24 Kasım 2010

Bazen Neşe Bazen Keder

Şampiyonluk kupalarını kaldırdıklarında gülen yüzlerin hüzünlü hikâyesi. Hayat arkadaşlarının yaşam savaşlarına destek veren fedakâr eşler... Hayat, İlhan İrem şarkısı gibidir zaten...
Carlos Alberto Parreira, Türkiye'ye 1994 Dünya Kupası'nı Brezilya'ya kazandıran teknik adam kartvizitiyle gelmişti. Bir sezon çalıştırdığı Fenerbahçe'ye şampiyonluk sevinci yaşattı ve gitti. Hayır, bizim sabırsız kulüp başkanlarımız yüzünden gönderilen biri değildi Parreira. Eşinin rahatsızlığı nedeniyle görevi bıraktı. 2010 Dünya Kupası'nda ev sahibi Güney Afrika'yı çalıştıran Brezilyalı hoca, 2008 yılında da eşinin rahatsızlığını öne sürmüş, Güney Afrika'daki görevinden istifa etmişti. Parreira, Fenerbahçe'de kalsaydı, futbol tarihimiz kimbilir belki de başka türlü yazılırdı. Belki de Galatasaray dört yıl arka arkaya şampiyon olamaz, Fatih Terim yönetimindeki kadro dağılır, gider, bu topraklarda UEFA Kupası sevinci yaşanmazdı. Bazen kader değiştirir tarihi. Kaçan bir gol, sakatlanan bir futbolcu, yağan yağmur, zeminden seken bir topla yazılır futbol tarihi. Kimi zaman da aktörlerinin acılarıyla...
Cesare Prandelli, Manuela Caffi ile evlendiğinde 18 yaşındaydı. Çocukluk aşkıyla 1982 yılında nikâh masasına oturan Prandelli, 80'lerde Juventus orta sahasında oynadı. Teknik adamlık kariyerine 1990'da başladı ve tam 14 yıl boyunca büyük bir kulübün başına geçebilmek için çabaladı. Roma, onu 2004 yılında göreve çağırdı. Prandelli en sonunda kaliteli bir kadroyla şampiyonluk yarışı verecekti. Olmadı. Eşi göğüs kanseriydi ve Prandelli, Roma ile imzaladığı kontratı sezon başlamadan hiç düşünmeden yırttı attı. "Manuela'nın yanında olmak istiyorum," dedi kulüp yönetimine, Roma o sezon üç teknik adam değiştirmek zorunda kaldı.

Eşinin kemoterapi seanslarında yanından ayrılmayan Prandelli, bir yıl aradan sonra Fiorentina'nın başında sahneye döndü. Onun döneminde Fiorentina, Avrupa kupalarında rakiplerinin baş belası oldu. Fatih Terim döneminden sonra ilk kez büyüklere kafa tuttu. Üç yıl boyunca kanserle mücadele eden Manuela Caffi savaşı Kasım 2007'de kaybetti. Cesare Prandelli artık yalnızdı. Tırnaklarıyla kazıyarak zirveye çıkan İtalyan hoca, bu yaz milli takımı Lippi'den teslim aldı. Kuzey İrlandalı Martin O'Neill, ada futbolunun son 10 yıldaki en parlak teknik adamlarından biri. 2000-2005 yılları arasında İskoç ekibi Celtic'i çalıştıran ve beş yılda üç şampiyonluk kazanan O'Neill, 2006'da Aston Villa'nın başına geçti. Bu sezon başında ligin başlamasına sadece beş gün kala ani bir kararla kulüp yönetimine istifasını verene kadar da taraftarın sevgilisi olmayı başardı. Martin O'Neill'ın tek derdi transferler, sahaya süreceği onbir ya da galibiyeti getirecek taktik değildi. Eşi Geraldine, 2005 yılında kansere yakalanmıştı ve 58 yaşındaki İrlandalı futbol dehası, lenfoma ile boğuşan eşine hemşire tutmak yerine her dakika yanında olmayı tercih etmişti Ulrich Stielike, Alman futboluna doğmuş en büyük yeteneklerden biriydi. Sekiz yıl da Real Madrid orta sahasında forma giyen Stielike, 20 yıllık teknik adamlık kariyerinde en prestijli teklif 2006 yılında geldi. Fildişi Sahili Milli Takımı ona emanet edildi. Almanya'daki Dünya Kupası'nda hayal kırıklığı yaşayan Afrika ülkesi, dört yıl sonra kendi kıtasındaki finallere Stielike önderliğinde gitme planları yapıyordu. Olmadı. Ocak 2008'de Alman teknik adam görevi bıraktığını açıkladı. Sebep, kaleye girmeyen top değildi. Oğlu Michael solunum yetmezliğiyle boğuşuyordu. Doktorlar "İmplantasyon şart," diyorlardı. Bir ay boyunca akciğer naklini bekleyen Michael, şubat ayında hayatını kaybetti. Kariyerine oğlu için ara veren Stielike, bugünlerde Katar'da kariyerine devam ediyor.

