20 Mart 2019

Sevmek ve Nefret Etmek


Sezonun başında 25 futbolcuyla idmana çıkan teknik adamı sahadaki herkes sever. Hazırlık maçlarında hocanın suratına herkes güler. Ağustos ayının ortasında ideal 11 ortaya çıkar; kalan 14 adamın karakteri, ruh hali de sezonun kaderini belirler. Maç kadrosuna giremeyip tribüne çıkanlardan bir ikisi, haklarının yenildiğini düşünür, idmanlara küserler. Artık eylül ayına gelmişizdir.. İlk 18'e girip yedek kulübesinden oyuna giremeyenler, maç kadrosunda olmayanlarla koalisyona vardığında tehlike çanları çalmaya başlar. Artık dört-beş kişi olmuşlardır. Takım galip geldiği sürece sorun yoktur ama ya kaybediyorsa?
Ekim ayı büyük virajdır, arka arkaya üç-dört maç kaybeden teknik adam için yolcu yolunda gerek çalmaya başlar. İkinci yarılarda şans bulanların aslında 11'de başlamayı hak ettiği soyunma odasında konuşuluyorsa yangın başlamıştır. O ekip artık yedi-sekiz kişi olmuştur. Bu kez taktiğin yanlış olduğu ortaya atılır. Teknik direktörün aslında çift santrfor oynaması gerektiği söylenip, kulübedeki ikinci forvet de saflara çekilir. Yedek kaleci zaten artık onlarla birliktedir. Yöneticiye şikayet edilir, medya, teknik adam-futbolcular krizinin perde arkasını yazmaya başlar. Bu, sezon içinde yönetimlerin "Hocamızın arkasındayız" diye medyaya konuştukları günlere tekabül eder. Son darbe, 11'deki oyunculardan kendi taraflarına üç-dört futbolcuyu çekebildikleri gün gelir.
Teknik direktörünü seven futbolcu sayısı artık en fazla altı-yedidir ve yönetim, hocanın görevine son verir. Ertesi gün 17-18 futbolcu için yeni ya da geçici hocayla beyaz sayfa açma günüdür.


Bu senaryonun son yıllarda değişmez mağduru  elbette. Bugünün futbol dünyasında herkes star, sosyal medyada milyonlarca takipçisi olan kulüp kontratlarının iki katını sponsorlardan kazanan futbolcular...  bir zamanlar modanın da ikon ismiydi. Şimdi ise onlarca David Beckham var futbol sahnesinde.
Chelsea'da başına ne geldiyse bir benzerini M. United'da yaşadı Mourinho. Yine bir "Sevmek zorundaydık ama nefret ediyorduk" hikayesi... Takım üzerinde kurduğu müthiş disiplin bir zaman sonra yara aldığında iplerin kendisinde olmadığını anladığında yine çok geçti. Son 10 yılın en büyük taktisyenlerinden 'nın Barça'dan ayrılığı, bir yıl kenarda kendini dinlemesi, B. Münih'te kaldığı süre ve şimdi M. City yılları bize onun futbolculuk yıllarından kalan bir tecrübesini anlatır. Bir kulüpte uzun yıllar kalırsan futbolcular ile arandaki mesafe kısalır, zaafın olan isimleri kollar, problem yaşadıklarınla iş kan davasına döner ve o çok sevilen teknik adamdan nefret edilene dönüşürsün.
Mourinho gidince yerine gelen Ole Gunnar Solskjaer'in altı maç arka arkaya kazanıp kulüp tarihinde rekor kırması elbette akıllara "Bu adam şapkadan tavşan mı çıkarttı" sorusunu getirebilir. Elbette ki hayır, 'da Mourinho'yu istemeyen futbolcuların yaydığı negatif enerjiyi pozitife çevirmekten başka ne yapmış olabilir ki Solskjaer...
 ve  gibi bir takımın başında çift haneli yıllar kalmanın devri kapandı... İlişkiler yıprandığında gitmek lazım artık... "Napoli'de 90 puan aldık yine şampiyon olamadık, daha ne yapabilirdim ki" diyen Sarri'den, her şeyi kazanıp, kazanabileceği daha çok şey varken Barça'dan ayrılan 'ye ve üç Şampiyonlar Ligi'ni arka arkaya alıp aniden istifa eden Zidane'a bakın. Herkes bir tebdili mekanda ferahlık vardır koşusunda...

Hiç yorum yok: