12 Ocak 2011

Premier Lig'de Yabancı Patronlar

Bir futbolcunun bir maçta 3 gol atması: Hat-trick... “Şapkadan tavşan çıkartmak” zordur bu oyunda. Kriket sporundan emanet olduğu da anlatılır ama futbol romantikleri için şu hikaye her zaman kulağa daha hoş gelir. Oyuna profesyonelliğin gelmediği günlerde, taraftarlar peşine düştükleri takımlarından bir oyuncu 3 gol attığında, aralarında biri şapkasını çıkartır ve futbolcuyu ödüllendirmek için şapkayı taraftarlar arasında dolandırırmış... Futbolun amatör ruhla oynandığı günlerde ilk galibiyet primi belki de böyle verilmiştir...
Oyunu icat eden İngilizler için futbol işçi sınıfının hafta sonu eğlencesiydi. Cumartesi öğleden sonraları futbol vaktiydi. Aradan 150 yıl geçse de oyunun ilk düdüğü yine aynı saatlerde çalıyor. Her şeyin değiştiği bu dünyada, en zor belki de futbolun kuralları değişiyor. Forma renkleri aynı, top her zamanki gibi yuvarlak, derbiler önceden tahmin edilemiyor ama oyunu sahneye koyanlar, oyuna hükmedenler değişiyor. Kibirli İngilizler için Ada’dan çıkan dünyanın en güzel sporu artık yabancı sermayenin elinde. İngilizlerin medarı iftarı Premier Lig’in en yetenekli futbolcuları artık Britanya topraklarında doğanlar değil, 44 yıldır bir tek kupa kazanamayan İngiliz Milli Takımı bir İtalyan’a, Fabio Capello’ya teslim. Bir Portekizli, Jose Mourinho; 50 yıldır şampiyon olamayan Chelsea’yi ligin zirvesine çıkartıp, ardında milyonlarca seven ve nefret eden bırakıp İtalya’nın yolunu tuttu... Bir Fransız, Arsene Wenger, İngiliz topraklarında onbir yabancıya Arsenal formasını teslim etti. Bir İspanyol, Rafael Benitez, İstanbul’da Şampiyonlar Ligi kupasını kazanıp Liverpool şehrini sabaha kadar uyutmadı ve bir fıkranın özneleri gibi, bir Amerikalı, bir Rus ve bir Arap, İngiliz kulüplerini satın aldı!..
Hikaye; “dibe vurmazsak tekrar yükselemeyiz” hikayesi aslında. 80’lerde holiganizmin kasıp kavurduğu İngiliz futbolu, 1985’te Heysel faciası (Liverpool-Juventus finalinde 39 ölü) ve ardından İngiliz kulüplerine gelen 5 yıl Avrupa Kupaları yasağıyla sıfır noktasına gerilemişti. 96 taraftarın hayatını kaybettiği Hilssborough faciası sonrası “Taylor Raporu” olarak bilinen yeni güvenlik kriterleri İngiltere’de artık ayakta maç seyredilmeyecek, taraftar koltuğunda oturacak kuralını da beraberinde getirdi. Futbol endüstrisi bacalarını çok daha önce tüttürmeye başlamıştı. Liverpool, 70’lerde ilk malzeme sponsorluk anlaşmasını Umbro ile yapmış, formasına da Hitachi reklamını almıştı. Tottenham hisseleri, 1983 yılında Londra Borsası’nda işlem görmeye başladığında yabancı sermayenin güzel oyunu keşfetmesi için 20 yıl daha geçmesi gerekiyordu. 1988’de sadece 44 milyon pound naklen yayın geliri olan “Football League” kulüpleri, Haziran 1991’de İngiliz futbol liglerinden ayrılarak Premier Lig’i kurdular. Rupert Murdoch, 5 sezonluk ilk ihalede BBC ile birlikte 305 milyon pound ödeyecek, anlaşma sonraki 5 yılda 745 milyon pound’a (bugün bu rakama üçe katlandı) yükselecekti. 1992 yılında 20 kulübün toplam geliri 170 milyon pound’u geçmezken, 2005 yılında sadece Manchester United tek başına bu rakamı solladığında yabancı sermaye için İngiliz kulüpleri karlı bir yatırım aracı olarak çoktan kabul görmüştü.İngiliz yatırımcılar için Premier Lig kulüpleri her zaman karlı bir yatırım aracı oldular. Ken Bates, 1 milyon pound’a aldığı Chelsea’yi 17 milyona sattı. Martin Edwards, Manchester United için 100 bin ödediği hisselerini 90 milyona devretti. West Ham’a 2 milyon yatıran Terry Brown, hisseleri elden çıkardığında kasasına 33. 4 milyon pound koydu. David Moores, Liverpool ile yollarını ayırdığında 8 milyon sermayesini 90 milyona yükseltmişti.
30 yıldır İngiltere’de yaşayan ve Londra’da göbeğinde Harrods’un patronu olan Mohammed Al-Fayed, İkinci Lig kulübü Fulham’ın patronu olabilmek için 1997 yılında 30 milyon pound ödemişti. Fulham onun kasasının gücüyle 6 yılda Premier Lig’e yükseldi ve ligin değişmez takımlarından biri olmayı başardı. Milenyum öncesi Wimbledon kulübübü satın alan Lübnanlı Sam Hamman ise Ada dışından gelen ilk yabancı yatırımcıydı.
Eski bir gazeteci, bugün futbol dünyasında “Süper menajer” olarak bilinen Pini Zahavi, İngiliz futboluna 2003 yılında yeni bir yıldız kazandırdı. Hayır, ne bir golcü ne de 10 numaraydı bu isim... Roman Abramovich, Londra’ya, batmakta olan Chelsea’yi kurtarmaya gelen bir Mesih’ti taraftarın gözünde. Zahavi yıllar sonra yabancı sermayenin neden İngiliz kulüplerine talip olduğunu merak eden Ada basınına gülerek cevap verdi: “Siz bankalarınızı sattınız, elektrik, su işletmelerini sattınız. Havaalanlarınızı yabancı işletmelere kiraladınız. Borsanızda yabancı sermaye %90’a ulaştı. İngiliz takımı dediğiniz Arsenal, sahaya 11 İngiliz olmayan futbolcu sürdü ve şimdi bana ‘Neden kulüplerimizi yabancılar satın alıyor?’ diye mi soruyorsunuz” dediğinde, Chelsea’yi alması için aracılık ettiği Abramovich, Londra kulübüne 50 yıl sonra şampiyonluk sevincini yaşatmış ve 500 milyon pound’dan fazla parayı kulübün borçları ve transferler için harcamıştı bile...
1.5 yaşında annesini, 4 yaşında babasını kaybeden ve amcası tarafından Sibirya’da büyütülen Roman’ın ilk işi plastik oyuncaklar üretmekti. Sonraları çok daha büyük oyuncukları olacaktı. Yatlar ve bir futbol kulübü! Gubkin Petrol’de hayatını değiştiren adam, Boris Berezovsky ile tanıştı. Yeltsin döneminde Sibneft’in yönetimine giren Berezovsky, sonraları “Büyük Ağabey” olarak anılacak, Putin döneminde İngiltere’ye iltica etmek zorunda kaldığından hisselerini Abramovich’e devredecekti. Rusya’nın aliminyum rezervlerini elinde bulunduran Rusal’ın yarısınını, Aeroflot hisselerinin %25’ini ele geçiren Abramovich’in eğlenmeye hakkı vardı. Londra’da Eaton Square’deki evine 46 milyon, “Le Grand Blue” adını verdiği yatına 90 milyon dolar ödeyen Abramovich, Chelsea’yi bataktan kurtarabilmek için 135 milyon pound’u gözden çıkardı. 2003 yılında kulübün patronu olduğunda kendisine yöneltilen basit bir soruya (Neden?) “Biz Ruslar erken yaşta ölürüz, sadece bir hayalimi gerçekleştirdim” diye cevap verdi. 2005 yılında 50 yıl sonra gelen şampiyonluk ona 250 milyon pound’a mal olmuştu. Giden ve gelen futbolcuların hesabını İngiliz medyası da tutamıyordu artık. Doğru teknik direktörü seçmiş, Jose Mourinho, Alex Ferguson yönetimindeki Manchester United’ın hükümdarlığına son vermişti. Gün gelecek, her kulüp patronu gibi o da onbir yapma sevdasına kapılacak ve Portekizli ile yolları ayıracaktı. İngiliz futbol tarihinin sıradan kulübü Chelsea ya da taraftarın dilindeki adıyla “Chelski”, Şampiyonlar Ligi kazanamadı ama takım her yıl Devler Ligi’nin ilk 3 favorisinden biri olmayı başardı.
2003-2005 yılları arasında Manchester United hisseleri için safariye çıkan Amerikalı milyarder Malcolm Glazer, inşaat, fast food ve banka yatırımlarından sonra 1995 yılında spor endüstrisinde ışığı görmüştü. 192 milyon dolar ödediği Tampa Bay Buccaneers’dan sonra okyanusun öteki tarafına geçen Glazer, %28 ile başladığı yarışta iki yıl içinde ipi göğüsledi ve Manchester United’ın %98’ine sahip oldu. İngiliz kulübününün 725 milyon pound olan borçlarını, bankalardan aldığı kredilerle üstlenen Malcolm Glazer, Old Trafford tribünleri tarafından yeni patron olarak değil, kulübün düşmanı olarak karşılandı. Manchester United taraftarı geride kalan 5 yılda, kazanılan şampiyonluklar, Şampiyonlar Ligi kupalarına rağmen Glazer’ı bir kez olsun alkışlamadılar. Kombineler iptal edildi, FC United of Manchester adında yeni bir kulüp bile taraftarlar tarafından kuruldu.
Son 15 yılda Abramovich Londra’ya ayak basana kadar Manchester United’a kafa tutan neredeyse tek kulüp olan Arsenal de yabancı sermayeye dur diyemedi. 7.2 milyar dolar kişisel servetiyle dünyanın en zengin 100 ismi arasında yer alan Özbek işadamı Alisher Usmanov, 2007 yılında Arsenal’in %14 hissesi için David Dein’e 75 milyon pound ödedi. Altı ay boyunca hisse toplamaya devam eden ve tartışmalı geçmişi nedeniyle Londra’da spor sayfalarında bol bol tartışma konusu olan Usmanov, yüzdesini 26’ya çıkarmayı başardı. 2008 yılında Rusya’da gizli servisin kurduğu Dinamo Moskova kulübüne de sponsor olan Usmanov, Glazer kadar başarılı olamadı ve Arsenal hisselerinin çoğunluğunu ele geçiremedi. Londra kulübünde bugün dört İngiliz yatırımcının yanı sıra hisselerin %29’una sahip olan ABD’li Stan Kroenke, altı patrondan biri. NBA’da Denver Nuggets, futbolda Colorado Rapids’in sahibi olan Stanley Kroenke, emlak yatırımlarını uzun süredir spor endüstrisini kaydıran bir dolar milyarderi...
Satın alma operasyonlarında en fazla yara alan kulüp ise, Premier Lig kurulduğu günden bu yana şampiyonluk hasretiyle yanıp tutuşan Liverpool. 2006 yılından itibaren Amerikalı milyarderler George Gillet ve Tom Hicks’in yakın markajına giren Liverpool kulübü, iki yıllık bir serüvenin ardından David Moores’in kontrolünden çıktı. Dubai International Capital’in peşinde olduğu kulüp için 430 milyon pound’u gözden çıkartan Gillett ve Hicks, vatandaşları Glazer gibi Anfield Road’da hoş karşılanmadılar. Ne verdikleri yeni stad sözü, ne de transfer vaatleri Liverpool’un efsane tribünü KOP’un yolundan çevirmedi. Futboldan anlamayan Amerikalı patronları her maçta protesto eden Liverpool taraftarı, yıldızların da bir bir satılmasını ve verilen sözlerin tutulması sonrasında kulübün el değiştirmesi için iki patrona baskı yaptılar. Yılan hikayesine dönen satış hikayesinde mutlu sona ulaşan isim, New England Sport Venture altında Boston Red Sox’u elinde bulunduran John. W Henry oldu. 15 Ekim 2010’da Liverpool kulübü 300 milyon pound’dan fazla bir rakama el değiştirdi.
Manchester şehrinin kaybeden tarafına talip olan ise ne bir Amerikalı, ne de bir Rus oligarktı. 2007 yılında Tayland Başbakanı Thaksin Shinawatra, büyük umutlarla karşılandı! Uzakdoğu’nun tartışmalı milyarderi, Manchester City için 81 milyon pound ödedi. Takımı da Sven Goran Eriksson’a teslim etti. 14 ay sonra kulübü Abu Dabi United Group’a 200 milyon pound’a satan Thaksin Shinawatra’ya verilen onursal başkanı ünvanı, Taylandlı patronun ülkesinde aleyhine sonuçlanan davalar sonrasında geri alındı. Şeyh Mansour Bin Zayed al Nayhan, Al-Jazira ile başlayan futbol yatırımlarına Manchester City’de devam etti. Abramovich’ten sonra Premier Lig’e gelen yabancı patronlar arasında en gözü kara kabul edilen ve son iki sezonda transfer borsasına sallayan Mansour, 2010-2011 sezonuna girilirken, teknik direktör Roberto Mancini’nin verdiği alışveriş listesini neredeyse eksiksiz kulübe taşıdı. Bir yıl içinde 200 milyon pound’a yakın transfer harcaması yapan, Kaka’dan Messi’ye kadar tüm süperstarlara talip olan Şey Mansour AL Nahyan, takımını satın aldıktan ancak iki yıl sonra stadyumda izledi. City o gün iyi günündeydi ve Liverpool’u 3-0 ile geçti.
Üniversite eğitimini Colombia University’de alan 48 yaşındaki Randy Lerner, bir yıllığına eğitim için geldiği Cambridge’de Arsenal, Aston Villa ve Fulham’ın maçlarını takip etti. 2002 yılında NFL ekibi Cleveland Brows’u satın alan Lerner, 23 yıl önce tribününde oturduğu Aston Villa kulübünü, 2006 yılında fethetti. Doug Ellis’in %39’unun yanı sıra Londra Borsası’nda da yatırımcılardan hisse toplayan ve ilk etapta %60 için 62 milyon pound ödeyen Lerner, kısa sürede bu rakamı %85’e yükseltti.
2006 yılına kadar Terry Brown’un kontrolünden olan ve iki İzlandalı Magnusson ve Guomundsson tarafından satın alınan West Ham, son ekonomik krizde patronlarının zora girmesi sonrasında İngiliz David Gold ve Galler’li David Sullivan’ın kontrolüne geçti. Birmingham City, Hong Kong’lu Carson Yeung’un kontrolünde. Bir zamanlar berber olan Yeung, casino işletmelerinden sağladığı sermayeyi 2009 yılında Ada’ya getirdi ve Birmingham City için 57 milyon pound ödedi. Kulübü yöneten şirket ise İngiliz futbolunun efsane isimlerinden Steve McManaman’a emanet.
Tugay Kerimoğlu’nun jübilesini yaptığı Blackburn Rovers, bugün Hindistan’tan VH Group’un çatısı altında. Premier Lig’deki bir başka Amerikalı patron ise medyadan uzak durmayı seçen Sunderland’in patronu Teksas’lı Ellis Short. 20 takımlı Premier Lig’de kapısından yabancı sermaye girmeyen sadece 8 kulüp var 2010-2011 sezonunda. Bolton, Everton, Newcastle United, Stoke City, Tottenham, Wigan Athletic, Wolverhampton ve West Bromwich Albion...
Rus asıllı Fransız Alexandre Gaydamak’ın patronajında dibe vuran ve kayyuma devredilen Portsmouth ise bu sezon bir alt ligde... Formula 1’in patronu Bernie Ecclestone, Flavio Briatore ve Arcelor Mittal’ın sahibi Lakshami Mittal’in ortak olduğu Queens Park Rangers, Malezya sermayesinin kontrolündeki Cardiff City, Amerikalı patronlarına güvenen Derby County ya da Millwall; ya da bir zamanlar Sir Elton John’un sahibi olduğu Watford gibi “Gaydamakzede” Portsmouth da dünyanın bir numaralı futbol sahnesi Premier Lig’e dönme hayalini kuruyor... (CNBC-e Business/Aralık 2010)

10 yorum:

TA dedi ki...

sermayeyi ingiltereye çekiyorlar.daha ne olsun.ingilizler bu durumdan oldukça memnunlardır sanırım.

İsmail Şayan dedi ki...

Ne güzel tarihçe işte.

Bi ufak not da ben ekleyeyim. Detayını şu anda tam hatırlamıyorum ama ilk borsaya açılma da federasyonun Madde 34'ünden kaçmak için yapılmıştı. Bunu takip eden ilk kulüpler de parayı düşünmediler, onlar da aynı soruna aynı çözümü seçmişlerdi. Federasyon da baktı olmuyor, maddeyi değiştirdi. Ancak United borsaya para odaklı açıldı ve lambadaki cini serbest bıraktı. Oyunun tarihindeki en büyük değişikliklerden biridir bence. Bi 1925'te Gallilerin ofsaytı değiştirmek için IFAB'a başvurusu, bi 61'de maaş kuralının değişmesi, bi de bu. Üçü de saha dışından içeri süzüldüğünden ayrı tutarım. Özellikle son ikisi. Belki bunlara Abramovic ve Şeyhlerin baskısıyla şişen maaşları da ekleriz ileride. Şimdi de dallama Fransızlar bir şeyler deniyor ama du bakalım noolcek.

Güzel yazı olmuş vesselam. Elinize sağlık efendim.

eren kıyak dedi ki...

Premier Lig'in ismi artık You Will Never Walk Without Money olmalı. 8 kulübün de sonları yakın gibi lanet olası endüstriyel futbola fazla dayanamazlar.

Muratonovic dedi ki...

hat-trick deyimi kriketten gelir, 3 delikten ust uste gecirmeye hat-trick deniyormus.. Futbola uyarlanirken 3 golu ust uste atma seklinde uyarlanmis.. Yani aslinda hat-trick olabilmesi icin arada baskasinin gol atmamasi lazim, ama zamanlar bugunku halini almis ve bir macta 3 gol attiysa bir oyuncu ona hat-trick yapti diyoruz..

Adsız dedi ki...

ingiltere gine iyi italyada takım sahipleri genelde mafya baglantılı uyusturucu yada ne bileyim organ mafyasına felan baglı oluyor . Nerde katakülli iş varsa cevrilir özellikle juventus , lazio

Çağdaş Yılmaz dedi ki...

ilk sataır da anlatıdan sonra aklıma şenol güneş'in eskiden açlar oynar toklar izlerdi şimdi toklar oynuyor açlar izliyoru geldi aklıma...

Sinan Kolat dedi ki...

Ufak bir not vereyim; Flavio Briatore, QPR'daki hisselerini Bernie Ecclestone'a devretti ve bu projeden çıktı.

Ellerine sağlık

Unknown dedi ki...

izninizle yaziyi arsivime aliyorum.. mukemmel.

Jethro dedi ki...

"İngiliz kulübününün 725 milyon pound olan borçlarını, bankalardan aldığı kredilerle üstlenen Malcolm Glazer, Old Trafford tribünleri tarafından yeni patron olarak değil, kulübün düşmanı olarak karşılandı."

Bir düzeltme yapmam gerekiyor. Glazer'lar kulübü satın alana kadar Manchester United borçsuz bir kulüptü. Bahsettiğiniz 725 milyon pound civarındaki borç, Glazer'ların kulübü satın almak için bankalardan, kulübün varlıklarını teminat göstererek aldıkları borçtur. Taraftarın tepkisi de bu yüzdendir.

Unknown dedi ki...

Geldiği şu anki haliyle futbol kulüplerinin kazanç kapısı olarak görülebiliyor olması beni şaşırtıyor. Gelir - gider dengesi çok sağlıklı değil, şirket yapısında bile olsalar. Sıradan bir yatırımdan çok daha fazlası çünkü spor kulüpleri, işin içinde bireysel performansa dayalı bir başarı kıstası var. Yayın gelirleri bize göre çok uçuk olan bu ligde Şampiyonlar Ligi'ne, Europa Leauge'e katılım payları belki bizdeki kadar önemli gelir kalemleri değildir ama işin içinde yüklü tazminatla oyuncu, hoca göndermek olan bir iş kolunun bu denli cazip gözükmesine anlam veremiyorum. Nitekim bir süre sonra, sıradan bir market zinciri gibi yönetilmeye çalışılan kulüplerde baş gösteren maddi sıkıntılar, olayın figüranı haline gelen taraftar kitlesinin de tadını hepten kaçırıyor.

Benim savım şu; bu trend Portsmouth örneğiyle yara aldı, Liverpool'un el değiştirme şekliyle biraz daha sarsıldı. Öyle bir nokta gelecek ki, Premiership'i parlak bir oyuncak zanneden ve oynamadan edemeyen kodamanlar bu işin eğlence kısmının maddi zarara değmediğini fark edip arkalarına bakmadan kaçacaklar. Futbol pazarı ve pastası ne kadar büyürse büyüsün, bu rakamların anıldığı bir iş kolunda zarar görmezden gelinemez hale geldiğinde geriye kalan kulüp enkazlarını kim nasıl kaldıracak, benim asıl sorum orada.