30 Nisan 2019

Dawkins, oğlu ve babamla ben

Hafta sonunda hiç evden çıkmadan onlarca futbol,  maçını dev ekranınızda izler, sosyal medyadan yorumunuzu yapar, merak ettiğiniz her istatistik için Google'a tıklarsınız. 80'lerde bu konfor nerede? Önemli basketbol maçları 'de yayınlanırdı ama taraftar akşamüstü oynanacak maç için sabahtan itibaren 'nda yerini alırdı. Gün boyu tadı kaçmış meyve suyu, üzerinde iki kırıntı olan pide ve sosisli sandviçten başka bir şey yoktu, ikinci lig maçlarıyla başlayan gün bir büyük maçla sona ererdi. Beşiktaş, Fenerbahçe, , Efes, Eczacıbaşı... Caferağa Salonu'ndaki sosisli bugün Türk spor tarihinin efsane yiyeceğidir. Spor Sergi Sarayı'nda  almaya gittiğinde maçın en güzel smacını kaçırıp eve üzgün dönen arkadaşlarımızın pozisyonu tekrar izleyebilecekleri bir aracı elbette yoktu. Spor, gazetelerin spor sayfalarındaki usta kalemlerden ve  Usta yönetimindeki 'dan takip edilirdi. Ne dergiydi ama... Yabancı medyayı takip ederler, bugün 10 dakikada önümüze düşen haberleri bir hafta sonra olsa da akıcı bir üslupla ve seçme kapaklarla odamıza getirirlerdi. Biz, boş geçen derslerde Gelişim Spor okuyarak büyüyen bir kuşağın çocuklarıyız... Spor Sergi Sarayı'nın portatif tribünlerinde oturup kış vakti montunu iki sıra arasından aşağıya düşürmeyen yoktur, üst katın ıssız koridorlarından geçip kuşbakışı izleyenler, sosyete tribününde oturup derbilerde bayrak tribününe "Biz de bağırırız" diyenler...

SEKİZ SEZONDA 31 SAYI ORTALAMASI
İşte o, 'a geldiğinde gazeteler  forması giydiğini yazmıştı. Yok ki bir kaynak açıp bakabildiğin... Kaç sayı atmış, nerede yetişmiş... Dönemin gazetecilerinin araştırmacı ruhları olmasa birbirinden ayıramayacağımız ABD'li basketbolcular...  1981 yılında geldi Galatasaray'a.. Solak bir şutördü ve şuta kalktığında sol ayağı diğerinin önünde olurdu. İlk üç sezonu Avrupa basketbolunda üçlük çizgisinin olmadığı yıllardı. Buna rağmen ikinci ve son kulübü Galatasaray'da sekiz sezonda 31 sayı ortalamasıyla oynadı. Formasının altına giydiği atlet, dönemin çocukları arasında moda oldu. Çocuklar Dawkins gibi şut atmaya çalışıyor, Calvin Roberts gibi smaç vurmayı hayal ediyor, Michaelle Scearce gibi oyun kurmaya çalışıyordu. Herkes mahallesinde kendi Beyaz Gölgesi'ni çekiyordu... Maçlar, kupalar, istatistikler ve az da olsa o günlerin maç videoları, bütün bunlar internette aradığınızda karşınıza çıkar. Ben kendi hikayemi yazayım. Paul Dawkins'in Galatasaray'a geldikten üç yıl sonra bir oğlu oldu. Adını da Mehmet koydu. Galatasaray'daki ilk sezonunda bir deplasmanda rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığında takımla İstanbul'a dönmeyen ve sabaha kadar başında bekleyen Mehmet Altıoklar'a o gece söz vermişti: "Bir oğlum olursa adını Mehmet koyacağım". Sözünü tuttu.  basketbolcu olmadı, 24 yaşında kansere yakalanıp bu dünyaya veda ettiğinde sene 2008'di. Baba Dawkins geçen hafta hayatını kaybettiğinde ise 62 yaşındaydı. Mehmet Dawkins'in vefatından üç yıl önce ani vefatıyla bizi yıkan babamı toprağa verdikten bir zaman sonra çalışma odasında hatıralar arasında dolaşırken bir gazete kağıdına sarılmış bir çerçeve bulmuştum. Dawkins'in geldiği, orta hazırlığa başladığım yıldan bir kare... Gazetecilik refleksi, eski gazete kağıdını açmıştım önüme, spor sayfasıydı, köşede kısa bir haber: "Paul Dawkins Galatasaray'da... G.Saray, ABD'li basketbolcuyu İstanbul'a getirdi" diye devam ediyordu. Babamın adı Mehmet idi...

Hiç yorum yok: