21 Kasım 2008

Issız Adam

Issız Adam hakkında: Yüksek dozda spoiler içerir

Issız Adam muhabbeti açıldığında uzaklaşıyordum bugünlerde. Ne eleştirileri okudum ne de hakkında çıkan haberleri. Hiçbir sey bilmeden gitmekti niyetim sinema salonuna. 2005 yazında tek ayak üzerinde yakalamıştı beni Çağan Irmak, Babam ve Oğlum ile. Babasını iki ay önce toprağa vermiş bir babaydım. İlk kez tek başıma seyrettim, ağladım, ikincisinde kalabalıktık yine dayanamadım. Taşranın masumiyeti, usta oyuncular, 70'lerin çocuklarının çektiği acılar... Bizdendi o film. Evde içki, sigara eşliğinde arkadaş grubuyla seyrettiğimde gözünden yaş gelmeyen yakın arkadaşımı da şakayla karışık payladım. "Çağan Irmak tribünlere oynuyor" demişti bana o gece. Unutmadım...

Mustafa Hakkında Herşey, Çağan Irmak'ın Beyaz Türkler'den aldığı intikamdı. İstanbul'u hiçbir zaman sevmediğini anladım o filmden. İstanbul ile bir hesabı vardı Ege'li Çağan'ın. Taşranın çocuklarını başkalaştıran, onların naifliğini, masumiyetlerini elinden alan İstanbul'a kahramanların üzerinden tecavüz ediyordu. Babam ve Oğlum'da politik duruşunu net ifade edemediği yorumlarına pek kulak asmadım. 70'lerin çocuğuydu Çağan, bizdendi, o yaşıyla o dönemi anlatırken ne kadar politik olabilirdi ki? Çocukluk hatıratıydı. İçimizdeki bir dalı yakalamayı başarmış, kah gözyaşı; kah kahkaha ile sulamıştı...

Yönetmen sinemasına inanırım. Sinemada her yeni işin bir öncekinden iyi olmayacağı kuralına da. Bu yüzden büyük beklentilerle gitmedim Issız Adam'a. Babam ve Oğlum'dan sonra illa ki ağlatmıştır diyenler gibi cebime mendil de sıkıştırmadım. Zaten sonbahar, zaten pis puslu içimi titreten bir hava var şehirde, ağlayacaksak ağlayacaktık işte...

Bol soslu Cihangir Cumhuriyeti aşk hikayesiyle tribünlere oynamış Çağan Irmak. Yakın dostuma hak verdim. Issız Adam, 80 ve sonrası doğanların yakalayacağı bir film değil. Yaşı 30 üstü olan-50 ve üstünün de vah vah bizim çocukların haline diyeceği- metropol insanına "bak kardeşim bu sensin" tokatı kendince. 20'li yaşlarını yaşayanlar bu filmden geri dönüp ne çıkartırlar hayatlarından bilemem. Bildiğim belki gelecekte kendilerine örecekleri kozaların çok daha sıkı olacağı...

Her türlü önyargılarına, evhamlarına rağmen iyi bir gözlemci Çağan Irmak. 30 yaş üstü bekar metropol erkeklerinin motorize birlikleri sollayıp aşık olabileceği kadın tipini ve bir alt kuşak kadının; kendi kuşağında arayıp da bulamadığı, yemiş, yutmuş, kendi ayaklarının üzerinde duran-acaba?-sofistike ve romantik erkek arayışını iyi modellemiş Issız Adam'da. Karakterler klişeler üzerine kurulmuş olsa da, herşey Cihangir Cumhuriyeti'nin yasalarına uygun!

Bütün hikaye de o cumhuriyetin sınırları içinde dönüyor zaten. Seyrederken "senaryoyu Leyla'da yan masalara kulak kabartıp mı yazdı acaba?" diye düşündürüyor insanı. Semtin ilişkileri, semtin insanları, semtin kaybedenleri, semtin yalnızları... İkea aşkları...

Başrollerde yüzleri bilinmeyen isimlere yer vermek akıllıca aynı zamanda tehlikeli de. Bu bir film yoksa Beyoğlu'da çekilmiş bir belgesel mi diye ikileme düşürmüyor değil insanı. Evet bu insanlar aslında kendilerini oynuyorlar, tüm tecrübesizliklerine; kötünün iyisi repliklere rağmen rollerinin altından kalkıyorlar (mı acaba?)...

İki saat boyunca gözlem yeteneğiyle gerekli, gereksiz klişelere boğuyor bizi Çağan Irmak. Alper karakteri inandırıcı değil. Ada sevsin diye yaratılmış sanki. Ada, Alper kadar olmasa da o da boşlukta duruyor. Onu da Alper sevsin diye var etmiş. Kadınlar iyi yemek yapan adamı sever, Alper daha fazlasını yapıyor, şef ve restoran sahibi. Fazla Fransız değil mi? Ya da kaç Mehmet Gürs var memlekette? Restorana gelen yemek yazarı -çok komik çok- ve Michelin yıldızı alacakmış heyecanındaki Alper. İstanbul'u fethettiğini sanan ancak metropolün tecavüz ettiği bakir taşralı Alper. İzmir'li Çağan yine bel altından vuruyor İstanbul'a. Zaten Alaçatı'yı da mahvetti değil mi bu İstanbullular ey İzmirli!

70'lerin 45'liklerini (yakında satışları patlar) dinleyen Alper. Taşranın sıkışmışlığında radyo başında sevdiği şarkıları İstanbul'un sahaflarında arayıp bulan Alper. İşte burada Murathan Mungar kokusu alıyorum filmden. Mardin'li Mungan kokusu. Onun romanı Yüksek Topuklar'da da aynı hayalkırıklığına uğramıştım. O güzelim şiirleri yazan adam, modern zamanlar romanı yazayım derken Akmerkez gözlemciliğine soyunmuş, klişeler arasında son noktayı koymuştu. Kimbilir belki de ondandır bunca yıl ikinciyi yazmaya cesaretinin olmayışı...

İşinde başarılı metropol adamı ve onun boktan hayatı... Yaşadığı şehirde paranın satın alabileceği bütün zevkleri tadan, ilişkilerden kaçan, seks için para ödeyen, seviştikten sonra yatakta sarmayı yakan Alper. Aşkın tarifini seksi inkar ederek yapma çabaları... Yapma canım kardeşim yapma!

Masum suratı ve kadının puştu değil de, piçi zekasıyla her daim Pazar sabahları İstanbul'un bilumum kafelerinde köy kahvaltısı yapabileceğin bir sevgili Ada. Adamın evinde sabah kalktığında önce evi toplayan sonra kahvesini yapan domestik sevgili. İstanbullu ama hala taşralı. Olsun yahu! Alper'i de kahveyi bölüşmeye iten ayrılığın ayak sesleri, bu değil mi zaten?

Ve artık bıktıran; kadınların piç adam tercihi klişesi. Yediği kazıklardan uslanmamış Ada'nın bile bile lades olacağım koşusu... Dijital fotoğraf makinesi yerine analog Pentax kullanan kadınla; cd yerine hala plak dinleyen adamın aşkı. Dijitale yenik düşmeyin, e-mail değil mektup yazın hissiyatı bunlar. İhsan Oktay Anar'dan Puslu Kıtalar Atlası okuyan, sahaflarda ikinci el kitap peşinde koşturan, -yönetmen burada ne anlatmak istiyor dediğim sahnede- yatağının başucunda karakteriyle uyuşmayan çeşitlikte kel alaka kitaplar barındıran Ada.

Mustafa Hakkında Herşey'den sonra tekrara giren kökenlerini inkar etme, utanma klişesi. Memleketten gelen anneyi hor görme, azarlama. Kapı önünde çıkarılan ayakkabılar, entariler, düğün salonu manzaraları, “bu kız gelinim olsun” içsesleri. Çarşı böyle tezahürat yazmadı yahu daha!

Evet belki de hepsi gerçek. Cihangir Cumhuriyeti'nin kütüğüne kaydın yaptırmış binlerce Alper ve Ada var. Birazı da benim, sensin, biziz... İkea'dan döşenmiş evler, masif masalar, her sevişmenin sabahında değiştirilen çarşaflar, Babam ve Oğlum'da Sadık'ın rakı sofrasında “ne oralı olabildim; ne de buralı kalabildim” repliğini hatırlayınca burada da “bak oralı oldun da; ne bok oldun Alper” çığlığı...

Diyorum ya belgesel gibi izledim Issız Adam'ı. Bu şehrin insanlarının birbirlerine rakı sofralarında anlattığı kırık aşk hikayelerinin onda biri bile değil Alper ile Ada'nın aşkı. Şaşırtmıyor, Masumiyet'teki aşkın derinliğinin yanında sığ kalıyor, en fazla “iç abi, açılırsın” dedirtiyor. Lakin Alper rakı da içmiyor...

Alper ve Ada olacak gibi değildi, olmadı. Alper'in ben ayrılmak istiyorum dediği Ada değil; geçmişiydi. Taşradan gelen dolmayı afiyetle midesine indirmeye hazırlanan Ada'nın lokmasını kursağında bıraktı Alper. Pardon Alper değil İstanbul. Ada, Alper'in annesiyle aynı frekansa girdiğinde ağzına yerli malı şarap koymayan Alper başka bir kanal arıyordu şehrin istasyonlarında. Metropol adamı Alper'in karnı taşralı kızın çocukluğunda yediği dolma hikayelerine toktu. Alper evlenmedi, evliydi zaten, şehrin underground'uyla, kapitalist düzenle çok zaman önce kıymıştı nikahını. Ayrılmak isteyen, teslim olmayan arada bir memleketine dönerdi öyle değil mi?

Herkesin hayatında bir Alper'i, Ada'sı olmuştur elbet... Herkesin bir kırık aşk hikayesi, olmamışlığı, yanlış zamanı... Issız Adam'ı da sevmek için de yeterli nedendir bu zaten. Hele ki Çağan Irmak'ın çizdiği portrelere oturan bir adam ya da kadınsan...

Sinemacılığını "beni ağlatamadı"ya çekmek istemem Çağan Irmak'ın. Beni içine çeken, düşündüren, kanlı bıçaklı dolu dolu bir aşk hikayesi değildi. Ya da filmden bir depresyon hırkası öremedim kendime. Sinemadan çıktım. Hava buz kesmişti, bir sigara yaktım. Evde çocuklar beni bekliyordu, yemeği ben yapacak, emekleyen ufaklığı kaleye koyup büyük oğlanla şut çekecektik. Şükrettim...

33 yorum:

nestavarro dedi ki...

eline ağzına sağlık üstad

yuki the zorba dedi ki...

Tek kelimesine dokunmadan imzalanmalı bu... Filmi özetle deseler üç aşağı beş yukarı, kendi cümlelerimle bunu anlatırdım işte... Bravo!

sawero dedi ki...

abi icimden geleni direk soylicem sen nasi yaziyosun ya boyle, egoist bi istek olsa da hic birakma abi bu blogu, cunku mukemmel bir is yapiyorsun,futbol postlarin inanilmaz, ama arada boyle yazilari, okumak cok mutlu ediyor beni..kisacasi bugune kadar yazdigin tum yazilar verdigin tum emege tesekkur etmek istedim sadece, saygilar..

AAAA dedi ki...

büyük beklentilerle gidilmediği taktirde rahatsız etmeyen bir filmdi. bu akşam atlas'ta izledim ve açıkcası gençbilmemne kampanyası olsa gitmeyeceğim bir filmdi.

dediğim gibi beklentileri düşürünce keyif bile alabiliyoruz. çağan ırmak'ın kendine göre formülleri var ve onları uyguluyor, ama illa ki öğreten adam lafları, hayata dair klişenin ötesine geçemeyen "derin" analizler.

mekanlar tanıdık bildik olunca filmin hangi tarihte çekilmeye başlandığı hakkında bilginiz olmasa bile anlayabilmeniz gibi bence hoşluklar var. o camekan sokakta ayrılık sahnesi olmasa da az tartışma yaşamadık:)

oyuncuların tanıdık bildik yüzler olmamasını şahsen beğendim ve üst düzey oyunculuklar olmasa da iyi kotarılmışlardı.

efenim filmde yan hikaye neredeyse hiç olmamasına karşın alper'in şiddet eğiliminin nereden geldiğini anlayamadım. hayır cihangir cumhuriyetinde bile bu kadar şiddet eğilimi yok.

son olarak sevişirken bu kadar boş konuşma ile insan konsantrasyonunu nasıl bozmaz birileri açıklasın lütfen.

herşeye rağmen yerli bir filmde salonun tamamen dolu olması hoşuma gitt.

haute_couture dedi ki...

abi çakma avrupalı cihangir cumhuriyetine bu kadar güzel gider yaptıgın icin ellerinden operim! :)
italyada kalmadı artık bu tipler be :)

delorean dedi ki...

kendine ait kokusu olan bir film.
İçi çok da dolu olmayan bir aşk hikayesi ve işte tam da bu tenhalıkla izleyiciyi bağlaması şaşırtıcı olan çağan ırmak filmi.

Unknown dedi ki...

yazdiklarinin coguna katilmiyorum ve sadece "dogrusun" diyen yorumlar olmasin diye yikici degil de yapici olmak amaciyla soylemek istiyorum:

sen hep futbol yaz, boyle uzun uzun yaz ama futbol yaz, biz de seve seve okuyalim.

bir soz var, cok severim; "herkes kendi kazanini karistirirsa kimsenin alti yanmaz".

eklemek istedigim bir sey var, filmi sevenler ve sevmeyenlerin belki hosuna gider. filmde gorunen Ihsan Oktay Anar'in Puslu Kitalar Atlasi romani muhtemelen yonetmenin sonraki projelerinden biri olacak. Ulak filminde de bunun sinyallerini vermisti Cagan Irmak.

dream endless. dedi ki...

Cankat, birincisi kimsenin kimseye "sen bunu yaz ve sadece bunu yaz" demeye hakki yok, bu buyuk bir ayip. Ne futbol yazmak birinin egemenligindedir, ne sinema yazmak baska birinin. Herkes kendi kazanini karistirinca da ortaya igrenc basitlikte, birbirine benzemisliginden artik karin bile doyurmayan, ne idugu belirsiz seyler cikiyor. Sen tabldot yemeyi sevebilirsin ama kimseyi pilava ketcap siktigi icin de suclayamazsin. Katilmadigi yorum uzerinden yazarin edebi kimligine saldirmak da yeni moda oldu.

Ikincisi, Cagan Irmak gibi bir yonetmenin capi Puslu Kitalar Atlasi cekmeye yetmez. Degil Turkiye'de, Dunya uzerinde bile o kitabi kotaracak yonetmen sayisi cok azdir. Hos, o filmi kotarmak icin evvela o sehirde yasamis olmak gerekir ama, bizim de boyle bir kotamiz yok. Mustafa Altioklar berbat bir donem filmi cekmis olmakligina guvenip "Puslu Kitalar Atlasi'ni cekecegim" demisti de, Uzun Ihsan o kitabin katiyyen film olmayacagini soylemisti. Giovanni Scognamillo'nun rehberlik ettigi bir Dario Argento gozunden izlenebilirdi Puslu Kitalar Atlasi ama, bazi seyler yazida kalmaya mahkumdur, Cagan Irmak neyin sinyalini vermek isterse istesin.

Cagan'dan bundan sonraici curuk kliselerle dolu bir politik trajedi bekliyorum, hikayesi darbe doneminde gecen. Onun icine de boyle psuedo-entelektuel gondermeler koyacaktir tahminim.

Unknown dedi ki...

her ne kadar yaziyi begenenlerin yorum yapmaya hakki varsa, ben begenmedigim halde bu hakka sahip oldugumu dusunuyorum ki; "yorum" bu adi ustunde..

aslinda 3 satir yorum yazdim, "yikici degil yapici" diyerek altini da cizdim. anlayan anlamak istedigi sekilde anlamistir, buna ragmen surc-i lisan ettiysek affola.

ama hani yorumumu elestirirken de yazdiginiz uc paragraf kendi icinde tutarli olsun. ilkinde "kimin ne yapacagina karisamazsin" diye basliyorsaniz, sonunu "kimin capinin neye yetecegi" ile bitirmeyin.. rica ediyorum.

Unknown dedi ki...

Ilgiyle Aceto'nun yazisini okudum.
Anlamadigim, nedir bu yorum-kilikli ayar vermece kastirmacasi ? Comez muhabbetini al yumurtali, birali unda cevirip ortaya sal ki laf olsun. Turkce meali; "Abime laf soyletmem",..."kimse kimseye ne yapacagini ogretmesin"... "O'mu yapacakmis ? Capi yetmez, kimsenin yetmez"... En nihayetinde caplari goruyoruz, gulerek izliyoruz.

orkun dedi ki...

Aceto, bitiriş cümlesini okudum da aklıma geldi, dizin noldu allahaşkına, yazdın mı hiç, belki görmemişimdir.

msaylan dedi ki...

ben de filme çok bir şey beklemeden gidenlerdenim tabi bir de gençbilmemne kampanyası etkisiyle. belki de bu yüzden filmi sevdim. aceto'ya hak verdiğim konulardan biri de şu; herkesin içinde bir alper bir ada vardır en azından onların hikayesinin kenarından geçmişliği vardır hepimizin.sonuçta sevip de elde edememek sebebi ne olursa olsun herkesin başına gelmiştir. o yüzden filmi çok da kötü olarak nitelendirmek bence filmi sadece izlemek için izleyenlere haksızlıktır diye düşünüyorum.
belki ben burada yorum yazan bazı arkadaşlar gibi sinema konusunda ahkam kesemem fakat sade vatandaşında film izlemeye hakkı var sonuçta.

tommasi dedi ki...

Filme gidip gitmeme konusunda kararsızdım ama yazıyı okuduktan sonra az cok nasil birseyle karsilasacagimi tahmin edebiliyorum. Ozellikle yaptigin benzetmeler ve tespitler cok harika. Ellerine saglik. (Not:Aceto, anladigim kadariyla sosyal hayat tekrar baslamis. )

dream endless. dedi ki...

Cankat,

Aradaki farki anlamamak icin art niyetli olmak gerek; ben yorumu Cagan Irmak'in suratina yapmiyorum. Eger durum bu olsaydi, tutarsizlik konusunda buyuk bir yanilgi icine dusmus olabilirdim sahiden de.

Ayrica, yaptiginiz yorumu da yorumlamak suc mu? Sesinizi icinizden disari cikartiyorsaniz, sesinizle ilgili disaridan yorum yapilmasi on-kabuluyle bunu yapiyorsunuz demektir. Sizin ne kadar yaziyi begenmeme hakkiniz varsa, benim de o kadar sizin yorumunuzu begenmeme hakkim olacaktir.

Cagan Irmak'in capini, hadi yeteneklerini diyelim, bilahare tartismak gerekir ama. Bence sinematografik anlamdaki eksikligini hep hikayesiyle kapatmis bir yonetmendir Cagan Irmak. Goruntu yonetmeni ve post-produksiyon secimlerinde talihsiz ve/ya basarisizdir belki, ama nihayetinde ortaya cikan goruntuleri cig ve yavan bulurum. Babam Ve Oglum'un hikayesine yakismisti bu, filmin fitratiyla yonetmenin fitrati uymus demek. Puslu Kitalar Atlasi icin apayri bir sinema teknigi, ondan evvel de kurgusal sinema cekebilme yapisi gerekli. Ki o kitap, Ihsan Oktay Anar kitaplari icerisindeki, en sinemasal dille yazilmis kitap olmasina ragmen, altindan kolay kalkilabilecek bir kitap degildir. Edebi yapisi itibariyle sinemaya aykiri olduguna deginmiyorum bile. Herhalde filmi "yonetmen megerse oglu icin gomleginin ic cebinde sinema makarasi sakliyormus ve bu makara da Atlas'tan baska bir sey degil imis!" diye bitirmek sacmalik olurdu o kontekstte.

Neyse, yazdikca yazilir, konusuldukca konusulur bu konuda. Nisan sonu gibi bir Ihsan Oktay Anar sempozyumu yapilacak Bilgi Universitesi'nde, orada da detayli bir sekilde masaya yatirilir bu konu. Tesrif ederseniz, incik cincik ederiz.

Cakko dedi ki...

Çok derin bir film değil.

Çevremdeki bütün kızların msn ve facebook profillerine izlerken çektikleri acıyı veya filmden hergün başka bir dialog yazacakları kadar hele hiç değil.

Küçümsüyorum sanma.Ama ya adam gibi aşk yaşamamışlar - ki suç değil günah değil- ya da kendilerini çok şey yaşamış göstermek istiyorlar.

Alt tarafı Ada O'na göre klasik bir erkek tiplemesinden daha ayrıldı.5 sene sonra eminim diğer ayrıldığı erkekleri görünce de Alper'e verdiği tepkinin aynısını tekrarlıyordur.Ama annesi ile tek tanıştıran Alper ise bilemem tabi.

''Bu şehrin insanlarının birbirlerine rakı sofralarında anlattığı kırık aşk hikayelerinin onda biri bile değil Alper ile Ada'nın aşkı. Lakin Alper rakı da içmiyor...''

benim için filmin tam özetidir bu cümle.

hiç dedi ki...

izmir'li çağan istanbul'u nasıl anlattıysa, sen de filmi öyle anlatmışsın aceto.

varol döken dedi ki...

bazı filmlerin galalarına gidiyorum... çağan ırmak'ın son 2 galasına da gittim... filmleri iyi kötü ona girmeyeceğim ama gala çıkışı o körler sağırlar birbirini ağırlar havası rahatsız ediyor beni... herkesler bayılıyor filme, herkes birbirini övüyor... aksi zor evet biliyorum ama sanki böyle olmamalı diyorum... yönetmen işini yapıp, evine gitmeli, bir köşede durup övgüleri beklememeli... acaba diyorum biri gerçekleri söylese, mesela "Ulak" ucube gösterisi dese olgunlukla karşılar mı merak ediyorum...

sanat sevgisi yok bu ülkede, alkış sevgisi var, asıl adamı ıssızlaştıran budur ama bunun altını çizebilecek kaç yönetmen var?

aranızda hiç olgun arun'un tramvay'ını izleyen var mı? çağan belki olgun'dan iyi yönetmen ama olgun sanatçı, çağan işçi, bence tabi...

Çetin Cem dedi ki...

doğru, bu tam da bir b eyoğlu aşkı, zaten o yüzden sadece bir ay sürüyor. kimi zaman çok derinine inmese de güzel bir film bence "ıssız adam." ve dahası, bu da lazım. zira "masumiyet" ve "kader," misal, ciğerimizi parçalayan filmler, ayrı ayrı hastasıyım. ama bütün aşklar da bekir'inki gibi yaşanmıyor. dahası, çok azımız (buradaki kitleden bahsediyorum) bekir gibi varoşlarda yaşıyor, aşkı için sivas'a atlayıp gidiyor.

blog reklamı gibi gelmesin ama 80 sonrası doğmuş birisi filmi nasıl algılar demiş ya aceto, ben böyle algıladım.
http://cekmekaset.blogspot.com/2008/11/aan-rmakn-ssz-adam.html

Aegeus dedi ki...

Dostlarım,

Film beni çek etkiledi, çünkü %95 beni anlatıyordu. İzmir'de doğmuş büyümüş, hukuk okumak için Ankara'ya gelmiş ve kalmış birisiyim. Avukatım şimdi burada. Alper karakteri aynı benim. Tek farkımız yemek yapmayı sevmemem ve biseksuel olmamam.

Şimdiki kız arkdaşımla gittim filme; filmin yarısında ona, bu film erkek filmi dedim, anlamadı. İkimiz de filmin sonunda ağladık; o bitip giden aşka; bense kendimle yüzleşmeme.

Otuzlu yaşlardayım; kendi evim, arabam var. Özgürlüğü seviyor, hep başka kadınlarla birlikte oluyorum. Kimse ile uzun süreli yaşamak istemiyor, bir şeyi bahane edip ayrılıyorum. Filmde anlatılan sanki benim hayatım. O kadar iyi anlıyorum ki filmdeki Alper'i.

Hani Alper annesine diyordu ya; "çok zor anne, çok" aynen öyle. Kaç yıl tek başıma mücadele ettim bu ana gelmek için, bir ben bilirim. O kadar zor oldu ki. Şimdi işte o zorlukların nimetlerini yaşıyorum.

