Feyenoord
formasıyla UEFA Kupası’nı kaldıran Pierre Van Hooijdonk, Fenerbahçe’nin yolunu
tuttuğunda Hollanda kulübü onun boşluğunu doldurmak için Utrecht’ten genç bir
forveti kadrosuna katmıştı. O genç, usta Hooijdonk gibi Feyenoord formasıyla
şampiyonluk sevinci yaşayamadı ve şampiyonluğun ne olduğunu öğrenmek için 10
yıl bekledi. Hooijdonk gibi. Fenerbahçe’de ilk şampiyonluk kupasını kariyerine
yazdıran Hooijdonk’tan 10 yıl sonra bu kez Dirk Kuyt, sarı-lacivertli forma ile
ligi önde göğüsleyen takımın önemli bir parçası oldu. İkisi de kariyerlerinin
sonunda kürkçü dükkanına döndüler. Hooijdonk, 2006’da Feyenoord’da bir sezon
oynayıp veda ederken, Kuyt da iki gün önce son sezonunu çıkış yaptığı kulüpte
geçireceğini açıkladı.
Liverpool formasıyla şampiyonluk yaşamasa da Premier Lig’in posterlik oyuncularından biri olmayı başarıp gelmişti İstanbul’a. Hollanda bildiğiniz santrfor madeni, bir zaman sonra sağ kanatta ve hatta milli takımında sağ bekte gördük onu. Kadife ayakları yoktu, topla dansedenlerden değildi ama tekmeye kafa uzatanlar kulübü üyesiydi, delişmen, son saniyeye kadar pes etmeyen, koşmayı meslek edinmiş, futbolun takım oyunu olduğunu ilk günden bilen saha içinde müthiş profesyonel ve saha dışında örnek bir adam. Bazı futbolcular televizyon ekranına sığmaz. Oynadıkları futbolun hakkını verebilmek için tribünden izlemeniz gerekir. Top ayağındayken değil, topsuz koşularıyla rakip defansın dengesini bozan adamlardandı Kuyt. Alex’in ayrılığı sonrasında bazen de her şeyi yapmaya çalışırken kendi işini yapamayan adam. Oynadığı son Galatasaray derbisi de Fenerbahçe formasıyla kariyerinin özeti sanki. Topla kendisine göre ters-sol-kanatta buluştu ve 80 dakikası geride kalmış oyunda müthiş bir enerjiyle ayağıyla kapatıp direk dibine vurduğu golle Kadıköy’ü ayağa kaldırdı. Şimdi vefa borcunu ödemek için Feyenoord formasıyla sahaya çıkacak gelecek sezon.
Kuyt bana futbol dünyasında çıkış yaptığı, yetiştiği kulübü dönenleri hatırlattı bu kararıyla. Atletico Madrid’de genç yaşta kaptan olan, Liverpool ve Chelsea forması giydikten sonra bu devre arasında hatırlanmayacak bir Milan macerasından sonra evi Vicente Calderon Stadı’na dönen Fernando Torres gibi… İspanya’yı Real Sociedad ve Villlarreal formalarıyla kavurduktan sonra Beşiktaş’a dönen ve keşke de dönmeseydi dedirten Nihat Kahveci gibi. Barcelona formasıyla Franco rejimi sonrası Real Madrid’e kafa tutan Johan Cruyff’un 1981’de yetiştiği Ajax’a dönmesi gibi. Flamengo formasıyla harikalar yarattıktan sonra Udinese’ye gelen ve iki yılın ardından tekrar unutamadığı o forma için dört yıl daha ter döken Zico gibi. Boca Juniors’da yetişmemiş olmasına rağmen, aşık olduğu sarı-lacivertli formaya görkemli ve skandalı bol Avrupa yılları sonrasında kavuşan Maradona gibi.
Çin’de forma giydikten sonra Galatasaray’da 1.5 sezon kalan ve adının yazıldğu pankartın yokluğunda tribünden hiç inmediği Chelsea’ye yeniden merhaba diyen Drogba gibi. 120 gol atıp veda ettiği Liverpool formasından beş yıl uzak kalan ve 2006’da 30 yaşında tekrar kırmızıyı giyen Robbie Fowler gibi. Avrupa’da bir orta saha oyuncusu ne yapmalı dersini yıllarca verdikten sonra babasının da kupalar kazandığı, yetiştiği kulüp olan Estudiantes’e dönüp yine kupa kaldıran Seba Veron gibi. Coritiba'ya dönen Alex de Souzagibi... İspanya ve İtalya’da son 15 yılın en şık golcülerinden biri olan ve bugünlerde Racing Club forması giyen Diego Milito gibi. Liste uzar gider, bu dönmeleri, bu burunda tütmeleri en güzel Konstantin Kavafis’in şiiri anlatır:
Liverpool formasıyla şampiyonluk yaşamasa da Premier Lig’in posterlik oyuncularından biri olmayı başarıp gelmişti İstanbul’a. Hollanda bildiğiniz santrfor madeni, bir zaman sonra sağ kanatta ve hatta milli takımında sağ bekte gördük onu. Kadife ayakları yoktu, topla dansedenlerden değildi ama tekmeye kafa uzatanlar kulübü üyesiydi, delişmen, son saniyeye kadar pes etmeyen, koşmayı meslek edinmiş, futbolun takım oyunu olduğunu ilk günden bilen saha içinde müthiş profesyonel ve saha dışında örnek bir adam. Bazı futbolcular televizyon ekranına sığmaz. Oynadıkları futbolun hakkını verebilmek için tribünden izlemeniz gerekir. Top ayağındayken değil, topsuz koşularıyla rakip defansın dengesini bozan adamlardandı Kuyt. Alex’in ayrılığı sonrasında bazen de her şeyi yapmaya çalışırken kendi işini yapamayan adam. Oynadığı son Galatasaray derbisi de Fenerbahçe formasıyla kariyerinin özeti sanki. Topla kendisine göre ters-sol-kanatta buluştu ve 80 dakikası geride kalmış oyunda müthiş bir enerjiyle ayağıyla kapatıp direk dibine vurduğu golle Kadıköy’ü ayağa kaldırdı. Şimdi vefa borcunu ödemek için Feyenoord formasıyla sahaya çıkacak gelecek sezon.
Kuyt bana futbol dünyasında çıkış yaptığı, yetiştiği kulübü dönenleri hatırlattı bu kararıyla. Atletico Madrid’de genç yaşta kaptan olan, Liverpool ve Chelsea forması giydikten sonra bu devre arasında hatırlanmayacak bir Milan macerasından sonra evi Vicente Calderon Stadı’na dönen Fernando Torres gibi… İspanya’yı Real Sociedad ve Villlarreal formalarıyla kavurduktan sonra Beşiktaş’a dönen ve keşke de dönmeseydi dedirten Nihat Kahveci gibi. Barcelona formasıyla Franco rejimi sonrası Real Madrid’e kafa tutan Johan Cruyff’un 1981’de yetiştiği Ajax’a dönmesi gibi. Flamengo formasıyla harikalar yarattıktan sonra Udinese’ye gelen ve iki yılın ardından tekrar unutamadığı o forma için dört yıl daha ter döken Zico gibi. Boca Juniors’da yetişmemiş olmasına rağmen, aşık olduğu sarı-lacivertli formaya görkemli ve skandalı bol Avrupa yılları sonrasında kavuşan Maradona gibi.
Çin’de forma giydikten sonra Galatasaray’da 1.5 sezon kalan ve adının yazıldğu pankartın yokluğunda tribünden hiç inmediği Chelsea’ye yeniden merhaba diyen Drogba gibi. 120 gol atıp veda ettiği Liverpool formasından beş yıl uzak kalan ve 2006’da 30 yaşında tekrar kırmızıyı giyen Robbie Fowler gibi. Avrupa’da bir orta saha oyuncusu ne yapmalı dersini yıllarca verdikten sonra babasının da kupalar kazandığı, yetiştiği kulüp olan Estudiantes’e dönüp yine kupa kaldıran Seba Veron gibi. Coritiba'ya dönen Alex de Souzagibi... İspanya ve İtalya’da son 15 yılın en şık golcülerinden biri olan ve bugünlerde Racing Club forması giyen Diego Milito gibi. Liste uzar gider, bu dönmeleri, bu burunda tütmeleri en güzel Konstantin Kavafis’in şiiri anlatır:
"Başka diyarlara,
başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent
vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle
yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir
ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp
yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem
gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara
yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve
heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler
bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek
durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı
mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde
ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente
varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de
bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen
hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok
ettin onu tüm yeryüzünde
1 yorum:
Klavyene sağlık abi.
Yorum Gönder