15 Kasım 2015

Soyunma Odasını
Kaybettiğinde Yenilirsin


Hayatınızda bir kez olsun langırt oynamışsınızdır. Masanın başına geçtiğinizde kendinizi futbolcu mu hissettiniz, yoksa borulara asılı futbolcuları yöneten teknik adam mı? Dizilişi değiştiremezsiniz değil mi langırtta? Ustasının o sopaya dizdiği tahtadan ya da plastikten adamların sırası bellidir, iki elin koordinasyonu mühimdir langırtta, fırıldak yapmak yasaktır, hücum kadar savunma yapmayı da bilmek gerekir. Ne kondisyon derdi vardır o masadaki adamların; ne de kaybettiklerinde size kaprisi... Boyunlarını dik tutan da sizsiniz, eğen de. "Sahaya diziliş 4-4-2 olmalı, 4-2-3-1 ile yürümüyor bu takım, üçlü defanstan vazgeçmeli, tek forvet yalnız kalıyor." Bunlar hep bildik oyun analizleri, takım ismi önemli değil. Ekrana gelen dizilişler ilk düdükle birlikte dağılır gider, bekler hücuma çıktılar mı, dönüyorlar mı, kanatlardaki adamlar defansa yardıma geliyor mu, orta sahanın göbeğindeki adamlar rakip sahaya adım atıyor mu? İşler yolunda gittiğinde bütün bu soruların cevabı "Evet" dir. Peki ya maç kaybedildiğinde? Teknik adam, sahadaki futbolu, langırtın kolları gibi yönetemediğinden, sorgulama başlar: Takımın kondisyonu yeterli mi? Futbolcular mutlu mu? Teknik direktörle sorun yaşayan var mı? 


Takımla yapılan idman kadar bireysel antrenman yapan, uykusuna, yediğine içtiğine dikkat edenin kondisyon problemi olmaz. Peki ya o mutluluk ve teknik adamla sorun meselesi? Hangi takım olduğu yine önemli değil. Sezon başında 25 futbolcuyla idmana çıkan teknik adamı sahadaki herkes sever. Hazırlık maçlarında hocanın suratına herkes güler. Sezonun ilk haftalarında ideal 11 ortaya çıkar; kalan 14 adamın karakteri, ruh hali de sezonun kaderini belirler. Maç kadrosuna giremeyip tribüne çıkanlardan bir ikisi, haklarının yenildiğini düşünür, idmanlara küserler. İlk 18'e girip yedek kulübesinden oyuna giremeyenler, maç kadrosunda olmayanlarla koalisyona vardığında tehlike çanları çalmaya başlar. Artık dört-beş kişi olmuşlardır. Takım galip geldiği sürece sorun yoktur ama ya kaybediyorsa? İkinci yarılarda şans bulanların aslında 11'de başlamayı hakettiği konuşulur soyunma odasında. Artık yedi-sekiz kişi olmuşlardır. Bu kez taktiğin yanlış olduğu ortaya atılır. Teknik direktörün aslında çift santrfor oynaması gerektiği söylenip, kulübedeki ikinci forvet de saflarına çekilir. Yedek kaleci zaten artık onlarla birliktedir. Yöneticiye şikayet edilir, medyaya haber uçurulur... Bu, sezon içinde yönetimlerin "Hocamızın arkasındayız" diye medyaya konuştukları günlere tekabül eder. Son darbe, 11'deki oyunculardan kendi taraflarına üç-dört futbolcuyu çekebildikleri gün gelir. Teknik direktörünü seven futbolcu sayısı artık en fazla altıyedidir ve yönetim, hocanın görevine son verir. 
Ertesi gün 17-18 futbolcu için yeni teknik direktörle birlikte beyaz sayfa açma günüdür. Takımlar değişir, isimler değişir ama top çizgiyi geçmediği sürece insanoğlu değişmez... Bugünlerde Chelsea'da olduğu gibi... 

10 yıl önce Chelsea'deki birinci döneminde, 38 haftalık ligde; sırasıyla bir,beş ve üç mağlubiyet alan, 2013'te tekrar Londra'ya gelip "Özel biri" olduğunu hatırlattığında ilk sezonunda altı, geçen yıl şampiyon olurken ise sadece üç kez sahadan yenik ayrılan Portekizli teknik adam bu sezon 12 maçın yedisini kaybetti ve küme düşme hattının sadece iki sıra üstünde. Bu çöküşü Mourinho'nun görevine son verdiği kadın doktor Eva Carneiro'nun ah etmesine bağlayanlar da (!) yok değil ama işin aslı Mourinho -her ne kadar inkar etse de- futbol tabiriyle soyunma odasında kaybetti. Adı gazetecide saklı bir futbolcunun "Mourinho için kazanmak yerine kaybetmeyi yeğlerim" sözü sonrasında Portekizliyi sevenler, gitmesini isteyenler ve iki grup arasında gidip gelenlerin listesi yapılır oldu. Kaptan Terry, geçen sezon transfer ettiği Fabregas, Diego Costa, kaleci Courtois ve Ramires, Mourinho'nun sadık adamları. Portekizlinin transfer ettiği Falcao, Oscar, Matiç ve formasını kaybeden İvanoviç ile birlikte hocalarının kellesini isteyen gruptan. İki grup arasında kalıp bu sezon sahada hayalet gibi dolanan geçen yılın en iyi futbolcusu Eden Hazard önderliğindeki grubun isyancılara yaklaşması ise 'Özel biri'nden 'kayıp biri'ne doğru koşan Jose Mourinho için belki de ikinci Londra serüveninin sonunu getirecek. 


Soyunma odası savaşlarına yabancı değil Jose Mourinho. Geldiği gün Raul ve Guti'yi gönderip "Burada kral artık benim" dediği Real Madrid'den bugünün kaptanı Sergio Ramos ve eski kaptan Casillas'ın kurduğu cepheyle gönderilmişti. Gelin üç yıl öncesine dönelim o günlerde Kaka ile küs olan, Nuri Şahin'in yüzüne bakmayan ve menajeri Jorge Mendes'in futbolcularını 11'de oynatan Mourinho'nun Ramos ve Casillas ile sohbetini hatırlayalım... 

Mourinho: Maçtan sonra röportajlarda beni batırmışsınız.
Ramos: Hayır “Mister”, Siz sadece gazetelerin yazdığı kadarını okudunuz. Bizim söylediklerimizin hepsini değil..
Mourinho: Doğrudur, siz İspanyollar, Dünya Kupası kazandınız ve gazeteci arkadaşlarınız sizi kolluyor. Kaleci gibi!!!..
Casillas: (Bu muhabbetten 30-40 metre uzakta diğer kalecilerle çalışıyor). Mister, burada her şey adamın yüzüne söylenir!
MourinhoSergio (Ramos), Puyol’un golünde neredeydin?
Ramos: Pique’yi marke ediyordum.
Mourinho: Puyol’u marke etmen gerekiyordu.
Ramos: Evet ama Pique çok boş kalıyordu biz de markajı değiştirmeye karar verdik.
Mourinho: Ne oluyor? Şimdi de teknik direktör mü oldunuz?
Ramos: Hayır ama sahada şartlara göre olur bu değişiklikler. Bazen bunu yapmak lazım. Siz hiç futbolcu olmadığınız için bazen saha içinde ne döndüğünü bilmezsiniz….

Hiç yorum yok: