4 Mayıs 2014

Geçen Ömürden De Geçiyor

Altyapısından yetiştiği takımın büyüyünce golcü olacak umuduydu Sedat Debreli. Pozisyonu bildiğiniz 9 numara. Doğru zamanda doğru yerde olmak yetenek kadar önemli futbolda. Sliding Doors (Rastlantının Böylesi) filminde olduğu gibi. Bir saniyelik bir kararla, bir imzayla, bir formayla her şey değişir futbolcunun hayatında. 9 numara Sedat bir zaman sonra forvet arkası oldu, Suat Kaya'nın futbola veda ettiği maçta ön liberoydu. Biraz daha kalsa Galatasaray'da stoper olacak oradan da saha dışına çıkacaktı. Geçen, ömürden de geçiyor. Sedat Debreli şimdi 31 yaşında. Florya'da valizini topladı, memleketi turladı. Onunla aynı günlerde vitrine çıkan İlker Erbay da, yerli Roberto Carlos adayıydı. Galatasaray'ın idmanlarında fırtına gibi esen, Pinto sırtına alıp giderdi karşı karşıya kaldığında ufak tefek İlker'i. Yıllar sonra alt yapısından yetiştiği Galatasaray'ın futbolcuları Bolu'ya kamp yapmaya geldiğinde alt liglerde forma giyen bir futbolcu tedirginliğiyle dönem arkadaşlarıyla eski günleri yad etmişti. 


Kolay iş değil futbolcu olmak hele ki en üst ligde oynamak. Meşhur Barcelona altyapısı La Masia'dan son 15 yılda yetişen 150 futbolcudan toplasan 20'si yükselebildi A takıma. Gerisi elbet ekmek yemeye devam ediyor futboldan ama hayal ettikleri değil; bulabildikleri formayla. Abdullah Avcı'nın artık şehir efsanesine dönen 2005 yılında Avrupa şampiyonu ve dünya dördüncüsü olan 17'lik yıldız adaylarından bugün ayakta kalabilen kaç isim var ki? Kariyeri erken zirve yapıp son iki yılda sıradanlaşan gurbetçi Nuri Şahin, Trabzon kalesinde harikalar yaratan Onur Kıvrak, bu sezon Ersun Yanal sayesinde Avrupa'nın en iyi sol beklerinden biri olmayı başaran Caner Erkin, 10 yıldır Galatasaray'da patlama yapması beklenen ve bu sezon ağır bir sakatlık geçiren Aydın Yılmaz, biraz Aykut Demir, biraz Volkan Babacan. Gerisi olmadı o kadronun... 


Manchester United'ı zirveye taşıyan ve uzun yıllar oradan indirmeyen, en sonunda da filmi çekilen (The Class of 92) 92 kuşağına (Beckham, Butt, Giggs, Neville kardeşler, Scholes) benzer bir kuşağı da 2000'lerin ilk yarısında Galatasaray yakalamıştı altyapısında. 87-88 doğumlu kuşağın şöhreti, daha bu gençler A takımla sahaya çıkmadan menajerlik oyunlarının meraklıları sayesinde ülkeyi sarmıştı. En iyi golcü, fırtına gibi kanat, hava topu vermeyen stoper, yorulmak nedir bilmeyen ön libero, Emre-Okan gibi orta saha... O kadar çoktular ki, 12 tanesi pişmek için kulübün pilot takımı Beylerbeyi'ne yollandı. Ülke futbolunun acı gerçeği, "altyapı yarışmaz, yetiştirir"i yine gözardı eden teknik adamlar en fazla iki üçüne forma verip, 30'lukları sahaya sürdü. Zafer Şakar bu kuşağın ağabeyiydi. Orta sahada nefis tekniğiyle yerli Xavi olabilirdi. Olmadı. Oğuz Şabankay, Almanya'da bir hazırlık maçında oynadığı futbolla yanımda oturan Alman gazeteciyi mest etmiş, "Ne şanslısınız, biz de böyle saf yetenekler yok" dedirtmişti. 

