24 Nisan 2010
Valverde ya da Terim
Ernesto Valverde takımı şampiyon yaptı ve gitti. La Liga'dan gelen teklif daha cazipti. Olympiakos bu sezon şampiyonluğu Pana'ya kaptırdı. Kokkalis garip başkan. Şimdi Komşu'da manşetlerde Pire kulübü için iki aday var. Valverde ve Fatih Terim. Valverde, Villarreal'de büyük bozguna uğradı. Tekrar döner mi? Ya da Terim suyun öteki yakasına geçer mi? Konuyla alakasız olarak Atina'da görsel yönetmen sıkıntısı olduğu bu sayfadan belli. Mizanpaj kötü değil felaket!..
Yeni Bir Gol Sevinci Gerek
Gol sevincini eşi/sevgilisiyle paylaşan adamların kralı Raul'dur elbette. Onun yüzüğü öptüğü gol sevincini taklit edenler çıktı. Pato da gollerden sonra kalp işareti yapan mesaj kaygılı bir arkadaş. Mesajın alıcısı bir zaman sonra eşi de oldu. Kader işte. Gün geldi Ronaldinho Milan'a transfer oldu. Pato'yu da bozdu. Alemci Ronaldinho ile takılan Pato evin yolunu unutunca evliliği de bitmiş. Sahalara döndüğünde muhtemelen yeni bir gol sevinciyle izleyeceğiz onu. Gürpınar'da garsoniyer tutan Jo'yu da yollayacaksın bunların yanına. Okeye dördüncü ararlar artık...
Roma'da Bitmeyen Derbi
Sahadaki derbi 90 dakika ama sokaktaki derbi devam ediyor hala. Roma derbisinde Totti'nin "Lazio Kümeye" fotoğrafı Lazio'nun kalbinde. Roma taraftarı posterleri Lazio'nun tesisleri Formello'nun duvarlarına astı. Antrenmana gelen Lazio'lu futbolcuların yüzlerini tahmin edin artık. Apar topar sökmüşler posterleri.
Moratti&Balotelli&Mourinho
Menajeri de en az kendisi kadar hasta. Tribüne hareket çeken, formasını atan futbolcusuna sahip çıkıyor Mourinho. Gençtir, eğitiriz, pazar günü de kadroda olacak diyor. Balotelli'nin gidip Portekiz'linin elini öpmesi lazım. Menajeri "Sana kim onu eğit dedi ki? Sen takımı çalıştırmaya devam et"demiş. Inter'de taktiği, takımı Mourinho belirler elbette. Kulübü ise başkan yönetiyor. Moratti, Mourinho'nun kararının da üzerini çizdi. Balotelli'yi Atalanta maçı kadrosundan çıkardı ve evine yolladı. Barcelona maçı sonrası yaşananların hikayesi burada. Olayların ardından Inter'in kale arkasındaki grubu Curva Nord, Balotelli'nin biletini kestiklerini açıkladı. Merak eden bu linkten Curva Nord'un çok şık açıklamasını çevirip okuyabilir.
23 Nisan 2010
Hafta Sonu Futbol
23 Nisan Cuma
21.30 Bochum – Stuttgart (TRT 3)
24 Nisan Cumartesi
14.45 Man. United – Tottenham (SPORMAX)
16.30 Mönchengladbach – B. Münich (TRT 3)
19.00 Barcelona – Xerez (NTV)
19.00 Beşiktaş – Sivasspor (LİG TV)
19.00 Inter – Atalanta (NTVSPOR)
19.30 Arsenal – Man. City (SPORMAX)
21.00 Zaragoza – Real Madrid (NTVSPOR)
22.00 PSG – Rennes (KANAL A)
25 Nisan Pazar
00.10 Estudiantes – River Plate (NTVSPOR)
14.00 Aston Villa – Birmingham (SPORMAX)
15.00 Kasımpaşa – Fenerbahçe (LİG TV)
16.00 Juventus – Bari (NTVSPOR)
16.30 Hoffenheim – Hamburg (TRT 3)
17.00 Burnley – Liverpool (SPORMAX)
18.00 Chelsea – Stoke City (SPORMAX)
18.00 Toulouse – Auxerre (KANAL A)
18.30 Freiburg – Wolfsburg (TRT 3)
19.00 Galatasaray – Bursaspor (LİG TV)
21.45 Roma – Sampdoria (NTVSPOR)
22.00 Santos – Sao Paulo (SPORMAX)
22.00 Marsilya – St. Etienne (KANAL A)
26 Nisan Pazartesi
20.00 Eskişehirspor – Trabzonspor (LİG TV)
21.30 Bochum – Stuttgart (TRT 3)
24 Nisan Cumartesi
14.45 Man. United – Tottenham (SPORMAX)
16.30 Mönchengladbach – B. Münich (TRT 3)
19.00 Barcelona – Xerez (NTV)
19.00 Beşiktaş – Sivasspor (LİG TV)
19.00 Inter – Atalanta (NTVSPOR)
19.30 Arsenal – Man. City (SPORMAX)
21.00 Zaragoza – Real Madrid (NTVSPOR)
22.00 PSG – Rennes (KANAL A)
25 Nisan Pazar
00.10 Estudiantes – River Plate (NTVSPOR)
14.00 Aston Villa – Birmingham (SPORMAX)
15.00 Kasımpaşa – Fenerbahçe (LİG TV)
16.00 Juventus – Bari (NTVSPOR)
16.30 Hoffenheim – Hamburg (TRT 3)
17.00 Burnley – Liverpool (SPORMAX)
18.00 Chelsea – Stoke City (SPORMAX)
18.00 Toulouse – Auxerre (KANAL A)
18.30 Freiburg – Wolfsburg (TRT 3)
19.00 Galatasaray – Bursaspor (LİG TV)
21.45 Roma – Sampdoria (NTVSPOR)
22.00 Santos – Sao Paulo (SPORMAX)
22.00 Marsilya – St. Etienne (KANAL A)
26 Nisan Pazartesi
20.00 Eskişehirspor – Trabzonspor (LİG TV)
21 Nisan 2010
Fotoğrafını Yolla
Oralardan Arda Turan
Kariyeri boyunca verdikleri röportajlarda "Gazete okumuyorum, spor programlarını izlemiyorum" diyen futbolcular var. Ne diyeceksin, eyvallah deyip geçiyorsun. Gün geliyor futbolu bırakıyorlar, bir bakıyorsun okumadıkları gazetelerde, köşe yazarı; izlemedikleri programlarda yorumcu olmuşlar. "Gündemi sadece kulübümün resmi yayınlarından takip ediyorum, gazete, tv'ye bakmıyorum" diyen taraftarlar da var. Ne diyeceksin? Oku ve izle mi?..
Kulübünün gündemini resmi sitesinden takip eden bir Galatasaray taraftarı dün öğle saatlerinde galatasaray.org'u tıkladığında bu fotoğrafla karşılaştı. Elbette ki öncesinde ne olduğundan haberdar değil. Sitede de bir detay yok. Ne düşünür? Çocuk yaştan beri arkadaş olan Arda ve Caner neşeli geçen, "futbolcuların hırslı göründüğü" bir antrenman sonrasında objektiflere poz vermişler. Hatta beyaz yelekli takım çift kaleyi kazanmış, ikili de bunu kutluyor. Kritik Bursaspor maçı öncesinde taraftarı mutlu eden, huzur veren bir kare! İşte hem eski futbolcunun da hem de taraftarın yanıldığı an bu. Biri en iyi bildiğini sandığı eski mesleğini anlatırken yıllardır sırtını çevirdiği bilginin eksikliğinden kıvranır, bir diğeri de dezenformasyona, sansürcü, "olması gerektiği gibi" yayın anlayışının sunduğuyla kendini kandırır.
Arda ve Caner'in haftanın basına açık tek antrenmanında kavga etmesi elbette ki bir rastlantı. Galatasaray'da haftalar öncesinden kurulup bırakılmış bombanın patlaması ise değil. Ne yazık ki bombanın saat ayarı yoktu. Ne zaman, nerede patlayacağını kimse kestiremiyordu. Nereden çıktı bu bomba? Alt yaş milli takımlarda beraber büyümüş, Manisa'da ev arkadaşlığı yapmış iki sıkı dost neden birbirlerine sinkaflı cümlelerle saldırdılar. Florya'da Metin Oktay'ın adını taşıyan, Galatasaray'da futbol devrimini gerçekleştiren Jupp Derwall'ın adını taşıyan sahaya futbol oynamak için çıkan bu adamlar neden kan sporunu tercih ettiler? Kim ne yaptı da; kan aktı Florya'da? Yönetenlerin yolunda gitmeyen şeyler olduğunu anlamaları için illa kan mı çıkması gerekiyordu? Dudağı patlatan el, dudağı patlayanın boynuna dolandığında ortalık süt liman mı oldu? Mesut musunuz oralarda? Dönelim o zaman geriye...
Bizim bu üç tarafı denizlerle çevrili; cennet topraklar diye öğretilen ve bir zaman sonra altının fay hatlarıyla döşeli olduğunu öğrendiğimiz ülkede zor olan birey olabilmektir. Eğitim sistemi de, memuriyet de, sokak da birey olmayı yasaklar. Çocuğunuz ilkokulda sürüden ayrıldığında öğretmenlerin aklına ilk gelen "Sizinki biraz hiperkatiftir"tir. Büyüdüğünüzde "Egosantrik bir arkadaş" derler. Toplum birey olarak sivrilmek istediğinizde başınıza iki şey gelir. Bir; gereğinden fazla pofpoflanır, övgüye boğulur, gruplar tarafından havaya fırlatılır ama yere düşerken fırlatanların ortalıktan kaybolduğunu görürsünüz. Yuhalarlar sizi. Sevgimizde tezahüratımız çoktur. Yere, göğe koyamaz, başımızın üzerinde taşır; sonra bir gün uzaklardan "Zaten kıçı kalkmıştı bunun" dediklerini duyar, öyle olmadığınızı bilir, üzülürsünüz.
İki, sürüden ayrıldığınızda çoban birden fazladır her seferinde. Sürüye geri dönmeyenin kafasına kafasına vururlar. İnsan vücudu bu, bir yere kadar eğilir. Vur, vur; gün gelir boynunuz eğrilir. Omuzlarınız çöker. Ya da bir zamanlar egosantrik dedikleri siz, egodistonik olur çıkarsanız. Aynaya baktığınızda kendinizi tanımaz, kendinize isyan eder, kendinizi sevmekten vazgeçersiniz. Emre Belözoğlu'nun futbol kariyeri boyunca geçirdiği evre budur. Aynı süreçten şimdi Arda Turan geçmekte. (Bkz: 90'ların Sezercik'i:Emre Belözoğlu)
Arda bugün 23 yaşında. 17 yaşında adı spor sayfalarında çokça geçtiği günlerden bu yana elbette ki çok tecrübe edindi. Çok şey başardı, kuleler yaptı, bazılarını devirdi. Hayat bu. Kimse kusursuz değil. O 17'lik genç, yaşından olgun bir adamdı. Konuşurken ailesinin çok emek verdiğini anlıyordunuz. Sempatikti, burnu kalkık değildi, vefalıydı. Dı'li geçmiş zaman Arda bugün böyle değil demek değil asla! Bugün de öyle... Arda değil aslında özne "Arda Turan". Ayşe"ler", Mehmet"ler" ülkesinde adıyla soyadıyla Arda Turan! Bu toplumun içinde Tanrı'nın ona verdiği yetenekleri iyi değerlendiren, doğru zamanda doğru yerde olan, verilen şansı iyi kullanan ve basamakları hızla tırmanan, birey olarak sivrilen ve toplumun karşısına örnek olarak dikilen bir Türk genci o.
İlk günden itibaren en çok merak edilen "Arda şımaracak mı?" mıydı. Böyle olacağını savunanların garip bir ihtirası vardı. Arda 6 ay sonra barlara düşse; "Biz dememiş miydik?" diye meydanları dolduracaklardı. Kabul edelim Bordeaux'da attığı kafayla da paçasından asılacaklar için "hızlı" bir giriş yaptı futbol dünyasına. Bir kariyer özeti; ya da futbol kariyeri ağırlıklı bir profil çıkarmak, "şutu zayıf ama" demek değil niyetim... Uzar gider, ucunu yakalayamayız sonra. O yüzden filmi ileriye saralım.
"Onun etrafında kurulacak bir takım" sloganıyla başlayan transfer döneminde kaptanlık pazubandını ve 10 numaralı formayı verdiler Arda Turan'a. Törende formanın Metin Oktay'ın forması olduğu vurgulandı, pazubandı 22 yaşında koluna geçirmesine dikkat çekildi. Bu icraata imza atan Galatasaray yönetiminin futbolun iflah olmaz romantiklerinin vazgeçilmezi olan bayrak adam tabirinden haberleri yoktu elbette.
Arda Turan, o bayrağı Metin Oktay'dan değil, Bülent Korkmaz'dan zaten, o forma ve bant verilmeden önce almıştı. Dümbüllü'nün kavuğu gibidir bayrak adamlık. Bayrak adamın illa ki kaptan olmasına gerek yoktu. Tarifini herkes bilir. Kısaca, alt yapıdan yetişen, kulübün tesisleri kokan, tribüne koysan üçlü çeken, transfer tekliflerini elinin tersiyle iten, formasını tenine dövme yapan adam. Bir zamanlar Hagi'nin topunu toplayan bu çocuk Galatasaraylıydı. Bunu her zaman her yerde söyledi. Endüstriyel futbolun coştuğu bir dönemde ülke içi rekabette kendisine açılacak muhtemel iki kapıyı ilk günden elinin tersiyle itti. Taraftar her zaman sever böyle futbolcuyu. Emre Belözoğlu'nu da böyle sevmişti Galatasaraylılar. Ta ki Inter'e gidene kadar... Futbol o zamanlar bu kadar para kaldırmıyordu. Metin Oktay da Palermo'ya gidip, dönmüştü. Emre dönmedi. Üstelik büyük bir ustalıkla, zor saklanacak bir sırrı vardı. Fenerbahçeliydi.
İşte bu ihanet ve aldatılmışlık duygusu, Arda'ya 10 numaralı formanın ve kaptanlık pazubandının verilmesinin sebebidir. Derin bir kılıç yarasıydı Emre. Arda ise pansuman için gazlı bez! Ağır bir ihaneti unutmak isteyen bir adamın/kadının hemen yeni bir aşka yelken açması ve sonrasında hayal kırıklığına uğraması gibi. Bugün, "Arda'ya kaptanlığın verilmesi hataydı" diyenlerin hissettiği, o aşkta aradığını bulamayan adamın hissettiğidir. Bu Arda'yı kötü yapmaz. Hata Arda'nın değildir. Arda kaptan olduğundan beri hatalar yapmıştır ama bu hata onun defterine yazmaz. Onu Arda Turan olarak karşılarına oturtup, ondan Metin Oktay yaratmak isteyenlerin hatasıdır bu.
Bugün Arda, ne Arda Turan; ne de Metin Oktay. İkisinin arasında sıkışıp kaldı ve o egosu yüksek, futbol karakterini yeteneği kadar sahadaki yüksek özgüveninden alan genç, artık kendisiyle kavga eden, yetmediğinde en yakın arkadaşının dudağını patlatan adam oldu. Madem futbol fena halde hayata benzer. Biraz ekrandan çalalım. Tekrar Ömer olmaya çalışan, olamayacağını anladığında da aynaları kıran Ezel gibi... "Babam ve Oğlum"da o güzelim rakı-balık sofrasında "Ne oralı oldum ne de buralı" diyen Sadık gibi...
"Endüstriyel futbola karşı Metin Oktay" deyip, ürün gamında ona geniş yer ayırıp; her vefa arandığında onu referans gösterip, onun vefatından sonra uzun bir akıllara bile gelmediğini söylediğimde az tepki almadım. Galatasaray camiasını çıkmaz sokaklara sokan bir; 96 ruhudur bir de Metin Oktay mania. Sevmek ama böyle sevmek; hastalıktır kimi zaman... Son 10 yılda ne zaman 2-3 maç arka arkaya kazansa Galatasaray, o ruh geriye gelir. Sonra bir bakmışsın yine gitmiş. Ruhu oluşturmuş adamların biri bile kalmamışken; hala yeni gelen futbolculara dayatılan budur. Florya'da son 20 yılda yetişenlerin Cüneyt Tanman'ı, Tugay'ı, Bülent Korkmaz'ı, Suat, Okan'ı, Hagi'yi, Hakan Şükür'ü, Arif'i örnek alma şanslarını ellerinden alan da bu Metin Oktay maniadır. Arda'nın "keşke hep 66 kalsaydı" dedikleri formasını (6 ;alt yapıdaki Arda + 6 Arif) neden seçtiğini bile kimse hatırlamaz artık.
Arda neden Metin Oktay olsun ki? Ya da Arda hata yapınca; neden Arda'ya "Sen Metin Oktay olamazsın (olamadın)" diyorlar ki? Onun adı Arda Turan. Yazan çizen adama, ustalar "Ne olacaksan ol; ama kendin ol, samimiyetini kaybetme, örnek al, ama taklit etme" dediğinde hepimiz hürmetle başımızı sallarız da; neden biz hayatını kaleminden kazanlar, medya çalışanları bu adamı ,Arda Turan'lıktan Arda'lığa indirgeriz. Neden Metin Oktay'a yetişemeyenler kendi devirlerinde bir Metin Oktay yaratmaya çalışırlar? Messi, dünyayı yıkarken, neden hala bir kuşağın "Maradona" dediği akıllara gelmez. Sokakta şimdi kime sorsan "MFÖ'yü severim" der, benim kuşağım başka sever!
Arda, yarın seri ilanlara "Hüviyetimi kaybettim. Arda Turan" yazdırsa yeridir. Bu genç adama kimse ne olmak istediğini sordu mu? Soruyor mu? 10 numaralı formayı verip, o pazubandı koluna taktığınızda onun Metin Oktay olacağını mı sandınız? Ne bu? Çocuklarınıza giydirdiğiniz Superman, Spider-Man kostümü mü? Nedir bu? Hayat dediğiniz maskeli balo mu?
Kariyerinin ilk gününden beri yüzü gülen adamın bugünlerde nasıl top oynadığının önemi yok. Çünkü uzun zamandır yüzü gülmüyor. Buna sebep olanlar kimse; ne yaptıklarını idrak edebilmeleri için demek ki kan akması gerekiyormuş. Siz eğer o kanı, "Barıştılar" pozu verdirip altına da "Kankaydılar, artık kan kardeşi oldular"a getirirseniz; işte en çok zararı Metin Oktay'ın ruhuna verirsiniz.
Git artık Arda Turan, kendinden nefret etmeden... Nerede, nasıl, tekrar gülümseyeceksen; oradan bir fotoğrafını yolla. "Mutluyum" yazsın sadece arkasında...
Kulübünün gündemini resmi sitesinden takip eden bir Galatasaray taraftarı dün öğle saatlerinde galatasaray.org'u tıkladığında bu fotoğrafla karşılaştı. Elbette ki öncesinde ne olduğundan haberdar değil. Sitede de bir detay yok. Ne düşünür? Çocuk yaştan beri arkadaş olan Arda ve Caner neşeli geçen, "futbolcuların hırslı göründüğü" bir antrenman sonrasında objektiflere poz vermişler. Hatta beyaz yelekli takım çift kaleyi kazanmış, ikili de bunu kutluyor. Kritik Bursaspor maçı öncesinde taraftarı mutlu eden, huzur veren bir kare! İşte hem eski futbolcunun da hem de taraftarın yanıldığı an bu. Biri en iyi bildiğini sandığı eski mesleğini anlatırken yıllardır sırtını çevirdiği bilginin eksikliğinden kıvranır, bir diğeri de dezenformasyona, sansürcü, "olması gerektiği gibi" yayın anlayışının sunduğuyla kendini kandırır.
Arda ve Caner'in haftanın basına açık tek antrenmanında kavga etmesi elbette ki bir rastlantı. Galatasaray'da haftalar öncesinden kurulup bırakılmış bombanın patlaması ise değil. Ne yazık ki bombanın saat ayarı yoktu. Ne zaman, nerede patlayacağını kimse kestiremiyordu. Nereden çıktı bu bomba? Alt yaş milli takımlarda beraber büyümüş, Manisa'da ev arkadaşlığı yapmış iki sıkı dost neden birbirlerine sinkaflı cümlelerle saldırdılar. Florya'da Metin Oktay'ın adını taşıyan, Galatasaray'da futbol devrimini gerçekleştiren Jupp Derwall'ın adını taşıyan sahaya futbol oynamak için çıkan bu adamlar neden kan sporunu tercih ettiler? Kim ne yaptı da; kan aktı Florya'da? Yönetenlerin yolunda gitmeyen şeyler olduğunu anlamaları için illa kan mı çıkması gerekiyordu? Dudağı patlatan el, dudağı patlayanın boynuna dolandığında ortalık süt liman mı oldu? Mesut musunuz oralarda? Dönelim o zaman geriye...
