17 Eylül 2017

İki Dürüm Biri Adana Biri Şiş


Türk futbolunun temel problemleri ne Milli Takım, Ukrayna’ya mağlup olduğunda arttı ne de Hırvatistan’ı mağlup ettikten sonra yok olup gitti. Yerli futbolcuların oynadıkça milli takımın başarılı olacağı tezi dünyada çürüyeli çok oldu. Yazı geride bırakıp güze girerken şiddetli yabancı yasağı tartışmaları dinerken bir X raporu almanın vaktidir. Başarısız olduklarında yabancı sınırlaması getiren ve sonuç elde edemeyen İtalyanlar, 2006’da Dünya Kupası’nın aldıklarında ligleri yabancı futbolcu kaynıyordu. İspanyollar 2008’e kadar 44 yıl kupa hasreti çekerken Avrupa Birliği kurulmadan önce üç yabancı kuralıyla götürdükleri ligden kupa kaldıran bir milli takım çıkaramadılar. 98 ve 2000’de kupa kazanan Fransa, federasyonun tesisleri Clairefontaine’de yetişen yeteneklerle sonuca gittiler. 2000’de dibe vuran Almanlar, sınırsız yabancıyla oynarken, yetenekli bir tek 10 numaraları bile yokken, 15 yılda 3 milli takım çıkaracak seviyeye geldiler. Sorunun yabancı futbolcu kontenjanında olmadığı ortada. Pasaportlara bakmadan, yerli yabancı diye ayırmadan, futbolcuları çok yetenekli ve vasat, profesyonel yaşamın kurallarına uyan ya da kendine ihanet edenler olarak ayırsa aslında işin içinden çıkacağız… Gelin Türk futbolcusunun temel problemlerine isimlere takılmadan bir göz atalım… “Ben iyi çalışıyorum, doğru besleniyorum, kariyerime saygım var” diyenler alınmasın ama işte bazı gerçekler:
Yıllarca “Bizim futbolcularımız çok teknik adam fizik olarak Avrupalıların gerisinde” bahanesiyle şerefli mağlubiyetler yaşadığımız yıllar çok geride kaldı. İçi boş sahte bir klişeydi bu. Bugünün gençliği Avrupa Ligleri’nden haftada 20-30 maç seyrederken kimseye beş metreye düzgün pas atamayan futbolcuları teknik diye sunamazsınız. Zaten yetenek bu oyunda çok şeydir ama her şey midir ki! Bizim futbolcularımız maalesef idman sevmez. Avrupalı bazı teknik adamların geldiklerinin ikinci ayında yaptırdıkları antrenmanlarla pestili çıkanlar isyanı patlatırlar. İdmanda çok yoruluyorlardır! 90 dakikada 110 km’nin üstünde koşması gereken bir takımın idmanda yapması gereken elbette laubali bir çift kale maç değildir. Salonda kondisyon çalışılır, sahada çabukluk idmanı yapılır, yapılır da yapılır. Günde iki idmanı ağır bulurlar. Kazanılan paralar helali hoş olsun da hayatta kim günde iki saat çalışarak yaptığı işte zirveye çıkar ki! Maç temposunda idman yapılmaz, ağır idman yaptıran teknik adam yönetime şikayet edilir…
Saat 17:00’de başlayan antrenmana 16.45’te spor arabasından inip çıkan futbolcu, Avrupa arenasında rakiplerinin hızına yetişemeyeceğini bilir ama idmandan iki saat önce gelip fitness salonunda çalışması gerektiğini unutur. İdman bitiminde en yakın AVM’de soluğu almak yerine açma-germe çalışması yapıp adalelerinde laktik asidi atması gerektiğini de bilir de yine unutur. Bunu yapmadığında ne olur? Gelsin adale yırtıkları, çekmeleri…
Haftada üç maç oynayan futbolcunun günde uyku uyuduğu saat de, yediği içtiği de önemlidir. Bakın nargile içenleri hiç hatırlatmak istemiyorum ama bu ağır tempo içinde sabah idmanına gecenin üçünde yatıp gelen futbolcudan takımına değil önce kendisine hayır gelmez. Futbol ve bilimsellik artık iç içeyken, oyuncunun tesislerde doğru beslenmesi için uzmanlar görev yaparken, evdeki buzdolabında ne olduğunu elbette kimse bilemez, ya da gecenin vakti aranan dürümcünün getirdiklerini…
Kendini ifade etmek, kendini anlatmak, kendini savunmak birikim gerektirir. “Spor sayfalarını okumuyorum, futbol programlarını izlemiyorum” demekle işin içinden çıkılmaz. Basın toplantılarında ya da maçın ardından röportajlarda onca eleştiriye karşılık düzgün bir cümle kuramayan ve kendini taraftarına anlatamayan futbolcu sahadan önce hayatta yenilmeye mahkumdur…
Futbolda rakibin varlığını unutan ve “Çıkar oynarız” diyen futbolcuya günümüz futbolunda yer yokken, “Bu hafta oynayacağımız rakibi teknik direktörümüz iki saat videolarla anlattı, çok sıkıldık” diyen futbolcu, modern futbolun 90 dakikalık bir satranç olduğundan da habersizdir… Bu oyun yetenek kadar taktik de gerektirirken “Video-analiz izlemeyi sevmiyorum” diyeni futbol da sevmez…

Tugay Kerimoğlu, bir zamanlar yıldız oyuncuların futbolu bıraktığı 29 yaşında, bavulunu toplayıp oyunun doğduğu topraklarda, İngiltere Premier Lig’de 10 yıl forma giyip efsane olduysa ve bazı futbolcularımız onun yaptıklarını örnek almak yerine, gece yarısı gelen dürümlerin ikincisinden büyük bir ısırık alıyorsa; sorun, yabancı futbolcular değil; kendine, kariyerine yabancı olanlardır… Her Türk futbolcusunun kendisini tanıması ve her şeyden öte kendisiyle barışık olması dileğiyle, iyi pazarlar… 

1 yorum:

Aykut dedi ki...

Kadrodaki oyuncuların hiçbirinde Milli ruh yok 2002 dünya kupasında 3. lük getiren o ruhu görmüş biri olarak, şu anda para için futbol oynayan bir milli takıma sahip olduğumuzu belirtmek zorundayım. cebine 3-5 kuruşpara giren oyuncularımızın çoğunda futbol oynama isteği günbegün ölüyor. Kısacası içinde ruhu olmayan bir beden düşünün..