20 Mart 2016

Totemsiz Derbi Kazanılır mı?


Rakip takımın santrforu penaltıyı atarken ellerinizi bağlayıp kalecinize güç verir misiniz? O top üst direkte patladığında penaltının kaçmadığına, sizin kurtardığınıza inanır mısınız? Kaleniz ablukaya alındığında, sağlı sollu ortalar ceza sahanıza indiğinde stoperlerinizle birlikte oturduğunuz yerden zıplayıp, topun uzaklaşması için garip sesler çıkarır mısınız? Golcünüzün ayağına top geldiğinde verdiğiniz enerjiyle yedi metrelik kale gözünüzde 17 metre olur mu? "22 adam bir topun peşinden koşuyor" diyenlere garip gelebilir ama taraftarlık, futbol tutkunu olmak böyle bir şey. Tribünde buz gibi havada ya da 40 derece sıcakta 90 dakika durmadan tezahürat yapıp, ertesi gün işe, okula gittiğinizde sesiniz çıkmadığında, kazanılan maça bu ses telleri feda olsun demediniz mi hiç? Bu akşam Galatasaray-Fenerbahçe derbisi var ve milyonlarca taraftar 36 futbolcu iki teknik adamın aklı, yüreği ve terine ne katabilirim hesabını yapıyor yatağından kalktığında. Kimi stadyuma gidecek, kimi arkadaşlarıyla evin salonunu tribüne çevirecek, kimi restoran, kafelerde gol sevincini hiç tanımadığı komşu masadaki renktaşlarıyla yaşayacak, ezeli rakibinin taraftarlarının olduğu masalara ters bakışlar atacak. Derbinin sabahında zaten herkes kafasında 90 dakikayı oynamış olacak, sahaya çıkacak 11, golün atılacağı dakika, rakibe alınacak önlem, oyuncu değişiklikleri hep tamam. Kimse kafasında oynadığı derbiyi kaybetmez zaten. Fakat bir şey daha olmalı... Evet, totemler, uğurlar. Onlar olmadan derbi kazanılmaz elbette. Stadyuma gidenlerden başlayalım o zaman. Kural bir, hayatında derbiye gelmemiş bir arkadaşla asla beraber derbiye gidilmez. Kız arkadaş ve eş, büyük maç atmosferini yaşamak isteyebilir ama takım sevgisi derbi sabahında aşka galip gelir, "Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin maçı var, akşama bekleme beni yar" mesajıyla kapı çekilir. Her sezon yeni forma alıyor, kulübünüze destek veriyor olabilirsiniz ama derbi kazanmış formanın yeri ayrıdır, o forma derbi kaybetmediği sürece sırttan çıkmaz. Derbi kazanılan pantolon, ayakkabı bir kenara not edilir, kış günü giyilen mont derbi kazanmışsa bir sezon sonra derbi mayıs ayına denk düşse bile farketmez, o montla stadyuma gidilir. Derbi kazanılan kıyafetler yıkanmasın diye bir torbanın içine koyup dolabın dibine gizleyenler yok mu, var elbette. Uğurlu atkı vardır, onsuz evden çıkılmaz. Son derbide gol ayaktayken gelmişse bu derbide 90 dakika oturulmaz. Gol gelmediyse yanındakiyle koltuk değiştirilir. Gol yenmişse tribünün bir başka köşesine gidilir ama asla stadyum terk edilmez...


Sıkı totemciler iyi bilir ki derbi kazandıran totem başkalarıyla paylaşıldığında işlevini yitirir. En bilineni, kazanacağına inanıp, kesin kaybedeceğiz, üçlük, beşlik olacağız demektir. Ezeli rakibin galibiyetine ufak bir bahis oynamak da işe yarar kimi zaman. Evde derbi izleyenlerin totemleri say say bitmez. Uğurlu koltuk kimseye kaptırılmaz, derbi kaybetmiş arkadaş eve davet edilmez, gol atıldığında anne ayaktaysa, "Anacım gözünü sevim 30 dakika kaldı, oturma" denir. Baktın ki takımın kötü oynuyor, ekran başından kalkıp arka odaya gittiğinde gol sesi gelirse o derbinin kalanı seyredilmez. 1-0 öne geçince televizyonu kapatıp, yorganı kafasına çekenler, uğurlu kebapçıdan lahmacun söyleyenler, gol olduğunda çay bardağı elinde olup maç boyunca elinden bırakmayanlar, derbi kazanacağım diye tuvaletin yolunu unutanlar, gol olduğunda tuvalette olup, ekran başına dönemeyenler, "Hatırlıyor musun o son derbide çoban salatada maydonoz yoktu, bugün de koyma diyenler..." Bir de ekran başında derbi heyecanına dayanamayıp kendini sokağa atanlar var. Kulağında kulaklık uzun bir yürüyüşe çıkıp, hesapta skordan habersiz 90 dakika geçireceğim deyip, takımının gol attığını mahallenin gürültüsünden öğrenip, koşar adım eve dönenler. Derbi günü şehri terk edenler ve elbette derbiyi kaybetmiş ise ertesi gün işe, okula gelmeyenler, "Ağabey geçen yıl derbiyi kazanırken askerde nöbetteydim" deyip terhisine sevinemeyenler. Prekazi, Aykut Kocaman, Hagi, Alex kokan formalar, Cemil, Metin, Rıdvan, Tanju'yu hatırlatan o eski atkılar... Sneijder'li, Van Persie'li umutlar... Totemci ağabeylere saygılar... Hayırlı pazarlar. Derbi, hayattır... Yaşamasını bilene... 

we

4 yorum:

Adsız dedi ki...

hocam o değilde artık yorum yayınlamıyorsun sanırım.

Adsız dedi ki...

Bülent abi selamlar. kendimi futbol hastasi olarak tanimlayabilirim, futbol oynarim seyrederim konusurum okurum futbolla alakali ne varsa benim hayatimin bi parcasi, ayni yemek icmek gibi bi ihtiyac benim icin.

Ve benim icin futbolun ve hayatin bi parcasida senin blog'undur. Yasim 27 ve yillardir siki bi takipcinim. Yazdiklarini okurken hic bimesin istiyorum, futbola olan askimin bir parcasi olarak goruyorum senin bu yazdiklarini.
Hani muthis bi yemek gelir onune tadina bakarsin tuzu yoktur ve o yemegin asil tadini veren ufak bi detayda olsa o tuzudur. Eger o yemek futbolsa senin bu blogunda tuzdur.

Abi uzun lafin kisasi allah sana ve sevdiklerinle uzun saglikli huzurlu ve futbollu bi omur versin ve hep yazmaya devam et bizi ayda birde olsa bu yazilarindan mahrum birakma.

Almanyadan saygilar sevgiler
Faruk Öztas

Adsız dedi ki...

Yazdigim yorum neden yayinlanmiyoru bülent abi:(

OmerBurger dedi ki...

Bülent Ağabey, Faruk kardeşimin yukarıda yazdığı yorumun altına imzamı atarım. Sevgiler.