10 Ağustos 2014

Miş'li Hayatlarımızın
Di'li Geçmiş Zamanı


Bir akşam önce Savaş'ı aramış, "Babacağım yarın sabah idmanı açmışlar." İdmanın açılması demek medyanın görüntü alabilmesi, futbolcuların antrenmandaki performansını izleyebilmesi demek. 90 dakikalık bir oyunun gerisinde dökülen emeğin, akıtılan terin gizlendiği bir futbol dünyasıyla tanışmışız son yıllarda. Ne garip değil mi? Kulüpler kendi televizyonlarını kurup, kendi haber bültenlerini yapıp, kendilerinden üçüncü şahıs diye bahseder olmuş. Onlara kalırsa kötü futbolcu yokmuş, yanlış taktik olmazmış. Fotoğraf editörü Turgut ile de konuşmuş, takım kamptan döndüğünden beri kapalı olan idmanlarda fotoğraf çekemediğinden "İyi oldu, yarın sabah oradayım babacığım" demiş. İş arkadaşlarına hep "Babacığım" diye hitap edermiş. Yine erkenden kalkmış; keşke geç kalsaymış, biraz daha uyusaymış ama kendisi gibi gazeteci olan babasından miras iş aşkı işte. Florya Metin Oktay Tesisleri'nin dört-beş kapısı varmış, eski başkan Adnan Polat bir zamanlar performansını beğenmediği futbolculara gözdağı vermek için bir röportajında "Florya'nın dört-beş kapısı var, nasıl girdilerse o kapılardan birinden çıkar giderler" demiş. O gün bilse ki Erkan o kapılardan birinden giremediği için bu dünyadan gidecek! 

Onu tesislere götüren şoföre "Önce B kapısına bakalım. Gazetecilere girişi sürekli değiştiriyorlar" demiş. Haftada en fazla iki maç var ya, sponsorlar markalarının görünürlüğünün artması için sürekli organizasyonlar yapar olmuşlar futbol dünyasında. Halkla ilişkiler şirketlerinin gazeteciler mutlaka gelsin diye, yolladıkları e-postadan bir saat sonra "E-postamızı aldınız mı, geliyor musunuz? "diye telefon açtıkları sponsor davetleri işte... Yurtdışı kamplarında peşlerinden gelen gazetecilere 10 günde bir-iki idmanı açmışlar, düz koşu yapan, kondüsyon depolayan futbolcuların büyük sırrı var ya (!) onu paylaşmak istememişler. Topuk Yaylası'ndaki idmanı izlemek için her sabah 200 km yol giden gazetecilere idmanın ilk 15 dakikası sonrasında "Çıkın" denmiş, taraftarın izlediği idman medyaya yasakmış. Seçim dönemi geldiğinde gazeteci dostu olan, empati uzmanı başkanlar ve yöneticiler sandıktan zaferle çıkınca medyayı bir numaralı düşman ilan etmiş. Yanlış transferin de, az çalışan takımın da, tutmayan oyun planının da, boş yere harcanan milyon avroların da tek suçlusu spor medyasıymış. Hem zaten her muhabir yatağından yalan haber yazmak için kalkarmış, kulüpler de zorunlu açıklama yapmak zorunda kalırmış, sonra zaman gerçeği gün yüzüne çıkardığında kimse de dönüp özür dilemezmiş. Zorunlu açıklamalarla dolu sorunlu hayatlarmış işte... 

Erkan, A kapısına gitseymiş keşke, orada güvenlik kulübesi kapının dışında. Gitmemiş. B kapısında durmuşlar, foto ekipmanlarının olduğu ağır mı ağır çantası gazetenin aracında, şoför kontağı bile kapatmamış, bu kapı değilse öbürüne gideceklermiş. Tesisin kapısı çok ama gazetecilerin gireceği kapının adı yokmuş. Kurumsallaşırken her şey evraklarda kalmış, insanları unutmuşlar işte. Kapı dediğin anti-terör kapısı, beş ton ağırlığında, içeride kulübün en önemli sırlarının saklandığı arşivler var ya ondan yapmışlar bu kapıyı! Geçen yıl takım şampiyon olup taraftarlar kutlama yapmak için tesislere girmeye çalışınca kırılan kapının yerine bu 'sağlam' kapıyı yaptırmışlar. Sur ördürselermiş; gazetecilerin üzerine kızgın yağ dökecek güvenlik görevlileri hazırda bekleseymiş. 

Kapının ardında bir güvenlik kulübesi var ama dışardan bağırsan duyan yok, kimsenin aklına araç girişi için yapılmış kapıya insan girişini sağlayacak bir tasarım gelmemiş, duvara bir zil de koymamışlar, şimdi her apartmanda olan yüz liralık diyafon, videofon da yok. Olsa, Erkan zili çalacak, güvenlik gazetecinin geldiğini görecek ekrandan, kapıyı açacak, Erkan idmanda fotoğraf çekecek. Kapı anti-terör kapısı ama 30-40 cm açık. Yani teröristler gelse vücutlarını yan verseler kapıya, tesisi basacaklar! O kadar güvenli işte tesis! Erkan kafasını uzatmış içeriye, "İdman bu sahada mı? Bugün giriş buradan mı?" sorusunun sonunu getiremeden, kulübede oturan güvenlik görevlisi kapıyı kapatan butona basmış. Erkan'ı görse basarmıymış, görmemiş, ondan basmış, o kulübede oturan kapının uzak köşesini neden göremezmiş, cevaplayan olmamış. 

Uzun yıllar Galatasaray'ı takip eden ve çok değil nisan ayında kalp krizinin bizden alıp götürdüğü usta mı usta foto muhabiri Süleyman Gültekin'in yerine göreve gelmiş Erkan. Meslektaşları, o kapı için kaç kez güvenlikle tartışmışlar, boylu boyuna açmazlar, gazeteciler ağır çantalarıyla delik gibi yerden geçmeye çalışırmış, kimse de kafasını uzatmazmış. Erkan çok tecrübeli muhabir, yüzlerce maç izlemiş, her spor dalında fotoğraf çekmiş ama o kapıda kafasını uzatmaması gerektiğini bilmezmiş. Hem zaten kapıyı yapan şirket de yerden 30-40 cm. yükseğe sensör yerleştirmiş, Erkan kafasını uzatırken bir adım atsaymış, kapı kapanmazmış, hem zaten ABD'de bu kapılarda sensör de yokmuş, bizde bu sensörleri koymuşlar ama kapıyı kapatan güvenlik görevlisinin kulübesini de kör noktaya yerleştirmişler... Dedim ya, Erkan kafasını uzatmış. Sonra? Sonrası yok!

Miş'li hayatlarımızın Di'li geçmiş zamanında artık Erkan Koyuncu. Onun atmadığı o adım için Galatasaray Kulübü'nün de, biz gazetecilerin de atması gereken çok adım var. O ilk adım için ayağa kalkın şimdi... 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bu hayatta 'keşke'lere yer yok.