Bugün Jorge
Mendes ve Mina Raiola’nın bir numaraya oynadığı menajerlik mesleğinde bir
zamanlar büyük ağabeyleri eski bir spor gazetecisi olan Pini Zahavi’ydi. 1974
Dünya Kupası’na maçları izlemekten daha çok teknik adam ve kulüp
yöneticileriyle tanışmak için giden Zahavi’nin işi zordu. İngiltere’ye oyuncu
satmak istiyordu ama Ada’daki teknik adamlar bırakın onun getireceği İsrailli
futbolcuları Avrupa kıtasındaki oyuncuları bile tanımıyordu. 80’lerde
Liverpool’a Avi Cohen ve ardından Rosenthal’ı satan Pini Zahavi’nin iki kozu
vardı, biri ağzı iyi laf yapıyordu iki; Liverpool tesislerine ülkesinden kasa
kasa portakal taşıyor, eli boş gitmiyor, herkese kendini sevdiriyordu.
Teknolojinin emeklediği yıllar elbette. Bırakın interneti, bir başka ülkenin
lig maçlarını bile izlemenin zor olduğu günlerdi.
Bugün bir
teknik adam ya da kulüp yöneticisi için transfer listesindeki futbolcunun
oynadığı bütün maçların görüntüsüne ulaşmak bir tuş ötesinde. Yetenek avcıları
sadece sahadaki performansı değil oyuncuların özel hayatlarını hakkında çıkan
haberleri de raporluyorlar. Yani, Brezilya’ya oyuncu izlemeye gitmenin modası
geçti. Avrupa’nın dev bütçeli kulüpleri, dünyanın dört bir köşesinde yerel
izleme komiteleri kuruyor ve bırakın fidan olmayı futbolcu daha fide verirken
ileride ne hasat alacaklarının hesabını yapıyorlar. Bugün Türkiye’de bir
futbolsever Cumartesi günü ekran karşısına geçip, Pazar gece yarısına kadar
aralıksız naklen yayınlanan maçları izleyebilir. Bugünün gençleri Avrupa’nın 5
büyük liginde şampiyonluk yarışındaki takımların 11’lerini ezberden sayıyorlar.
Zahavi’nin video kasetlerle oyuncu tanıttığı yıllarda ansiklopediden 200
ülkenin başkentini ezberleyen kuşak ise bugün artık 40 yaşın üzerinde…
Taraftarlık
hele de babayla maça gitmek en güzel çocukluk hatırasıdır, gençlik günlerinde
tutulan takıma kendisine aynı yaşta bir futbolcu geldiğinde insan büyüdüğünü
anlar. Gün gelir kendisiyle aynı yaşta futbolcu takımında kalmadığında,
sahadakilerin hepsinden duvarlara fazla takvim asıldığında ise Yaş 35 şiiri
anlam kazanır…
Bir
fotoğrafa bakarak yazıyorum bu satırları… Best, Platini, Maradona’nın lig
kariyerlerinin tamamını izleyebilmek mümkün değildi. Fotoğraftaki gençler,
90’ların sonunda Arjantin 23 yaşaltı milli takım formasını giydikleri günlerde
bir araya gelmişler. Kimi Boca Juniors’lı kimi River Plate’li. Hepsinin
hayalleri var, fonda The Cranberries çalıyor mesela, Dolores O’Riordan’ın eşsiz
sesi yankılanıyor Buenos Aires’te, Londra’da, İstanbul’da, Ankara’da…
Bu gençler
Arjantin’e 1997’de Dünya Gençler Şampiyonası’nda getiren gençler ve bizim için
özel olan, bu futbolcuların yıldız olma yolunda ilerdiklerini günden
kramponlarını astıkları güne kadar tüm kariyerlerini izleyebilmiş olmamız. Sol
bek Diego Placente’yu belki her futbolsever hatırlamaz ama Samuel, Riquelme,
Aimar ve Saviola dendiğinde bu oyunu seven herkesin hatırladığı bir gol, bir
maç bir hikaye vardır mutlaka…
Şimdi fonda
yine The Cranberries çalıyor; İstanbul
nere Buenos Aires nere… Erkin Koray’ın “Öyle Bir Geçer Zaman ki” sindeki eşsiz
yorumu, Dolores O’Riordan’ın “When You’re Gone”daki (Sen Gittiğinde) kalp
ağrısı sesine karışıyor. “Ama seni özleyeceğim gitmiş olduğun zaman” diyor
Dolores, “Öyle bir geçer zaman ki /Dediğim aynı ile baki/ Birden dursun
istersin/Seneler olunca mazi/Öyle bir geçer zaman ki” diyor Erkin Koray…
Samuel, Placente, Riquelme, Aimar ve Saviola kramponlarını asıyorlar,
formalarını çıkartıyorlar, Dolores O’Riordan ölüyor ansızın 46’sında… “Sen
gittiğinde” kalıyor geriye bir de öyle bir geçer zaman ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder