çalışalım.
1 Soyunma odasında verdikleri taktikle yetinmezler. Saha kenarında 90 dakika oturmaz ve sürekli oyuncularını uyarırlar. Taç atan futbolcuya bile hangi yöne atacağına söyler, serbest vuruşlarda takım savunmasını yerleştirirler. Basketboldan sonra futbolda da tartışılan 'overcoaching' (kenardan aşırı taktik) sahadaki futbolcuların kimyasını değiştirir, kimlik kaybı yaratır. Saha kenarından fırça yiyeceğini bilen futbolcu korkudan üç metreye pas atamaz hale gelir!


2 Kramponlarını çıkarmış, jübilelerini yapmış ancak futbolu hiçbir zaman bırakmamışlardır. Teknik adamlık tercihi biraz da eşofman sevdasıdır. Takım elbiseyle maçlara çıkarlar ama antrenmanlardaki çift kale maçlarda yeleği giyer oyuna dahil olurlar. Zaten onlara kalsa 11'i yazarken tahtaya ilk kendi isimlerini yazarlar. Yönetilenden yönetene geçişteki sancı hiç çıkmaz karınlarından...

3 Uzun yıllar üst düzey futbol oynayıp, pek çok yönetici tanıdıklarından teknik adamlıklarında kulüp yönetimleriyle geçinemezler. İşlerine karışılmasını istemezler. Kulüp başkanı ile kavga eder, son yılların icadı futbol profesyonellerini takıma yaklaştırmazlar. Transfer mutlaka onların listesinden yapılmalıdır. Disiplin kurallarını da kendileri belirler, kapıdan girdiklerinde takıma ketçap, mayonez yemeyi yasaklarlar mesela! Bir de hepsi illa ki sponsor organizasyonlarından nefret eder...


4 Efsane oldukları dönemdeki futbol sistemlerine sadık kalan muhafazakar kafaya sahiptirler. Futboldaki gelişime gözlerine kapatırlar. Yeni antrenman teknikleri, kondisyon antrenmanları fazla bilimseldir! Futbolun en yetenekli adamları için başarının bir numaralı sırrı yine yetenektir. Yeni bir diziliş toplu intihardır. Guardiola (Barcelona), Villas Boas (Porto), Jürgen Klopp (B.Dortmund), Ertuğrul Sağlam (Bursaspor), gibi başarılı teknik adamların sırrı da belki de budur. Genç hocalar için futbolcularıyla kuşak farkı yok denecek kadar azdır ve yeniliklere açıktırlar. Efsaneler eleştirilmeyi sevmez. Bulutların üzerinde geçen futbol kariyerinin şişirdiği egoları o kadar büyüktür ki soyunma odasına sığmaz. Bu yüzden yorumcularla kavga eder, medyayla soğuk savaş yaşar ve yazan çizeni kendilerine düşman bellerler.


5 Büyük futbolcu olup 'zor adam' olmayanı azdır. Efsane oldukları günlerde pamuklara sarılan, bir dedikleri iki edilmeyen, takımda en çok parayı kazanan ustalar teknik direktörlüklerinde kendilerine benzeyen yıldızlara kafayı takarlar. Maradona'nın Riquelme ile, Hagi'nin Misimoviç ile, Koeman'ın Valencia'da takımın yıllanmış isimleriyle geçinememesi gibi... Sahadayken özgür olan, pres yapmayan, "Her top bana," diyen efsaneler; teknik adam olduklarında takımın 10 numarasından çok koşmasını, pres yapmasını ister, futbolun bir takım oyunu olduğundan bahsederler.


Maradona'nın 2010 Dünya Kupası öncesinde Arjantin Milli Takımı'nda 80 futbolcu denemesi ve finallerde yaşadığı hüsran; Hagi'nin Galatasaray'a ikinci gelişinde takımın yarısını üç ayda kafasından sildikten sonra yarıştığı iki kulvarda da havlu atması; Matthaus gibi bir ustanın dokuz yılda yedi takım değiştirmesi; Gullit gibi bir markanın bugün Avrupa arenasından çok uzakta Çeçen takımı Terek Grozny'i çalıştırması, Hristo Stoickov gibi 90'larda dünyayı sallayan bir büyük yeteneğin geçen sezonu Güney Afrika'da ufak bir kulüpte geçirmesi, Fransızların medarı iftiharı Jean Pierre Papin'in ülkesinde yaşadığı hayal kırıklıkları, Ronald Koeman'ın Valencia'dan sonra AZ Alkmaar'ı da imha etmesi; büyük ustalardan Boniek'in hiçbir zaman üst arenaya çıkamaması ve en büyük başarısını Fenerbahçe ile Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayarak yaşayan tüm zamanların en iyi 10 numaralarından biri olan Arthur Zico'nun Rusya ve Yunanistan'da tutunamayıp, Avrupa'da kendine takım bulamaması.... Uzar gider liste ama durmak lazım... Duvarlarımıza posterlerine astığımız bu adamların takım elbise giydiklerinde bize yaşattıkları hüsran; sadece topun yuvarlaklığıyla açıklanabilir mi sizce? (6 Mart 2011/SABAH)

Şampiyonlar Ligi'nden Uzakta

Şampiyonlar Ligi, Avrupa futbolunun büyülü sahnesi mi yoksa büyük balıkların her sene biraz daha iştahla ufakları yuttukları acımasız bir dünya mı? 18 yıldır sahne alan 'Devler Ligi'ne 2007 yılında dokuzuncu kez katılan Galatasaray için 'Manchester United ve Porto ile en çok katılan kulüp' haberi artık gazete arşivlerinde. Bu haberin üzerine yeni bir Şampiyonlar Ligi haberi yazdıramayan Galatasaray ise tarihinin en karanlık sezonlarından birini yaşıyor. Kulübün borcu 200 milyon avronun üzerinde, beş yıllık vadede naklen yayın ve sponsorluk gelirleri ise temlik altında. Şampiyonlar Ligi'ne katılan her takımın daha ayağına top değmeden kasasına 15 milyon avro civarında bir paranın girdiğini düşünürsek, Galatasaray dahil birçok Avrupa kulübünün neden mazisini aradığı sorusuna da cevap bulabiliriz. Gelin 90'ların sonuna gidelim ve Galatasaray'ı Kopenhag'a finale götüren yolda karşılaştığı rakipler bugün neredeler; bunun izini sürelim. 1997-1998 yılında Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray ile aynı grupta olan B. Dortmund, 2002 yılında Feyenoord ile UEFA Kupası finali oynadı ve kaybetti. O yıl kupayı evinde kazanan Feyenoord ise bugün 10-0 mağlup olacak bir takım haline geldi. B. Dortmund'un uzun süren uykusu bu sezon bitti ve Bundesliga'da şampiyonluğa koşuyor. Parma efsane kadrosuyla ertesi sezon UEFA Kupası'nı kazandı. Şampiyonlar Ligi'nde var olmak demek tesadüfleri de defterden silmek demekti. O efsane kadro dağıldı ve patronu Tanzi ailesinin yolsuzlukları Parma'yı bir gün ikinci lige kadar sürükledi.. 1998-1999 sezonunda Galatasaray ile aynı grupta olan A. Bilbao uzun yıllar kupalara uzak baktı. Bask kulübü 100 yıllık yeminini bozdu ve gün geldi formasına reklam aldı. Gruptaki bir diğer takım İtalyan devi Juventus 2003 yılında Şampiyonlar Ligi'ni kazandı ama 2006 yılındaki skandalın faturasını ağır ödeyip ikinci lige düşürüldü. 1999-2000 sezonunda Galatasaray, gruptan Milan, Chelsea ve Hertha Berlin ile eşleşti. Ön elemede elediği Rapid Wien temsilcisi olduğu Avusturya'nın diğer takımları gibi 2000'li yıllarda hep yutulan küçük balık oldu. Hertha Berlin 1997'de çıktığı 1. Lig'den geçen sezon düştü ve Şampiyonlar Ligi'nin cıngılı artık çok uzaklarda çalıyor. Şampiyonlar Ligi'ne hep katılmak, Kaka ve Shevchenko ikilisini 100 milyon avroya satmak Milan'ı ayakta tuttu.
Chelsea, 2003'e kadar orta siklet bir İngiliz kulübüydü. Abramoviç, 8 yılda bir milyar avroya yakın para harcadı ve Chelsea 50 yıl sonra şampiyonluk sevinci yaşadı. Rus milyarderin futbol aşkı (!) olmasaydı bugün 'Chelski' de yoktu! Milan'ı devirip yola UEFA Kupası'nda devam eden Galatasaray'ın önündeki ilk engel Bologna idi. İtalyan ekibi bir daha öyle bir kadroya sahip olamadı ve Şampiyonlar Ligi'ne uzaktan bakmanın faturası altı yıl sonra çıktı. Bologna küme düştü! B. Dortmund'un arkasından çeyrek finaldeki rakip İspanyol Mallorca'ydı. Bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi'nde oynayan Mallorca sonraki 10 yılda ilk dörde giremedi bile. 2008 yılında girdiği ekonomik krizin faturası bu sezon başında çıktı. UEFA, Mallorca'yı borçları nedeniyle Avrupa Ligi'ne almadı. Galatasaray'ın yarı finaldeki rakibi Leeds United'dı. Harry Kewell'lı kadro Avrupa'da '2000'lerin takımı' olarak lanse edilmişti. 12 yıl Premier Lig'de oynayan Leeds United, sahip değiştirdi ve sahadaki başarısızlığın faturası ağır çıktı. Takım, bir alt lige düştü. Orada da kalamadı ve 2007 yılında bizim tabirimizle 3. Lig'in yolunu tuttu. Leeds şimdi 2. Lig'den Premier Lig'e çıkma hayalini kuruyor. Şampiyonlar Ligi ise onlar için bir rüya... Finaldeki Arsenal ise son 10 yılda Şampiyonlar Ligi'ne adeta serbest giriş kartı çıkarttığından, yeni stadına da kavuştu, her sezon zirveye de oynadı. Nantes ve Real Sociedad da yakın tarihte kendilerini ikinci ligde buldular. Deportivo La Coruna, Lazio ve Paris Saint Germain ise taraftarını ancak tozlu kulüp tarihleriyle mutlu ediyorlar... Honved, Partizan, Kızılyıldız, S. Bükreş, Monchengladbach, Saint Etienne, Nottingham Forest... Onlar siyah-beyaz ekranların efsane takımlarıydı. Renkli televizyon günlerinde ortalıkta görünmediler. Şampiyonlar Ligi bir devri kapattı futbol tarihinde. Şimdi yeni bir dönem açılıyor hem Şampiyonlar Ligi'nde hem de HD ekranlarıyla televizyon dünyasında... Siyah-beyaz ekranlara gömülenler gibi olmak istemeyen; Şampiyonlar Ligi marşını yılda en az üç kez statlarında çaldırmak zorunda... Yoksa; Erkin Koray'dan gelir o zaman: "Arkası gelmez dertlerimin..." (13 Mart 2011/SABAH)

15 Mart 2011

Naklen Yayınlar

15 Mart Salı
21:45 Bayern Münih-İnter (EURO FUTBOL)
21:45 Manchster United-O. Marsilya (LOCA)
16 Mart Çarşamba
21:45 Real Madri-O. Lyon (STAR TV)
21:45 Chelse-Kopenhag (EURO FUTBOL)
17 Mart Perşembe
20:00 Paris Saint Germai-Benfica (EURO FUTBOL)
20:00 Spartak Moskova-Ajax (HD4MEN)
20:00 Manchester City-Dinamo Kiev (STAR TV)
22:05 Liverpool-Braga (STAR TV)
22:05 G. Rangers -PSV Eindhoven (EURO FUTBOL)

1 Mart 2011

Süper Menajerler:
Pini Zahavi ve Jorge Mendes

Entourage izliyorsanız yetenek avcısı Ari Gold’u tanırsınız. Jerry McGuire ya da Any Given Sunday de onları anlatır. Sporcu menajerleri... Hollywood senaristleri onları keşfedeli çok oldu ancak Avrupa kıtasında futbol endüstrisine hükmeden kahramanlar şimdilik bir filme konu olmayı başaramadılar.
Rüştü Rençber, Türk futbol tarihin en görkemli transferine imza atıp Barcelona’nın yolunu tuttuğunda satır aralarında kalan isim oydu. Pini Zahavi. İyi bir kaleci arayan Barcelona Başkanı Laporta’yı ikna etmeyi başarmış, Türk ortağıyla birlikte Rüştü’yü Katalanların efsane kulübüne götürmüştü. Zahavi, yıllar sonra o günlerde Rüştü’ye forma vermeyen Rijkaard’ın kapısını çaldı. Oyuncusu Giovani Dos Santos, Dünya Kupası’nda forma giyebilmek için düzenli olarak bir kulüp takımında forma giymeliydi. Galatasaray’ın teknik direktörü Rijkaard, eski dost Zahavi’yi kıramadı! Futbol dünyasının süper menajerinin sırrı da buydu. 30 yıllık menajerlik kariyerini dostluklar üzerine kurmuştu. Önce teknik adamlar, sonra kulüp başkanları ve en sonunda futbola yatırım yapmayı planlayan oligarklar...İsrailli menajer çocukluğundan beri futbol tutkunuydu. Tel Aviv yakınlarında Nes Ziona’da berabere ilkokula gittiği Jacob Shabar gün gelecek Maccabi Haifa kulübünün başkanı olacak, Zahavi ise top peşinde koşmak yerine spor gazeteciliğini seçecekti. “5 yıldan fazla bir gazetede çalışmam. Yeni gazete, daha yüksek maaş, daha iyi şartlar demektir” diyecekti yıllar sonra Guardian’a verdiği röportajda. 22 yaşında gittiği Yedioth Ahronoth gazetesinde 2 sütun olan spor sayfalarını dokuz sayfaya çıkarmaya başladı. 1974 Dünya Kupası hayatının dönüm noktası oldu. Avrupalı teknik adam ve futbolcularla yakın dostluklar kurmaya başladı. Menajerlik kariyeri için temeli inşa ediyordu Zahavi. Ada futbolu kendi dünyasındaydı ve İngiliz teknik adamlar Avrupa kıtasındaki futbolcuların bir çoğunun adını bile bilmiyorlardı. “Maç sonuçları bile yayınlanmazdı İngiliz gazetelerinde” diye anlatıyor o günleri Zahavi. 1979 yılında ilk transferine imza attı. Liverpool kulübüne Maccabi Haifa forması giyen defans oyuncusu Avi Cohen’i 200 bin pound’a sattı. Gazeteci-menajer kartviziti İsrail medyasında tartışma konusu olunca da elinde yetenekli İsrailli oyuncu olmadığından uzun süre menajerlikten uzak durdu. İkinci operasyon için düğmeye bastığında gazetesine istifasını vermişti. 1990’da Ronnie Rosenthal’ı Standard Liege’den Liverpool’a getirdi. 80’lerde Graeme Souness, Kenny Dalglish gibi Ada futbolunun efsaneleriyle yakın dostluk kurmuş, onları İsrail’de ağırlamıştı. İsrail’den Liverpool her gittiğinde yanında götürdüğü bir kasa portakalı Liverpool tesislerinde futbolculara dağıtıyordu. Dönüm noktası teknik direktörlüğünü yakın dostu Souness’ın yaptığı Southampton’dan West Ham’a götürdüğü İsrailli orta saha Eyal Berkoviç oldu. Ona parayı kazandıran vatandaşı değil West Ham’da keşfettiği ve “ Bir gün 1 numara olacağını o gün biliyordum” dediği Rio Ferdinand oldu. İngiliz defans oyuncusu tarihin en pahalı savunmacısı sıfatıyla Leeds United’dan Manchester United’a 30 milyon pound gittiğinde, Alex Ferguson ve Zahavi’nin “çok eski dost” olduğu yazıldı İngiliz medyasında. Nisan 2003’te bir Rus milyarderi Manchester United-Real Madrid Şampiyonlar Ligi maçında locasında ağırladı. Roman Abramovich iki ay sonra Chelsea’yi satın aldığında operasyonun arkasındaki isim Pini Zahavi’ydi. İlk transfer döneminde 111 milyon pound harcayan Chelsea’nin kasasından Zahavi’nin hesabına yatan komisyon 5 milyon pound’du. Nijerya’da keşfettiği Yakubu’yu önce İsrail’e getiren ardından Portsmouth’a imza attıran Zahavi, 2005 yılında onu Middlesbrough’a sattığında 7.5 milyon pound’luk kontratın 3 milyonunu kasasına koydu ve İngiltere ayağa kalktı. Zahavi artık hedefteki adamdı. Zahavi artık futbolcu menajerliğini ikinci plana atmış, kulüplere danışmanlık hizmeti veren bir şirketin sahibi olmuştu. Elinde futbolcu porföyü tutmak yerine, Premier Lig kulüplerinin yabancı sermayeye satışlarına aracılık etmeye başladı. İsrailli Gaydamak Ailesi, Portsmouth’u satın aldığında Zahavi masadaydı, onun Maccabi Haifa’dan getirdiği Avram Grant de o gün Ada futboluna adımı attı. Gün gelecek Zahavi, vatandaşı Grant’i, satışına aracılık ettiği Chelsea’nin başına getirecekti. İngiliz futbolunda kural basitti. Bir futbolcunun sahibi olan kulüp diğerine satış yaptığında kasasına parayı koyardı. Zahavi, İngilizleri bonservis ortaklığıyla tanıştırdı. Futbolcuların artık birden fazla sahibi vardı. Güney Amerika piyasasında oligark sermayesiyle kulüp ve futbolcu satın alan Kia Joorabchian ile de ortak iş yapmaya başladı. Carlos Tevez ve Javier Mascherano bu ortalık sayesinde Zahavi’nin yakın dost olduğu Manchester United ve Liverpool’a transfer oldular. “Cebinde metelik olmayan bir spor muhabiri olarak kalmak istemiyorum” diyen Pini Zahavi, 30 yıl içinde 200 milyon Euro’ya yakın servetin sahibi oldu. Drogba’dan, Peter Cech’e onlarca yıldızı Chelsea’ye, Roman Abramovich’e sattı. West Ham kulübüne ortak olduğundan, transferlerde yolsuzluk yaptığına dair birçok iddia ortaya atıldı, hakkında onlar soruşturma açıldı ancak Pini Zahavi, Güney Amerika piyasında ortak iş yaptığı Jorge Mendes’e gün geldi süper menajerlerin bir numaralı koltuğunu kaptırdı.Yanından ayırmadığı üç cep telefonunun aylık faturası 7 bin Euro. Porföyünde 100 futbolcu bulunduran ve toplam değerleri 600 milyon Euro’yu geçen bu kadife ayakları pazarlayan bir süper menajer için elbette bu faturaların lafı olmaz! Portekizli Jorge Mendes, Zahavi kadar futbolu seven ve hep futbolcu olmayı hayal etmiş bir çocuktu. Babasının çalıştığı petrol şirketinin takımı Petrogal’de ardından ağabeyinin birlikte Lizbon’dan göç ettiği Viana do Castelo’da Vianense’de forma giydi. Üçüncü ligde bir futbolcu ne kadar kazanabilirdi ki! Video film kiraladığı bir dükkan açtı kendine ve 30 yaşında futbolu bıraktığında parayı, bar ve gece kulübünde kazanacağına karar verdi. Caminha’da açtığı bara gelen bir kaleci Mendes’in tüm kariyerini sil baştan değiştirdi. Guimares forması giyen 22 yaşındaki Santo, Porto’ya transfer olmak istiyordu ama iki takım arasındaki düşmanlık yüzünden imza çok zordu. Jorge Mendes, Deportivo La Coruna’ya 1996 yılında Santo’yu satmayı başardı. Önemli olan sektöre girmekti, arkası geldi. Alt ligden Costinha’yı Fransız Monaco’ya, Capucho’yu da Porto’ya sattığında ülkede yeteri kadar tanınmıştı ama Portekiz’de futbolcu menajerliği Jose Vega’dan sorulurdu!Galatasaray’a Mario Jardel’i de satan ve Figo, Pinto, Zidane gibi yıldızların menajerliğini yapan Veiga, Porto’yu avucunun içinde tutuyordu. Sergio Conceiçao’nun transferi yüzünden Porto ve Vega birbirlerine girince devreye elbette ki Jorge Mendes girdi! Vega artık Benfica tarafındaydı, Mendes ise Porto. İki kulübün ezeli rekabeti iki menajer arasında da yaşanmaya başlandı. 2002 yılında Lizbon havaalanında bavullarına beklerken yumruk yumruğa kavga edecek kadar da rekabeti sertleştirdiler ama kazanan genç Jorge Mendes oldu. Porto ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Jose Mourinho, Uniao Leiria’yı çalıştırdığı günden beri Brezilyalı menajer Jorge Baidek ile çalışıyordu. Jorge Mendes süper menajerliğe adımını Mourinho ile attı. Adı Liverpool ile anılan Mourinho, Chelsea’ye imza atmadan önce Baidek ile yollarını ayırdı ve Chelsea’de perde arkasındaki adam bir diğer süper manajer Pini Zahavi’nin ortak çalıştığı Jorge Mendes ile anlaştı. Avrupa futbolu artık Zahavi-Mendes ikilisinin kontrolündeydi. Barcelona yönetimiyle iyi ilişkisi olan Mendes, Atletico Madrid’in de neredeyse tüm dış transferlerine imza atmaya başladı. Real Madrid’in 2 milyona almadığı Pepe’yi aynı kulübe 25 milyona satmayı başaran Mendes, Cristiano Ronaldo ve Ricardo Quaresma gibi iki büyük yeteneği erken keşfetmenin ödülünü en büyük rakibi ve aynı zamanda ortağı Pini Zahavi’yi süper menajerler sıralamasında sollayarak aldı. Cristiano Ronaldo’nun Real Madrid’e satışından 4 milyonu cebine koyan Mendes, Quaresma’yı da Mourinho sayesinde Inter forması giydirdi. Portekiz’deki rakibi Jose Veiga, 2004 yılında pes etti ve Benfica yönetiminde çalışmaya başladı. 