A.R.O.G'un fragmanını izleyince takıldı aklıma. Cem Yılmaz ve "Bu maçı alıcaz başka yolu yok" repliği. Can Kozanoğlu'na telif öderdim ben! Türkiye'de içinden futbol geçen kitaplar varsa; en hasıdır Can Kozanoğlu'nun Bu Maçı Alıcaz'ı. 2002 yılındaTribün dergisi için bir röportaj yapmıştım kendisiyle. Uzun uzun konuştuk, daha konuşurduk da. Kasetleri çözene kadar canım çıkmıştı. Fenerbahçelilik ve tribünler üzerine söyledikleri benim için çok değerli. Paylaşmak istedim. Can ağabeye, bu ülkenin en güzel ve en gerçek taraftarlarından birine bu vesileyle selam ederim...
Ne zamandan beri tribündesin Can?
Can Kozanoğlu: '63 doğumluyum. '62 yılından beri tribündeyim. Annem hamileyken bile tribündeydim. 45 yaşında başladı. Hafızam geriye gittiği için net hatırlıyorum. Turgay Şeren'in jübilesini hatırlıyorum. Lefter'i Boluspor'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum. Daha sık olarak 78 yaş. Kesintisiz olarak ise '73'74 sezonunda, on yaşından itibaren...
Açık'ta mı başladın?
C.K.: Hayır, Kapalı'da başladım. İnönü Stadı'nda. Hep Kapalıdaydım. Fenerbahçe Stadı açıldı. O zamanlar Numaralı değil, Kapalı deniyordu. Kapalı'ydı, şimdi Numaralı oldu. Fenerbahçe Stadı açıldıktan sonra hiçbir yeri eski Kapalı olmadı. Fenerbahçe Stadı'nda Maraton başka bir yerdi, Kapalı başka bir yerdi. Eski Kapalı'nm bir özelliği vardı ve Fenerbahçe Stadı'nda bu hiçbir zaman yakalanamadı.
Neydi o özellik?
C.K.: Çok sınıflar üstü bir yerdi İnönü'deki Fenerbahçe Kapalısı. Çok fırlama bir yerdi. Çok farklı insanları normal ve eşit şartlarda biraraya getiren bir yerdi Kapalı. Şu anda durum çok farklı. Hiç gerekmediği kadar farklar, hiç gerekmediği kadar da gruplar var. Lisedeyken, '70'lerin sonlarında deplasmanlara gitmeye başladım. Son derece politize bir dönem. Kimisini o zaman bildiğimiz, kimisini de sonradan öğrendiğimiz çok farklı politik kimlikteki insanlar aynı tren vagonunda Ankara'ya gider gelir ve arada siyasi bir sorun çıkmazdı. Eski Kapalı'dan, şimdi sokakta görüyorum, New York'da grafikerlik de yapan var, hırdavatçılık yapan da var, sinemada teşrifatçılık yapan da var, gazetecilik yapan da var, profesör olan da var, sokakta boş gezen de var... Son derece farklı bir kesimdi Kapalı. Yani Kapalı, Açık'tan daha pahalı diye onun getirdiği bir ekonomik farklılık yoktu. Eski Nişantaşlılar vardı. Çok fırlama bir gruptu, simültane tezahüratlar üretirlerdi tribünde. Bakırköylüler grubu vardı. Semt grupları vardı. Çok farklı ekonomik ve politik çevrelerden insanlar vardı. Bizim gibi kolejde okuyanlar, ilkokuldan terk olanlar, üniversiteliler, gecekondu mahallesinden olan vardı ama onları hepsi biraraya gelip Kapalı'yı oluştururdu. Nişantaşlılık mesela, Nişantaşı'ndan maça 50 kişi beraber geliyor olman ve biraz daha yakın olman demekti. Ama tribünde biz Nişantaşhlar, biz Bakırköylüler diye birşey yoktu. Açık'la Kapalı arasında başlayan atışma da yine '70'lerin sonunda ortaya çıktı. Sıkılanan maçlarda, gırgırdı bu iki tribün arasında. Bizim adamlarla geyiğine atışıyorduk. Spor Sergi Sarayı'nda da rakip takımın taraftarına pek sık rastlanmadığından gruplar birbiri arasında atışırdı. Maç başlayana kadar bir grup Nişantaşı diye bağırır, diğeri Kadıköy, Bakırköy diye bağırırdı. Ama biz sonuçta Fenerbahçeli'ydik. Şu anda değişen şey, çok fazla grup olması, gruplar arasında birtakım belirgin farklar olması. Farklar olması da önemli değil, ama bu sorun bu farklara önem verilmesi.
O dönemin ruhuna gelelim. Maça erken geliyorsun...
C.K.: O dönemin ruhunda eski bir Kapalı'cı olarak meşhur C kapısı karambolü vardı. Sabah erken gelinir (Çok uzun süre gece maçlarına ara verildi. Bir ara Spor Yazarları ve Avrupa Kupaları gece oynanırdı ama lig maçları gündüz oynanırdı. Dönemine göre saat 2'de, saat 5'te de başlardı. Ama kaçta oynanırsa oynansın, sabah erkenden gelinir ki, '70'lerde geceden toplanma yoktu. O, '80'lerde başladı.). Orda kuyruğa girilmez! Çevrede gezinilir. Tam kapılar açıldığı anda C Kapısı'nın orda karambol yaratılır, Kapalı'nın ortası o karambolden girer, kalan yerleri de saatlerce kuyrukta bekleyenler kapardı. Gecelemek yoktu, çok çok önemli maçlarda sabaha karşı gitmek vardı. Yılda biriki önemli maçta da kavga etmek için değil, girişi garantilemek için geceden gidip kapı önünde yatan insanlar vardı. Girilir, beklenirdi. Müzik düzeni yok, eğlendirecek bir skorbord yok. Onun için bol bol tezahürat olurdu. İnsan tribünde kart oynardı. Meşhur bir tezahürat vardı: "Dertlerimi zincir yaptım, birbirine ekliyorum, bilmem neye koymak için saat 5'i bekliyorum". Adam bekliyor, kapı açılmış ll'de, maç 5'te. Adam 6 saat bekliyor. Bu biraz da sıkıntının yarattığı birşey.
Bu apayrı bir ruh hali de getiriyor insana... Tribünde davranış biçimi açısından...
C.K.: O zaman ufaktık, şimdi kocaman adam olduk. Nerdeyse 40 yaşına geleceğim. Benim ruhum, benim algılayışım, benim varoluşum mu değişti, yoksa tribün mü, tam olarak kestiremiyorum. Ama zannedersem ikisi birden... Hem ben değiştim, hem de tribün... Tabii bu arada o yılların Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Beşiktaş seyircisinin bir ayrımını koymak lazım. Bu çok fanatik görünen insanlar aynı zamanda futbolseverdi. Bizim tribünden tanıdığımız simalar vardı. Bu insanları Spor Sergi Sarayı'nda basket maçında da görürdük. Bu durum '80'lerde bir dönem sürdü. Böyle bir kitle vardı. İstanbul'da 2. Lig maçları bazen İnönü Stadı'na alınırdı. 15 bin kişinin geldiği olurdu o maçlara. İstanbul Amatör Küme Finalleri'nde Vefa Stadı'na izdiham olurdu. Taraftarlığın ötesinde futbolsever bir kitle vardı.
Ne değişti?
C.K.: Hem futbol değişti çünkü ben şuna inanmıyorum: Çocukluğumuzdan beri alıştığımız bir kalıp var: "Futbol dünyanın en büyük büyüsü. Milyonları peşinden koşturan". Futbol dünyada düşüşte. Türkiye'de de düşüşte insanlar çok farkında olmasa da... Türkiye'de tantana yükselişte, futbol düşüşte. Bunun etkileri ilerde görülecek. Hem futbolun bir düşüşü var hem de hayatın insanlara sunduğu daha fazla seçenek var. Bundan 25 yıl önce stada gitmediğin zaman, hafta sonunu geçirebileceğin seçenek çok daha azdı. Şimdi daha fazla. Biraz da zaten tribünde şu değişiyor: İnsanlar eskiden maça gelirdi, şimdi şuraya gitmedim, buraya gitmedim maça gelmedim havasında.
Maça gelmek, maçı seyretmek bugün sanki birçok şeyi de yanında yapmayı gerektiriyor gibi. Grup üyesi olmak, çalışma gruplarına katılmak...
C.K.: Bu yeni bir durum. Son birkaç yılın ürünü. Öncesinde maça gelirsin, arkadaşlarınla gelirsin ama bizim grup diye bir şey yoktu ama. Biraz da şöyle bir fark görüyorum Fenerbahçe tribününde ki diğer takımlar için de geçerli: Biraz daha hakkını isteyen tüketici mantığıyla geliyor adam ben haksız da demiyorum. "Maça geliyorum, şunlardan fedakârlık ediyorum, onun için şu konforu isterim, şu ortamı isterim" diyor adam... Stadın fiziksel koşullarına, maç seyretme koşullarına bağlı kalınan bir durum.
Bu "mutlak başarı isterim" de demek değil mi?
C.K.: Eskisinden daha fazla değil bu. "Mutlak başarı istemek" bir insan bakışı. Olumlu bir bakış değil ama insani bir şey. Bazı insanlar öyledir. Yani sadece maçlarda değil, her yerde başarı ister, peşinden gittiği her şeyde kazanmak ister. Bu eskiden de vardı. Benim sübjektif bakışımla bu "eşek insan bakışı, hıyar insan bakışı". Daha objektif bakmaya çalışırsan, bu da insani bir duruş dersin. Başarısızlık geldiği anda takıma tepki göstermek manasında dersen, bu zaten çok eski bir durum. Bizim çocukluğumuzdan beri... Meşhur FenerbahçeGöztepe maçı vardı. '7273 sezonu. Didi Fenerbahçe'yi şampiyon yapamadı. 11 berabere kaldık. Maçtan sonra futbolcuları dövdüler. "Milyonluk eşekler" tezahüratının çıktığı ilk maçtır. O zamandan gelen, bir takıma başarısız olduğu zamanda tepki gösterme kültürü vardı. Ancak genelde başarısız olunduğu zaman hayatta da saldırıyla karşılaşılır. Bunun için futbolcu, futbol takımı olmak şart değil. Bu bir insani tavır. Tam tersine, işte şu son birkaç yılda artık, bu işin olumsuz yönüyle maç seyretmek bir kültür haline geldiği için Fenerbahçe Stadı'nda, her şey de hayatta tepkisini doğurduğu için bunun tepkisi doğdu. Şöyle bir noktaya gelmişti artık: Maç nasıl seyredilir?.. Gidilir, oturulur, beklenir, hakem düdüğü çalar, ben ilk düdükle beraber "Boliç Allah belanı versin" diye başlarım, 90 dakika küfrederim. Gol olduğu zaman sevinirim. Takımım kazansın isterim ama bir yanda da bilinçaltında, "Başarısızlık olsun da ben biraz daha söyleneyim" diye bir mantık gelişmişti. Bunu futbolun dışında alır, genele bakarsak, Türkiye'de çok ağlak bir kültür var, yakınma kültürü çok derin. Türkiye'nin insan yapısı bu acı kültürüne yatkındır. Acıdan zevk almak, "acı çekiyormuş gibi" olmayı zevk alarak insanlara yansıtmak... Bu bir takımın başına gelebilecek en büyük beladır. O takımın tribünleri, o takımı başarısızlığa itiyor demektir. O zaten kendi fasit dairesini oluşturuyor demektir. Tribündeki o negatif hava derinleştiği zaman takımın başarısız oluyor, takım başarısız oldukça maçı negatif bir biçimde seyretme imkânı genişliyor. Bizim statta çok fazla yaygındı bu. Artık sinir bozukluğundan maç seyredilemez hale gelinmişti, ki ben abimle kaç yıldır maç seyretmiyorum. Ben tahammüllüyüm ama Hayri değil! Şöyle birşey: Adam diyor ki, "Düdük çalsın abi, ben top ayağına gelen ilk futbolcuya küfredeyim! 25 maç iyi oynasın. 26. maçta hata yapsın, acımasızca küfredeyim!". Bu yalnızca acı kültürüyle de açıklanabilecek bir şey değil. Bu, bambaşka bir şey. İşte bu "tam destek"in çıkışı da bazı aklı başında insanların buna gösterdiği tepkiden. Ve hâlâ böyle birşey var. Biz tribün müdavimleri biliyoruz, Numaralı için söyleyebilirim bunu, orada eskiler yerleşti artık. Bunlarda bu mantık yerleşti ama gelip geçici taraftar hâlâ o mantıkla geliyor.
Devam edecek...
Can Kozanoğlu 1963'te Adana'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu. 1981'den başlayarak gazetecilik, televizyonculuk, yayıncılık gibi işlerle uğraştı. Yayımlanmış kitapları arasında Bu Maçı Alıcaz! (1990-1996), Cilâlı İmaj Devri (1992), Pop Çağı Ateşi (1995), İnternet Dolunay Cemaat (1997), Yeni Şehir Notları (2001) ve Acemi Eğitimi (2005) bulunmaktadır.
10 yorum:
son paragrafta bahsedilen aci kulturu acaip bi sey cok yerinde bi tespit taraftarin takiminin yenilmesini gizliden istemesi, bi de roportajin en guzel tarafi tarihi 2002 olmasina ragmen futbolun turkiyedeki gelecegi icin gelen inanilmaz ongorudur. sanki simdiki tablo daha da karamsar, hem tribunlerde, hem ekranda, hem sahada, hem basinda...
Eşsiz bir tespit geçiyor Can Abi 'nin sözleri arasında:
"Futbol dünyada düşüşte. Türkiye'de de düşüşte insanlar çok farkında olmasa da... Türkiye'de tantana yükselişte, futbol düşüşte."
Böyle satır arasında "dünyayı kurtarabilen" beyinlere imreniyorum.
Can Kozanoğlu müthiş bir adamdır. Sporyazarlari.com da Fenerbahçe'nin 100.yılı anlatmasının ne kadar güzel olacağını yazmıştım.
http://www.sporyazarlari.com/Futbol/fenerbahce/alper-ocal/02-01-2008/100-yili-anlatmak/8639.aspx
Can Kozanoğlu'nun gençler deplase olunuz diye de bir denemesi vardır, paylaşan olursa memnun olurum. Nefis bir yazıdır.
bir zamanlar ne güzel "arka sayfa" programını yaparlardı kanat atkaya ile beraber. özledik...
bu kitabı 2-3 er sene arayla okurum hep..her okuduğumda farklı bir tat alıyorum...ama okuyanların çok sevmesi için birazcık da 80 li yılları iyi hatırlayacak yaşta olması gerekir bizim gibi...
benden naçizane bir tavsiye: "acemi eğitimi" müthiş gırgır bir kitaptır....
bi an yazının başlığını görünce kitabın ikincisini yazıyor sandım. yazsa ne güzel olurdu hakikatten. bu maçı alıcaz halen kitaplığımdan çıkarttığım bir iki bölüm okuduğum kitaplardandır.can kozanoglu'da kitapları da candır.
Bu gizliden gizliye takımın başarısızlıgını istemek benim aklıma cok yatmadı.
Belki hiç hissetmedigim için yadırgadım!
İnsanların kendilerini zor durumda gösterip ya da gercekten zor durumda olup kendilerine acındırmaları bence de yaşanan bi durum ama bi derbi macını hatta herhangi bir macı kaybetmek istiyen bi taraftar bana cok mantıklı gözükmedi.
Cok fazla deşaj olmaya ihtiyacı olan insanlar rakip takım oyuncularını ya da hakemi hedef seciyorlar bana göre
türkiye'de profilini çıkarabileceğin kadar gelişmiş taraftarlık kültürü yok... bu sosyolojik tespitler, maç başlayana kadar... sonra arkanda başlar biraz önce güzel güzel konuştuğun adam, 1. dakikadan ana avrat saymaya...
bir fenerbahçe maçını protokolde yöneticilerle beraber izlemiştim vakti zamanında... murat özaydınlı ve o zamanlar hakan bilal kutlualp'ti... o zaman anladım içerden bakışın bizim dışardan masum bakışımızı nasıl katlettiğini... kendi futbolcusuna küfreden, onu bildiğin demirbaşı gibi gören insanlardı gördüklerimin çoğu... allahtan devrim sağıroğlu vardı yanda, onunla sohbet ettim...
türkiye'de taraftarlık olgusu yoktur, vandalizm vardır!
"Gençler Deplase Olunuz" yazısı, yanılmıyorsam İletişim'den çıkan "Futbol ve Kültürü" isimli kitapta vardı. Kitap şimdi yanımda olsa hemen bakar, hatta üşenmez yazardım ama, yanımda değil yazık ki. Orada bir de Ragıp Duran'ın "Futbolukürdî" isimli leziz bir yazısı vardır.
Yorum Gönder