12 Temmuz 2010
Günün Filmi


SANTA: Las ocho mil pesetas, por ejemplo. ¿Cuánto valen ocho mil
pesetas?
[Lino lo mira sin entender]
LINO: ¿En euros?
SANTA: En pesetas. ¿Cuánto valen ocho mil pesetas en pesetas?
LINO [Se encoge de hombros] Ocho mil pesetas
SANTA: Pues no. Pues no. ¿Lo ves? Para mí ahora, moralmente valen
mucho más
RICO [Duda] ¿Diez mil?
SANTA: Mucho más. Diez millones. Más. Cien mil.
LINO: Joder, Santa, qué chorradas dices, cómo van a valer ocho mil pesetas
cien mil millones
11 Temmuz 2010
2014'e Hazırlık


Çocuktuk...
8 Temmuz 2010
Lorik Cana: Savaşın Çocukları Savaşçı Olur

(O, savaşa gideceğiniz oyuncu sınıfındandır)
Bir kaptanı takımından ayırabilmek zordur. Geçen sezonun başında 3 yıllık sözleşmesi varken ilk çıkan haber Marsilya’dan ayrılmak istediğiydi. Her futbolcu Premier Lig’de oynamak ister. 6 milyon Euro bonservis bedeline bir anlam verememiştim. Sonuçta Sunderland için bir piyangoydu. Bu oyunda her zaman favori oyuncularınız vardır. Lorik Cana da Avrupa’nın en iyi onbirine koymadığım ama "benim onbirim dediğim" takımda yer verdiğim bir orta sahaydı. Cana gibi adamları sadece futbol yetenekleriyle değerlendiremezsin. Bazıları lider doğar. Cana da böyle bir adam. Ona "savaşçı" diyorlar. Başka şansı var mıymış acaba! 9-10 yaşında yaşadığı topraklarda savaş varken hayatta kalabilmek için ülkeyi terk etmek zorunda kalan bir ailenin, eski bir futbolcunun oğlu Cana. Gittikleri ülke ise İsviçre.

Lorik Cana’nın ailesi gibi Kosova’yı terkeden ve İsviçre’ye sığınan bir başka ailenin futbolcu oğlunu da analım: Valon Behrami. Cana’dan iki yaş küçük. Bugün Cana, Arnavutluk milli takımında oynarken, Behrami, İsviçre forması giyiyor. Cana’nın kariyerini yönetenin futbolcu babası olması bir talih tabii. İsviçre’den Fransa’ya geçiyor. Arsene Wenger’in uzun elleri, ona da uzanmış o günlerde. İngiliz futbolunun klasik engeli... Genç yetenek kontenjanından yararlanıp sınırı geçememiş. Paris Saint Germain kariyerinin (Taraftar gittiği için nefret etti. Pankartta da küfür ediyorlar (alttaki foto) son senesinde yolu bizim buralardan geçmiş Halilhodzic ona inanmasa; muhtemelen başka bir kariyeri olacaktı. O son sezonu, ona Marsilya kapılarını açtı. Marsilya zor kulüp. Lig desen, O.Lyon’un hükümdarlığı altında. Juninho atıyor, attırıyor, O.Lyon milleti deli ediyor. Cana’yı yakından takip ettiğim, Fransız basınından izlediğim dönem bu dönemdir. Arnavut bir oyuncunun, Fransa gibi kibirli adamların ülkesinde kaptanlığa yükselmesi ayrı bir başarı.

Marsilya’da kaptandan öte; bayrak adam gibiydi. Tribünler inanılmaz seviyordu onu, kale arkasına gittiğinde ortalık yıkılıyordu. Bu yüzden ayrılık haberine (Cana gitti Marsilya şampiyon oldu bu arada) pek anlam verememiştim. Bir zamanlar kapısından giremediği ülkeyi fethetmek istemiş olabilir. Sunderland sezon başında 6-9 arasına oynacak takımdı kafamda. Lorik Cana düzenli forma giydi, Steve Bruce ona kaptanlığı da verdi. Lakin sezon meşakkatli geçti. Sunderland, Darren Bent susunca yıkım yaşadı.

Galatasaray’ın Linderoth’un ardından iyi bir ön liberoya ihtiyacı vardı. Özellikle de Mehmet Topal, 4.2 milyona satılınca; akla gelen soru şuydu? Mehmet ideallerinin peşine düşmüştü, tutamazlardı. Peki Galatasaray, kasasında para yokken o göbeği kaç milyon ödeyerek dolduracaktı? Akla gelen, ya da transfer istihbaratlarında adı geçenler arasında Cana yoktu. Daha bir yıl önce Sunderland’a giden, çatkapı kaptan olan bir adamı neden satsın ki İngilizler? Ne oldu peki? Lorik Cana, menajerine ayrılmak istediğini söyledi. Sebebi, Arnavutluk’taki ailesine yakın olmaktı. Kulüp arayışına girdiklerinde de karşılarına Galatasaray çıktı. Cana’nın Rijkaard’ın listesinde olduğunu da not düşelim geçen sezondan.

Bugün kulübünün sitesinde de açıkladığı üzere; Steve Bruce’a sezon açılışında Cana ayrılmak istediğini söyledi ve sebebinin ailesi olduğunu söyleyince, onu bırakmak istemeyen hocası evet demek zorunda kaldı. Sunderland’ın 6 milyon Euro’ya aldığı Cana’yı 6 milyona sattık açıklamasının yanında; Galatasaray’ın borsaya bildirdiği 4.5 milyon Euro açıklaması var. Rakam neyse; 3 taksitte ödenecek. Cana da yıllık 2 milyon Euro alacak. Galatasaray’da ücret dengesi içinde kabul edilebilir bir rakam.

Galatasaray’ın ligin ikinci yarısında maçlarını oynayacağı TT Arena’da bilet fiyatları ve kapasite nedeniyle seyirci profili değişecek. Bu şartlarda yumuşayan tribünlerin önünde, sahayı arenaya çevirecek bir karaktere sahip Lorik Cana... Lucas Neill gibi gözü kapalı kaptanlığı verebileceğiniz lider bir kişilik. Başarılı olur mu? sorusunun cevabı gerideki 5 yıllık kariyerinde saklı. Marsilya ve Sunderlanda’de işi kıvıran Cana, Galatasaray’da da Sarp-Barış-Mehmet’in çoğu zaman bir Emre Belözoğlu yapmadığı orta sahasında, geçmiş iki sezonun kırılgan onbirine sertlik getirir. Yeri geldiğinde kırmızıyı görür, ya da ne bileyim; rakibine kafa atar. Kavgasını kendine değil takım için yapan futbolcu sınıfında görmek lazım Cana'yı.

Bir transfer anısı son nokta olsun. Hagi, Barcelona’da valiz toplarken bileti Meksika’ya idi. Galatasaray’ın teklifine kabul ederken, Bükreş dediğin şurası deyip evet dediği akıllarda. Arnavut Cana da benzer sebeple geliyor İstanbul’a...
İsmael Sosa


Puyol ve Babası ve Cruyff



Onbirdeki 7 Barcelona'lı karşısında Almanların %60+2-3 topu rakibe vereceklerini ve hızlı çıkarak işi bitirmeye çalışacaklarını kurgulamıştım kafamda. İspanyollar iyi başlayınca bu orana %70'e kadar çıktı. Topu alamazsanız işiniz zor. Barcelona klasiği ufak defolarıyla sahadaydı. Del Bosque, "Torres'i oynayacatağım" diyerek kafa karıştırmıştı. Israrın sonu hüsran olabilirdi, Pedro tercihi (Lahm'ı çıkartmadı) bu yüzden anlamlı. Almanlar, 30 sonrası dengeyi buldular ama maç İspanyollara akıyordu. Mesut'un pozisyonunda Ramos büyük profesyonel; darbeyi kramponu ile değil diziyle vuruyor gördüğüm, her hakem atlar bunu. Müller'in yokluğunda Trochowski olmadı, ağır kaldı. Mesut da top gelmediğinde ön liberolar arasında kayboldu gitti. İsyankar adam Schweinsteiger de Khedira ile birlikte adam kovalayınca Almanların beynini kan gitmez oldu.


İlk kez bir Avrupalı kıta dışında kupa kaldıracak. Bu eğer İspanya olursa; ilk kez bir takım gruptaki ilk maçını kaybettikten sonra şampiyon olmuş olacak. Son söz Löw'e olsun. Maçın ardından İspanyol milli takımına yağdırdığı övgüler ve kurduğu cümleler bizi şunu anlatıyor. Bu Almanya, 2012'de yine İspanya ile final oynar. Löw pes etmeyecek. Biz ise halimize yanalım. 2008'den sonra İspanya, 2010'dan sonra Almanya ile aynı eleme grubuna düştük.

ALMANYA (4-2-3-1): Neuer; Lahm, Mertesacker, Friedrich, Boateng (dal 7’ s.t. Jansen); Khedira (dal 35’ s.t. Gomez), Schweinsteiger; Trochowski (dal 17’ s.t. Kroos), Ozil, Podolski; Klose. (Wiese, Butt, Badstuber, Marin, Aogo, Tasci, Kiebling, Cacau). All. Loew.
İSPANYA (4-2-3-1): Casillas; Sergio Ramos, Piquè, Puyol, Capdevila; Busquets, Xabi Alonso (dal 47’ s.t. Marchena); Iniesta, Xavi, Pedro (dal 40’ s.t. Silva); Villa (dal 36’ s.t. Fernando Torres).(Reina, Valdes, Albiol, Arbeloa, Martinez, Navas, Fabregas, Llorente). All. Del Bosque.
7 Temmuz 2010
Maça Maça

6 Temmuz 2010
Bir Yıllık Kiralama Bedeli 10 M


Kader Keita Al Saad'da

Bu transferin gerçekleşebilmesi için Keita'nın mutlaka onayı lazımdır. Demek ki; Katar kulübü, Keita'ya Galatasaray'da kazandığının çok üzerinde bir para verdi. Bu rakam da 4-5 milyon olmalı -Avrupa piyasasının çok üzerinde Keita için-. Demek ki Keita, artık üst düzey futbol oynamak istemiyor. Bu yaşta Katar'a gitmenin başka açıklaması yok.
Demek ki Rijkaard "Olmasa da olur" diyerek satışa baştan onay vermiş. Burası şüpheli. Geçen sezon yaptıklarından sonra yerini Serdar Özkan ile doldurmak akıl karı değil. Yeni stadın tribünlerinin dolması için gerekli adamlardan biriydi Keita. Tribüne gelen taraftar böyle adam görmek ister.
Demek ki geçen sezonki vukuatlarının ardından Kaka'ya yaptıkları, yönetimin satış kararında etkili olmuş. Zor oyuncu Keita, kontrol edemediğin adamı yolla da satış kararının bir parçası olabilir. Peki Al Saad? Merak ettim, kadrosuna baktım. Yaldızları dökülmüş kimler var diye? Yine bir Galatasaraylı çıktı karşıma. Brezilyalı Felipe. Doğrusu Keita ile iyi bir ikili olurlar! Felipe, Vasco'ya dönmemişse tabii.
5 Temmuz 2010
Maradona Giderken

Bir yakınını kaybettiğinde insan dört aşamadan geçer diye okumuştum bir zamanlar. Sonra bir gün pratik etme şansım da oldu. Kaybedilenin, gidenin ardından ilk gelen inkardır. Ölmedi dersin. Öldüğüne inanmazsın. İnkar yerini kabullenmeye bıraktığında isyan girer devreye. Neden sorusuyla baş başa kalırsın. Her ölüm erken der karşına oturanlar. Üçüncü devre matemdir. Bu dönemde işin eğitimini almış olanlar hayata sağlıklı devam edebilmek için dibine kadar yaşamayı tavsiye ederler hüznü. Oturur ağlarsın, içersin, ağlarsın. Dördüncüsü ve sonsuzu özlemdir. O, sen yaşadıkça peşinden gelir. Özlersin, hatırlarsın, rahmetlinin cebini ararsın, açmaz, yine özlersin...

Televizyondaki bu konuşması basit bir kamuoyu yoklaması da olabilir. Zira "gitsin" diyenlerin yüzdesi şu anda daha fazla. Yakın arkadaşı Alejandro Mancuso ise devam edeceğini iddia ediyor. Benim tahminim bırakacağı yönünde. Maradona bir sistem adamı değil, sabırlı olamayacak kadar savruk bir 50 yılı geride bırakmış, tüm defolarıyla sevilen bir adam . Lakin bu defolar onun iyi bir hoca olmasını engelliyor. Üzerinde takım elbise bile sakil duruyordu Dünya Kupası'nda.
Onunla büyüyen kuşak ondan kokainden dibe vurduğunda vazgeçmedi, şimdi kulübede duvara toslayınca da vazgeçmez. Çünkü Maradona, mükemmel olmayan adamların en mükemmeli...
4 Temmuz 2010
Raul Giderken

Arşiv:
Raul&NY
Raul ve Evlatları
Guti ve Real Madrid'de 25 yıl
Gidenlerden
Raul Gitsin
Adam gibi adam Raul
Raul istatistikleri
Raul:Fenomen
Raul ve Di Stefano
Raul: No 64
Bayrak Adam
Raul #1
Truva Atı Jorge Valdano
16 Yıl Önce Raul
Sadece Raul
Tabarez-Marwijk-Löw-Del Bosque

Yarı finalin dört teknik adamının da ortak özelliği düşük profil çizmeleri. Bu adamların hiçbiri medya ile kavga etmiyor, rakiplere hoyratça saldırmıyor. Tutun ki bizim 3 Büyükler’in bugün teknik direktörü yok ve hepsi de yeni hocalarını arıyor. Del Bosque, Löw, Oscar Tabarez ve Bert Van Marwijk isimleri kim ortaya atsa, taraftardan pozitif bir geri dönüş almaz. Sadece bizim için de geçerli değil bu. Tabarez’in bayık geçen Serie A kariyeri, Del Bosque’nin içinden yetişmese asla akla gelmeyeceği Real Madrid teknik direktörlüğü, Marwijk’nin büyük takımların gündemine gelmemesi ve Löw’ün en olmuş zamanında bile yardımcılığı kabul etmesi ve asla kartvizit problemi yapması. ..Bu 4 teknik adam da büyük kulüplere yakıştırılmaz ama Dünya Kupası’nda milli takımlarını yarı finale getirdiler.


Del Bosque bildiğiniz Yeniköy Kasabı(!) Köftesi de iyiydi, pirzolası da! Ne zaman verildi, ne sabır gösterildi. Tigana gibi! 2008’de final oynayan kadroyu değiştirmesine gerek yoktu, zaten yaş ortalaması düşük bir kadro vardı elinde. Bu kupada kanat adamlarını kenarda bıraktığı ve Torres’de ısrar ettiği için eleştiriliyor ama doğru ya da yanlış iki maçı yaptığı değişikler sonrasında kazandı. Yan yolda iyi ısıttı motoru, şimdi otobanda sol şeritte Löw'ü sollamanın peşinde...

Rijkaard geldi, "Sparta Rotterdam’ı küme düşürmüştü" dedik. Schuster kapıdan girdiği gün "bu adam Real Madrid’den kovuldu" dedik. Futbol kitapları ancak bir kitapçı rafını dolduran biz Türkler, bu oyunun kitabını yazmışız! Dünyanın haberi yok!
İspanya Gole Giderken

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)