4 Eylül 2008

Beni Affet Temel Ağabey

Temel Ağabeysiz ilk sezon bu. 8 Şubat 2008'de onu son yolculuğuna uğurlamaya giderken bu yazıyı yazıp kalkmıştım masamdan. Şimdi elimde bir Gelişim Spor, sayfalarını çevirirken düştü aklıma Temel Özalak; farkettim ki bu yazı blogda yok... Bu kez "ertelemedim"...

Abdi İpekçi’nin vurulduğu akşamdı. Çocuktum, babam salonda ağlıyordu. Aileden gayrı, başkalarının ölümüne de ağlandığını o akşam öğrendim. Yıllar sonra soğuk bilgisayar ekranında “Yavuz Gökmen’i kaybettik”i gördüğümde çok işime yarayacaktı. Etiler’de bir duvarda “Mahirler ölmez” yazıyordu, koşup eve anneme sormuştum; “Mahir abiye ne oldu?” diye. Bildiğimiz tek Mahir abi, karşı komşumuzun liseye giden oğluydu. Evin önünde, caddede japon kale oynuyorduk, bir minibüs yanaştı. “Çocuklar hemen evinize gidin” dedi bir asker ağabey. Ne güzel sabahtı, hiç araba geçmiyordu. Annemiz bize sokağa çıkmayı yasaklardı da, bu neydi ki şimdi? 80’lerin ürkek çocuklarıydık biz, Akmerkez’in arsasındaki nizami kale çok büyük görünmüştü gözümüze. Aykut Kocaman’lı Altınmızrak orada antrenmana çıkar; biz ufaklar takımdan ayrı düz koşu yapardık... Büyük Mehmet Fenerbahçe’ye gidince ağlamıştık. Şampiyonluk nedir bilmezdik biz. En çok Cumhuriyet ile Milliyet gazetesinin spor sayfalarını severdik. Cumhuriyet milli takım yerine ulusal takım derdi; “niye ki?” derdik. Salı günleri Spor eki verirdi Cumhuriyet, matematik dersinde hocadan gizli, sıra altından okurduk. Derwall geldi Galatasaray’a, şampiyonluğun ne olduğunu öğrendik. Fatih Terim’in jübilesinde Şükrü Saracoglu’na helikopterle indiği; Prekazi’nin Tatko’nun sahasında denenip beğenildiği günler işte...TRT’de Avrupa Kupası maçlarının haftalar öncesinden beklediğimiz, Atletico Madrid’in stadında, “tribünün altından yol geçiyor” diyene inanmakta zorluk çektiğimiz, yabancı futbol dergilerini ancak konsolosluk kütüphanelerinde gördüğümüz 80’ler. Ne Google var ne Wikipedia. Commodore 64’ü bilgisayar biliyoruz işte. Menajerlik oyunlarında şimdi 15 yaşındaki çocuğu keşfeden, Appiah ile Maldonado’yu 20 parametrede karşılaştıran kuşağın iki öncesiyiz.O dergiyle tanıştığımızda hayatımız değişti... Gelişim Spor ile dünyaya açıldık. Futbol sevgimizin zincirlerini kırdık. Sene 1988, Prekazi’nin muz ortaları Tanju’nun plaseleri. Hiç duymadığımız, bilmediğimiz futbol hikayelerini öğreniyorduk Gelişim Spor’dan. Haftada bir yayınlanıyor, ligdeki maçların en güzel hikayelerini, fotoğraflarını onlar yayınlıyordu. “Pal Sokağı Çocukları”nı çoktan bitirmiş; artık “Sarı-Kırmızılı Kaşkol” okuyorduk. Hıncal Uluç’tu Genel Yayın Yönetmeni ve şimdi “Dünya Karması” yazarmış gibi hissettiğim muhteşem ekibi: Atilla Gökçe, Öcal Uluç, Fatih Altaylı, Yiğiter Uluğ, Ergun Hiçyılmaz, Ömer Araz, Alp Can, Hasan Sarıçiçek, Lütfi Özel, Sotiri Konomi, Emrah Kayalıoğlu, Ender Erkek, İsmet Gümüşdere, Hasan Onuker, Vedat Danacı, Mert Aydın, Altan Tanrıkulu, Erkan Arseven ve Temel Özalak...Ne çok imrenirdik onların yazdıklarına, yaptıkları sayfalara. Verdikleri maç istatistiklerini ölçer biçer; dünyadan futbol sayfasında yayınlanan her fotoğrafa uzun uzun bakardık. Nasıl öyle güzel cümleler kurabiliyorlardı ki? Temel Abi Galatasaraylıydı, çok severdik, kalemine hayrandık.Ulaşılmazdılar. 20 yıl sonra bugün sayfalarını çevirdiğinizde sanki dün yapılmış gibi duruyor Gelişim Spor. Aklı almıyor insanın. Internet’in olmadığı, bilgiye ulaşmanın bir tık ötesinde olmadığı yıllarda; nasıl olur da böyle bir dergi yapabilmişlerdi. Onlara, bunu soracaktım...Yıllar geçti. Şişli’deki mağazası Terim Spor’da lise arkadaşlarımla yakından görebilmek için çabaladığımız Fatih Terim’in karşısında kendimi soru soran olarak buldum. Radyodaki “Gökmen’in kafası ve gol”ün öznesi Gökmen (Özdenak) Ağabey uçakta yanımda oturuyor ve biz futbol konuşuyorduk. O Yıllarda Gelişim Spor’un dış habercisi Emrah Kayalıoğlu ile endüstrileşen futbolu tartışıyor; o güzel yazıların sahibi Temel Ağabey ile maç kritiği yapıyordum. Artık meslektendim...Nasıl böyle bir dergi yapabilmişlerdi? Dönemin tanığı, şimdi Milliyet Gazetesi’nin usta foto muhabiri Vedat Danacı’ya açtım projemi. Gelişim Spor’u yaratan kadro ile hem 123 sayı süren serüveni; hem de öncesi ve sonrasıyla spor gazeteciliği deneyimlerini içeren nehir söyleşilerden oluşan bir kitaptı projem. Ertelememek lazım hiçbir şeyi hayatta, erteledim. Belki de; “benim haddime mi?” dedim. Sana, seni; Gelişim Spor günlerini soracaktım Temel Ağabey. Şimdi pişmanım. Beni affet...

23 yorum:

Adsız dedi ki...

ruhu şad olsun.

Adsız dedi ki...

Allah rahet eylesin öncelikle...

Bülent abi, ben senden bir kuşak sonrayım, hâttâ iki kuşak dahi olabilir ama futbola karşı hissedilenler, o aşk, o ilgi, demek ki çok da farklı olmuyor.

Ben de (ve ben gibi nicelerini bilirim) yerdeki gazeteleri dahi spor sayfası vardır umuduyla kurcalayıp, ortaokulda asla tahtada yazanları yazmadığım fen bilgisi defterime avrupadaki takım kadrolarını, maç sonuçlarını yazıp ezberleyişimi bilirim, az da hırpalamamıştır hani annem sırf fen defteri futbol almanağına dönüyor diye:)) ama bu yola girdin mi bir daha çıkamıyorsun vesselam, ki biz sizin kuşağınıza göre yüz kat daha şanslı bir kuşağın delikanlılarıyız.

tam kendimizi bildik, elimizin altında bilgisayar, internet, cümle alemdeki futbolculara, takımlara ulaş, aç menajerliğini amatör kümeden takımını seçip en tepeye oyna, olmadı editörünü aç yıldızlar karmanı oluştur, takımındaki 10 numarayı kime vereceğine karar ver. olmadı kendin aç oyna, fifasıydı, pesiydi. galatasaray kewell ı mı almış? aç menajerliği, özelliklerine bak adamın, tekniği, driplingi kaçmış, hangi sıklıkta sakatlanırmış, hangi sezon kaç gol atmış, nerede doğmuş...

güzel zamanlar yaşadık, yaşıyoruz. bizden sonrakiler daha da şanslı olacak diyeceğim ama futbol futbol olalı böyle piyasa görmediğinden işin b.ku çıkacakmış gibi duruyor. belki de en şanslı kuşak bizim kuşak olarak kalacak hep.

neyse.. uzattım... çok teşekkürler bu güzel yazı için, saygılar.

Adsız dedi ki...

bu yazını okumuştum bülent abi önceden.. çok şey anlatıyor aslında bu yazı, özellikle senin için çok daha anlam yüklü olduğu açık..
allah rahmet eylesin tekrardan..

saygılar..

serkan dedi ki...

bu blog'u okurken gözlerin dolacağını hiç düşünmemiştim..Menajerlik oyunlarında şimdi 15 yaşındaki çocuğu keşfeden, Appiah ile Maldonado’yu 20 parametrede karşılaştıran kuşağın bir öncesi olarak, arada kalanlardan olmama rağmen gelişim spor'u her şey biterken son saniyelerinden yakalama şansım olmuştu..(rock kazanı vardır bir de müzik camiasının gelişim spor'u..onda da geç kalmıştım) şimdiki ana akım spor "futbol" yayın ve yayımlarına baktıkça içimizi acıtan en önemli unsurlardan, mihenk taşı..
eline sağlık aceto...

jose dedi ki...

bulent abı fatıh altaylı neler yazıyordu bu dergıde ne tur yazılar genelde ozellıkle merak ettım?

Adsız dedi ki...

Ben işe, okula, seyahate giderken okuyabileceğim bir futbol dergisi istiyorum, leman misali, ne kıyak olurdu ama... Heralde Aceto'nun yaşadığı bu benim özlemim olsa gerek. Umarım her kuşağa nasibolur böylesi kaliteli yayınlar. Blogcular birleşse en kralını yaparlar aslında... Saygılar...

mre dedi ki...

Bu derginin bir çok sayısı bende var, tabi annem ben evlenip evden ayrıldıktan sonra atmadıysa. 2 yıl öncesine kadar açıp açıp eski sayıları okurdum. Hatta Galatasaray'ın yarı final oynadığı yıldı sanırım, kendi kendime bir uğur yapıp çarşamba günü almayıp Galatasaray maç yaptıktan sonra okurdum dergiyi. Steaue Maçına kadar da uğur tutmuştu.
Sözün özü süper bir dergiydi. Bir daha hiç bir dergi aynı tadı vermedi bana.
Bir de aklımda bir detay kalmış ama emin olamadım sanki Temel Özalak T.Ö. Fatih Altaylı F.A. Hıncal H.U. diye imzalardı yazılarını. Ama bundan çok emin değilim uyduruyor da olabilirim.

Adsız dedi ki...

ilkokul 5 sıralarında, daha futbolun futbol olduğunu yeni yeni kavradığımız yıllarda tanıştım ben de gelişim spor'la. yarabbim bundan önce yaşamıyormuşuz nidalarıyla okuduk, aşık olduk, hayran kaldık. ne güzel dergimizdin sen gelişim spor dememe bir kaç satır kaldı.

sonra gelişim spor kapandı. hayatımızda dolduramadığımız, koskoca bir boşluk bırakarak gitti. yine milliyet'in spor sayfasına, red kit eklerine kaldık. hem cahil kaldık hem de mutsuz olduk. ilerleyen yaşlarda cehaletten mutlu olmamız gerektiğini öğretenlere rağmen mutsuz olduk.

bülent abi; şimdi ne kadar yaşlandığımı hatırlattın bana ama o günleri tekrar gözlerimin önüne getirdin bu yazıyla. bu sefer mutsuz olmadım. tebessüm ettim.

not: galatasaray'ın daha ligin ilk haftalarında ali sami yen'de adanaspor'u 7-2 yendiği maçta prekazi'nin füzesi üst direği sallamıştı. ben de nedense (o zamanlar uzaktan şut atan adam azdı belki de) bir beklenti oluştu. sanki sadece bu şutun üzerine bir yazı yazılacaktı gelişim spor'da diye. yazılmadı. çok üzülmüştüm. prekazi bu yahu. dünyanın en büyük futbolcusuydu.

ps: birgün ile ilgili dedikodular duyuyorum. umarım doğrudur.

Adsız dedi ki...

bir arkadaş commodore sonrası teknofil kuşağın şanslı olduğunu yazmış... ki ben de aynı kuşağa müdahilim. Fikrine saygım sonsuz ancak bizim kuşağın tek şansı ezilmiş kola kutusuyla futbol maçı yapıp bu kola kutusuna planjon yapma heyecanını ucundan yakalamış olmasıdır.

Çocuk oyunları rakamlar istemez, 15 yaşında wonderkid'ler, dünya kupası kazanan gambiyalar, insanlık dışı maxim tsigalkolar, şampiyonlar ligi şampiyon yeovil town'larla işi olmaz.

Aaa futbolcunun yüzü ne kadar da gerçekmişe ihtiyaç duymaz çocuk, motion capturing onu alakadar etmez. O bir kanepeyi boylu boyunca bir saha olarak hayal edip bir defterden koparttığı bir parça kağıdı sıkıştırıp top haline getirip- parmaklarıyla kendi kendine dünya kupası icra eder euro 96'nın bitmeyen maç aralarında. golün olacağına maç motoru değil kağıdı itekleyen parmakları ve hayal gücü karar verir. onun için laudrupun hızı 18 acceleration'ı 17 değildir. Onun için laudrup laudruptur. Karizmatik şeker bi adamdır. Topa iyi vurur ama Povlsen daha şık bi adamdır hele Olsen iyi ama 33 yaşında, bu yaşta piyasası olmaz değildir. Olsen baba oyuncudur. Ne de olsa o kadronun kaptanıdır.

Tüketim kültürü hayallerden başlayarak her şeyi pazarlanabilir bir ürün olarak önümüze sürüyor
ve işte tam da bu yüzden tek şansımız hayallerimize ucundan tutunma şansımız olmuştu bana kalırsa.

4-1-3-2 yi dayayıp dünyadaki bütün kupaları alan, bosman kuralı çıktı diye sevinen, her sene 200 milyon euroluk adam satıp bir sürü bonservisi elinde adam alıp haz duyan o ergeni çok da sevemiyorum...

ne de olsa hayalleri kodların arasına sıkıştırmak büyük bir canilik... ve bülent korkmaz'ın kalbimdeki yeri düşük pace ve positioning'inden çok fazladır.

temel unsur tüketim olunca aslolan kazanmak oluyor... hatta geriye başka bir şey kalmıyor.

ve o zaferler de tüketiliyor. yeni zaferler için. ama sanırım hepsinin içi giderek boşalıyor.

kola kutusuna atlayan çocuk toprak sahada tereddüt eder hale geliyor.

ne için?

erk.

yenal dedi ki...

şimdiki kuşağın diğer kuşaklardan daha şanslı olduğunu düşünmüyorum. En azından oyundan alınan haz açısından.

ve gelişim spor üzerine nehir söyleşileri çok çok önemsiyorum; ayrıntılar daha da kaybolmadan...

"haddine değil" ne demek, bu biraz da sorumluluğun...

Bu güzel yazı için çok teşekkürler

Adsız dedi ki...

aslında alkım yayınları'nın f dergisi de fena değil. ama o da eskisi gibi haftada bir çıkmıyor. tıpkı bu ülkede ol(amay)an güzel şeyler gibi..

Adsız dedi ki...

