10 Ekim 2019

Massimo Bottura'dan Abdullah Avcı'ya

Gastronomi dünyasında - Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin tadını yaşatan üç restoran var. Kuzey'in yıldızı Noma'nın şefi Rene Redzepi, mutfağı annelerinden teslim alan El Celler de Can Roca ile Roca biraderler ve İtalya'nın ufak bir şehri Modena'da bütün kalıpları yıkıp zirveye çıkan .. Hepsinin üç Michelin yıldızı var ve yıllardır dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde bir ileri bir geri ilk üçü kimselere bırakmıyorlar. Bizim Mehmet Gürs ile gururlandığımız listeye bazen yükselen  mutfağından şefler, bazen de Uzakdoğu mutfağına yenilik getiren ya da mükemmeli sunan 40-50 yıllık ustalar giriyor... İlk üçten Massimo Bottura'nın 'da restoran açıp 1.5 yıl sonra iş yapmadığı için kapattığını ya da artık bir şeften öte mutfak markası olan İngiliz Jamie Oliver'in aynı İstanbul 'sinde kepenk indirdiğini hatırlarsınız. Neden başarısız oldular? Yemekleri mi beğenilmedi yoksa o yüksek adisyonları ödeyecek insan kitlesi spor otomobilini kapısının önüne park edemeyeceği bir restoran olduğu için mi İtalyan şefin masalarını boş bıraktı!  fena halde hayata benzer ise, mutfaktan çıkıp yeşil sahaya inmeden hatırlatmakta fayda var. Büyük şeflerin birden fazla şubesi olduğunda mutlaka bir yatırımcı ortakları, güvendikleri inandıkları yardımcıları vardır. Tarif dediğin defterde yazılı... İyi malzeme, kusursuz servis, doğru hesaplanmış finansal yapı... Bottura da, Oliver da gittiler, kimse onların şefliğini tartışmadı, tartışmaz da... Olmadı, kimya tutmadı, mutlaka hatalarından ders çıkarmışlardır. 'nın da teknik direktörlüğünü kimsenin tartışmadığı gibi..
***

Beşiktaş'ta sezona kötü başlayan Abdullah Avcı'nın üç gün önce Wolverhampton maçının ardından "Kimse benim teknik direktörlüğümü sorgulayamaz" çıkışı futbol kadar hayata dair de sorgulanması gereken bir cümle. Hiç kimse futbola hayatını vermiş, 20 yıldır teknik adamlık yapan bir insanın futbol bilgisini sorgulayacak kadar hadsiz değildir sanırım. Böyle bir durum da yok aslında... İşler yolunda gitmediğinde bazen Cervantes'in Don Kişot karakteri devreye girer hayatımızda. Kimse bizi sevmiyor, herkes bize karşıdır... Avcı da yeldeğirmenlerine kılıç sallıyor. Son beş sezonda yarışta olan, bir zamanlar A  çalıştırmış, Beşiktaş teknik direktörlüğünü de bu oyuna kattıklarıyla hak etmiş bir insan, nasıl olur da kariyerinin değil de iki aylık performansının sorgulandığını unutabilir? Üç-dört mağlubiyet arka arkaya alan teknik adamların koltuğunu kaybettiği bu acımasız sahnede her giden mi futbolu bilmiyordur?
***
Abdullah Avcı son yıllarda yurt dışında çalışmayı en çok hak eden teknik adamdı bu memlekette. Hayat tercihidir, hayalleriniz, hedefleriniz başka olabilir. Ancak üç Şampiyonlar Ligi Kupası'nı arka arkaya kazanmış 'ın 'de bu sezon daha ilk ayında sorgulandığını, kaybedenler kulübü Atletico Madrid'i son sekiz yılda yine büyük kulüp yapan 'nin evinde yuhalandığını, Juventus'u beş kez arka arkaya şampiyon yapan Allegri'nin, Ajax'ın gençlerinin oynadığı "güzel futbol" karşısında ezildiğini ve İtalyan medyasının onun oyun felsefesini çok sert satırlarla sorguladığını Abdullah Avcı bilmiyor olabilir mi?

Massimo Bottura'nın İstanbul'da yaşadığı hayal kırıklığında, restoran için seçilmiş yanlış adres, Türk insanını zorlayan bir menü, görevini layığıyla yapmayan bir servis şefi vs. olabilir. Avcı'nın da Beşiktaş'ta yaşadığı gibi... Pazar ekini elinize aldığınızda derin bir futbol analizi ile karşılaşmak istemediğinizi biliyorum, o yüzden kısa keseceğim: Yapılmayan santrfor transferi, Beşiktaş seviyesinde olmayan kanat oyuncuları, karpuz kavun gibi kesmeden, bu 100 yıllık formayı giymeden ne yapabileceğini kestiremediğiniz futbolcular... Mutfakta bir malzeme problemi olabilir mi? Ofis katında başkan istifa kararı almışken, karnı önce tabela sonra güzel futbolla doyan taraftara çıkan maddi ve manevi adisyon karşılığında, "Tedarik zincirinde sorun çıktı, fırınımız arızalandı, kömürümüz bitti, elektrikli ızgarada pişirdik o pahalı kuru dinlenmiş antrikotunuzu" diyebilir misiniz? Abdullah Avcı şimdi üç maç kazanırsa daha iyi teknik adam olmayacak. Çok okuyan, izleyen ve kendine yatırım yapan bir insan olarak o da herkes gibi şunu yapıyor aslında: Çok sevdiği yazarın yeni romanını, her albümünü aldığı grubun son albümünü, iki kişinin yirmi saniye birbilerine bakıp konuşmadığı senaryosu zayıf, süresi uzun kimi Türk dizilerini beğenmeyebilir... Okumayı, dinlemeyi, izlemeyi bırakmaz ama... Yolu Modena'ya düşürse Bottura'nın restoranına da gideceğine eminim ama kariyerine ve ruhuna ait olmayan ve kendisine zarar veren "profesyonel iletişim dili"ni gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü kendisinden bir yaş büyük Bottura bir yıl sonrasına rezervasyon yapılabilen restoranında her akşam tek tek masaları dolaşıp müşterilerinin duygularını gözlerinden okuyor, eleştirilerini dinliyor... Biri de kalkıp "Sen İstanbul'da restoran batırdın" demiyor, demez de...

Lost'un Finali

Barcelona'nın dillere destan altyapısı  onun döneminde kurulmuş, Cruyff'un dört yıl arka arkaya şampiyon olan, Wembley'de Şampiyonlar Kulüpler Kupası'nı kazanan kadrosu onun çocukları gibi olmuştu. Gel gelelim iki yıl  şampiyon olunca, Cruyff ile güç savaşına girdi, başkandı, teknik adamını kovabilirdi ve öyle de yaptı. Nunez, Katalan kulübünün efsane başkanıydı ama gün geldi kulüpteki genç nesil onu seçimde sandıktan çıkarmadı. , Real Madrid başkanlığına aday olduğunda çılgın bir vaatte bulundu: Başkan olursa Barça kaptanı Luis Figo'yu alacak, alamazsa Santiago Bernabeu'daki 80 bin kombinenin bedelini sahiplerine ödeyecekti. Elbette Figo daha pahalıydı ama Perez sözünü tuttu. Yetmedi, Zidane, Ronaldo, Beckham, Owen ile akıllara ziyan bir kadro kurdu. Ama "çirkin, forması satmaz" diye almadığı Ronaldinho ve La Masia'nın gençleri Barcelona'yı uçurunca Florentino Perez, Real Madrid kongresinde ağır bir mağlubiyet alıp bir sonraki dönem gelene kadar evinin yolunu tuttu. Kaba inşaatı sekiz yıl önce biten stadına çivi çakamayan, 300 milyon euro borç altında ezilen  gün geldi bir Uzakdoğulu patronun kontrolüne geçti. Akıl hocası menajer  olan yeni patron , bu yaz transfer döneminde takımın golcüsü Rodrigo'ya 60 milyon euro teklif gelince, "Bu güzel ticaret" deyip satmaya kalktı ve kulüp karıştı. Geçen sezon yıllar sonra 'nı kazanan teknik direktör Marcelo'nun bir günde ipini çeken Peter Lim için şimdi Valencia tribünlerinde "Kulübü sat" pankartları asılı... 'ya özel televizyonculuğu getiren ve bir medya imparatorluğu kuran  kendisini İtalya'nın zirvesine taşıyan yolların taşlarını Milan ile kazandığı kupalarla döşedi ama gün geldi Çizme'nin efsane kulübü önce Uzakdoğu sermayesinin ardından ABD'li patronun eline geçti. Babası da eski kulüp patronu olan Massimo Moratti, Inter'i sattığında cebinden 1.5 milyar euro harcamıştı 20 yılda. Parmalat ile Avrupa'yı süte boğan Tanzi Ailesi, vergi ödemeyi "unutunca" Parma kulübü sahipsiz kaldı, alt liglere gittiğinde kahrolan taraftarı oldu.
***
 dünyasında üç tür başkanlık modeli var. Biri bizde de olduğu gibi kulüp üyelerinin oylarıyla seçilenler. Bir diğeri ülkelerinde büyük sermaye sahibi olan ve futbol aşkıyla tutuşan patronların, parası neyse verip satın aldıkları kulüpler, kısaca İtalyan kulüpleri. Üçüncü model ise Rus oligarklarla başlayan, Amerikalı sermaye gruplarıyla devam eden ve Uzakdoğu'nun artık o kadar da uzak olmadığını Avrupalılara kanıtlayan ve İngiliz, İtalyan ve Fransız kulüplerini satın alan Çinli, Tayvanlı, Endonezyalı patronlar... Başkanlık seçimle de olsa koltuğa oturanın kulübün sahibiymiş gibi davrandığı bir futbol iklimimiz var bizim. Son dönemde 'un verdiği azımsanamayacak rakamları bir kenara koyarsak, kimsenin parasının kulüpte kalmadığı, başkanların kasa kolaylığı sağladığı bir yönetim modeli... 15 kişiye varan yönetim kurullarında görev alanların isminin bile zor hatırlandığı, son sözü başkanların söylediği, dolayısıyla başarıda da başarısızlıkta da manşete çıkanın başkan olduğu yönetim modeli... Vodafone Park'ın inşaatı, sponsorlarla akıl dolu kontratlar, Come To  ile dahice iletişim hamleleri, sonuçsuz kalsa da Uzakdoğu projeleri, kazanılan iki şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi'nde yenilgisiz gruptan çıkma, Mario Gomez'den Pepe'ye klas yıldızlar, çıtayı yükseğe koymak isterken çıtanın altında kalan ve "Gidiyorum" diyen bir başkan: . Geride kalan haftada derbi kadar Beşiktaş başkanının "Bırakıyorum" kararını da konuştu Türkiye... Yedi yıl artık futbolda uzun bir süre. Sosyal medyanın her gün birini yediği, binlerce sahte hesapla itibar suikastlarının yapıldığı ortam efsane başkan  döneminde olsaydı rahmetli Seba kaç yıl oturabilirdi ki o koltukta? Ya da  kaç yıl önce futbolu bırakırdı?

***
Bu hayatı çözen şirket, emin olun Netflix. Artık kimse 10 bölümlük diziyi 10 haftada izlemek istemiyor. Kimsenin sabrı yok, iyiyse 10 bölümü birden yüklenmiş diziyi bir günde bitiriyor, beğenmiyorsanız ilk bölümün 10. dakikasında kapatıyorsunuz... İlk iki sezonu iyiydi ama sonra senaristler de tıkandı dediğiniz kaç dizi var hayatta? Ezcümle, Fikret Orman Bey'in başkanlığının sonu Lost'un finali gibi görünebilir ama kabul edelim Lost da iyi diziydi...