16 Nisan 2018

Fernando Torres: İkinci Veda



Raul gibi Real Madrid formasıyla efsane olmuş ve İspanya Ligi’ni kavurmuş bir golcüyü alt yapı günlerinde ezeli rakibine kaptıran Atletico Madrid bu çocuğun üzerine titriyordu doğal olarak. 90’ların başında Cruyff ve Barcelona fırtınası eserken çocuk mahalle takımının kalecisiydi ve sadece 5 yaşındaydı. Bir gün onu salonda oynanan maçlarda forvete koydular ve olan oldu. Kimse onu durduramıyordu, 11 yaşına geldiğinde Atletico Madrid alt yapısından içeri girdi ve bir sezonda 55 gol attı. 1999’da profesyonel sözleşmeye imza attığında ise sadece 15 yaşındaydı. Araya sakatlık girdi ama daha da önemlisi Atletico Madrid, 60 yıl aradan sonra küme düştü. Takım as oyuncuları formaya veda ederken, çocuğun önü açıldı. Onun da dediği gibi “A takımda bana adımla değil çocuk diye seslenirlerdi.” Vicente Calderon’a alt yapı oyuncuları olarak gittiklerinde tezahürat yapmaktan seslerinin kısıldığı yıllar işte. Atletico, 2.ligdeyken 17 yaşında ilk maçına çıktı. İki yıl aradan sonra 1. Lige döndüklerinde ise Madrid’in kırmız-beyazlı tarafı yeni kaptanını bulmuştu. Kurtlar sofrasında 20’lerin başında bir çocuk 50 bin kapasiteli Calderon’da soyunma odasından en önde çıkıyordu. Atletico Madrid’in geriye dönüp baktığımızda son yedi yılda yaptıklarından çok uzak yıllar. Şampiyonluğa hasret, Avrupa Kupaları’nda başarısız, derbilerde yenik ve her daim talihsiz bir takım.

Fernando Torres zor yılların kaptanıydı. İki kez Chelsea’nin teklifini geri çevirdi ama 2007 yazında Liverpool’a imza attığında 40 milyon Euro bonservis iki takım adına da rekordu. Beyazı eksik kırmızı forma ona çok yakıştı ve İspanyol teknik adam Rafael Benitez yönetiminde yarı İspanyol takımın bitirici vuruşu yapan adamı oldu. Anfield Road, çocuğu çok sevdi ve adı İngiliz medyasında da değişmedi. Fernando Torres hiç büyümüyordu, çocuk Liverpool formasıyla 102 maçta 65 gol attı. Dört yılın ardından “Satmayacağız” dedikleri Fernando Torres’i 60 milyon Euro’ya yakın bir teklif geldiğinde ara transferde elden çıkarmak zorunda kaldılar. Chelsea’nin patronu Abramoviç aradan yıllar geçse de İspanyol santrfora sonunda kavuşmuştu. Londra günlerinde ardında bırakrığı Liverpool taraftarının hüznü mü dersininiz, ne halin varsa gör çığlığı mı, o usta santrfor gitti, saç baş yolduran bir forvet geldi. Torres inanılmaz goller kaçırdı, Torres başı önde oyundan çıktı. 4 yılda 110 maçta 20 gol, Liverpool günleri hatırlandığında Chelsea’da ne kadar da büyük hayalkırıklığı yaşadığını anlatır aslında. Dört ay kiralık formasını giydiği Milan ona Milano havası aldırmaktan başka bir şeye yaramadı. 2015 yılında artık eve dönme vaktiydi. Bıraktığı “kaybeden” Atletico Madrid’in yerinde artık “kazanan” bir takım vardı ama mekanın sahibi Fernando Torres’di. Agüero, Falcao ve Diego Costa’yı parlatıp satan Atletico Madrid’in kapısından 30’unu geçtikten sonra girebilmek için de mekanın sahibi olmak lazımdı. Geride kalan dönemde Atletico’nun bir numaralı santrforu olmayı başaramadı ama takımının 60 yıllık esfane stadyumu Vicente Calderon’a veda ettiği maçta fileleri havalandırmayı bildi.

Bir yaz tatilinde Costa de Morte’de tanıştığı kendisinden bir yaş küçük Olalla Dominguez’den hiç ayrılmadı. Fernando Torres 16 yaşındaydı, Olalla onun peşinden Madrid’e üniversite okumaya geldi, gün geldi beraber Liverpool’a yerleştiler. Atletico Madrid’in stadının yakınında spor salonları zinciri “Nine Fitness”ı açtıklarında Atletico taraftarlarına indirimli üyelik verdiler. Markasının bütün operasyonunu eşine bırakan ve üç çocuk sahibi olan “El Nino” geçen hafta Madrid derbisinde Santiago Bernabeu’da ısınırken belki de son kez Real Madrid’e forma giymeyi hayal ediyordu, olmadı, Simeone almadı onu oyuna. Ağır da gelmiş olabilir, 48 saat sonra Atletico Madrid’in sezon sonunda ayrılacağını açıkladı. 11 yıl önce evden giden “Çocuk” bir kez daha veda etmeye karar verdi. Belki ABD’ye gider, belki Çin’e, kimbilir belki de Türkiye’ye gelir ama Fernando Torres bir gün mutlaka kramponlarına astığında Atletico Madrid’e takım elbisesiyle geri döner. Bunu o da biliyor. Çocuğun bilmediği ise Edip Cansever’in dediği: Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk. Hiçbir yere gitmiyor.”