Allah rahmet eylesin , cok guzel bir yazi yine.

Bence her konuda oldugu gibi, futbolda da internet oncesi/sonrasi durumu var.

Eskiden futbolcunun kariyerindeki gol sayisini bile bilmek mumkun degilken, bugun golleri ne sekilde kacinci dakikada attigini 10 dakikada ogrenebiliyoruz, ve daha yuzlerce ornek tabi.

Ancak bu demek degil ki futbol sevdalilari ile kolaya kacan arastirmacilar arasinda fark kalmadi.Herkesin elinin altinda internet. Ancak insanlarin kaliteli, bilgili dedigi ,sevdigi spor yazari sayisi cok az.

Demek ki is sadece "2 senede 50 mac oynadi, 9 gol atti, hobisi tenis,babasi fabrika iscisiydi,su kadar kardesi var. takima uyarsa muthis yarar saglar" diye wikipedia'dan arak bilgileri okuyucuya aktarmakla bitmiyor. Futbol sevgisi ve ilgisi de lazim ki sevilesin.

Yoksa sadece bilgiyle olsaydi bu isler, Bob Ross sayesinde memlekette icinde ressam olmayan ev kalmazdi:)

erdemkursat dedi ki...

@ aceto ;

ercan arıklı ile hiç çalıştınmı ya da tanışırı mısınız ? çok enteresan bi insanmış diyorlar öyle midir ?

Nazmi Hasdemir dedi ki...

o muhteşem ekıpten bırı altan tanrıkulu cok yakın arkadaşım. ve butun gelişimspor dergılerı bende mevcut.ihtiyaç olursa yardımcı olurum.

Çetin Cem dedi ki...

belki biraz daha yeni kuşaktayım, ama commodore'u bilgisayar bilen nesle dahil olduğum için az da olsa üzerime alındım, özdeşleştiğim kadarıyla mutlu oldum.

yine de, appiah ile maldonado'yu 20 parametrede karşılaştıran neslin böyle bir blog'a gösterdiği ilgi "umudun" olduğunun kanıtıdır bence.

Adsız dedi ki...

gelişim spor'u biz de heyecanla bekler, sayı çıktıktan sonra okulda tartışırdık aramızda...içeriği yanında baskı kalitesi de çok iyidi...bir sayısında en fanatik taraftar anketi vardı da galatasaray geride kalınca çok üzülmüştüm...eski günler daha güzeldi...15 günde bir çarşamba gecesi olan şampiyon kulüpler kupası maçını beklerdik 2 hafta boyunca...hıncal uluç' un övünmekle haklı olduğu nadir konulardan birisidir gelişim spor..

Adsız dedi ki...

gelişim spor okur muydum hatırlamıyorum ama futbol denince akan suların benim için ay üssü alfa yerçekimsel gücü hareket ettiği gerçeğinden yola çıkarak ve yazındaki Tanju'lu kapağı gaipten birileri "yaa, bak, gözümüzün ucunda" diye kulağıma fısıldadığı için okur idim galiba

ben daha çok trt radyoda 50 maç birden yayınlarını anımsıyorum, şimdi şuraya bağlanıyoruz, şimdi bilmem nerden dakika ve skor alıyoruz duyurularını, maç yayını 1 dk iken reksan reklamın beni kanser eden kuşağının 5 dk sürmesini "apikoğlu sucuk"larından ölesiye nefret ettiğim dün olmasa da dün değil evvelsi gibi aklımda

ya o aydın'ın saraçoğlu'nda feneri 6'ladığı maç

en son 1 - 3'te iken başka statlara dakika ve skor almaya gitmişlerdi, şimdi saraçoğlundayız dendiği ve ağzından çıkanlara kurban olduğum spikerin fenerbahçe 1 - aydınspor 5 dediği hiç yitmediki aklımda

en son bir "alllaahhhhh" diye haykırdığımı hatırlıyorum, bir de dikiş makinasının üzerindeki radyoyu dinlemek için oturduğum sandalye ile emsalsiz bir karakucak güreşine başladığımı

AnAvArzA

a.c. sedef dedi ki...

ben şunu söyleyebilirim benim de içinde bulunduğum 90'lılar hem sokakta futbol oynayanlar hem kışın soğuğunda dışarı çıkamayıp evin bomboş buz gibi salonunu futbol sahası belleyebilenler hem de fm'de wonderkidler taktikler peşinde koşanlardır.futbolun hem sokakta hem de gerçek dünyada nasıl oynandığını bilenlerdir...zaten bu nesilden de bir şey çıkmazsa bir daha hiçbir nesilden bir şey beklemeyin

aşkın dedi ki...

Evet parmaklarla yapılan, top yerine de küçük yuvarlatılmış kağıt parçaları.
Arkadaşla gezmeye çıkarken maç dinlemek için götürülen radyo, herkesin maç skoru sorması.
Topu izleyerek en yetenekli adamdan bile top çalmayı öğreten beton sahalar, malum çim olmayınca kayarak müdahale yapamazsın.Ki bugünün çam yarması ama sıfır zekalı defans oyuncularına duyduğum nefret o günlerden miras.
Kulüplerin altyapısına gidip bize pas vermeyen, oyuncudan saymayan arkadaşlara duyduğum sonsuz kin (ahım tutmuş olacak ki bir tanesi bile futblocu çıkmadı, kiminin torpili yoktu, kimi lisansını alamadı, kimi de boşladı)
Bütün bunları yazmama vesile olan Temel Özalak ve Bülent abiye sonsuz saygı ve teşekkür.

neverLander ® dedi ki...

aceto abi emin ol, bir zamanlar gelişim spor senin için neyse sen de bizim için o'sun, sen bir dönem onu okurken neler hissediyorsan biz de onu (kendi adıma bencillik yaparak-belki daha fazlasını) hissediyoruz.

mükemmelsin.

mondo trasho dedi ki...

ne dergiydi be gelişim spor. alıdım her sayısını. özenle saklardım. nasıl kasyboldularsa, içim yanar da yanar hatırladıkça.

aceto abi; galatasaray'ın sezon açılışından bir fotoğraf.. tanju ile prekazi'nin kocaman kafaları, profillerden... üzerlerinde kırmızı antreman forması. tebessüm halde konuşmaktalar birbirleriyle. o sayıyı hiç unutmam. var mıdır sende. bir de izlanda'ya 2-1 yenildiğimiz tınaz tırpan'lı dönemde feyyaz'ın kapak olduğu sayı vardır milli formayla. bir de 4-3'lük fener maçı öncesi 2-2'lik kadıköy ilk maçında ayakkabılarını bağlayan rıdvan'ın başını okşayan semih yuvakuran'lı kapak. ilk aklıma düşenler.. hey gidi hey. ne dergiydin be sen, gelişim spor. benzeri gelmedi, gelmeyecek. şimdi daha iyi anlıyorum o zamanki futbol endüstrisünden fersah fersah ötede bir yayın olduğunu. toprağın bol olsun temel özalak.

sembolist dedi ki...

Aceto,şuan itibariyle sensiz bir futbol felsefesi düşünemyorum..

İsmail Şayan dedi ki...

ertelememek lâzım, Cunda'da rakı ertelendi de ne oldu... takımdan ayrı düz koşu bile değil.

neyse, biz şehr-i istanbul'u ziyaret ederiz artık bir ara.

kuşak farkı meselesine dalayım... biz, "gözleme dayalı bilgi" üzerinde yürürdük. ben bergkamp'ı inter karşısında babamın arabadan evin ikinci katına çektiği akü-televizyon hattı ile çaışan 37 ekran siyah beyaz televizyondan (burada tvden mi demeliydim!) inter'e karşı izlemiştim ilk. iyi topçu olacaktı benim çocuk gözümle... yaptığı her şeyi bir kenara bırakın, newcastle'a attığı golün güzelliği bile yetti bana yıllar sonra da olsa... möndchengladbach real'e ilk maçta fark atarken kar vardı her yerde, sonra real turladı zaten santilliana ile.

şimdi "gözlemcinin gözlemine dayanan bilgi" geçerli belki de. yani, orada bir adam var, bu adam sana "bu oyuncunun pace'i böyle, stamina'sı bu, otu o boku da şu diyor, sana da karar vermek kalıyor. belki sana verecek karar da kalmıyor ama sen farkında bile değilsin. field commander cohen zannediyorsun kendini. cm ve türevlerinin özünün bir kısmı bu. hatta bunu daha da iyi yapabilmen için editör proglamları çıkarılmıştı, yüklüyordun editör'ü, o adamdan ne olur ne olmaz söylüyordu sana. ne güzel dünya... herkes general ama ortada hiç asker yok! ve o generallik hissi... yer bitirir adamı.

işte o askerler bizdik. peşinde koşa koşa öğrendik biz bilmeyi... hiç ahkam kesmedik. "bilmek, öğrenmek" oldu hep bizim derdimiz. "sheearer + suton = ?" diyen bir 4-4-2 kapağı hatırlarım mesela. şampiyon oldu o sene blackburn.

ama newcastle olamadı. çok yaklaşmışlardı ama olmadı. biz o zamanlar o kadar da üzülmedik newcastle şampiyon olamadı diye. şampiyonluğu united'a kaybedeceklerinin belli olduğu maçta yenilmelerine rağmen ağlayarak takımlarını alkışlayışlarına vurulduk belki de newcastle taraftarının. haşmet'in, gullit'in takıma "sexy football" oynatacağı vaadinden araklayarak "fenerbahçe taraftarı "yakışıklı futbol" ister dediğini görmezden geldik belki de, hırsız hep hırsızdır ya! belki de yalnızca sempati duyduk, cm'nin o ilk versiyonunda henüz premier league'de bile olmayan newcastle'ı seçip o dönemdeki adıyla "division one" kahrı çektik bir sezon. derby county maçlarında dellendik, dellenmemenin de yolunu bulmayı öğrendik. sonra premier'de hep şampiyon olduk. defalarca şampiyonlar ligi kazandık. ama daha anlayamamıştık başımıza geleni: o yıl tekellerin başladığı yıldı.

fransa son on yılında kaç değişik şampiyon çıkarmış, ondan önceki on yılda kaç değişik şampiyon vardı acep? ingiltere'nin son on yılında kaç değişik şampiyon var, ondan önceki on yılında kaç değişik şampiyon vardı? türkiye zaten bildik hikaye. peki italya, ispanya, hollanda, norveç? nasıl son on yıldaki şampiyonluk dağılımı ve ondan önceki on yıldaki şampiyonluk dağılımları? son beş yılda ingiltere'nin ilk dördüne everton dışında girebilen oldu mu? işte bu soruya kadar geldik. şampiyon da değil yahu, ilk iki de değil... ilk dört.

katil şampiyonlar ligi mi? bizim anladığımız ve sevdiğimiz oyunun üzerine çöreklenen cl'den gelen paralar mı? arap şeyhlerinin, rus oligarklarının döktükleri değil derdim; bu oyunu para mı öldürecek? derdim bu... en çok parayı döken en bi şampiyon mu olacak?

bu günleri görmeden ben de mi ölseydim? babam bana arabanın aküsünden bir televizyon sunmasa mıydı tüm şehirde elektrik kesikken? bergkamp'ın penaltısı taca mı çıksaydı? ya hugo sanchez'in taklası, ya peter shilton'un kurtarışları? onlar da mı olmasaydı?

artık düşünmeyeyim mi ben bu oyunun teorisi üzerine? artık yalnızca bir başkan var ve biz ona mı taabiyiz?

de get lan!