8 Ağustos 2021

Futbol vs. Sosyal Medya

Kariyerinde Real Madrid, Chelsea, Atletico Madrid ve Juventus yazan 29 yaşında bir futbolcu sosyal medya baskısına boyun eğer mi? Yüzlerce maça çıkıp kıtanın en büyük stadyumlarında kendisinden gol beklenen santrfor ülkesinin futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi golcüsü olmayabilir ama Alvaro Morata’nın biyografisinde artık Avrupa Şampiyonası tarihinde en fazla gol atan İspanyol futbolcu yazıyor. Madalyonun öteki yüzünde ise Euro 2020’nin ilk maçından itibaren sosyal medyada hakarete uğrayan, ölüm tehditleri alan, ailesine, ufacık çocuklarına beddua işiten Alvaro Morata var. Penaltı kaçırdığı maçın ardından sosyal medyasında yazılanları okuyup sabaha kadar uyuyamayan, takımı yarı finalde gerideyken kenardan gelip maçın penaltılara gitmesini sağlayan, penaltılarda kaçırıp İtalya’ya final yolunu da açan Alvaro Morata… Ona ölüm tehditleri savuran, küfür edenler ettikleriyle kaldı… Tıpkı İngiliz milli takımda finalde penaltı kaçıran oyuncularına (Rashford, Sancho, Saka)  ırkçı tacizleriyle insanlık suçu işleyenlerin büyük bir çoğunluğunun da cezasız kaldığı gibi…

Twitter ve Instagram çok uzun zamandır her meslekten insanın linçe uğradığı sosyal platformlar. Bir mahlasın ardında yaşı kaç olursa olsun hayatın karanlık tarafına geçmişlerin, insanların emeklerini paramparça ettikleri, itibarlarıyla oynadıkları sosyal değil “asosyal medya”lar haline geldi. Galatasaray’ın PSV Eindhoven ile oynayacağı ilk maç öncesinde Instagram’daki fotoğrafının altına “Parçalarsın aslanım”, “Sana güveniyoruz” yazılan 22 yaşındaki Kerem Aktürkoğlu’nun maçı 5-1 Hollanda ekibi kazandıktan sonra açtığı telefonda yüzlerce küfür ve hakaretle karşılaşması “yeni normal” olarak kabul ediliyor ki, hayat devam ediyor!..

 

Yirmi yıl önce kamplara ve deplasmanlara pahalı dizüstü bilgisayarlarıyla gelen futbolcuların o günlere kadar bireysel eğlencesi portatif dvd-player’lardan film izlemekti. Kamp ya da kulüp tesislerindeki ortak sosyal alanlardaki bilardo masaları boş kalmış, langırtın yüzüne bakan yokken, sosyalleşme adına kağıt oynayan futbolcular yerlerini yemekten sonra hemen odalarına kaçıp dizüstü bilgisayarlarında chat yapan gençlere bırakmıştı. Daha ortalıkta akıllı cep telefonları yoktu. Dönemin teknik direktörleri, idmanlar dışında futbolcuların ortak zaman geçirmenin takım olma olgusuna verdiği katkıyı hatırlatıyor ve artık üç oyuncunun bile bir araya gelmediğinden şikayet ediyordu. Akıllı telefonlarla birlikte artık odalarına kapanmalarına ya da bir priz yakınına mahkum olmalarına gerek kalmadı. 2010 yılına geldiğimizde sosyal medyanın emekleme günlerinde Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda Hollanda ve İspanya milli takımı kampında Twitter kullanmak yasaklanmıştı. Geleceği önceden görmüşler işte… Yüz milyonlarca takipçiye ulaşan Messi ve Ronaldo’nun önderliğinde futbolcular için sosyal medya artık yeni bir gelir kapısıydı. Her fotoğraf, her paylaşım yeni bir sponsor demekti. Profesyonel sosyal medya ekipleri devreye girdi ve hesapları yönetmeye başladılar. Etkileşim adına yorumlar açık bırakıldı ama oyunculara hakaret ve küfürlere cevap vermemeleri, taraftarlarla polemiğe girmemeleri salık verildi. Kimi uydu kimi uymadı, elbette hepsi de profesyonellerle çalışmadı. Soyunma odasından özel görüntü paylaşıp takımın mahremiyetini yok edenler, taraftarla söz dalaşına girenler, transferi için lobi faaliyeti yapanlar, formda olmadığı günlerde forma arma öpüp tribünlere oynayanlar…

Takımı beğenmediğinde yuhalayan, kazandığında alkışa boğan taraftar sayısı artık stadyum kapasitesiyle sınırlı değildi. Milyonlar artık seslerini Twitter’da duyuruyor, platformun doğası gereği öfkeyi burada kusuyor, mesut anlar merkezi Instagram’da ise cefakar, iki renk sevdalısı taraftarı oynuyorlardı. Transfer yap baskısı, “x oyuncuyu gönderin” stresi yüzünden kulüp yönetimlerinin artık kimyası değişmişti. Sosyal medyada kendilerine tezahürat yapacak, kollayacak koruyacak bir sosyal medya önderini bulup onun profesyonel yapıyla bir araya getirdiği binlerce taraftarla ya savunmada kalıyor ya da rakiplerine atağa geçiyorlardı…. Rakip takımın futbolcusunun moralini bozmak ya da takımdan ayrılmasına sağlamak için o takımın logosunu renklerini kendi hesaplarında geçici olarak kullanıp iç savaş çıkartmaya çalışanlar, futbolcu eş ve kardeşlerine edilen hakaretler…

Futbolcular sosyal medya hesaplarına yoruma kapatarak bu vandalizmden kurtalabilirler mi? Çözümün bir parçası ancak tamamı değil.. Sosyal medyada küfür ve hakareti bitirecek olanlar yine sosyal medyayı kullanan ama aklını ve vicdanını yitirmemiş insanlar. İspanya’da da, İngiltere’de de, Türkiye’de… Bu ahlaksız tepkileri yok edecek daha büyük bir tepkinin çok uzağında değiliz çünkü artık bardak da taştı, yol da bitti…

Artık kimse 90 dakika bir futbol maçını elindeki telefona bakmadan izlemiyor. Tribüne gidip maçı izlemek yerine maçı elindeki telefonla videoya çekenler anı yaşamadan anı biriktiriyor… 1994 yılında Simon Kuper “Football Against the Enemy” adlı kitabını yayınladığında futbol tarihe dünyanın dört bir köşesinde siyasetin etkisini araştırmış ve gerçek adı “Futbol düşmanına karşı” olan eser her futbolseverin başucu kitaplarından biri olmuştu. Kuper’in kitabı Türkçeye çevrildiğinde editörlüğünü yapan usta gazeteci Yiğiter Uluğ kapakta Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” demeyi tercih etmiş ve belki de kitabı tek cümlede özetlemişti. 27 yıl sonra kitabın orijinal ismi, futbolun düşmanının kim olduğunu bize bir kez daha sordurtuyor. Kuper olmasa da bir başka yazar ya da bir akademisyen bize kitabı veya tezinde sosyal medyanın futbola verdiği zararları anlatacak. Biz de okurken yaşadıklarımızın sağlamasını yapacağız…

 

 

 

 

Hiç yorum yok: