29 Kasım 2012

İntikam Soğuk Yenen
Bir Yemektir

Stoper yerden uzun oynadı, orta saha yuvarlağının kendi kalesine bakan bölümünde buluştu topla, pas gelirken arkasını kollamıştı oyunu açabilmek için; rakibin sert adamlarından biri  hamlesine hazırlanıyordu ve aşil tendonunda yanmayı hissetti… Yere düştü, faul düdüğü acısına karıştı. Dizlerini karnına çekti çocukluğundaki gibi... Çevresinde bir kavga gürültü kopuyordu ama acıdan gözünü açamadı. Doktor, konçun üzerinden spreyi bastı, mucize bir ilaçtı bu... Sedye ile kenara aldılar, ayağa kalktı, bileğini denedi, “İdare eder ama yarın kimbilir ne çıkacak” dedi kendi kendine. Hakem “Gel” deyince attı kendini tekrar sahaya. Çok değil, 10 dakika sonra rakip kalecinin degajında aşiline basanla kafa topuna çıktı ve dirseğini rakibinin suratında test etti. Evet, yüzünü dağıtacak kadar sağlamdı kemiği... Uzun bir düdük sesi geldi, hakemin çıkardığı kartla rakibin yüzü aynı renkteydi. “İntikam sıcak yenen bir yemektir” dedi; kimseler duymadı ve soyunma odasının yolunu tuttu.
Biliyorum, intikam kulağa hoş gelmeyen bir kelime ama gelin görün ki; hayata dair işte... Hikayenin kahramanı futbolcu için intikam sıcak yenen bir yemekmiş ama 250 yıl önce Pierre Ambrois Francois Choderles de Laclos , “Tehlikeli İlişkiler”i kaleme alıp bir satırında “İntikam soğuk yenen bir yemektir” dediğinde kendisinden etkilenen çok insan oldu dünyada... Hikayenin bundan sonraki kahramanları gibi... Hepsinin bir hesabı vardı ve kapatılması gereken tarihi onlar belirlediler. 
Cantona, formasının yakalarını indirmeye karar verdiği sezonun hemen ertesinde Alex Ferguson kaptanlık pazubandına ona verdi. Doğrusu kaptan olmak için yaratılmıştı. Yetenekse, yetenek, liderlik ise liderlik ve saha içinde rakibe bir adım geri attıran sertlikse sertlik. Gün gelecek, Old Trafford tribünlerine dolduran taraftarlara tezahürat yapmadıkları ve takıma yeterli destek vermedikleri için “Karidesli sandviç yiyor ve sürekli gol istiyorlar” diyerek futbolun ayar tarihine adını altın harflerle yazdıracaktı. 97-98 sezonuydu. Ligin 9. Haftası, rakip Leeds United. Norveçli’ye çelme takma istedi ama başaramadı ve ters basan ayağı onu boylu boyunca yere serdi. Acı içinde kıvranırken, Norveçli, hakeme onun numara yaptığını ve kırmızı karttan yırtmak için kıvrandığını anlatmaya çalışıyordu. Bunu duydu ve hiç unutmadı. Sedye ile kenara aldılar, doktor dizine buz torbasını koyarken; gözlerini kaçırdı. Yere düşürken kulaklarında patlayan sesi birileri daha önce anlatmıştı ama o ilk kez duyuyordu. Bağlar kopmuştu işte, neden söylemiyorlardı ki! Ertesi gün sezonu kapadığını açıkladılar. Manchester United o sezon şampiyonluğu Arsenal’e kaptırdı, yorumcuların ortak fikri, “O olsaydı Wenger bu kupayı alamazdı” oldu. Sonra döndü sahalara ve dört yıl sabretti. Bir yerde karşısına çıkacaktı. En nefret ettiği formayla karşısına dikildiğinde, 85 dakika daha sabretti. Norveçli artık Manchester City forması giyiyordu ve o gün o dakikada olandan sonra kimse maçın sonucunu hatırlama ihtiyacı hissetmedi. Tercih ettiği intikam şekli, uçan tekmeydi, büyük bir hınçla Norveçli’nin dizine krampon darbesini indiriverdi. Sonra bir gün oturdu otobiyografisini yazdı ve meşhur 85. dakikayı “Yeteri kadar beklemiştim. Onu fena s... Top ortadaydı ve darbeyi indirdim ve bana bir daha sakatlık numarasından bahsetme dedim” diyerek anlattı. 

 41 yaşındaki Roy Keane, 12 yıl Manchester United forması giydikten sonra Celtic’de futbolu bıraktı. Sunderland ve İpswich Town’da teknik adam olarak çalıştı. Geçen ay adı Kasımpaşa ile anıldı ancak eşinin diretmesi üzerine Türkiye’de çalışmaktan vazgeçti. “Norveçli” Alf İnge Haaland, 40 yaşında. Manchester City’den ayrıldığında 31; Norveç 3. Ligi’nde Rosseland’da tekrar futbol oynamaya karar verdiğinde 39 yaşındaydı. Futbolu bırakmasına sebep olanın Roy Keane’nin sakatladığı dizi olmadığını söyledi ama...

81’in kışıydı; La Liga’da 15. hafta… San Mames tribünleri en nefret ettikleri iki formadan birini sahada görünce yine çılgına döndü. Barcelona klasik formasıyla sahadaydı ve sarı saçlı Alman genci orta sahada en büyük kozlarıydı. İyi başladılar oyuna, 19 dakika geçmişti ilk düdükten bu yana. De Andres’den topu şık bir çalımla kurtaran sarı saçlı Alman genci karşısında onu buldu, daha doğrusu tekmesini. San Mames tribünleri ayağa kalktı, yerde kıvranan Alman’ın çevresine toplanan takım arkadaşları Athletic Bilbao’nun stoperinin az önce kahkaha atmış bakışını görünce çılgına döndüler. Sarışın genci kenara aldılar, iki gün sonra da Köln’e ameliyat için gönderdiler. Diz bağları kopmuştu ve tıp o günlerde bu sakatlıklar için temiz bir yıl yazıyordu. 82’nin yazında Arjantin’i uçuran müthiş yeteneği kadrosuna kattı Barcelona. Almanya Milli Takımı’nda oynamayı reddeden asabi sarışın çocuk da o sezonun sonuna doğru artık sahalara dönmüştü. Fikstür çekildi ve Alman, Athletic Bilbao maçını bir kenara not etti. 24 Eylül’de Camp Nou’ya geleceklerdi. Dizinin parçalayanla görülecek bir hesabı vardı. İntikam, evet soğuk yenilen bir yemekti ama doğru servis edilirse!.. Basklılar sahaya çıktığında onunla göz göze geldi ve oyun başladıktan sonra da fazla bekleyemedi. Yakaladığı ilk pozisyonda tekmeyi savurdu Barça’nın sarışın Alman’ı. Bilbao’nun stoperi sağlam adamdı ama Alman da tekmenin hakkını verememişti, Basklı zıpladı ve kurtuldu. Yüzünde onu sakatladığı andaki gülümse belirdi. Bilbao’nun stoperi hesap kesmek için uzun vadeyi sevmezdi. Gözüne bir başkasını kestirdi; Tangocu’yu! Orta sahada arkadan hışımla yanaştı ve rakibini Camp Nou’nun çimlerinden kazıdı. Futbol tarihi çok faul görmüştü o güne kadar ama bu kadar acımasızını kimse hatırlamıyordu. Arjantinli 10 numara acıdan bayıldı; bileği kırılmıştı. İki yılda iki Barcelona’lıyı sakatlayan Basklı, o pozisyonda sadece sarı kart gördü. Sarışın Alman intikamını alabilseydi, Arjantinli’nin de intikam almak belki aklından bile geçmeyecekti . Bir yıl sonra Santiago Bernabeu’da intikam zincirinin üçüncü halkasında Arjantinli’nin meydan kavgasını başlatmak için iki sebebi vardı. Birincisi bir yıl önce kırılan bileği. İkincisi, o gece 1-0 kaybettikleri Kral Kupası finali... Bilbao’luların arasına daldı ve uçan tekmelerle önüne gelene saldırdı. 

Andoni Goikoetxea, 56 yaşında. 12 yıl Athletic Bilbao, 3 yıl Atletico Madrid formasını giydi. Önce Schuster’i ardından Maradona’yı sakatladı ve Mourinho’dan önce Katalanlar’ın bir numaralı düşmanıydı. “Bilbao Kasabı” lakabını çok sevdi. Maradona’yı sakatladığı gece giydiği kramponları hatıra olarak saklıyor. Sarışın Alman, Schuster, Barça’dan sonra Real Madrid ve Atletico Madrid’de de forma giydi. Real Madrid’i teknik adam olarak şampiyon yaptı. “60’ların futbolu oynanıyor” dediği Türkiye’de Beşiktaş’ta tutunamadı. Maradona, ertesi sezon Napoli’ye gitti, dünyanın en iyisi oldu. En büyük hayali teknik adam olarak Arjantin’i çalıştırmaktı. Kabusu oldu... 

Uçak Barajas Havaalanı’na indiğinde ufak valizini aldı ve kendisini kapıda karşılayacak olanları bekletmemek için hızlı ön tarafa yöneldi. Madrid’in yaz sıcağı çekilmezdi. Pasaport kuyruğunda beklerken telaşlandı, bir de görevli uzun uzun evraklarını inceleyince ter bastı koyu tenine. Çıktığı kapıda üzerinde isimler olan tabelalara tek tek göz gezdirdi. Eşofmanlı birilerini aradı. Geç kalmıştı işte, gitmişlerdi; ya da hiç gelmemişlerdi. Montonun cebinden kağıt parçasını çıkardı, ezberlemişti aslında ama olsun dilini bilmediği ülkede okutursa daha rahat anlaşırdı. Görevli olduğu kıyafetinden belli 50 yaşlarında bir adama yaklaştı ve kağıdı uzattı. “Ciudad Deportiva-Real Madrid” dedi görevli. O kadarını o da biliyordu!.. 4-5 kelime İspanyolca öğrenmişti. “Donde?” (Nerede) dedi. Olacak gibi değildi. Havaalanı görevlisi, bir kelime İspanyolca duyunca, motor gibi konuşmaya başlamıştı. “Grazie” dedi. İtalyancaydı ama olsun, İspanyol anlamıştı... Metro için cebindeki dolarlar işe yaramadı ama taksicinin söylediği rakam kafasına yattı. Real Madrid o yıllarda Paseo de la Castellana’daki tesislerinde idman yapıyordu. Bir zaman sonra şehrin içinden çıkıp havaalanı yakınındaki Valdebebas’a taşınacaklardı bir zaman sonra ama koyu tenli çocuk o günleri o formayla göremeyecekti. Kapıda adını söyledi, anlamadılar. Pasaportunu çıkardı, genç güvenlik görevlisi ismindeki iki o harfine takıld: Neden yanyanaydılar ki! Yanındakine de pasaportu gösterdi ve parmağıyla ismi işaret etti, güldüler... Sonrası biraz daha kolay oldu. Önce onu havaalanına almaya gelecek olan kulüp görevlisinin “Unuttum” dediğini öğrendi. Bütün bunları bir kenara yazdığından habersizdi, yıllar sonra anımsayacaktı yazdığını... B Takımı’na aldıklarında 16 yaşındaydı. İspanya için erken değildi ama takımın adı Real Madrid’di. Büyük ustalar, kadife kramponlar... Bir yıllığına kiralık verdiler. Leganes’i sevdi, ufaktı ama güzeldi. Ertesi sezon Barselona şehriyle, Espanyol kulübü sayesinde tanıştı. Madrid’den sonra denizi olan bir şehir ona iyi gelmişti. Hem kendi ülkesinden gelen kaçak çalışanlarla da sohbet edebiliyordu arka sokaklardaki kafelerde. Raul, Morientes, Guti, Anelka... Real Madrid’e ne zaman dönse; ona sıra gelmiyordu. Bir de tesislerde kimse konuşmuyordu onunla.. Kulüp, Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazanırken, o ekran başındaydı ve Mallorca yaşanacak yerdi. Luis Aragones de elinden tutmuştu. Real Madrid’de başkan değişince; yıldız transferi başladı ve onu gözden çıkardılar. Mallorca’da taraftar onu çok seviyordu ve Madrid’e geldiği gün yaşadıklarını, kendisini unutanları, “iki o” ile dalga geçenleri hatırladı. Hesabı kapatmalıydı. İspanyollar onu gibilerine “Bestia Negra” derlerdi. Başının belası oldu Real Madrid’in. Son Moix’de ve Santiago Bernabeu’da affetmedi Real Madrid’i.. Bir keresinde Bernabeu’da attığı golün ardından Real Başkanı Florentino Perez’in oturduğu tribüne doğru koştu ve gözgöze geldiler ya da o öyle sandı. Dört harika sezon geçirdi Mallorca’da. Bir beş yıl daha kalırdı ama “o şehri” çok sevmişti. El Born’da dolanmayı; Barceloneta’da elinde dondurma aylak aylak gezmeyi,; Balık Pazarı’ndaki El Quim’in hasta Barcelona’lı kirli sakallı şefini kızdırmayı özlemişti. Üstelik bu kez şefin takımına gidiyordu. Mallorca, onu aldığı fiyatın altı katına sattı Barcelona’ya.. Real Madrid Başkanı Florentino Perez, “Transferde ilk hak bizim” diye ortalığı bulandırmak istedi ama o çoktan Katalanların medarı iftaharı formayı sırtına geçirmişti. Geldiği sezon da sonraki sezonlarda da Real Madrid’in kabusu oldu. Mallorca formasıyla Real Madrid’e 7 gol atmıştı. Barça’da da durmadı... Sezon sonunda şampiyonluk kutlaması için Camp Nou’ya çıktıklarında, mikrofon kendisine geldiğinde, Madrid Barajas Havalaanı’na indiğinde 4-5 kelime İspanyolca bilen çocuk değildi artık. “Madrid’in p..., şampiyonu selamlayın” diye haykırdı. 100 bin Katalan çılgına dönmüştü. Sahadaki kalabalığın arasından biri ona “Afiyet olsun” dedi ya da o öyle sandı... İntikam soğuk yenen bir yemekti ve doğrusu şehrin havalı şefi Ferran Adria bile El Bulli’de böylesine lezzetlisini pişirmemişti... Eve gidip Old Boy’u bir kez daha izlemeye karar verdi... Ne filmdi ama... 

Samuel Eto’o, Barcelona’da 5 yıl forma giydi. 3 Lig şampiyonluğu, 1 Kral Kupası, 2 İspanya Süper Kupası ve iki Şampiyonlar Ligi Kupası kaldırdı. İnter kariyerine bir şampiyonluk, 2 İtalya Kupası, 1 İtalya Kupası ve bir Şampiyonlar Ligi Kupası yazdırdı. 2011’de paranın götürdüğü yere gitti ve tüm zamanların en çok kazanan futbolcusu ünvanıyla Anzhi Makhachkala forması giymeye başladı.(FOUR-FOUR TWO/ Kasım 2012 -- Karikatürler: Gökçen Eke) 

7 yorum:

chota dedi ki...

çok güzel olmuş kaleminize sağlık. bizdede bu tip hikayeler fazlasıyla mevcut. İlk aklıma gelen geçen sene Zokora'nın ırkçılığa karşı savurduğu tekmeydi.Futbol tarihinin en onurlu tekmesinin hikayesinide burada görmek isterdik...

Adsız dedi ki...

Evet maçtan sonra sarmaş dolaş olduğu adama, sonradan birilerinin yönlendirmesiyle atılmış çok onurlu bir tekmeydi.

DejenereDraje dedi ki...

Selam, o uçan tekmeyi atan Roy keane değil miydi abi? Paragraf cantonayla başlıyor. olayın hikayesine ilişkin video da şu linkte. http://www.youtube.com/watch?v=p_st29mlQwU

Unknown dedi ki...

El sıkışıp özür diledikten sonra bazı haysiyetsiz kıskanç yöneticilerin gazıyla atılmış tekmeden bahsediyor sanırım arkadaş.

Emre dedi ki...

@DejenereDraje

ilk başta bende öyle sandım sonra anladım. cantona yakalarını indirmeye karar verdikten sonra yazıyor yani futbolu bıraktıktan sonra. zaten hiçbir hikayede sondaki açıklamaya kadar isim yazmıyor roy keane yazmaması normal.

uğur dedi ki...

yanlış hatırlamıyorsam eğer, real madrid 49 maçtır evinde yenilmiyordu ve 50. maç rekordu, rakip de mallorca. eto'o süper bir oyunla ve sanırım hattrick'le real madrid'i 4-1 yıkmada büyük rol oynamıştı..

bu arada nasıl bir insan maradona'nın bileğini kırdığı kramponunu evinde saklar?! bir de, cantona'nın bundan birkaç yıl önce de joga bonito ayaklarıyla nike'ın reklamlarında arz-ı endam eyleyip futboldaki çirkin hareketlere "enaff" demesi kadar ironik bir olay da yoktur heralde futbol tarihinde..

Adsız dedi ki...

abi kitap yaz