26 Haziran 2021

Hakan Çalhanoğlu-Marotta-Sıfır Bonservis

Euro 2020 hazırlıkları için milli takım kampına katıldığında onun Katar’dan astronomik bir teklif aldığını yazan La Gazzetta dello Sport milli takımlarının karşısına çıkacak Milan’ın 10 numarası için şu not düşmüşlerdi: “Hakan Çalhanoğlu Milan’da sezonun son bölümünü kötü oynadı ama milli forma altında başka bir karakter sahaya koyabilir.” Onlar için ihtimal bizim için umuttu ama Hakan Çalhanoğlu, Türkiye’nin gruptaki üç maçında da sahada gezindi. Üç yıl önce Milan onun bonservisini almak için Bayern Leverkusen kulübüne 23 milyon Euro bonservis ödemiş, yıllık ücretini de 2.5 milyon Euro olarak belirlemişti. Milan’ın 10 numarası 2.5 milyona oynar mı? İtalyan futbolunda da köprünün altından çok sular akmıştı, artık ne Berlusconi ne de Galliani vardı Milan’da ve saçacak milyonları da yoktu. Hakan, Zlatan İbrahimoviç gelene kadar San Siro tribünlerindeki taraftarlar için büyük hayal kırıklığıydı. Yeteneğine laf eden yoktu ama 10 numaralı formayı giyiyorsan maç kazandıracaktın. Son hocası Pioli imdadına yetişti, sol içten forvet arkasına aldığında Hakan kendini buldu ama bir taraftan da kontratı sona eriyordu. Zlatan’ın başrolde olduğu takımda artık daha fazla kazanması gerektiğini biliyordu ve kapıyı 6 milyon Euro’dan açtı. Milan’dan gelen ilk yanıt 4 milyon Euro idi. Bir yerde buluşacaklardı ki önce Juventus sonra Katar ardından Atletico Madrid dedikoduları çıkmaya başladı. Pandemi döneminde kim 27 yaşında Milan’da 10 numaralı formayı giyen bir oyuncuyu bonservis ödemeden almak istemez ki?

Juventus’un uzun şampiyonluk serisine son veren Inter o günlerde Conte kriziyle boğuşuyordu. İtalyan teknik adam transfer bütçesini yeterli bulmayıp yeni sezonda yokum dediğinde gözler Inter’de Guiseppe Marotta’ya çevrildi. Inter onu Juventus’tan transfer etmişti ve Marotta, Conte’nin de Juventus ile kazandığı üç şampiyonlukta sportif direktör Paratici ile birlikte takımı kuran adamdı. Agnelli Ailesi’nin kontrolündeki Juventus’ta Marotta’yı özel yapan Real Madrid’den Ronaldo’yu 100 milyon Euro’ya almak değildi elbette. Marotta, Juventus markasının gücünü başka takımlarda kontratı bitmek üzere olan futbolcularla transfer pazarlığında kullanıyordu. Kontratının son sezonuna giren isimlerden gözüne kestirdikleriyle önceden masaya oturuyor, ikna ettikleri de ne kulübüyle ne de bir başka kulüple pazarlık yapmadan Juventus’un yolunu tutuyordu. Juventus’taki ikinci sezonunda ilk bombasını patlattı. Maestro Pirlo artık Juventus forması giyecekti ve Milan elbette bu transferden beş kuruş para kazanamadı. Ertesi sezon Manchester United’dan genç bir Fransız’ı menajerine bir sonraki satışından yüzden 15 vaadiyle Torino’ya getirdi. İngiliz kulübü, Juventus’a bedavaya giden Pogba’ya birkaç yıl sonra 100 milyon Euro ödeyecekti. 2013 yılında İspanya La Liga’nın marka golcülerinden Llorente, 2014’te PSG’den bir başka genç Fransız Coman bedavay geldi. Sıfır maliyetli Coman’ı  27 milyona Bayern Münih’e satan Giuseppe Marotta, Real Madrid’den Khedira, Barcelona’dan Dani Alves’e de bonservis ödemeden Juventus forması giydirdi. Marotta’nın Juventus kariyerinde kulübe son sıfır bonservisle kazandırdığı oyuncu bugün artık B. Dortmund forması giyen Emre Can oldu. Huylu huyundan vazgeçmez. Inter, Juventus’un şampiyonluk serisine son vermek için onu transfer ettiğinde Marotta, Atletico Madrid’den Godin’i, Man. United’den Alexis Sanchez’i bedavaya getirdi Milano’ya…

Hakan Çalhanoğlu’nun Euro 2020’de ortalıkta görünmemesi Milan yönetiminin elini rahatlamıştı, kulüpte herkes imza atacağına inanıyordu ki, hayatın kayan kapıları devreye girdi. Inter forması giyen Danimarkalı Christian Eriksen’in sahada kalp krizi geçirmesiyle donup kalan futbol dünyası Inter’in yıldızının iyi olduğu haberiyle derin bir oh çekerken, Milano’daki ofisinde Marotta hiç hesapta olmayan bir transfer için oyuncunun menajerini aradı. “Eriksen gelecek sezon yoktu. Hakan Çalhanoğlu, Inter’e gelir miydi?” Milan’ın ezeli rakibine gitmek oyuncunun Milano’daki konfor alanının üzerinde kara bulutların dolaşması demekti. Milan taraftarının gözünde bu ihanetti. Hakan Çalhanoğlu, Inter’in teklifine evet dediğinde Bizim Çocuklar daha İstanbul’a dönmemişti. Bonservisi olmayan bir forvet arkası oyuncu arayan Marotta’nun bunu çok uzaklarda aramaması gerektiği gerçeğiyle Milan yüzleştiğinde, Hakan jet hızıyla İstanbul’dan Milano’ya uçtu ve imzayı atıp Inter formasıyla fotoğraf çektirdi. Biz bir aydır “Euro 2020” diyorduk, Hakan sadece “Euro” diyormuş… Sonradan öğrendik…

21 Haziran 2021

Sevilla'da Yazlar Sıcak Geçer

 

İtalyan hakem Roberto Rosetti, 13 yıl önce bir Haziran akşamı Viyana’da maçın son düdüğünü çaldığında İspanyollar 44 yıl gelen Avrupa Şampiyonluğu’nu kutluyorlardı. Futbol tarihine Real Madrid-Barcelona rekabetini, sayısız iki elin parmaklarından fazla derbiyi hediye eden, onlarca yıldız futbolcu yetiştiren, kulüp düzeyinde rakiplerini dize getiren İspanyollar milli takımlarının başarısı için çok ama çok uzun yıllar beklemişti. 2008 ilkbaharında teknik direktör Luis Aragones, milli takım tarihinde en çok gol atan Real Madrid’li Raul’u finallere götürmeyeceğini açıkladığında ülke yine ikiye bölünmüştü. Bir zamanlar Atletico Madrid’in golcüsü olan Aragones’un santrforu kulübünün alt yapısından yetişen Fernando Torres ve Valencia’nın gol makinesi David Villa idi. Aragones, Viyana’daki finalde haklı çıktı, David Villa sakattı ama Atletico’nun çocuğu Torres, Almanları yıkan golü atmıştı.

13 yıl sonra İspanya Milli Takımı’nın aday kadrosu açıklandığında ülke bir devam filminin ilk sahnesini çekmeye başladı. Luis Enrique futbolculuk günlerinde Real Madrid’den Barcelona’ya transfer olmuş ve her El Clasico’da tansiyonun baş aktörü olmayı başarmış, Madrid’de artık nefret edilen bir figürdü. Barça’ya Şampiyonlar Ligi kupası da kazandıran teknik adam, Euro 2020 kadrosunu açıkladığında yine ortalık karıştı. Milli takımın kaptanı Sergio Ramos kadroda yoktu. Usta stoper sezonun büyük bir bölümünü sakat geçirmiş ama lider karakteriyle kadroda olmasına kesin gözüyle bakılan isimdi. Üstelik sadece Ramos değil milli takımda tek bir Real Madridli futbolcu bile yoktu.

Sergio Ramos yoksa takım kaptanı Barcelonalı Busquets’di. Katalan orta saha, turnuvaya bir hafta kala koronavirüs testi pozitif çıkınca İspanyol milli takımının kampı bir kez daha karıştı. İki ay önce milli oyunculara aşı yapılmasını isteyen federasyona bakanlık olumsuz yanıt vermiş, Euro 2020’de birçok ülke toplu aşı olurken, İspanyollar bu izni alamamıştı. Takımın idmanları iptal edildi, her futbolcu bireysel idman koçuyla çalışmaya başladı, toplu yemek yasaktı ve karantina gruptaki ilk maça kadar sürdü…

 


İspanyollar, Euro 2020’de ev sahibi şehirlerini Bilbao olarak belirlemişti ama milli takımın Bask bölgesindeki bir maçta milli marş çalarken ıslıklanabileceği ihtimalini de ceplerinde tutuyorlardı. UEFA, Bilbao şehri yönetiminden San Mames Stadı’nın kapasitesinin yüzde 25’i kadar seyirci garantisi istediğinde Basklı politikacılar ayağa kalktı. “Bu bir tehditdir” dediler ve İspanyol futbol federasyonu milli takımları için yeni stadum aramaya başladılar. Madrid’de Santiago Bernabeu bir yıldır yenileme çalışmaları nedeniyle kapalıydı. Atletico’nun stadını ve Valencia ile Villarreal’i neden pas geçtiler bilinmez ama ülkenin en büyük stadyumunu adaylar arasına bile alamadılar. Barcelona Başkanı Laporta, “Luis Enrique akıllı adamdır, Camp Nou’da yeterli desteği bulamayacağını bilir” diyerek 98 bin kapasiteli stadın yolunu federasyona kapatmıştı zaten. Katalanlar, İspanyol Milli Takımı’na ev sahipliği yapmak istemiyordu. Camp Nou’da son milli maç 1969 yılında oynanmış, İspanya Barselona şehrindeki son maçına da 1975 yılında çıkmıştı…

Ülkenin güneyinde Sevilla milli takıma en büyük desteği veren ateşli Sevilla ve Real Betis taraftarlarının olduğu şehirdi. Federasyon iki kulübün stadını seçmek yerine şehirde Olimpiyat adaylığı için yapılmış ama iki adaylık oylamasında da kaybetmiş La Cartuja Stadı’nı milli maçları oynamak için seçti. Ortada büyük bir problem vardı. 1999 yılında Dünya Atletizm Şampiyonası ile açılan, Mourinho’nun Porto ile kazandığı UEFA Kupası’na ev sahipliği yapan stadyumda 20 yılda 10 futbol maçı oynanmıştı. Federasyon iki kupa finalini bu stada alarak ülkeye La Cartuja’nın “yıkılmadım ayaktayım” mesajını vermesini sağladı ama işler yine yolunda gitmedi. Mart ayında Kosova ile oynadıkları maçta zemin güzeldi ama Sevilla’da yaz sıcak geçerdi. Olimpiyat Stadı olduğundan bir futbol maçına ev sahipliği yapacak ambiyansa sahip olmayan La Cartuja’nın zemini iki ayda bozulmuştu ve milli takım geride kalan haftada İsveç maçı için şehre gelip son idman için sahaya çıktığında aynı soruyu sordular: “Bu nasıl zemin?” Artık çok geçti, ertesi gün pas delisi İspanyollar, İsveç ile golsüz berabere kaldılar. Böyle maçlarından ardından “Top sevmedi” denir… İspanyollar kendilerini seviyor mu? Takdir sizin…