45 yaşındaki Mendes, Euro 2008’de O Jogo gazetesine düzenli makale yazması teklif edildiğinde kendisine “Milyonlarım” başlıklı bir köşe ayrılmasına itiraz etti ve transferde kullandığı kuru sayfasına taşıdı: “Euro’nun değeri” Yetenek avcısı Mendes, menajerlik şirketinde Güney Amerika’da düzenli olarak maç izleyen ve gelecek vaad eden yıldızları merkez bildiren ekibi dışında oyuncularının medya ilişkilerini düzenleyen gazetecileri de çalıştırmaya başladı. Mendes ismiyle Türk futbolu en sıcak ilişkisini ise Beşiktaş sayesinde yaşadı. Inter’de dibe vuran yetenekli ama takım oyununa ayak uyduramayan yıldızı Quaresma’ya takım arayan Mendes, bir diğer adamı Mourinho, Real Madrid’e gidince Milano kulübünden “Oyuncuna takım bul” mesajını aldı. Quaresma ile başlayan Portekizli modası ara transfer döneminde doruğa ulaştı. Mendes, Atletico Madrid’e sattığı Simao’ya İspanyollar yaşlı olduğu gerekçesiyle yeni kontrat önermeyince yine Beşiktaş’ın kapısına çaldı. Fernandes ve Almeida transferleriyle kare as tamamlandı . Mendes ortak çalışmayı seviyordu. Türkiye’deki operasyonları için de seçtiği isim menajer Ahmet Bulut’tu. Beşiktaş’a gelen tüm Portekizlilerin imzasında kulüp ve Mendes ile üçgeni tamamlayan Ahmet Bulut aynı zamanda Arda Turan ve Emre Belözoğlu’nun da menajeri. Mendes ve Bulut, sezon başında Atletico Madrid’in Galatasaray’a transferin son gününde Arda için yaptığı 12 milyon Euro’luk teklifle gündeme gelmiş, İspanyol kulübünün yönetiminin resmi bir teklif yapmadığı ve bu transfer operasyonunun arkasında Jorge Mendes’in olduğu iddiası iki ülke medyasında da yer bulmuştu. Yakın bir tarihte Arda Turan’ın olası bir Avrupa macerasının startında bu ortaklığın yer alacağını tahmin etmek çok da zor değil açıkçası...Türkiye’de Jorge Mendes modası öncesinde fırtına gibi esen isim hiç kuşkusuz ki Juan Figer. Fenerbahçe’de başta Alex olmak üzere son 7 yılda gelen neredeyse tüm Brezilyalıların menajerliğini yapan ve serveti 600 milyon dolar olan Juan Figer, 70 yaşında. Güney Amerika futbolunun süper menajeri olarak tanınan Uruguaylı Figer, oyuncu menajerliği kadar futbolcuların bonservis haklarını elinde bulundurmasıyla da tanınıyor. Figer vasıtasıyla futbolcu almak isteyen kulüpler, oyuncunun oynadığı takım yerine onunla pazarlık yapmak zorunda çünkü Uruguaylı futbolcuların bonservislerinin aynı zamanda ortağı. Uzun yıllar boyunca Uruguay’daki vergi avantajlarını lehine kullandığı iddia edilen ve ülkesindeki kulüplerden (Rentitas davası) futbolcuların lisanslarını çıkartan Figer, FIFA’nın 2001 yılında kayıt altına aldığı futbolcu menajerliğinde bir efsane. Maradona’yı 1975 yılında keşfeden adam olarak tanınan Figer, Lineker, Socrates, Vialli, Dunga gibi yıldızları da yıllar boyunca temsil etti. Denilson’u 40 milyon dolara Brezilya’dan getirip İspanyol kulübü Real Betis’e satan Figer, Fenerbahçeli Alex, Lugano, Romalı Baptista, Milanlı Robinho’nun da halen menajeri.Süper menajerler listesinde bir diğer isim ise Mendes’in Mourinho’yu götürdüğü Real Madrid’e Cristiano Ronaldo ile aynı zamanda Kaka’yı 65 milyon Euro’ya satma başarısını gösteren Ernesto Bronzetti. 1986’da Fogia kulübünde adı şike skandalına karıştığında genel direktör olarak görev yapan Bronzetti bugün İtalya’da portföyü en geniş futbolcu menajeri. Shevchenko’nun yıllarca transfer operasyonlarını yöneten, Milan ve Inter’de birçok yıldızın imzalarında masada olan Bronzetti, Real Madrid kulübünün de favori menajeri. 2006 yılında patlak veren şike ve hakem skandalının ardından Juventus’lu Fabio Cannavaro’yu Real Madrid’e satma başarısını gösteren Bronzetti, Çizme’nin bir numarası...İngiltere’de Zahavi ve Mendes gibi yabancılar kadar etkili olmasalar da eski futbolcular Jonathan Barnett, Jerome Anderson, Colin Gordon gibi menajerler Ada futbolunun yıldızlarını ellerinde tutuyorlar. Messi ve Cristiano Ronaldo’nun kapışmasına sahne olan İspanya’da ise futbolcu transferi, piyasaya takımların seyahat organizasyonları yapmak için kurduğu turizm acentasıyla giren ve bugün İker Casillas, Victor Valdes, Raul ve F1 pilotu Fernando Alonso için pazarlık masasına oturan Gines Carvajal...
Bol sıfırlı kontratların atıldığı masaların değişmez isimleri olan süper menajerlerden bir tüyoyla kapatalım turumuzu: “Oyuncu satışından kazandığımız komisyonun; futbolcuların imaj haklarından kasamıza giren paranın yanında lafı olmaz.” Peki o kasalar nerede? 800 dolara şirket kurulan Virgin Adaları’nda!

27 Şubat 2011

Yüzde Bir İhtimal!

Maç naklen yayınlanmadı, yayınlasa da izleme şansım yoktu işten güçten... Bahis ağzıyla konuşmak gerekirse üst bitmesi yüksek ihtimal bir karşılaşmaydı. Udinese ters takım, sallandılar ama forveti bağladı mı seriye tutamıyorsun... Palermo da bir o kadar çılgın. Fiorentina sezon başından beri yatmış, deplasmanda ilk galibiyetini Palermo deplasmanında almış yakın zamanda üstelik de 4 golle! İki taraf da atar, keyifli maç olur... Santraya kadar bu kadar... Sonrası kıyamet, Udinese, Palermo'ya 45 dakikada 5 gol attı. Udinese'nin teknik direktörü Francesco Guidolin. İtalya'nın Sakıp Özberk'i... Kaç kere Palermo'ya gitti say, say bitmez. 3 yıldır uzak Palermo'dan... Kulüp başkanı Zamparini onu kovmaktan bıkmadı, Guidolin de gidip gelmekten...
Palermo, 40 dakikada 10 kişi kaldı. İkinci yarı daha ne atacaksın değil mi? 60'da 7-0 yaptı Udinese. Palermo da o dakika sahada 9 kişi kaldı. Son yarım saatte eksik rakibe karşı insafa gelmişler işte. Palermo Başkanı Zamparini deli... Ben teknik direktör Delio Rossi'nin yerinde olsam devre arasında soyunma odası koridorundan uzar, atlar bir taksiye arkama bakmadan kaçardım... Daha ne kalacaksın takımın başında... Neyse maç bitiyor. Palermolu futbolcuların hocalarını satacak halleri yok tabii... Kaptan, "Bizim suçumuz, hocamızı seviyoruz" falan diyor ama Zamparini dinler mi? Medya soruyor: "Delio Rossi ne olacak? " Zamparini cevap veriyor: "Ağzına sıçtı takımın, yüzde 1 kalma ihtimali var!" Göreve muhtemelen Serse Cosmi oturacak. Hani şu maçlara beyzbol şapkasıyla çıkan adam...
Palermo: 0 Udinese: 7
Gol: nel1 pt 10' e 41' Di Natale, 19', 28' e 42' Sanchez; nel st 3' Sanchez, 16' Di Natale su rigore
PALERMO (4-3-2-1): Sirigu, Darmian, Andelkovic (1' st Munoz), Bovo, Balzaretti, Migliaccio, Bacinovic, Nocerino, Ilicic, Pastore (18' st Acquah), Hernandez (30' st Pinilla Ferrera). (99 Benussi, 4 Kasami, 77 Kurtic, 22 Paolucci). All.: D. Rossi.
UDINESE (3-5-2): Handanovic, Benatia, Zapata (1' st Coda), Domizzi, Isla, Pinzi, Inler (23' st Battocchio), Asamoah, Armero, Sanchez (8' st Denis), Di Natale. (6 Belardi, 4 Cuadrado, 26 Pasquale, 9 Corradi). All.: Guidolin.

Ve Almanlar Geldi...

2006'da müthiş bir kaosun, skandalın içinden bir Dünya Kupası çıkardılar. Sonra uluslararası arenada yoklar. Para onların sınırları içine girmiyor. İngilizlere yabancılar milyarları akıtıyor, Ruslar eline cebine atıyor, UEFA Kupası'nın kapatıyor ve İspanyollar, iki takımlı bir lige de doğru yürüyorlar. Ne stadlar Almanya'daki gibi doluyor, ne de diğerleri gibi ürün satabiliyorlar. Deloitte raporunda 20 takım arasında hala 4 İtalyan takımı var. Onlar yıkılmaz kaleler tabii, biri hariç. Milan, Inter, Juventus ve Roma. Gelirlerinin büyük bir bölümünü (yüzde 50 ve fazlası) naklen yayın gelirlerinden elde ediyorlar. Bu oyunun ekonomisinde en büyük tehlike, yumurtalar aynı sepette ve çok değil 10 yıl önce bunu faturasını ağır ödediler yayıncı kuruluşlar rekabet yüzünden battığında... Yaklaşık iki yıl önceden bir başlık: Anne Almanlar Geliyor...
Sene 2011 ve geldiler. Inter'in geçen sezon Şampiyonlar Ligi'nde final oynamasına rağmen geldiler. Kritik sezon bu sezondu.... Fena da gitmedi aslında. Şampiyonlar Ligi'nde Şubat ayına 3 takım getirdiler. Avrupa Ligi'nde Palermo, Sampdoria ve Juventus kötü gitti. Napoli çok sallandı ama o da Şubat ayını gördü... Ve dibe vuruş... 3 İtalyan takımı da Şampiyonlar Ligi'de ilk maçlarını sahalarında oynadılar. Üçü de kaybetti. Bugün birinin bile turu geçmesi büyük sürpriz kabul ediliyor. Napoli de Villarreal deplasmanında kaybetti ve elendi. Son yılların en keyifli ligi oynanıyor İtalya'da... Tribünler tıklım tıklım dolu mu dersen değil, hiç de dolmayacak gibi duruyor. Ülke acı çekiyor çünkü... Sonuç, Almanlar geldi ve geçti. Gelecek sezon değil bir sonraki sezon Şampiyonlar Ligi'ne Almanlar dört, İtalyanlar 3 takımla katılacak. Bunu kısa vadede kendilerine döndürebilmeleri de zor. Bardağın dolu tarafından bakarsak iki yıl sonra şampiyonluk yarışı eksi bir kontenjan yüzünden daha da kızışacak...

Harbi Ronaldo

Babasını ona ilk topunu hediye ettiğinde 1980’in Noel akşamıydı. 4 yaşındaydı ve topla uyuyordu artık. İdolü Zico’ydu, Flamengo maçları için Maraca’nın yolunu tutuyordu. Rio de Janeiro yakınlarında bir favelada 1976 yılında doğan bu çocuk, çeyrek asır sonra dünyanın en büyük golcüsü oldu. İlk kontratını 14 yaşında yaptı. 17 yaşında Cruizeiro onun için 1993 yılında 25 bin dolar bonservis ödedi. 58 maçta 55 gol attı Ronaldo ve efsane bir golcünün sözünü dinlendi. Romario ona “Hollanda’ya git” demişti.

PSV onun için Brezilya kulübüne 6 milyon dolar ödedi. 1994 Dünya Kupası’nda ülkesi kupayı kaldırırken kadrodaydı ama ona sıra gelmemişti. Hollanda, Avrupa’nın santrfor fabrikasıydı. Kluivert’ın parladığı zamanlar... Ronaldo iki sezonda 57 maça çıktı PSV formasıyla ve 55 gole imza attı, Hollanda Kupası’nı kaldırdı. İlk diz sakatlığını da Eindhoven’da yaşadı. Hollandalılar parlatır ve satarlardı. Öyle yaptılar. Ronaldo artık İspanya yolcusuydu.Barcelona onun için 18 milyon dolar bonservis ödedi. Camp Nou’ya çıktığı ilk maçtan itibaren ligi kasıp kavurmaya başladı. Compostelle maçında kaleye 35 metre uzakta topu aldı, kendi has çalımlarıyla 4 kişiyi geçti ve attığı gol futbol tarihinin en güzel gollerinden biri olarak kabul edildi. 49 resmi maçta 47 gol ona France Football’ın Altın Top ödülünü getirdi. Ödülü alan en genç (20) ve ilk Brezilyalı futbolcuydu.Barcelona istediği yıllık ücreti fazla bulunca Inter Başkanı Moratti elini çabuk tuttu. Ronaldo artık İtalya’daydı. Inter uzun yıllardır şampiyonluk hasreti çekiyordu ama Ronaldo da bu hasreti dindiremedi. 5 yıl kaldığı Inter’de 1999 yılında diz bağları koptu. Altı ay sonra sahalarsa döndüğü 12 Nisan 2000’deki Lazio maçında bir kez daha yere yığıldı. 6 gün önce oğlu Ronald dünyaya gelmişti ama Ronaldo bir yıl daha sahalardan uzak kalacaktı.18 yaşında seçildiği Milli Takımla 1994 Dünya Kupası’na gitti. Baggio penaltıyı kaçırdı, Brezilya kupayı kaldırdı ama o hiç forma giyemedi. 4 yıl sonra ev sahibi Fransa’nın karşısına finale sakat sakat çıktı. Yakın dostu Zidane ve arkadaşları kupayı kaldırdılar. 2002 Dünya Kupası’nda bizim canımızı yaktı. En güzel gollerin adamı bizi kramponunun burnuyla avladı. 15 gol attı ve kupayı ülkesine götürdü. Milli takımında 97 maçta 62 gol attı ve 2 Copa America’yı kaldırmayı başardı.2000 yılında Figo, ertesi sezon Zidane’ı alan Real Madrid Başkanı Perez, 2002 Dünya Kupası’nın ardından Ronaldo’nun peşine düştü. Inter kasasına 42 milyon koydu ama Milano’nun yarısının kalbi kırılmıştı. Sakatlık döneminde ondan vazgeçmeyen Inter’i terketmişti Ronaldo. Avrupa’daki tek şampiyonluğunu da İspanya’daki ilk sezonunda kazandı. Şampiyonlar Ligi kupasına hep uzaktan baktı. Sonra yine hep sakatlıklar, tutmayan dizleri... 4.5 sezonda 163 maç ve 98 golle kapadı Real Madrid kariyerini.
İspanya’da El Clasico’nun iki yakasında forma giyen Ronaldo, Milano’da da ezeli rekabeti iki formayla yaşadı. Milan onun için 6.5 milyon Euro ödedi. 1.5 sezon kaldığı Milan’da sakatlıklar yüzünden sadece 9 gol atabildi ve 2008 yılında ülkesine, Corinthians’a imza attı. Takımı geçtiğimiz hafta Libertadores Kupası’ndan elenince taraftar isyan etti. Roberto Carlos Rusya’nın yolunu tutarken Ronaldo da 34 yaşında 18 yıllık kariyerine 442 golle son noktayı koydu. "Futbolu bırakmak ölmek gibi ama bugün kazanan acılarım oldu.”

25 Şubat 2011

Hafta Sonu Futbol

25 Şubat Cuma
20:00 Bucaspor-Bursaspor @ Lig TV
21:30 Wolfsburg-M.Gladbach @ TRT 3

26 Şubat Cumartesi
14:00 Diyarbakırspor-Boluspor @ TRT 1
14:00 Ankaragücü-Gençlerbirliği @ Digi
16:00 İstanbul BŞB-Galatasaray @ Lig TV
16:30 Schalke 04-Nürnberg @ TRT HD
17:00 Wigan A.-Man. United @ Spormax
17:00 Gaziantepspor-Eskişehirspor @ Digi
19:00 A. Madrid-Sevilla @ NTV Spor
19:00 Fenerbahçe-Kasımpaşa @ Lig TV
19:30 Bayern Münih-B.Dortmund @ TRT HD
21:00 Mallorca-Barcelona @ NTV Spor
21:45 Juventus-Bologna @ TV8 & Spormax
22:00 Bordeaux-Auxerre @ Kanal A
23:00 Deportivo La Coruna-Real Madrid @ NTV Spor

27 Şubat Pazar
13:30 Tavşanlı Linyitspor-Adanaspor @ TRT 1
14:00 Karabükspor-Konyaspor @ Digi
15:30 West Ham United-Liverpool @ Spormax
15:30 PSV Eindhoven-Ajax @ Beyaz TV
16:00 Cagliari-Lazio @ TV8
16:30 Frankfurt-Stuttgart @ TRT HD
17:00 Man. City-Fulham @ Spormax
17:00 Sivasspor-Manisaspor @ Digi
18:00 Arsenal-Birmingham City @ NTV Spor
18:00 Paris Saint Germain-Toulouse @ Kanal A
19:00 Trabzonspor-Kayserispor @ Lig TV
19:00 Denizlispor-Mersin İdman Yurdu @ TRT 1
19:30 W.Bremen-Leverkusen @ TRT HD
21:45 Sampdoria-Inter @ Spormax&TV8
22:00 Lille-O.Lyon @ Kanal A
22:00 A.Bilbao-Valencia @ NTV Spor

28 Şubat Pazartesi
20:00 Antalyaspor-Beşiktaş @ Lig TV
21:45 Milan-Napoli @ TV8
22:00 Stoke City-WBA @ Spormax