8 Ekim 2010

Almanya:3 Türkiye:0

Hafta boyunca kendi içinde motive olmak yerine futbolcuların demeçleriyle Mesut'un üzerine oynaması kendi tercihleri olmamalı. Bu da bir takım taktiği... Mikrofon uzatılan, Mesut'un tercihini sorguladı. Hamit konuştu, ortalık gerildi. İstiklal Marşı'nı okumalı diyenler bile çıktı. Mesut, Alman milli takımı tercihini bu maç öncesinde yapmışçasına Amerika'yı yeniden keşfettik. Mesut, Alman milli takımının bir parçası olmayı çoktan başarmış, atı alan Üsküdar'ı geçmiş, adam Dünya Kupası'nda o formayla yarı final oynamış, hala birileri çıkıp hata yaptın kardeş diyor (!)
Evlatlık verdiğin bir çocuğun onca yıl sonra sana baba demesini bekler misin? Söylemezse, sarılmazsa bir itirazın olur mu? Sen ülke olarak Mesut'u değil, Özil ailesini evlatlık verdin Almanya'ya. O çoğalan ailenin bir bireyi, orayı yuva belledi, hayırlı evlat oldu. Dahası ne!

Dünya Kupası'nda Şili, şampiyon İspanya ve Almanya. 24.8 ile 25.5 yaş ortalamalarıyla gençlik ateşini yakan takımlardı. Dinamizmlerinin kaynağı buydu. Avustralya ile 4 yaş farkını tabelaya da yazdırmışlardı Almanlar. Onlarda motor her zaman iyi, her zaman hacimli. Görmeyen kalma dı ki artık? Onların direksiyonu da iyi, göçmenlerle tekniğini yükselten gerektiğinde seni sollamasını da bilen bir takım. Onlarla nasıl başedersin? Aracı devrini iyi ayarlayacaksın -ki hiç anlamam bu otomobil işinden- adamlarla hız yarışına girmeyeceksin. Biz gittik, sol şeritte hızı kesip arkadan sinyal yakmalarını bekledik. Kornaya asıldılar ve uzayıp gittiler...Almanya kadrosu bir klasik, Güney Afrika'dan herkes aşina. Evet o finalleri yemiş her takım gibi onlar da hasarlı, yorgun ama işte yaş ortalamaları da ortada! Kariyerine sağ açık olarak başlamış bir oyuncuyu milli takımda sol bek olarak sahaya sürüyorsak bunun adı fantezidir. Gökhan ve Sabri arasında biri sol bek oynayacaksa bunu kıvırabilecek olan da Gökhan Gönül'dür zaten. Mesut kafası karışık başladı maça. Biraz da bundan kuramadılar oyunu. Arda'sız, yaratıcılığı yitirmiş takımda bu role soyunan Hamit'in ziyadesiyle fazla top kayıplarıyla pek de olacak gibi durmuyorduk. Aurelio sakatlanınca Selçuk İnan'ı beklemek hakkımız. Hiddink büyük hoca, biz de oyunu izlerken onu anlamaya çalışıyoruz. Tuncay değişikliği, solda Sabri tercihi, böyle bir takım karşısında hazır olmayan -olmuş haline de inancım yok- Özer hamlesi, forvette Halil ve sakatlık sonrası geriye çekilen ve sıradanlaştırılan Nuri. "Buyrun gelin" demekti. Geldiler de. Hiç acımazlar...Hiddink, total futbol dediğinde sinirlenen adamdır. Lakin göze hoş gelen, kafası daha fazla hücuma basan bir takım beklentisiyle getirilen Hollandalı teknik adamların içine de Lucescu kaçıyor bu topraklarda. Total da benzinci adı kalıyor tabelalarda. İkinci yarı Mesut'un o basit oyunu devreye girince, kopuk devreleri de bağladılar ve ışıl ışıl parladılar. Gurbetçiler stadı terkederken Almanların "Auf wiedersehen" (Güle Güle) tezahüratı yumruk gibi oturmadı değil mideme. Mesut adabıyla sevindi gole, 3. gol takım iflasının Volkan'da hayat bulmasıdır...Almanya'da Almanya'ya mağlup olmak dert edilecek mesele değil. Meselemiz, Arda ya da bir başkası... Birden fazlası... Bu takımın sağlam, sağlıklı, kendi takımında takır takır oynayan isimlerden kurulu olması gerektiğidir. Televizyon karşısında bıraktığımız Volkan Şen'i anlayabilmektir. Milli takım, maç eksiğini ayyıldızlı forma altında kapatıp kulübüne dönme fırsatını sunmamalı kimseye! Tuncay Şanlı, Mesut'un kariyerindeki tercihlerini eleştiriyordu iki gün önce. Ümit ediyorum, bu gece soyunma odasında dönüp bir aynaya bakar...

Pique-Katalanca-Ramos

Devrecilik, kıdem her yerde var. Bu hikaye de İspanya'dan. İspanyol Milli Takımı'ndan Sergio Ramos ve Gerard Pique dün medyanın karşısına geçiyorlar. Aralarında sadece bir yaş var. Ramos büyük. Bu yaş farkıyla devrecilik yapılmaz tabii. Ramos, 2005 yılından beri milli takımda. Artık papazlar arasında. Pique ise 2009'dan beri. Muhabir David Villla hakkındaki sorusunu Katalanca soruyor. Pique'den cevabı da Katalanca duymak istediğini söylüyor. Pique başlıyor konuşmaya. Bitirdiğinde de "İspanyolca da söyleyeyim mi?" diyor. Bunun üzerine Ramos "Endüslüs aksanı da iyidir. Bir de öyle söyle"diye ayarı veriyor. Bu noktada salonda kahkaha kopuyor ama hemen ardından Ramos pek ciddi. Pique'ye rica etmiyor, tavrı belli. "Burada İspanyolca konuşulur" diyor. İspanya böyle vukuatlar olsun, polemik olsun bizim olsun derdinde bir ülke. Elbette ki hemen Ramos'a tavır aldı Katalan medyası. Aslında muhabir de haklı. TV 3 kanalı yasal olarak Katalanca yayın yapma hakkına sahip. Katalan Pique'den de cevabı ana dilinde duymak istiyor. Madrid tarafı elbette ki bunu bir provakasyon olarak görüyor. Sergio Ramos da her ne kadar Endülüs'lü olsa da Real Madrid'li... Olayın ardından Ramos, Katalanlar ya da Katalanca ile bir problemi olmadığını açıklıyor twitter da, yetmiyor bir de Pique ile taze fotoğrafını yayınlıyor... Basın toplantısının ilgili bölümünü burada izleyebilirsiniz.

Barça'dan Firar: Gai Assulin

Messi, Giovani Dos Santos, Bojan derken arkadan onlar geliyordu. 3 yıl önce bahsetmişim blogda. Barcelona'da her yetenek A takımın kapısından içeriye girdiğinde orada kalmayı başaracak diye bir kural yok. Erken yaşta kaçanlar da var. Fabregas ve Pique gibi. Sonra dönenler de. Erken yaşta kaçanlar arasında para kazandırmayanların sonuncusu Gai Assulin. İsrailli forvet. 1991 doğumlu. Menajeri Giovani'nin menajeri. Vatandaşı Pini Zahavi. Guardiola döneminde A takıma çıkması beklenen Assulin'i sakatlık vurmuştu. Pedro fırsatı değerlendirince de Guardiola gözden çıkartmış bu oyuncuyu. Manchester City ile 4 yıllık anlaşma imzaladı. Barça 5 kuruş para kazanmadı. Şimdilik Reserve takımda oynanacak. Ya yetenek kontenjanını zorlayacak ya da İsrail milli takımında sürekli forma giymesi lazım.

7 Ekim 2010

Hafta Sonu Futbol

8 Ekim Cuma
19.30 Samsunspor – Adanaspor (TRT 6)
21.45 Almanya – Türkiye (NTV)
10 Ekim Pazar

00.30 Santos – Atletico Paranaense (SPORMAX)
14.00 Orduspor – Altay (TRT 1)
19.30 Karşıyaka – Boluspor (TRT 1)
22.00 Cruzeiro – Fluminense (SPORMAX)

Mehmet Topal&Volkan Şen&Kış Güneşi

A Milli Takım kadrosunda herkes yer almak ister. Bu iki oyuncu ise orada olmalıydı. Hiddink onlara soğuk bakıyor. Volkan Şen ve Mehmet Topal kadroda yoklar. Kadroda olsalar, takımla birlikte Berlin'de olsalar son günlerde yaşananlar belki de yaşanmayacaktı.
* Mehmet Topal, Valencia idmanında ayak bileğinden sakatlandı. En az 15 gün forma giyemeyecek.
* Volkan Şen, Bursaspor'un en iyisi. İzin günlerinde izinsiz ABD'ye gitmiş. Ertuğrul Sağlam haklı, izin döneminde yurtdışı için ekstra bir bilgilendirme gerekiyor. Volkan Şen'i kadro dışı bırakılmış.

Tarkan'ın en sevdiğim şarkısıdır. Kış Güneşi. Dinleyelim o zaman. Volkan ve Mehmet de dinlesin..
...Yanlış zaman
Yanlış insan
Tutunmak imkansız
Bıktım yamalı sevdalardan...

1992 Barselona Olimpiyatları

1992 Olimpiyatları'na hazırlanan İspanyol Milli Takımı'nda kimler yok ki! Jose Amavisca, Santiago Canizares, Abelardo, Albert Ferrer, Josep Guardiola, Luis Enrique, Kiko, Alfonso Antonio Pinilla, Francisco Soler , Gabriel Vidal ,Roberto Solozabal... 21 yaşındaki Guardiola (15 yaşında gibi duruyor bu karede) habere fotoğraf olmuş. İspanya, Barselona'daki finalde Polonya'yı 3-2 mağlup edip altın madalyayı almıştı. Gollerin ikisi Kiko'dan biri Abelardo'dan. Abelardo-doğrusu biraz kazmaydı- yarı finalde de Gana'ya gol atmış.

Ne Yazsam... Tekrar

Buca'ya 20 futbolcu alan, 20 milyon TL harcatan, kendi adamlarını takıma getiren Bülent Uygun, Eskişehirspor'a gitti. Bucaspor'a da Erdoğan Arıca geldi dedimi kafa karışmış; sağolun uyardınız. Samet Aybaba olacak:)) Bir teknik adam havuzu var, boşta olanlar yüzüyor içinde, iş çıkınca kurulanıp giyiyorlar takım elbiseyi... Arşivden iki yazı var. Çünkü ne yazsam tekrara giriyor!...
Ne İş Yapar Bu Adamlar?
Google'da Erdoğan Arıca

Arda Filmi

"Arda Turan’ın 3-4 hafta öncesinde başlayan ve şiddetlenen kasık ağrıları olmuştur. Tolere edilebilir osteiti pubis ağrıları olduğu tespit edilen Arda Turan’ın oluşan kasık ağrılarının tedavisine ağırlık verilmiştir. Bunun yanı sıra Arda Turan milli takımın Belçika ile oynadığı maçta ayak bileğine aldığı darbe ile meydana gelen sakatlanmasının tedavisini de görmüştür."
Bu satırlar Galatasaray'ın resmi açıklaması. Buradan ne öğreniyoruz? Eylül ayı boyunca Arda'nın kasığındaki sakatlığı Galatasaray'ın gizlediğini.. Milli Takım doktoru bu sakatlığın çok daha eski olduğunu, 2-3 ay önce başladığını açıkladı. Tarihlerde anlaşamadılar ama ortak noktaları geride kalan bir ayda Arda'nın futbol kamuoyuna açıklanmayan ikinci bir sakatlığı olduğu. İki sakatlık raporu ve fizik tedavi programı varken Hiddink onu kadroya alıyor. Ne için? Denemek için... Denedi ve yanıldı. Hepsi bu kadar... Gerisi 48 saatlik bir B Movie!..

6 Ekim 2010

Arda'nın Sakatlığı ve Milli Forma

Bir soruyla başlayalım: Bu hafta milli maçlar olmasaydı ve lig devam etseydi; Arda Turan, Galatasaray'ın Ankaragücü ile oynayacağı karşılaşmada forma giyebilecek miydi? Cevabını biliyorum. Hayır. Milli takım kampına gittiği güne kadar sadece 3-4 gündür sahada fizyoterapistle çalışan, toptan uzak duran, takımla çift kaleye çıkmayan bir oyuncunun 5 gün sonra sahaya çıkması düşünülemez. Sakatlığın ne olduğu önemli değildir. Oynatırsan, oyuncuyu sakatlığa açık bırakırsın...

Peki ne oldu? Arda milli takım aday kadrosuna çağrıldı. Sabri'nin geçen ay hazır olmadığında çağrıldığı gibi. Bir şeyin altını çizmek lazım. Milli takıma kendi takımlarında oynamayan oyuncular çağrılmalı mı? Bunun sayısı kaç olmalı? Bu başka bir yazı konusudur. Milli takıma formda ya da formsuz oyuncu çağırabilir teknik direktör. Her şartta güvendiği adamlar vardır. Vazgeçmesini bekleyemezsiniz. Kafasında belirlediği 25-27 kişi arasında en fazla 3 değişikliği kaldırır o teknik adam. Milli takıma çağrıldığında da gidersin. Tekmeye de kafanı uzatır, hafta sonundaki kulüp maçını düşünmezsin. Arda da Gökhan Gönül de, Belçika maçında biri sakat devam etti bir diğeri -bugünün örneğinde olduğu gibi- omuzundan sakat olmasına rağmen sahaya sürüldü. Milli takımdan sakat dönülür, yorgun dönülür. Avrupalı bunu nazikçe FIFA virüsü olarak açıklar. Bütün bunlar futbolun içinde var. Ama milli takıma sakat gidilmez, milli takıma sakatlığı yüzünden hazır olmayan, fit olmayan oyuncu alınmaz. Bu İngiltere'de de böyledir, İspanya'da da, İtalya'da da....

Arda Turan da sakatlığı geçmeden, hazır olmadan bugün topla yapılan çalışmada bir darbe almadan sakatlandı. Koruyucu hekimlik dedikleri işte burada devreye giriyor. Bir sakatlık yüzünden vücudu güçsüz düşen oyuncuyu sahaya dönene kadar fizyoterapistler hazırlar. Bazen bir diz sakatlığı yüzünden 2 cm incelen alt adale grubu için ayrı çalışma programı düzenlenir. Dizinden sakatlandıysan çalışmazsan adalen kopar. Arda'nın da ayağında kopan iki bağ yeni kaynamış ve koşmasına izin verir hale gelmişti. Kalkansız, korumasız adamı hayati bir milli maça çağırdılar ve üstelik sakatlığı nüksetmedi. Bugüne kadar şikayet bildirmediği kasığından sakatlandı. Bu sakatlığın tedavisinde operasyon opsiyonel. Bu 1-2 gün içinde belli olur. Arda da en iyi ihtimalle ligin ikinci yarısında sahalara döner.

Rijkaard'ın geçen hafta anlatmak istediği işte buydu. Hani Ercan Güven'in de "Biri Rijkaard'a anlatsın" diye işi şehitlere getirdiği geçen hafta!.. Rijkaard, "Benim doktorum, milli takım doktoruyla görüşmeli" diyordu. Hiddink, Türkiye'den uzak, maçları yerinde izlemiyor, futbolcuları yakından takip etmiyor olabilir. Hadi milli takım doktorunun sesini kısıyorlar... Kendisi de eski bir futbolcu Oğuz Çetin devreye girmeliydi. Hiçbiri olmadı.

Bugün taraftar, "Futbol Federasyonu, kulübüne tazminat ödemeli" diyor. Bir okurun dediği gibi Türkiye'de taraftar sahadaki oyundan keyif almak yerine; kulübün muhasebe defterlerini tutar oldu. Mesele, Arda'dan mahrum olmaktır. Galatasaray'ın Arda ile bütün maçlarını kazanacağının garantisi yok. Hatta Arda yokken seri galibiyetler de aldı. Lakin bu ülkenin gözen en hoş gelen futbolunu oynayan yıldızı kimsenin sorumluluğunu üzerine almadığı ihmaller serisiyle şimdi belki de bıçak altına yatacak. Oyun içinde sakatlanıp fedakarlık yapıp takımını yalnız bırakmamakla, sakat sakat bir başkasının giyeceği formaya talip olmak arasında fark var. Ne Arda o farkı görebildi; ne de Hiddink ve Oğuz Çetin...

5 Ekim 2010

Meksikalı Küçük Bezelye

Arjantin Milli Takımı, Güney Afrika'daki Dünya Kupası'na hazırlanırken FIFA'dan gelen bir haber, teknik direktör Maradona'dan çok takımın malzemecilerini ilgilendiriyordu. FIFA, Arjantinliler'in formalarının arkasında lakaplarını kullanmalarının yasaklandığını ve mutlaka oyuncuların isimlerinin yazılı olması gerektiğini bildirmişti Tangocular'a. Brezilyalılar'a yıllardır verilen ayrıcalık, ezeli rakibi Arjantin'in elinden alınmıştı. Ricardo Izecson dos Santos Leite'i kim tanırdı kı? O "Kaka"ydı, bu oyunun efsanesi "Edson Arantes do Nascimento" demek yerine bize Pele'yi ezberletmişlerdi. Arjantin'de Carlos Tevez sırtında "Carlitos" yazılı formayla sahaya çıkmayı hayal ediyordu. Sergio Agüero da geldiği günden bu yana İspanya'da sırtında "Kun" yazılı formayla oynuyordu. Dedesi, Sergio'ya Japon çizgi film kahramanı Kum Kum'a benzediği için bu lakabı takmıştı. Futbolun patronu FIFA'nın kararı emirdi. Forma satışlarını bile etkileyen bu yasak sonrasında Dünya Kupası'nda bu iki futbolcuyu sırtlarında "Tevez" ve "Agüero" yazan formalarla izledik...
Dünya Kupası'nda Arjantin ve Meksika'nın yolları ikinci turda kesişti. Galatasaray'da yarım sezon geçiren Giovani Dos Santos ile birlikte Meksika Milli Takımı'nın forvetinde ele avuca sığmayan Javier Hernandez tüm futbolseverlerin dikkatini çekmiştir. 22 yaşındaki oyuncu gruptaki ilk iki maçta da yedek kulübesinde başlamıştı, ikinci maçta Fransa Milli Takımı'nı karıştıran mağlubiyetin mimarlarından biri olmuş, ilk golü Hugo Lloris'in koruduğu kaleye göndermeyi başarmıştı. Javier Hernandez, Üç kuşak futbolcu bir aileden geliyordu. Dedesi Tomas Balcazar da 1954 Dünya Kupası'nda Fransızlar'ı affetmemişti. Javier Hernandez ve lakap yasağının mağdurları Kun Aguero ve Carlos Tevez'in kapışmasında ise kazanan Arjantinliler olmuş, 3-1 biten maçta Hernandez Meksika'nın tek golünü atmıştı. Onun büyük bir yıldız olacağına inanan Manchester United'ın teknik direktörü Sir Alex Ferguson, transferini Dünya Kupası öncesinde bitirdiği Javier Hernandez'i ağustos ayında İngilizler'in Süper Kupa finali, Community Shield'de sahaya sürdü. Chelsea'yi 3-1 devirdikleri maçta bir gol atan Hernandez'i İngiliz medyası manşetlerine "Küçük Bezelye" olarak taşıdı. Onu bezelyeye benzeten Ada medyası değildi. Javier Hernandez, sahaya sırtında "Chicharito" (Küçük bezelye) yazılı formayla çıkıyordu. Sezon başından beri deplasmanda tek bir galibiyeti olmayan Manchester United, hafta içinde Valencia deplasmanına gitti. Sakat Rooney kadroda olmayınca iş başa düştü. "Küçük Bezelye"nin golüyle güldüler İspanya'da. Zaten bezelyenin kendisi küçük bir sebzedir. Hernandez'i küçük bezelye yapan ise futbol karakteri değil, babasından emanet bir lakap. Üç kuşak futbolcu ailede baba Javier Hernandez Gutierrez de bir forvet oyuncusuydu ve yeşil gözleri ona Meksika'da "Bezelye" lakabını kazandırmıştı. Gelenek devam ediyordu. Oğlu da doğal olarak "Küçük Bezelye" olarak anılır oldu. FIFA'nın "Formanın sırtına lakap yazamazsın" yasağı Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın şimdilik umurunda değil. UEFA kayıtlarında Javier Hernandez olarak geçen genç Meksikalı "Chicharito" yazılı formasıyla gol kovalamaya devam edecek. "Yiğit lakabıyla anılır," demiş atalarımız. Arda Turan'ı bir gün Premier Lig'de sırtında "Koca Kafa" yazılı bir formayla görseniz, koltuktan düşmez misiniz? (3 Ekim 2010 SABAH Pazar)

2010-2011 Transfer Harcamaları

Daha büyük stadyumlar, daha pahalı maç biletleri, daha fazla ürün satışı, daha fazla yayın geliri. Bu oyunda da bir doyum noktası var. Daha büyüğünü yapamıyorsun, çok daha pahalı satamıyorsun, ürünleri dünyanın dört bir köşesine yolluyorsun, yayın gelirlerini katlıyorsun. Hepsinin bir limiti var. Ta ki başta oligarklar olmak üzere dışarıdan sermaye girene kadar. Son 5 yılın en düşük transfer harcamaları yapıldı bu sezon. Manchester City'i malum sebepten dolayı bir kenara koymak lazım. Ronaldo'yu satan United, yeni stadında kapalı gişe oynayan ve stadın inşaat maliyetini de neredeyse çıkartan ve 30 milyondan fazla kar açıklayan Arsenal, Abramovich'in artık harcamaktan sıkıldığı Chelsea... Bu transfer döneminde Premier Lig'de 411 milyon Euro (La Gazzetta) harcandı yeni transferler için. Bu rakam geçen sezon 584 milyon Euro idi. Manchester City bile bu düşüşü önlemeyemedi. Kapalı gişe oynayan Bundesliga'da geçen sezon 244 milyon Euro harcayan 20 kulüp bu sezon 161 milyonda kaldı. Geçen sezon tek başına piyasayı kavuran Real Madrid bile duruldu. La Liga'da geçen sezon toplam 498 milyondu transfer harcaması. Bu sezon 255 milyonda kaldı. Fransızlar bütün yaz transfer haberi beklediler. Niang tetikledi piyasayı. 270 milyondan 137 milyon Euro'ya gerilediler. İki yıl önce 507 milyona çıktıklarında yeni tv ihalesinin kaymağını yiyen İtalyanlar, geçen sezon dışarıya bol bol adam satarken, kasalarından çıkan rakam 452 milyon Euro'ya gerilemişti. Bu sezon iyice kıstılar ve toplam 335 milyon Euro'da kaldı. Paris'ten yazmıyorum tabii blogu. Bizim ligin rakamları da karşılaştırmak isterdim ama yok. 8'e aldığı adamı 5'e aldım diyenler, rakamı toptan gizleyenler, stadyuma gelen seyirci sayısı gibi; bu istatistik de bizde hala kuytuda duruyor...

3 Ekim 2010

Gattuso

"Leonardo takımın başında kalsaydı, bu yaz Olympiakos'a gidiyordum" Rino Gattuso

Rijkaard&Ancelotti ve Vicdan

O kimse o... O hayatından gittiğinde beraber vakit geçirdiğin mekanlardan uzak durursun. Adaşı birine hitap etmek bile azaptır. Semtten de gidersin, şehirden de yeri geldiğinde. O "Bana her şey sana hatırlatıyor" zamanları geçmez bir türlü... O gider, başkası gelir, başka mekanlarda, başka takvimlerde hayat devam eder..
***
O giden bir daha hiç gelmeyecekse eğer... Buna katlanman gerektiğine inanmam zaman alır. Bir ayağın çukurda hissedersin. O baban ya da annen ise bir daha hiç gelmeyecek olan; bak zordur işte. Çok zor... Yerli, yersiz hüzün basar adama. Geçen de öyle oldu. Kitapçıda rafları dolanırken, durduk yere gözlerim doldu. "Şu iki kitabı hediye alırdım, severdi bunları okumayı" dedim. Bir bankanın Call Center'ından aradıklarında da olmaz mı? Niye sorarsınız ki durup dururken babamızın adını. Üstüne üstüne gelir dünya...
***
Bugün bir haber okudum. Bir cümleyi aynen aktarıyorum: "Frank Rijkaard'ın babasının 8 Ekim'de düzenlenecek cenaze töreni için daha şimdiden Hollanda'nın yolunu tutması Galatasaray'da bir "düzensizlik" yaşandığının adeta belgesi oldu."
Kanım dondu. Ben bu satırı yazanla aynı meslektenim. Vicdansızlık benim kanımı dondurur. Mesele ne Rijkaard'ın Galatasaray'daki geçmişi ya da geleceği ne de Galatasaray'da yaşanan sorunlar. Ne futbolu arkadaş! Bu dünyaya gazeteci olarak gelmiyoruz biz. İletişim fakültesi okumak da mecburiyet değil. Ben de okumadım. İster mühendis ol, ister doktor... Yapabilirsin bu mesleği, ihtiyacın olan bir klavye bir de yazacağın, kendini ifade edeceğin bir mecra. Ama önce vicdan sahibi olacaksın. İster iki satır haber yaz; ister tam sayfa köşe yazısı. O klavyenin tuşlarına basarken, vicdanının sesini dinleyeceksin...
Bu adamın babası ölmüş, cenazesi beş gün sonra... Bu adamın yas tutan annesi yok mu? Kardeşleri yok mu? Çocukları yok mu? Bu adamın babası ölmüş, bu adam babasını toprağa vermeden önce belki büyüdüğü eve kapanıp üç gün ağlayacak. Bu adam ünlü bir insan, cenazeye yüzlerce kişi gelecek, organizasyon yapmak zorunda. Bu adamın çalıştırdığı takımın hafta sonunda maçı yok, yardımcısını burada bırakmış....
***
Premier Lig'de halı gibi zeminler var mı? Var... Ancelotti'nin babası öldü dört gün önce. Ancelotti, takımı yardımcısı Wilkins'e bırakıp İtalya'ya gitti mi? Gitti... Chelsea bugün Arsenal ile oynuyor mu? Oynuyor... Adama "illa da gel takımın başına geç" dediler mi? Demediler... Ancelotti "döneceğim" dedi.
Elini vicdanına koy o satırı yazan arkadaş, sen bu patates tarlası sahalara layık değil misin?