Jose Mourinho'nun saha içindeki taktiklerini bugün hâlâ çözebilen yok ama saha dışındaki taktikleri çalıştığı her ülkenin medyasının ezberinde. Portekizli polemiği sever, kavgayı sever ve nefretten beslenir. İngiltere'de ve İtalya'da teknik adamından, gazetecisine kadar herkesle bir sorun yaşamayı başarmıştı. Gelenek İspanya'da devam etti. Barcelona deplasmanına yedek oyuncularla çıkan Sporting Gijon teknik direktörü Manolo Preciado'yu sert bir dille eleştirdi. Preciado da az deli değildi ama o günlerde "Mourinho'yu seviyorum," diyerek söz dalaşından uzak durdu. Mourinho geçen hafta Sporting Gijon deplasmanına giderken fitili bir kez daha ateşledi. "İspanya'da Barcelona deplasmanına gidenler nasıl olsa kaybedeceğiz diyor ve mücadele etmiyorlar," diyen Mourinho, Barça'ya karşı yedeklerle oynayan Preciado'nun Real Madrid maçına as kadrosuyla çıkacak olmasını eleştirince en az Del Bosque kadar bıyıklarıyla meşhur bu babacan adam patladı: "Mourinho benim hoşlanmadığım biri, bunu yüzüne karşı da söylerim. Eğer Madrid'de ona saygıyı öğretmezlerse ben öğretirim. O kim olduğunu sanıyor?" Cezası nedeniyle maçı tribünden izleyen Mourinho ve Preciado, o gün hiç karşı karşıya gelmediler. Sporting Gijon taraftarının küfür sağanağı altında geçen 90 dakikada Cristiano Ronaldo başta olmak üzere Real Madridli futbolculara ev sahibi takımın futbolcuları tekme atma yarışına girdiler. Maçı 1-0 Real Madrid kazandı ama medyaya göre galip Manolo Preciado'ydu. Kibirli Mourinho'nun ağzının payını vermişti! Preciado, İspanya'nın en başarılı teknik adamlarından biri değildi ama eti budu belli, bütçesi bir çantayı ancak dolduran Sporting Gijon'u 2006 yılında birinci lige taşımayı başarmıştı. Acıların ve kederlerin değiştirdiği futbol tarihi onun da kariyerini 2004 yılında başka bir yola sokmuştu. O yıl önce eşini kanserden kaybeden Preciado'nun telefonu 3 Temmuz 2004 akşamı acı acı çaldı. Oğlu Raul Preciado Sainz bir motor kazasında ağır yaralanmıştı. Marques de Valdecilla Hastane-si'nde 05.10'da Preciado'ya acı haberi verdiler. Raul Preciado sadece 15 yaşındaydı! Preciado bir zaman sonra "Eşimi ve oğlumu kaybetmiştim. Ya o gün intihar edecektim ya da kendimi futbola verecektim," diyecekti... 21 Kasım 2010/SABAH PAZAR

12 yorum:

Ozan Gunduz dedi ki...

Elinize sağlık...

mavibenim dedi ki...

preciado'nun hikayesi gözlerimi doldurdu.. kaç kişi hayata küsmek yerine hayata tutunabilir bunlardan sonra... futbol mucizesi mi demek lazım..

AFO dedi ki...

"Jose Mourinho'nun saha içindeki taktiklerini bugün hâlâ çözebilen yok ama saha dışındaki taktikleri çalıştığı her ülkenin medyasının ezberinde. Portekizli polemiği sever, kavgayı sever ve nefretten beslenir. "

"The Special One" bu kadar az kelimeyle ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

untildie dedi ki...

demek ki onlarda bizim gibi insanmış, belki o çoğumuzun sevmediği mourinho nun bile bir hikayesi vardır

kvnccelik dedi ki...

harika bir yazı..

Taci YALÇIN dedi ki...

uzun zamandır boğazım düğümlenmemişti. elinize sağlık.

esselcuk dedi ki...

10 numara yazı olmuş. harika.

Anıl dedi ki...

Bülent abi bir kitap projesi yok mu kafanda? Futbolun sadece futbol olmakla yetinmediğini bu ülkede anlatabilecek en iyi yazar sensin.

Benjamin Breeg dedi ki...

Bize bu hikayeleri anlattığın için, sen de bir o kadar güzel adamsın Bülent abi.

Ellerine sağlık.

suat gürsoylu dedi ki...

2 Nisan Cumartesi,intikam alınmıştır.Artık oğlu da mezarında rahat uyumaktadır eminim.seviyoruz seni "Preciado".

vaykey dedi ki...

yazıyı güncelleme zamanı geldi sanırım.
http://www.goal.com/tr/news/445/ispanya/2012/06/07/3154614/preciado-hayat%C4%B1n%C4%B1-kaybetti

suat gürsoylu dedi ki...

bugün kalp krizinden vefat etmiş...ve ailesine kavuşmuş...İyi "adam" dı vesselam