Mülayim Erdem, Galatasaray'ın unutulmaz forveti Arif Erdem'in yeğeniydi. Amca kontenjanından girmemişti altyapıya. Orta sahada top ayağındayken sürekli yukarda kafasıyla "Gün gelir belki Pirlo olur" bile dedirtiyordu ama bizim memlekette hali vakti yerinde ailelerin çocuklarının futbol sahasında eksiği hırs. Kayboldu gitti Mülayim. Mehmet Güven sessiz ve utangaç bir çocuktu, atlaman gereken bir eşik vardır futbolda büyük hedefleri olan bir takımda tutunabilmek için. Eksiğin neyse ona bulman, onu geliştirmen ve vazgeçmemen lazım... Yavaş kaldı Mehmet Güven hızlanan futbolda... 


Ferhat Öztorun, İstanbul'un futbolcu yetişmesi zor semtlerinden Etiler'de büyümüş, bankacı babası onu yıllarca Etiler'den Florya'ya idmana getirip götürmüştü. Bir Fenerbahçe derbisinde yediği ters çalım, sonra gaza basamadığı Trabzonspor yılları... Cafercan Aksu, milli takımın alt yaş gruplarının değişmez forvetiydi. Bir turnuvadan bir turnuvaya, 18'ine gelmeden eskitilen üç dört pasaport... Zayıf ve çelimsizdi, yaş grubundaki defanslarla baş edebiliyordu ama iş büyük sahneye çıkmak olunca, ezildi... Özgürcan Özcan, Hakan Şükür'ün sayısını unuttuğumuz veliahtlarından biriydi. Cafercan'ın aksine yaşıtlarının yanında üç-dört yaş büyük duruyor, güçlü fiziğiyle stoperleri hava toplarında eziyordu. Hakan Şükür, Necati, Ümit Karan, Hasan Kabze dörtlüsünün arkasında bekleyen genç yetenek olmak belki de kariyerinin en büyük talihsizliğiydi. 
Uğur Uçar, kiralık gönderildiği Kayseri'den pişip döndüğünde "olmuştu" ama güzel oyunun kabus tarafıyla Konya'nın buzlu zemininde tanıştı, diz kapağı kırıldı. Hepsi hâlâ futbol sahnesinde, olmak istedikleri yerlerde değiller, hayalleri vardı hepsinin, beraber büyüdükleri takım arkadaşları gibi... 

Manisa'ya kiralanmasa, Robert Pires'i İstanbul'a getiren meşhur uçak Atatürk Havaalanı'na inebilse; Arjantinli büyük (!) yetenek Carrusca futbolcu çıksa, Adnan Polat, Manisa formasıyla Fenerbahçe karşısında izleyip "Kim bu çocuk?" diye sorduğunda Adnan Sezgin "Bizim altyapıdan, kiralık verdik" demese; Adnan Polat "Sezon sonunda takıma dönüyor" yanıtını vermese; hayal etmese, futbola aşık olmasa, çok çalışmasa, hatalarından ders çıkarmasa; Stanford Bridge'de o çok da uzun olmayan boyuyla Londra semalarına yükselip o kafayı vuramayacak, direkten dönen topu Chelsea ağlarına yollayamayacak ve ekran başındaki Cafercan'ı, Özgürcan'ı, Mülayim'i, Zafer'i, Ferhat'ı Uğur'u, Mehmet'i, Oğuz'u "Goolll" diye oturdukları yerde zıplatamayacaktı "Kocakafa" Arda Turan.. Arda ile beraber Bayrampaşa'nın sokaklarında ve Florya Metin Oktay Tesisleri'nde büyüyenlerin yolları ayrı ama hâlâ iyi dostlar. "Stand By Me"de dediği gibi "12 yaşındaki arkadaşlarım gibi arkadaşlarım bir daha hiç olmadı." Kimin oldu ki? 

Hiç yorum yok: