Bir zamanlar lig maçlarının oynandığı stadyuma erken gelen taraftarlar, şimdi A2 geçmişte PAF takımı dediğimiz genç oyuncuların maçlarını izler, altyapıdan A takıma yükselmesi muhtemel isimleri gözlerine kestirirlerdi. İki güzel çalım atan, uzak köşeye ağabeyleri gibi plase yapanlar alkışı alır, hafta ortasının futbol sohbetlerinde "Genç takımda bir çocuk var, 10 yıl formayı bırakmaz" cümlesinin öznesi olurlardı. Sabri Sarıoğlu da Ali Sami Yen Stadı tribünlerinde daha A takıma yükselmeden bir şehir efsanesiydi. Çocuk çok iyi, sağ kanatta geçemeyeceği adam yok, çok hızlı, çok çevik, çok, çok... Altyapısından Bülent Korkmaz, Tugay Kerimoğlu, Okan Buruk'u çıkarmış, son pırlantısı Emre Belözoğlu'nu avans istediği başkan odasında "Seni kim alır ki" sözünü duyunca Inter'e gittiğini öğrenen Galatasaray camiası için Sabri "Yeni Emre" idi. Gittiği günden bugüne yolu gözlenen Mircea Lucescu onu A takımla kampa götürdüğünde 17 yaşındaydı ve genç milli takımlarda 71 kez forma giyen Sabri için kampın ilk gününde "İşte yeni Emre" manşeti atıldı. Sabri her mevkide oynayabiliyordu ve Lucescu da onun için "Gelecekte gerçekten müthiş bir yıldız olacak" yorumunu yapmıştı. Sabri ile bir zaman sonra Galatasaray forması giyecek olan Berkant Göktan için de Alman futbolunun bir numarası Franz Beckenbauer "Yüzyılın yeteneği" demişti ama bir zaman sonra Berkant'tan olmayınca "Bayern Münih'te atlaması gereken bir basamak vardı, onu atlayamadı" diyerek bir gerçeğin altını çizmişti. Genç takımlarda parlayan her futbolcu, şaşalı bir kariyere sahip olamaz. Sabri de olamadı aslında. Sağ açık Sabri, Fatih Terim'in Galatasaray'daki ikinci döneminde formayı kaptı, bir zaman sonra sağ bek oldu. Hagi ertesi sezon Florya'da genç takım günlerinden bildiği Sabri'yi oynattı ama Erik Gerets'in tercihi Cihan Haspolatlı oldu.
2006'da son hafta, 2008'de teknik direktörsüz kazanılan iki şampiyonlukla geçen yıllardan bugüne Galatasaray'dan çok teknik adam geldi geçti, Şampiyonlar Ligi kazanmış Rijkaard, İstanbul'da kariyerinin dibini gördü bir daha kendine gelemedi, Karl Heinz Feldkamp, Galatasaray'a tarihinin en iyi futbolunu oynatan iki teknik adamdan (Fatih Terim) biriydi, yapamadı. Lincoln, helikopter alacaktı, Misimoviç sahada sakız çiğniyordu, Jo, Gürpınar'da garsoniyer tutmuştu hikayelerinin karşı tarafında ise Sabri vardı. Uykusuna, içtiğine yediğine dikkat eden, idmanlarda iyi çalışan ve Galatasaray'ın çocuğu günlerinden Galatasaray'ın kaptanlığına uzanan Sabri...
Futbol yeteneklerinin farkında olduğunda yararlı bir adamdı aslında. Gökhan Gönül olmasa A Milli Takım'ın son 10 yılında sağ bek onun olurdu, doğrusu bu onun değil; memleketin tüm sağ beklerinin problemiydi. Topu alıp 70 metre sürüp gol attığı da oldu, sol ayağıyla gol atıp mucizelere inananları oturdukları yerden ayağa kaldırdığı da. Kaleci çalıştıran ortalar da yaptı, adrese teslim gol pasları da verdi. Ona kim uzaktan iyi vuruyorsun demişse kariyerine en büyük darbeyi vurmuştu zamanında. Uzaktan hep iyi vurduğuna inandı, tribüne giden toplar onu bir zaman sonra taraftarın gözünde karikatür adam haline getirdi. O bundan rahatsız değildi, kısıtlı yeteneklerinin espri konusu olmasından bile para kazandı, reklamlarda oynadı. Her futbolcudan Hagi, Sneijder, Alex olmasını bekleyemezsiniz. Sabri bir zamanların dört ciğerlisi denilen Rıza Çalımbay'ı andırıyordu. "Atom Karınca" Rıza da orta yapmadan önce topla bir duraklar, kafasını kaldırır ama hiç olmazsa adrese teslim atardı. Hayat bu, yıllar yerinde durmuyor, biyonik Sabri de 30'unu geçince taylıktan terfi etmiş genç kanat oyuncuları karşısında sallanmaya, yetmemeye, ileri gitti mi geri dönmemeye başladı. Formasının arkasına Villarreal maçında "Sarbi" yazılmıştı... "Sarbi" gibi maçlar da oynadı Sabri, eli, ayağı birbirine dolandı. Galatasaray taraftarına üçlü çektiren, şampiyonluk kutlamalarının saha içindeki amigosu, Fenerbahçe derbilerinde Emre, Volkan ile kavga eden sarı-kırmızılı formanın delikanlısı... Bir zaman sonra o karikatür kimliği ona "Sabri Reyiz" lakabını getirdi. O da bunu sevdi ki gitti formanın üzerine ceketi omuzlarına atıp külhanbeyi pozları verdi. Bir takımda altyapıdan yetişmek, uzun yıllar forma giymek kaptan olmak için iyi bir sebeptir ama yeterli neden midir? O kaptanlığa kıdemmiş, askerlikte alt-üst devre, dede-torun hiyerarşisi gibi baktı. Selçuk İnan'ın, Sneijder'in kaptan olmasına bozuldu. İki sezon arka arkaya Melo ile saha içinde kavga etti, Aslında ona sorsanız yıllar boyunca hakkında çıkan tüm olumsuz haberler yalan, eleştiriler haksızdı. Bu "En beyazım" bakışı bile onun özeleştiri eksikliğidir. Diyelim ki Mancini onu izlediği ilk idmanda "İtalya'da ancak 3. ligde oynar" demedi. Diyelim ki, Ünal Aysal, forma üzerine o ceketli pozunu görüp biletini kesmedi. Diyelim ki Prandelli, topu kendisine atıp "Sabri'yi teknik direktör kadro dışı bıraktı" diyen başkanı Ünal Aysal'ı o gün değil de, aylar sonra yalanladı. Diyelim ki kaptanlık pazubandı alınan Sabri, Florya'da hiç sorun çıkartmadı. Diyelim ki Şampiyonlar Ligi maçı kadrosunda olmadığını öğrenince topu hocasına doğru vurmadı. Diyelim; çünkü Sabri böyle mutlu oluyor. Ne kazandığı Galatasaray yönetimini bağlar, kazandığını neye harcadığıysa Sabri'yi... Onu 15 yıl önce genç takımda izleyenler ondan Çelik Blek olacak sanmıştı. O Rodi oldu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder