22 Ocak 2017

Garibanlar Bielsa'sı:
Jorge Sampaoli


Tarihinde ilk kez Güney Amerika Kupası’nı finalde Uruguay’ı devirerek alan Şili’yi zafere taşıyan adamdı o. Kısa bir zaman sonra Uruguay, kupayı kaptırdığı Şili’yi 3-0 mağlup ettiğinde istatistikler maçta yüzde 73 topa sahip olan tarafın Şili olduğunu gösteriyordu. Vardı bu futbolda ve ona sordular. “Topa yüzde 73 sahip olup nasıl 3-0 mağlup oldunuz?” sorusuna Jorge Sampaoli gülümseyerek bir yanıt verdi: “Bakın size bir hikaye anlatayım. Bir akşam çok güzel bir kadınla bir bara gittim. Her şeyden konuştuk, yeni tanışmıştık ama sohbetimiz flört doluydu. Birbirimizi anladık, bütün gece sohbet ettik. Sonra gecenin vakti, barın kapısından giren bir adam o hiç tanımadığı yanımdaki kadını alıp gitti. Üzülmedim çünkü benim için mühim olan o akşamın büyük bir bölümünde benimle beraberdi.”


Çok özel bir adam Jorge Sampaoli. Arjantin futbolunun efsanesi Jorge Valdano onu şöyle anlatır: “Bir gün kardeşim Arjantin’de bizim doğduğumuz kasabaya yakın yerde yaşayan bir adamın benimle görüşmek için çok çabaladığını ve yardımcı olmamı istedim. Tanıdığım biri değildi, evime geldi ve tam yedi saat bana futbol hakkında sorular sordu. Bir iki yıl sonra gazetede fotoğrafını gördüğümde adını unuttuğum adamı hatırladım. Jorge Sampaoli’ydi o adam.”

“Keşke hayatta tutkuyla bağlı olabileceğim ikinci bir spor dalı olsaydı” diyecek kadar çok seviyor futbolu Sampaoli. Bazı teknik adamları diğerlerinden ayıran da budur. Sahaya takım elbiseyle değil, eşofmanla çıkan, 90 dakika boyunca kulübede oturmayan, sürekli maçı yaşayan, hakemle uğraşan, yeri geldiğinde rakip kulübüyle ve tribünlerle gerginlik yaşayan, tutkusuyla çalıştırdığı takımın taraftarının sevgilisi olan, kazanmaktan öte maçın ruhunu yaşayan, kendini kaptırıp giden teknik adamlar... Ne Mourinho, ne de Pep Guardiola uyuyor bu tarife. Ne Zidane ne de Ancelotti... Fakat aklınıza gelen ilk ismin kim olduğunu biliyorum. Elbette ki Marcelo Bielsa. Arjantin’in dünya futboluna hediye ettiği tarihin en iyi teknik adamlarından biri, o çok yakışan “Deli” (El Loco) lakabıyla bilinen Bielsa. 19 yaşında ayağı kırıldığı için futbol kariyeri başlamadan biten Jorge Sampaoli’nin idolü elbette ki Bielsa... Ona Güney Amerika’nın Mourinho’su da diyenler var ama daha güzeli Garibanların Bielsa’sı. 


Çünkü günümüzün en büyük futbol filozoflarından biri olan Bielsa hayatında hiç maddi sıkıntı çekmemiş aristokrat bir aileden geliyor. Dedesi, ülkenin önemli düşünürlerinden, babası baro başkanı bir avukat, annesi tarih profesörü olan Bielsa, Sampaoli için bir rol modeli. Bugüne kadar bir kez olsun idolü için “Deli” lakabını kullanmamış olması ona olan büyük saygısından dolayı elbette. River Plate maçlarını izlemek için Buenos Aires’e hafta sonlarında 12 saat yol yaparak gelen, Bielsa’nın bütün basın toplantılarını kasetlere kaydeden, cüzdanında kaybettiği babasının fotoğrafını taşıyan bir başka “deli”den bahsediyorum size…


Onun kaderini değiştiren maç 1996 yılında oynandı. Genç takımın hocası Sampaoli’yi hakem itiraz ettiği için saha dışına gönderdi. Bir semt sahasından hallice yerde takımından ayrı kalmayı kendisine yediremeyen Sampaoli bir ağaca tırmandı ve oradan direktifler vermeye başladı. La Capital Gazetesi’nden bir muhabirin çektiği fotoğrafı yayın yönetmeni ertesi gün birinci sayfada kullandı. Ağaca çıkmış bir teknik adam! “Bekler hücuma çıkmaz. Kanat oyuncusu yok. Arjantin’deki futbolu izlerken baygınlık geçiriyorum” diyen Jorge Sampaoli, ülkesinde Newell’s Old Boys alt yapısı dışında hiçbir takımı çalıştırmadı. O, onun vizyonuna ve futbol felsefesine inanan takımların peşine düştü. Ona futbol dünyasının “kel Che’si” de dediler. Peru, Şili ve Ekvador Ligleri’ne oynattığı futbolla imza attı. Oyun felsefesi elbette ki usta kabul ettiği Bielsa’dan emanetti. Üçlü defansın önüne koyduğu dörtlü orta rakibin forvet hattını da orta sahasını da imha ediyordu. Çok koşmak lazımdı onun takımında. Gün geldi Şili’de bayrağı Bielsa’dan teslim aldı. Kimse şaşırmadı elbette. İnsan ilişkilerinde zor adam olan Bielsa biraz da aristokrat kimliğiyle geçinilmez kartvizitiyle dolanırken, halk adamı Jorge Sampaoli Şili’de hayal edilenden de fazlasını yaptı. Güney Amerika Kupası’nı kazanan milli takıma veda ederken adı Bielsa gibi Lazio ile anıldı ama İtalyanların futbolunu da sevmiyordu.

Bielsa, futbola büyük bir tutkuyla bağlı A.Bilbao ve Marsilya taraftarının gönlünü fethetmiş ama ayrılıklarıyla da biraz pas tadı bırakmıştı memleketine dönüp inzavaya çekilirken. Sampaoli, kendisi kadar tutkulu bir kulüp ve tribünler arıyordu. Aklınıza Fenerbahçe ve Galatasaray gelmesin. Bielsa, Sampaoli gibi adamların futbolu çok bildiklerini sanan ama zerre anlamayan kulüp yöneticileriyle ilişkisi bir ay bile sürmez bizim futbol iklimimizde. Sampaoli kendine yakışanı yaptı. İspanya’da Endülüs bölgesinin bütün genlerini üzerinde toplayan Sevilla’nın teknik direktörü oldu. Geçen hafta Real Madrid, 40 maçlık yenilmezlik rekoruna son verdi Jorge Sampaoli. 85. dakikada Ramon Sanchez-Pizjuan Stadyumu’nda taraftarı önünde 1-0 gerideydi Sevilla. Yedi dakikada çevirdiler maçı ve kazandılar. Bir zamanlar futbol tutkusunun ağaca çıkardığı Jorge Sampaoli bir dakikasında oturmadığı maçın ardından bir çocuk masumiyetiyle seviniyordu çimlerde… Onun çalıştırdığı takımları karşı maç kazanabilirsiniz ama Sampaoli’yi pes dedirtemez, onu yenemezsiniz…  

Marcelo Bielsa: El Loco

3 yorum:

Mustafa Çağdaş Küçük dedi ki...

Bülent Bey, şöyle bir ifade var yazınızda, bir bakın derim, saygılar:
“Bir gün kardeşim Arjantin’de bizim doğduğumuz kasabaya yakın yerde yaşayan bir adamın benimle görüşmek için çok çabaladığını ve yardımcı olmamı istedim."

nikolatesla dedi ki...

yıl 2017. 2007'de olduğu gibi inatla her tarayıcıyı açışımda acetoya tıklıyorum. arada sırada bunun gibi nefis yazılarla karşılaşır mıyım acep diye. sağolsun sen de yüzümüzü kara çıkarmıyosun ağabey :) eline sağlık

bu blogun zirve yaptığı, günde 3-4 postlu günleri özledim. ne ülke bu durumdaydı, ne futbol ne de sanırım hayatlarımız. ramon'u bile özledim yemin ederim ya

GoHo dedi ki...

Çok güzel yazılar yazıyorsunuz. Üç dileğim olsa... Peter Pan gibi uçmak, Neşet Ertaş gibi bağlama çalmak ve sizin kadar iyi yazılar yazmak isterdim...