Her film herkese hitap etmek zorunda değil. Ama bu film benim filmim. Yani liseden sonra ya üniversite okumak ya da hayata atılmak için ailesinin yanından bir başka şehre gidip yerleşenlerin filmi. Bütün o curcuna içinde tek başına ayakta durabilen ve kendi başına olmayı sevenlerin filmi. Mücadeleci bir erkeğin bir çok kadınla birlikte olmasından doğal ne var?

Bu film benim ve benim gibilerin filmi. O kadar sevdim ki; helal olsun dostum sana.

Noat Samisa dedi ki...

Sinema söz konusu olduğunda referans kabul ettiklerim olur.Bu, bir insan olur, tür olur, bir konu olur, bir yönetmen olur, bir oyuncu olur.Çağan Irmak da 2000'ler Türk sinemasının referans kabul edilebilecek yönetmenidir.Sinemadır, sanattır; biri gördüğünü kendi bildiğince anlatır.Senden, herkese gösterdiğini yorumlamanı ister.Zaman geçirmek için de gittiğim olur sinemaya, evde merak içinde filmi dvd'ye yerleştirdiğim de.Tam tersi de olur.Benim için sanattır, yönetmen için paradır belki.Maskeli Beşler değildir en azından, Çağan Irmak sinemasıdır.Bu yönüyle bir kıstasa oturtamam ben Çağan Irmak'ı, kendi içinde belirler çıtayı.İyidir-kötüdür değil, benim için sanattır gösterilen.Eğer didaktik bir öyküsü yok ise,(Babam ve Oğlum gibi), evrensel bir öykü görüyor ise subjektiflik fazlasıyla var olacaktır.Aceto da eleştirilerini yazmış ki bu da filme para vermiş birinin, müşterinin en doğal hakkıdır.

Babam ve Oğlum'da yerel bir konuyu, evrensele yaklaştırmıştı Çağan Irmak.Issız Adam'da ise benim gördüğüm evrensel bir konuyu yerelleştirmeye çalışmış ve dünyadaki örneklerine göre bana göre yetersiz, kendi sinemasında başarılı bir iş yapmıştır.Metropol aşkı da klişe durumuna düştüyse bilemiyorum aşk sineması nasıl çeşitlenecek?Bu konu Çağan Irmak'tan bağımsız aslında.Senaryosu kuvvetli bir filmin dahi öyküsü nedeniyle ''klişe'' olarak yaftalanması -sadece aceto'nun bu filme dair yorumu için söylemiyorum, çevremden de sürekli bu tip saptamalar duyuyorum- artık beni yoran, uzak durduğum bir konu.Sonu dram ile biten masalsı/ulaşılamaz aşk öyküleri izlemek istiyorum ben mesela, son yıllarda izlediğim birkaç filmde halen bu konsept üzerine söylenmemiş sözlerin var olabildiğini gördüm.Yaftası hazır: Biraz Türk sinemasına benzemiş.Mesela merak ediyorum, bir Türk yönetmen ''seri katil'' filmi yapsa?Ne çıkar ortaya?Şık giyimli polis mi çıkar katil?Bize uzak tarzlardan ''Dabbe'' ve ''Okul'' gibi kötü filmler çıktı ortaya.Merak ediyorum, ehil yönetmen-senarist dahi olsa nasıl bir film yaparız ve klişe tabir edilenlere nasıl uzaktan bakarız?Acaba ne kadar mümkündür?

Ben bir Uzakdoğu Sineması hayranıyım, 10'un üzerinde Uzakdoğulu yönetmeni Çağan Irmak ve birkaç yerli yönetmeni takip ettiğim gibi takip ederim.Güney Kore'den Jin-ho Hur vardır mesela, ''metropol aşkları'' ile bilinir.Yönetmenimiz taşradan gemiştir Seul'e.Miryang'dan Seul'e gelen ya da Seul'den Gumi'ye gelen ''ıssız adam ve kadınlar'' anlatılır onun filmlerinde.Bomnaleun Ganda'dır bu konsepti taşıyan film, geçen yıldan Hengbok'tur.Göç varsa hikaye vardır; zaten aşk her zaman vardır ve bu fazlasıyla evrensel konu, Çağan Irmak'ın gözünde İstanbul özelinde canlandırılmıştır.Genele farklı gelmiştir bu hikaye, belki de aceto'nun dediği gibi 70'lerin çocukları kendilerinden bir şeyler bulmuşlardır.Sen, ben, o olmuştur karekterler ama sen, ben, o oldukları için vurmuştur, içe işleme teşebbüsünde bulunmuştur.Çağan Irmak sinemasında Babam ve Oğlum bir kıstas, yönetmenin sonraki işleri için bir yönden boyunduruk.Bir Mustafa filmi ne noktalara geldi bu ülkede, benim gözümde ezberbozan görüntüsüyle kavram kargaşası yaratması dahi önemlidir.

Özetlersem; Türk sineması için biraz farklı, göreceli olarak başarılı bir film olmuş ''Issız Adam''.Çağan Irmak yönünden kıstası belli değil, ortaya çıkanı değerlendirmek daha kolay.Bizden olduğu için sesi çıkmış; ama ''metropol aşkları ve aşıkları'' evrensel konsepti içinde teraziye koyamıyorum, oturmuyor.

Sub dedi ki...

"Mustafa Hakkında Herşey" ve "Babam ve Oğlum" ile bir sinema sever olarak saygımı kazanan Çağan Irmak'ın son filmi Issız Adam'a normalde yaptığımın aksine film hakkında çok bişey okumadan, araştırmadan gittim. Belki de farkında olmadan bir çok arkadaşımın film hakkında söylemiş oldukları beklentimi yükseltmişti bilmiyorum ama film beklentilerimi karşılamaktan çok uzak kaldı.

http://subbarca.blogspot.com/2008/11/bir-ergenlik-sorunu-olarak-issz-adam.html

methaldar dedi ki...

Çok güzel bir yazı, elinize sağlık.

SPOILER içerir!


Çağan Irmak'ın bir Babam ve Oğlum filmi çok güzeldi. Mustafa Hakkında Her Şey'i hiç beğenmemiştim, Ulak ise kostüm tasarımı, hikayesinin önüne geçen vasat bir filmdi bence. O nedenle pek yüksek beklentilerle gitmedim bu filme. Ancak 80 sonrasının bir üyesi olarak filmi çok beğendim. Daha başından itibaren gerek müzikleri gerekse hikaye anlatımıyla etkiledi, bu kadarını beklemiyordum.
Filmdeki aşk zaten mega aşk kıvamında olmadığından bu şekilde eleştirilmesini anlamsız buluyorum. Film Alper karakterini anlatıyor ama o da Alper'in kendini anlattığı kadarıyla, yani bizi daha derine indirmeyen Alper'in kendisi aslında. Yalnız bir bölümde çok yaklaşıyor kendini açıklamaya: annesine, "zor, çok zor" diyor sadece.
Sonundaki kucaklaşma sahnesini beğenmedim, uymamış sanki filmin ruhuna, bence o sahne olmadan arkalarını dönüp gitseler daha bir uygun olacaktı.

TT dedi ki...

"20'li yaşlarını yaşayanlar bu filmden geri dönüp ne çıkartırlar hayatlarından bilemem." uzerine yazacak birseyler hissettim.

24 yasinda, 24 yillik Izmirli (evet Alacati'yi da Cesme'yi de Istanbullu akini bitirdi - kesinlikle baska bir tartisma konusu), 2 yillik Istanbullu birseyler bulabiliyor, Cihangir Cumhuriyeti'nin Ikea - eski zitligiyla birlesmesine ragmen.

Tam da 4 yil oldu onu bulali ve gercekten sordugum, dusumdugum bir sey bu ... 'Acaba Istanbul'da olsam bunlari yasayabilir miydim?' sorusu. Belki Istanbul'un her Izmirli'yi korkutmasindan, belki de mutlugu ve duygulari koreltmesinden...

Cagan Irmak en guzel yaptigi seyi yapmis. Gozlemlemis ve gostermis. Gozlemlerini yansitabilmek icin de uclarda kullanmis karakterleri. Alper'in inandiricilindan bana ne, Ada'nin klasiklinden de... Oradan benim gordugum Alper'in icine kapanikligi, Ada'nin o guzel bakislari. Ne Alper'in abartili Istanbul yasami, ne de Ada'nin sevecen iyi kiz edasiyla evi toplamasi. Alper kahve bitsin diye icerken, kacimiz hatirladi birilerini sadece bir maca yetismek, basit bir sey okumak, yazmak, izlemek icin hizlica gecistirdigini. Hangimiz yapmadi ki bunu?

Gozlerim dolarak izlemedim. Cok aglatir dediler, aglatirsa aglariz diyerek gittim. Hos bir tebessumle ciktim. Nedeni belli bir sey mutlu etti beni. Beni 4 yil oncesine donduren basit ve siradan hikayesi...

Sevgiler,

Tolga.

Julien Dekosta dedi ki...

abi agzina saglik.
bende bu aksam gittim filme, sinematik anlamda cok itici gelen sahneler olsada(ic sesler mesela) bir solukta izlenen, bir kosesinden yakalayan bir film.

Beni en cok guldurense film sonrasindaki "lan bu adam benim" yorumlari. ustte misal kazanova avukat bir abimiz var :D

Bu tiplere "serin gel" diyor sozlerimi noktaliyorum:)

Üfürükten Prenses dedi ki...

kendiminki de dahil :P okuduğum en güzel ıssız adam yorumu bu..

Unknown dedi ki...

@ dream endless
senin de o mübarek eline saglık be =)

cuk diye koydun lafı helal olsun

Aegeus dedi ki...

Mesajı yazdıktan sonra aklıma geldi; en sevdiğim kitaplardan bir tanesi Emre Yılmaz'ın "Genç Bir İşadamına" isimli kitabıdır. Bu kitap gerçek hayatta benim, filmde de eminim Alper'in başucu kitabıdır.

Meseleye "kazanova"lık ekseninde kilitlenmeden şunu düşünmek lazım; Alper gibi, benim gibi yığınla adam var büyükşehirde. Filmde mekan Beyoğlu olmuş, ama ben Ankara'dayım. İzmir'de başka şehirlerde de çok var. Yaşadıklarımızın doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmıyorum; sadece bizim gibi adamlardan çok var diyorum, o kadar.

Unknown dedi ki...

bir film eleştirisini bu denli ayrıntılı yapabilmek daha çok bu konuda eğitim almış sinemacıların işidir diye düşünüyordum. Ucundan kıyısından bir edebiyatçı olarak eleştirinin derinliği oldukça başarılı. Ayrıca bunca detayı atlamadan yazabiliyor olmakta 'sabır' gibi ayrı bir nev-i şahsına münhasır, karakteristik bir özellik gerektiriyor. Eleştiriyi yapanı bu anlamda tebrik ediyorum. Kelime kurgusu, eleştiri özelliği açısından süper.
Filmle ilgili yoruma gelince. Babam ve Oğlum'da, Mustafa Hakkında Herşey'de seyirciyi şaşırtan bir yönetmenden insan nedense hep daha iyisini bekliyor. Bana göre sıradan, iyi vakit geçirilecek ama illede görülmesi gereken bir film kategorisinde değil ne yazık.Filmin sarsacağı en önemli kitle bu tarz 'yarım kalmış ilişkiler' yaşayan bayanlar diye düşünüyorum. Onun dışında duygusal yoğunluğu eşiğin biraz üstünde olan herkes kırık aşk hikayesinde bir-iki damla göz yaşı döker. Bende dahil. Ama bunun filmin çarpıcılığı, sarsıcılığı ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

indian dedi ki...

Cihangir'de bi kafe...

-Hanginiz Alper lan ?

-Benim
-Hayır benim
-Benim
-Alper benim
-Benim

CanBey dedi ki...

peki sevgili aceto,
cağan ırmak evreninde neden futbol yok? acaba alper'in ıssızlığı futbolsuz oluşundan ileri geliyor olabilir mi? bi insan bu kadar mı uzak olur hayattan? futbolu sevmeyen hayatı sevemez, hayatı sevmeyen kendini hiç sevemez, o yüzden sonsuza kadar ıssız kalmaya mahkumdur...

Yasin dedi ki...

bu basligi atlamisim maalesef; herkes soyleyecegini soylemis ama filmi izledigimde aklimda kalan tek soru ile ilgili Aceto yorum yaptigi icin buradan tekrar soruyorum; kizin basucunda o kitaplar niye var ? orada muhakkak bir mesaj vardir ama o nedir ? muhasbeye giriş, CEO olmanin yollari gibi kitaplar vardi.
bir de Melis Birkan'a bakinca Oya Aydogan goruyorum baska goren var midir ?
Bay Y.

salva dedi ki...

eksi de ba of'un yazısı ...
bişeyler yazamadım ama yorumum bundan fazlası olamazdı ....

"""bu film bana koydu. iyi oyunculuk, kötü oyunculuk, zart zurt bilmem ama bu film bana koydu arkadaş.

koymasının nedeni de umutsuz aşk filan değil; filmin anlattığı ana öğeyi bir kenara koyun, aşkı, ada'yı, kavuşamamayı, yarım kalan aşk acısını. boşverin hepsini, sikmişim adasını da aşkını da zaten. bir adam hayatta ne ister, neyin hayalini kurar gençken: çok para kazandığın ve sevdiğin bir iş, güzel bir kız arkadaş, özgür bir hayat. daha ne olsun zaten. ama bu filmi izledikten sonra düşünüyorsun, bu mudur?

çok parası olan bir adam düşünün, hep hayalini kurduğu işi yapan, esnek çalışma saatleri olan, istediği her şeyi satın alabilen, özel zevklerine(plak biriktirmek gibi) vakit ayırabilen bir adam. güzelce bir kız arkadaşı da oluyor sonra zaten. adam tek başına yaşıyor ama, sorumluluk yok, istediği gibi yaşıyor, karışanı yok görüşeni yok. ideal mutluluk tanımı. ve sonra bir film çıkıp bu adamı gösteriyor, mutsuz, yalnız, çökmüş, ıssız. da daaam. işte hayatın bokluğu tüm gerçekliğiyle karşımızda: olmuyor, mutluluk gelmiyor, hayatı ıskalayanlardansan hep, tutunamayanlardansan, yetmiyorsa hiç bir şey mutlu olmaya; yetmez, yetmeyecek de. hayat boyu mutsuz olacaksın. ne yaparsan yap, ne kadar para kazanırsan kazan, kimi tavlarsan tavla hep dolmayan bir boşluk olacak içinde. ve keşkeler olacak hayatınla ilgili kurduğun her cümlede. çaresi yok kardeşim, ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın, kendin içindeyken kafan dışındaysa her akşam böyle içip mutsuz olacaksın.
""""""""

Sinematik dedi ki...

Istanbul nedir?