25 Haziran 2010

Rijkaard vs. Schuster

Üç yıl önce El Clasico’yu izlerken biri, “3 vakite kadar bu iki teknik adam İstanbul’un iki büyüğünün başında sahaya çıkacak” dese, muhtemelen çayları tazelemesini söylerdim. Oluyormuş. Oldu. Madem oldu, bakalım geçmişe o zaman. Schuster ve Rijkaard arasında El Clasico öncesinde rekabet ayaklarında makosen değil; krampon olduğu yıllara dayanıyor.1988-89 sezonunda Milan, Real Madrid’i 5-0 ile hezimete uğrattığında bir gol atan Rijkaard’ın karşısında Schuster vardı. Ertesi sezon Milan yine karşısında Real Madrid’i bulmuştu. Rijkaard yine gol atmış, Schuster sakatlığı yüzünden oynayamamıştı.
Almanya-Hollanda rekabetini de katarsak iyice renkleniyor bu ikilinin düelloları... Schuster, 50; Frank Rijkaard 47 yaşında. Futbolculuklarında birini tercih etmek istesem ben Schuster’i tercih ederim. İkisi de teknik adamlıklarında savunma futbolundan uzak durdular. Çalıştırdıkları takımların futbolunu seyretmek her zaman keyif verdi. İkisi de 2004 yılından beri Barcelona kulübü üyesi... Bu üyelik Rijkaard’ın değil ama Schuster’in canını sıktı Real Madrid’e teknik direktör olduğunda.
İspanya’da teknik adam olarak rekabetleri Rijkaard’ın Barcelona’daki 2. sezonunda başladı. Schuster, Levante’nin başındaydı. Levante deplasmanda 1-1’den sonra Rijkaard, Camp Nou’da 2-1 kazandı. Ertesi sezon Schuster, Getafe’nin başına geçti ve ufak kulübü uçurmaya başladı. Barça’nın Rijkaard ile en iyi sezonuydu. İki maçı da 3-1 Rijkaard kazandı. Ertesi sezon lig maçlarında Schuster’in yine yüzü gülmedi. Kadro kaliteleri arasında elbette uçurum vardı. Deplasmanda bir puan alan Rijkaard, evinde tek golle kazandı. Rijkaard’ın Barça kariyerine ilk darbeyi de o sezon vurdu Schuster. Kral Kupası’nda ilk maçı 5-2 kazanan Barcelona, Getafe deplasmanında sürklase oldu. 4-0 kaybedilen maçın ardından Katalan medyası “Utanç” manşetlerini attı ve Rijkaard’ı fena hırpaladı. Barça’yı dörtleyen Schuster, ertesi sezon "sıkıcı futbol oynatan" Capello’nun yerine göreve geldi ve ikili için rekabet demek artık El Clasico demekti.
Bomba; Camp Nou’da patladı ve Schuster, 1-0 kazandı. Real Madrid, rövanşı Santiago Bernabeu’da 4-1kazanırken; Schuster, aynı sezonda iki El Clasico’yu alarak, şampiyonluk kadar önemli bir işe imza attı. Bu, Rijkaard için yolu sonu demekti. Barça’dan ayrıldı ve bir yıl takım çalıştırmayacağını açıkladı. El Clasico, Schuster’in de kaderini çizdi. Bir yıl önce kazandığı Camp Nou’da “Kazanmamız imkansız” deyince, Real Madrid yönetimi yapmasını gerekeni yaptı ve Alman teknik adama kapıyı gösterdi. Şimdi kaldıkları yerden devam edecekler İstanbul’da… İstatistiklerde Rijkaard, 5-3 üstün ama derbilerde yıkıp geçen ve yaralayan Bernd Schuster...

Lippi'nin Dilemması

Elbette ki kimse Fransa ve İtalya’nın gruplarında sonuncu olmalarını beklemiyordu ama iki ülkenin de son iki yıllık performansının ardından Dünya Kupası’nda gruptan çıkamamaları öyle aman aman bir sürpriz değil. Başarısızlığın hatta bağıra bağıra geldiğini söylemek lazım. Meselemiz İtalya, oradan devam edeyim.2006’da Berlin’de kaldırılan kupanın ardından Lippi’nin görevi teslim ettiği Donadoni ile koskoca 2 yıl kaybetti İtalyanlar. Basiretsiz bir teknik adamdı Donadoni. 2008’de yaşanan hayal kırıklığı kadar kadrodaki dönüşümü de sağlayamaması yerlerinde saymalarını sağladı. Böyle panik anlarında en güvendiğin adamı çağırırsın. Lippi de böyle geldi tekrar o koltuğa. Futbol tarihi, başarıyı kazandığı koltuğa gerip dönüp, sıfır çeken teknik adamlarla dolu. Lippi, 2006 kadrosundan 14 adamı evde bıraktı, bunlardan biri de Berlin’de son penaltıyı atan Fabio Grosso idi. Onu bile aradılar Güney Afrika’da.Inter’in Şampiyonlar Ligi’ni onbirinde İtalyan olmadan kazandığı bir sezonu geride bırakmıştık. Lippi’nin kadrosu en yakın olduğu kulüp Juventus ağırlıklıydı. 40 yılın en kötü Juventus’u.2006’ın en iyi adamı Cannavaro ve Chiellini bu sezon yol geçen hanına çevirmişti Yaşlı Kadın’ın defansını. Buffon da eski Buffon değildi. Sıradan forvet Iaquinta (Pazzini&Cassano gibi bir ikili bulmuşken), olmamış Marchisio. Yolun sonuna gelmiş Camoranesi, Milan’da bu sezon yatan Gattuso ve artık iki kanatta da oynayamayan Zambrotta.Elenmenin faturasını kendine çıkartan ve “Takımı iyi hazırlayamadım” diyen Lippi’yi yakan vefadır. 2006’ın has adamlarına duyduğu vefa. Ne onlarla oldu, ne onlarsız! Lippi'nin dilemması budur. Hepsi kariyerlerinin son Dünya Kupası’nın oynayacak bu adamlar ve o bu, şu sebeplerle evde kalan yıldızlar İtalya’nın sonunu hazırladı..1974’ten beri gruptan çıkmamazlık etmeyen, finaller tarihinde çok ama çok zor iki farklı mağlup duruma düşen İtalyanlar şeker gibi kura çektik dedikleri grupta sonuncu oldular. Hesapları basitti. 3’te 3 yap. Yapamıyorsan Paraguay ile berabere kal, 7 puanla gruptan lider çık. İşte bu yüzden La Gazzetta kalkıp, İsviçre’ye mağlup olan İspanya ile kafa buldu. Lakin sahadaki gerçekler acıttı. Buffon’un da dediği gibi “İtalya buydu ve Yeni Zelanda-Slovakya’yı yenemiyorsa, eve dönüş biletinin kesilmesi normaldi.”2006’nın kafa adamı Pirlo, 2008’de yokları oynarken İtalya da yoktu. Burada da belirleyici oldu. O olmadığında İtalya dokuz doğurdu. Buffon sakatlandı, Lippi, De Sanctis yerine Marchetti’yi tercih etti. O da neyi kurtardı ki? Totti ve Balotelli’nin evde bırakılması elbette ki tartışmalı bir karar ama bu iki adamdan birinin diğerine tekmeyle daldığını unutmamak lazım. Bence Totti’nin ipi orada kesildi. Balotelli de arıza olduğu için kadroya alınmadı.
“İtalya neden grupta sonuncu oldu?” sorusuna cevap, yine bir soru olmalı!
"Juventus bu sezon Serie A’da kaçıncı oldu?"

4 Yıl Önce 4 Yıl Sonra

4 yıl önce alttaki manşetle çıkmıştı La Gazzetta dello Sport, Her şey gerçek! Dünya Şampiyonu. 4 yıl sonra kafiyeyi yakalamışlar (!) Tutto Nero. "Her şey karanlık" diyelim buna da. İtalya'ya ne oldu? başlıklı bir yazı yazasım var...

24 Haziran 2010

Arrivederci İtalia (!)

İlk ateşi İtalyanlar etti. İspanya'nın İsviçre'ye kaybettiği maçın ertesi günü La Gazzetta dello Sport bu manşetle çıktı: "Çok Teşekkürler İsviçre" Fırsat bulup bloga yazamamıştım; yeteri kadar tahrik ediciydi. Spotuna bakalım. Neden teşekkür etmiş İtalyanlar. İsviçre, İspanya'yı yenince; İtalyanlar çeyrek finalde onlarla karşılaşmaktan kurtalabilirmiş (!). Bu arada sanki İtalya gruptan çıkmayı garantilemiş! O tarihte Paraguay maçını oynamış ve 1-1 berabere kalmışlardı. Yaralı İspanyollar, bu manşete çok kızdılar, eleştirdiler. Marca ve La Gazzetta çok konuda ortak içerik üreten birbirine yakın gazetelerdir. Buna rağmen bu manşetin atılması Madrid'e ağır geldi. Sonra Honduras maçıyla kendi dertlerine düştüler. Ve....İtalya, 1950'ye geldiğinde de son şampiyondu. Gruptan çıkamamıştı. 60 yıl sonra tekrar ettiler. 36 yıl sonra gruptan çıkamadılar. 4 yıl önce kupayı kaldıran Lippi, şimdi kılıçtan geçiriliyor. İspanyolların intikamı da acı oldu bu arada... Kendilerine İspanyolca manşet atan İtalyanları iadeyi elbette İtalyanca ile yaptılar. "Arrivederci İtalia". "Güle Güle İtalya" ile evlerine uğurladılar İtalyanları...

Aragones-Del Bosque ve Toshack

Çok değil 3 yıl önce El Clasico'nun taraflarının başında sahaya çıkan iki teknik adam bu sezon birbirilerine rakip olacak ligimizde. Rijkaard, Schuster'e karşı başka bir hikaye olsun, Beşiktaş'ı çalıştırmış iki Real Madrid teknik direktörü ve Fenerbahçe'den yolu geçmiş bir İspanyolun, Aragones'in kapıştığı hikayeye bir bakalım. Aragones, Dünya Kupası'nda tv yorumculuğu yapıyor. İsviçre maçının ardından da Del Bosque'yi ağır eleştirdi. Benim takımıma benzemiyor diyen Aragones, Del Bosque, Honduras maçı öncesindeki basın toplantısında cevap vermemeyi tercih etti. Aragones'in İspanya'yı Euro 2008'e getirirken çektikleri çileyi hatırlarsınız. Madrid medyası, kupa vizesi gelene dek Aragones'i yerin dibine batırıyordu. Raul milli takıma alınmalı kozuyla Aragones'in devamlı üzerine oynadılar. Finaller başlayana kadar. İspanya, medya ve halkıyla harika bir sinerji yarattı ve kupaya da uzandı. Aragones'in olası bir başarısızlıkta ülkede iş bulamayacağı fikriyle Fenerbahçe'nin teklifine kupa öncesinde evet demesi de o günlerin hikayesiydi. Aragones, Fenerbahçe'de tutunamadı ve ülkesine döndüğünde Sevilla ile yaptığı bir görüşme dışında taliplisi çıkmadı. Ondan bayrağı teslim alan Del Bosque ise tulum çıkartıp milli takımı Güney Afrika'ya taşıdı. Aragones'in Atletico Madrid kökenli olması nedeniyle, Madrid'in iki gazetesi tarafından kurşuna dizilmiş olması şaşırtıcı değil. Del Bosque için her zaman pozitif oldular. Bu kupa başladığında ilk kurşunu sıkan Aragones oldu. Ardından Beşiktaş'ı Del Bosque'den önce çalıştırmış eski bir Real Madrid teknik direktörü devreye girdi: John Benjamin Toshack. Bilirsiniz sözünü sakınmayan bir adamdır. Del Bosque'yi delik deşik etti. Ne dedi peki Toshack: "Aragones ile Del Bosque'yi karşılaştırmam bile. Aragones, İspanya'yı gezdi, birçok kulüpte çalıştı. Del Bosque ise Madrid'den dışarıya burnunu bir kez çıkardı. Beşiktaş'taki dönemi utanç vericiydi. Ben o kulübü iyi tanırım. 2 yıl çalıştım. Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biridir. Orada 2 kupa kazandım. Del Bosque ne yaptı? Beni 2. kez Real Madrid'e çağırdıklarında takım dağılmıştı. Yıldızların hepsi sorunluydu. O takımı ben toparladım, Del Bosque de benden huzur bulmuş takımı teslim aldı ve o sayede Şampiyonlar Ligi'ni kazandı". Galli teknik adamın bu saldırısına Del Bosque'den bir cevap gelmedi. Muhtemelen de Şili maçından önce ya da sonra da konuşmayacak.

23 Haziran 2010

Burcu Terletiyor

Futbol bilginizi test etmek isterseniz buyurun. 10 soru var. İki soru arasında da Burcu Esmersoy'un yorumları. Çok kolay sorular da var, fil hafızası gerektiren de...

22 Haziran 2010

Kaptan

Okumayan kalmasın ama öncelikle yarın evlerine dönecek olan Fransa Milli Takımı futbolcuları okusun. Marcel Desailly kimmiş, kaptan nasıl olurmuş, öğrensinler. Bilmediklerinden değil, unuttuklarından...
Fransa; futbolun bir kez daha kağıt üzerinde kazanılmadığını gösterdi. Kaliteli kadro, tecrübeli yıldızlar... Hepsi yalan. Soyunma odanda huzur; sahaya çıkarken başında bir lider yoksa kaybedersin. 2002'den tek farkı; bu kez bir gol atıp eve dönüyor olmaları (!) Yarından itibaren L'Equipe'ten rezaletin perde arkasını aktarmaya çalışacağım..

Audi Langırt

Audi'nin dizayn ekibi yapmış. "20 tane var" diyorlar. Elinizi çabuk tutun. Fiyatı 12. 900 Euro. Bu blogda da ancak bu vesileyle bir otomobil markasının ismi geçer işte.

Marc Janko Twente'de

Fenerbahçe için Lisandro Lopez'in ismini bile yazdılar. Bu adama geçen sezon Fransızlar 24 milyon Euro ödemişlerdi. Bir başka haber de İtalya'dan. Fenerbahçe'nin Huntelaar için 18 milyon Euro teklif ettiğini yazmışlar ki buna inanabilmek mümkün değil! Transferde maşallah fiyatı 15 milyon Euro'nun altında adamın adı geçmiyor. Güzel bir transferden bahsedeyim. Bizimkiler beceremez böylesini. Twente'de ihtiyar N'Kufo yolun sonuna geldi, ABD'ye (Seattle) para kazanmaya gidiyor. Yerine golcü lazım. Red Bull Salzburg'dan Janko'yu aldılar. 108 maçta 75 gol futbolcu için sadece 7 milyon Euro ödediler. Hollanda ligi müsait, bu sezon bir çuval gol atsın Janko, Twente iki yıl içinde 20 milyona paketler Avusturyalıyı.

Elano Inter'e Gider Mi?

İki maç iki gol bir asist. Fildişi maçında attığı golün ardından gösterdiği tekmelikler olması muhtemelen 6 ay sahalardan uzak kalacaktı. Elano, Brezilya Milli Takımı’nda yıllardır oynadığı bölgede yıllardır oynadığı futbolu oynadı ve vitrine çıktı. (Bkz: Rijkaard ve Elano) Galatasaraylılar da asist yapsın, artı bir milyon; gol atsın artı iki milyon hesabıyla ekran başındalar zaten. İtalya’da iki gündür Elano, Inter’e yazılıyor. Mancini’nin 2008’in başında almak istediğinden, geçen sezon da Sneijder transferinin yedeği olduğundan bahsetmişler. Galatasaray’da aldığı rakam için yazdıkları 4.2 milyon Euro bana pek inandırıcı gelmedi. Benim bildiğim 3 milyon Euro aldığı. 4.2 milyon Euro için Inter’in bu sezonki fiyat politikasında “az buz rakam değil” yorumunu da ilginç. Rafa Benitez’in Elano’nun isteyip istemediğini bilmiyorum ama Inter’de Arjantinli çetesi kadar sağlam bir Brezilyalı çetesi var. Cesar, Maicon, Lucio, Güney Afrika’da Elano’ya “Gel beraber oynayalım” demişler midir? Önemli bir ayrıntı İtalyan pasaportu elbette. Elano’nun avantajı da cebinde İtalyan pasaportu olması. Bonservis için yapılan yorum ise 7 milyon Euro’ya alan Galatasaray’ın yine aynı rakama satabileceği. Bir futbolcuyu kaça sattığın kadar, yerine alacağın adama ne ödeyeceğin de önemli. Mehmet Topal'ı 4.2 milyona satan Galatasaray'ın karlı bir alışveriş yapmadığı ortada...

Sara Carbonero

21 Haziran 2010

L'Equipe vs. Les Bleus

Fransa ve İtalya'nın Dünya Kupası performansı kimi şaşırtıyor ki!.. 2006'ın iki finalisti de ayaklarını sağlam basarak gelmediler Güney Afrika'ya. İtalya'yı şimdilik bir kenarda tutalım. Fransız Milli Takımı'nın (Les Bleus) göçerten L'Equipe gazetesi oldu. Sadece gecekondu gibi duruyorlardı, gazete bir üfledi, darmadağın oldular. Bu büyük gazeteciliktir. Soyunma odasında konuşulanların dört duvar dışına çıkması takım ve takıma hizmet eden çalışanlar için nasıl büyük bir utançsa, L'Equipe gazetesi için de o kadar büyük bir gazetecilik başarısı. Şimdi bütün takım L'Equipe muhabirlerinden uzak duruyormuş.
Anelka'nın küfürü sonrasında olayın manşet olması elbette ki kamptan gönderilmesini gerektiriyordu. Domenech'in basiretsizliği böyle bir tepkiyi hak ediyordu açıkçası. Taş olsa çatlar hesabı. Anelka da her zaman lafını esirgemeyen, bu yüzden de kariyeri hep örselenen bir yetenek. Anelka, Londra'ya döndü. Kıyafet kışlık tabii (!) Fransızlar dün antrenmana çıkmadılar ve takım arkadaşlarının kamptan kovulmasını protesto edip resmen greve gittiler. Bu sabah yapılan idmana çıkmışlar. L'Equipe vurmaya devam ediyor. Dün sitelerinde attıkları başlığı çok beğendim: Büyük Sirk. Gerçekten de Fransa kampı sirk gibi. İngilizler bu arada fırsat bu fırsat deyip yeni bir bahis açmışlar. Fransızlar, G.Afrika maçına çıkmazlar 1'e 100 veriyor. Olmaz öyle şey tabii.

19 Haziran 2010

Anelka:"O.Çocuğu Domenech"

Meksika maçında Fransa ilk yarıda sahada yürüyor. Takımın damarlarından kan akmıyor. Anelka da garibim ileride tek başına. Gol lazım değil mi? İkinci yarıya Gignac ile başlıyor Domenech, Anelka çıkar mı? Çıkmaz da, Domenech işte. Zaten kimse Fransa'nın kazanmasını istemiyor. Fransa şimdi mucize bekliyor. İşler yolunda gitmeyince de soyunma odasında yaşananlar dışarıya sızıyor tabii. Anelka devre arasında soyunma odasında taktiği eleştiriyor. Ben senin istediğin "9" olamam diyor. Sonra ortalık karışıyor. Anelka çıldırıyor ve basıyor küfürü "Git kendini s..tir, O..... çocuğu...". Domenech efendi de çıkıyorsun oyundan diyor. L'Equipe'in bir de iddiası var: Anelka ve Ribery'nin takım içinde birbirlerini kolladıkları ve Gourcuff'a forma giydirmedikleri. Ortak noktalarını biliyorsunuz, böyle komplo teorilerini sevmem ama herkes bu ikili üzerine oynuyor. Küfürü hakeden Domenech olayı raporluyor. Fransızlar bugün öğleden sonra Anelka'nın ipini çektiler ve milli takım kadrosundan çıkardılar. Anelka için iyi oldu! Kalsa Güney Afrika maçında Domenech forma vermeyecekti, erken tatile gider şimdi..

Brezilya-Fildişi Sahili Kaç Kaç?

Pazar akşamı sıkı maç var. Brezilya-Fildişi Sahili. Her zamankinden yapıyoruz. Skor ve golleri atanları tahmin ediyorsunuz.

Schuster-Raul-Beşiktaş

Schuster'in Onda Cero'ya yaptığı açıklama: "Bir golcüye ihtiyacımız var. Beşiktaş geçen sezon 45 gol attı. Takımın en çok gol atan oyuncusu da 13 gol atmış. Raul, Türkiye'ye gelmek ister mi? Bunu bilemiyorum."

Dünya Kupası Gün #8

Bütün sezon maçlarını gece oynayan futbolcuların gündüz maçlarında zorlanması ufak bir detay elbette Dünya Kupası’nda. Avrupa saatiyle 13:30’da maça çıkmak en az Almanları etkiler galiba Bundesliga’da gece maçı olmamasından dolayı. Ballack da sakatlanınca tamamı kendi liginden onbirle mücadele eden Almanlara, Avustralya maçından sonra o kadar övgü geldi ki nazar değdi Sırbistan maçında. Favoriydiler, öyle de başladılar maç Almanlara doğru akıyordu. Mallenco’nun savurduğu sarı kartların ilkini yiyen Klose, 36. dakikada 2. sarıyı görüp atıldıktan sadece 2 dakika sonra Sırbistan’ın golü bulmasıyla dünya tersine döndü. Badstuber’in sol bekte oynatılması elbette hata. İlk maçta ortalıkta görünmeyen Krasic’in ortası güzeldi. Dünyanın en heybetli santrforuna stoper kademesine giren Lahm’ı kafa topuna çıkartmak ise oyunun adaletsizliği! Öyle bir göze gelmişler ki Khedira’nın direkte patlayan topu, Podolski’nin kaçan penaltısı derken, Sırbistan yakaladıklarını da atsa üçlük olacaklardı. Mesut ilk maçın ardından Türk olduğunu bir kez daha ispatladı! Biz övgüden sonra havalanırız, devamlılığı yoktur bizim yıldızlar. Sahada hayalet gibi gezdi. Tabii bunda Avustralya’nın tandem ve ön liberolarının kurduğu üçgende fink attıktan sonra Sırbistan’ın sert adamlarının karşısına çıkmasının da payı var. İlk maçta çok kötü oynayan Sirbistan dükkanı tekrar açarken, Almanlar için de ince bir ayar oldu bu 90 dakika. ABD-Slovenya maçında ABD favorimdi. Bu maçı iş yüzünden izleme şansım olmadı ama ABD 2-0’dan yakaladığı beraberlikle bir üst tur kapısını açtı.
İngilizlerin fark atmasını hatta Rooney’ın hat-trick yapmasını bekliyordum. Cezayir vasat bir takım bile değil bu turnuvada. Capello’nun adamları topa sahip olmada bile üstün çıkamadılar 90 dakikadan. Gerrard ve Lampard gibi oyunun iki tarafını da oynayan oyuncuların olduğu takımlar gol pozisyonunu da giremiyormuş (!) Demek ki bu oyun iki tarafını da oynayan x ve y ile açıklanmayacak kadar karışık!Bu Cezayir’e Chelsea ve Man. United 30 dakikada 3 gol atardı. İngiliz Milli Takımı, kendi liginde ilk 5’e giremez. İki yıl uğraşmış, finallere gelmişsiniz ama kıpırdayan yok, Premier Lig temposunun yarısına ulaşamadılar. Ekrana devamlı Beckham geldi, yönetmen futbolu biliyor ama bizim spiker bir kez olsun bağlantıyı kuramadı. Son 50 yılın en yaşlı onbiriyle sahaya çıktılar, geçenlerde yaş ortalamasının 25 ve altına düştüğünden bahsetmiştik. Bu da İngilizlerin büyük derdi. Capello ve Rooney turnuvanın büyük hayal kırıklığı ama Slovenya’yı yendikleri takdirde gruptan çıkacaklar. Sonrası çok ama çok zor. Son olarak bir sorunun cevabını aldık. İngiliz taraftarlar neden maç sabahı içmeye başlar ve akşama kadar durmazlar? Bu İngiltere ayık kafayla çekilir mi?

18 Haziran 2010

Premier Lig 2010-2011 Fikstürü

Premier Lig 2010-2011 fikstürü çekildi. Lig 14 Ağustos'ta başlayacak. 22 Mayıs'ta sona erecek. İlk hafta maçları, büyüklerin aralarındaki maçlar ve 38 haftanın fikstürü.
1. Hafta
Aston Villa v West Ham
Blackburn v Everton
Blackpool v Wigan
Bolton v Fulham
Chelsea v West Brom
Liverpool v Arsenal
Man Utd v Newcastle
Sunderland v Birmingham
Tottenham v Man City
Wolverhampton v Stoke

Arsenal:
v Liverpool (A) Aug 14
v Chelsea (A) Oct 2
v Manchester City (A) Oct 23
v Everton (A) Nov 13
v Tottenham (H) Nov 20
v Aston Villa (A) Nov 27
v Manchester United (A) Dec 11
v Chelsea (H) Dec 26
v Manchester City (H) Jan 4
v Everton (H) Feb 1
v Tottenham (A) Feb 26
v Liverpool (H) April 16
v Manchester United (H) April 30
v Aston Villa (H) May 7
Chelsea:
v Manchester City (A) Sept 25
v Arsenal (H) Oct 2
v Aston Villa (A) Oct 16
v Liverpool (A) Nov 6
v Everton (H) Dec 4
v Tottenham (A) Dec 11
v Manchester United (H) Dec 18
v Arsenal (A) Dec 26
v Aston Villa (H) Jan 1
v Liverpool (H) Feb 5
v Manchester City (H) March 19
v Tottenham (H) April 30
v Manchester United (A) May 7
v Everton (A) May 22
Liverpool
v Arsenal (H) Aug 14
v Manchester City (A) Aug 21
v Manchester United (A) Sept 18
v Everton (A) Oct 16
v Chelsea (H) Nov 6
v Tottenham (A) Nov 27
v Aston Villa (H) Dec 4
v Everton (H) Jan 15
v Chelsea (A) Feb 5
v Manchester United (H) March 5
v Manchester City (H) April 9
v Arsenal (A) April 16
v Tottenham (H) May 14
v Aston Villa (A) May 22
Manchester United
v Everton (A) Sept 11
v Liverpool (H) Sept 18
v Tottenham (H) Oct 30
v Manchester City (A) Nov 10
v Aston Villa (A) Nov 13
v Arsenal (H) Dec 11
v Chelsea (A) Dec 18
v Tottenham (A) Jan 15
v Aston Villa (H) Feb 1
v Manchester City (H) Feb 12
v Liverpool (A) March 5
v Everton (H) April 23
v Arsenal (A) April 30
v Chelsea (H) May 7
Tottenham
v Manchester City (H) Aug 14
v Aston Villa (H) Oct 2
v Everton (H) Oct 23
v Manchester United (A) Oct 30
v Arsenal (A) Nov 20
v Liverpool (H) Nov 27
v Chelsea (H) Dec 11
v Aston Villa (A) Dec 26
v Everton (A) Jan 5
v Manchester United (H) Jan 15
v Arsenal (H) Feb 26
v Manchester City (A) April 16
v Chelsea (A) April 30
v Liverpool (A) May 14

The Fab 4

Cezayir maçının sabahı İngiltere'de Daily Mirror'un birinci sayfası. Rooney ile Barry olmuşlar vallahi, Lampard'a gülüyorum hala.

Dünya Kupası Gün #7

Dün İtalyan basınında güzel bir benzetme vardı. Bu Dünya Kupası’nın Mourinho’su, Maradona. Ne futbol felsefesi; ne de sahaya dizdiği takım için söylemiyorlar bunu elbette. Mourinho, İtalya’da 2 yıl boyunca herkesle kavga etti. Herkes ona sataştı, o da kimseyi cevapsız bırakmadı. Enerjisini de buradan aldığını söyleyebiliriz. Mourinho savaşırken, takımı arka planda vitrinden düştü ve kafaları rahat maçlara çıktılar. Maradona da böyle. Herkes ona saldırıyor, Pele’den Kaiser’e, Plantini’den sokaktaki adama kadar! O da cevapsız bırakmıyor. Pele’ye müzeye gitsin demiş, ne güzel demiş. Maradona gelen eleştiri ve hakaretleri göğsünde yumuşatıp şutlarken, takımı da gölgede keyfine bakıyor. Güney Amerikalılar bu maça kadar kaybetmemişti. Güney Kore ilk maçlarda Almanya, Şili ve Arjantin ile en iyi takımdı. Kendi kalelerine atana kadar da iyi mücadele ettiler. Golde hata aramam, altı pasın içine atılan pimi çekilen el bombasıydı. Bu turnuvada arka direk bereketi var. 2-0’ın ardından Güney Koreli futbolcu olsam bırakır giderdim (!) Karşında Messi, kenarda Maradona, ne yapacaksın maç mı çevireceksin? Sağolsun Demichelis maça heyecan getirdi. Kore ikinci yarının ilk çeyreğinde o topu içeri atabilse, elbette ki Cambiasso çığlıkları atılacaktı. Arjantin 5+5 oynuyor. Veron’un yokluğunda göbekte Maxi oynayacaksa... Maradona tam bir kumarbaz. Bu kafada bir teknik adamın kupa kazanma şansı çok az. Sert rakipler karşısında orta sahadan başlamak üzere kaleye doğru derin bir çatlak oluşur. Neden Milito yok Higuain feryadına da cevap hat-trick oldu. Garip oyun işte. 2-1’in ardından Arjantin orta sahasının dili dışarıya çıkmaya başlamışken devreye Messi girdi ve maçı aldı götürdü.Yunanistan-Nijerya maçının ilk yarısını kaçırdım. Kırmızı kart oyunu belirledi. Nijerya’nın kaçırdığı akıllara ziyan pozisyon da maçın kırılma noktası. İlk maçta en iyi seçilen Nijerya kalecisi de ikramı esirgemedi. Kore maçında kötüden öte olan Yunanistan, 2004 finalinden sonra ilk kez kazandı büyük turnuvalarda ve Dünya Kupası’nda da ilk gollerini attılar.
Fransa ‘ya dünyanın dört bir tarafından o kadar çok beddua eden var ki, sahadaki 10 kaliteli adamın ayakları sanki birbirine bağlanmıştı. Meksika bu kez çok daha fazla mücadele etti. İlk maçın aksine sahaya daha iyi yayıldılar ve rakip defansa sağlam pres koydular. Domenech ısrarı, Fransızları bir kupadan daha etti. Gourcuff’u kulübeye gömmek ve orta sahayı beyinsiz bırakmak akıl karı işler değil. Ribery’nin de eski büyüsünü yitirdiğini ve tek başına maç alan adam kimliğinden uzaklaştığını söylemek lazım. Üçüncü maçta Uruguay ve Meksika elbette ki berabere kalacakler, yedek kadrolarla bir ter idmanı olacak. Fransa da 2002’den sonra 2010’da da vedayı golsüz yapmamak için G.Afrika karşısında kasacak. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra neye fayda!

Yokluğunda çok maç izledik, neredesin nerede?

16 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün #6

Almanlardan sonra en iyi futbolu Şili'nin oynaması takımın yaş ortalamasına bağlanabilir mi? Deneyelim. Şili onbiri sahaya çıkana kadar turnuvanın en genç onbiri Almanya forması giyiyordu. 25 yaş ortalamayı Şili 24'e çekti. İki maçtan bir doğru çıkarmayalım ama futbolun geleceğinde hızlanan oyunun 30 yaş üstünü kabul etmeyeceği ve tecrübeli dediğimiz 27 yaşın da yoğun maç trafiğinde Messi'nin çağı olan 23-24'e çekileceğini bir kenara not edelim. Şili ilk 5 dakikada şunu gösterdi. Biz futbola açız kardeşim. İştahlı başladılar ve futbol oynamaya niyetleri olduğunu belli ettiler. Elbette ki kadife ayakların da bunda payı var. Alexis Sanchez rakibin kanadı süpürdü, Fernandez ve Medel de yakışıklı futbo oynadılar. Bielsa turnuvanın en iyi teknik adamlarından biri. 3'lü defans denemesi başına ne işler açacak sonraki maçlarda göreceğiz ama hücum hattında büyük keyif veriyorlar. İki takım da golcü Suazo'ların olmamasının dezavantajını fazlasıyla hisseden Honduras oldu. Zaten şans verilmeyen bir takımdılar ama en azından diğer takımlar gibi silik bir oyun yerine Şili'nin temposuna ayak uydurdular. Skor yanıltıcı olabilir, Şili olmayacak golleri kaçırdı, maçın hakkı en az Almanya'nın skoru kadardı.İspanyol bir gazeteci diyor ki: "15 gün önce İsviçre'nin kampındaydım. Bize bir gol bile atabileceklerine inanmıyorlardı." Kaçırdığı nokta yememeye inandığıydı İsviçre'nin. 2006'da bir üst tura yemeden çıkan, Ukrayna'ya da penaltılarla yine normal sürede yemeden elenen İsviçre, kupalarda 5 maçtır gol yemiyor. Senderos'un ilk yarıda sakatlanıp çıktığı oyunda başta kaleci olmak üzere hatasız oynadılar. Amaçları belliydi, arada bir tane sıkıştırırsak kazanırız, açılırsak bizi mahvederler. Kupada Mourinho felsefesi ağır basıyor. Buna İsviçre'nin haddini bilmesi de diyebiliriz aslında. En güzel futbolu vaadeden İspanya'da Senna'nın yokluğu ritmi bozuyor. Busquets burada da en zayıf halka. Ona David Silva'nın etkisiz oyunu ve Iniesta'nın da sakatlıktan dönmesi nedeniyle hazır olmamasını eklersek, dişlileri yerli yerine oturtamadılar. Buna bir de Villa ve Torres'in son vuruşlarda kalitelerinin çok uzağında kalmalarını eklersek bir de üstüne futbolun tanrıları böyle istedi dersek, İsviçre galibiyeti normal sonuç işte! İspanya'nın işi zor. Dünya Kupası tarihinde ilk maçını kaybedip kupayı alabilen bir takım yok. 82'de Almanya, 90'da Arjantin, 94'e İtalya ilk maçlarını kaybedip, finale gelebilen ancak orada kaybeden ülkeler.Uruguay, Fransa karşısında rezaletti. Domenech'li Fransa'ya ayak uydurup çile çektirmişlerdi. Bu kez Cavani takviyesiyle kazanacağız mesajıyla çıktılar. Kolay bir galibiyet oldu. Forlan ilk golde Man. United'a atan Bolic'e selam çaktı. Güney Afrika ilk maçta risk almamıştı, bu kez de almadılar, ya da alamadılar. Bu kadroyla buraya kadar. Dünya Kupaları tarihinde ilk iki maçından birini bile kazanamayan ev sahibi takım olarak tarihe geçtiler. İki sakatlık notuyla günü bitirelim. İtalya'da kaleci Buffon iki maçta yok. Pirlo ise 2. maça yetişecek gibi görünüyor...