Bizim bu üç tarafı denizlerle çevrili; cennet topraklar diye öğretilen ve bir zaman sonra altının fay hatlarıyla döşeli olduğunu öğrendiğimiz ülkede zor olan birey olabilmektir. Eğitim sistemi de, memuriyet de, sokak da birey olmayı yasaklar. Çocuğunuz ilkokulda sürüden ayrıldığında öğretmenlerin aklına ilk gelen "Sizinki biraz hiperkatiftir"tir. Büyüdüğünüzde "Egosantrik bir arkadaş" derler. Toplum birey olarak sivrilmek istediğinizde başınıza iki şey gelir. Bir; gereğinden fazla pofpoflanır, övgüye boğulur, gruplar tarafından havaya fırlatılır ama yere düşerken fırlatanların ortalıktan kaybolduğunu görürsünüz. Yuhalarlar sizi. Sevgimizde tezahüratımız çoktur. Yere, göğe koyamaz, başımızın üzerinde taşır; sonra bir gün uzaklardan "Zaten kıçı kalkmıştı bunun" dediklerini duyar, öyle olmadığınızı bilir, üzülürsünüz.
İki, sürüden ayrıldığınızda çoban birden fazladır her seferinde. Sürüye geri dönmeyenin kafasına kafasına vururlar. İnsan vücudu bu, bir yere kadar eğilir. Vur, vur; gün gelir boynunuz eğrilir. Omuzlarınız çöker. Ya da bir zamanlar egosantrik dedikleri siz, egodistonik olur çıkarsanız. Aynaya baktığınızda kendinizi tanımaz, kendinize isyan eder, kendinizi sevmekten vazgeçersiniz. Emre Belözoğlu'nun futbol kariyeri boyunca geçirdiği evre budur. Aynı süreçten şimdi Arda Turan geçmekte. (Bkz: 90'ların Sezercik'i:Emre Belözoğlu)
Arda bugün 23 yaşında. 17 yaşında adı spor sayfalarında çokça geçtiği günlerden bu yana elbette ki çok tecrübe edindi. Çok şey başardı, kuleler yaptı, bazılarını devirdi. Hayat bu. Kimse kusursuz değil. O 17'lik genç, yaşından olgun bir adamdı. Konuşurken ailesinin çok emek verdiğini anlıyordunuz. Sempatikti, burnu kalkık değildi, vefalıydı. Dı'li geçmiş zaman Arda bugün böyle değil demek değil asla! Bugün de öyle... Arda değil aslında özne "Arda Turan". Ayşe"ler", Mehmet"ler" ülkesinde adıyla soyadıyla Arda Turan! Bu toplumun içinde Tanrı'nın ona verdiği yetenekleri iyi değerlendiren, doğru zamanda doğru yerde olan, verilen şansı iyi kullanan ve basamakları hızla tırmanan, birey olarak sivrilen ve toplumun karşısına örnek olarak dikilen bir Türk genci o.
İlk günden itibaren en çok merak edilen "Arda şımaracak mı?" mıydı. Böyle olacağını savunanların garip bir ihtirası vardı. Arda 6 ay sonra barlara düşse; "Biz dememiş miydik?" diye meydanları dolduracaklardı. Kabul edelim Bordeaux'da attığı kafayla da paçasından asılacaklar için "hızlı" bir giriş yaptı futbol dünyasına. Bir kariyer özeti; ya da futbol kariyeri ağırlıklı bir profil çıkarmak, "şutu zayıf ama" demek değil niyetim... Uzar gider, ucunu yakalayamayız sonra. O yüzden filmi ileriye saralım.
"Onun etrafında kurulacak bir takım" sloganıyla başlayan transfer döneminde kaptanlık pazubandını ve 10 numaralı formayı verdiler Arda Turan'a. Törende formanın Metin Oktay'ın forması olduğu vurgulandı, pazubandı 22 yaşında koluna geçirmesine dikkat çekildi. Bu icraata imza atan Galatasaray yönetiminin futbolun iflah olmaz romantiklerinin vazgeçilmezi olan bayrak adam tabirinden haberleri yoktu elbette.
Arda Turan, o bayrağı Metin Oktay'dan değil, Bülent Korkmaz'dan zaten, o forma ve bant verilmeden önce almıştı. Dümbüllü'nün kavuğu gibidir bayrak adamlık. Bayrak adamın illa ki kaptan olmasına gerek yoktu. Tarifini herkes bilir. Kısaca, alt yapıdan yetişen, kulübün tesisleri kokan, tribüne koysan üçlü çeken, transfer tekliflerini elinin tersiyle iten, formasını tenine dövme yapan adam. Bir zamanlar Hagi'nin topunu toplayan bu çocuk Galatasaraylıydı. Bunu her zaman her yerde söyledi. Endüstriyel futbolun coştuğu bir dönemde ülke içi rekabette kendisine açılacak muhtemel iki kapıyı ilk günden elinin tersiyle itti. Taraftar her zaman sever böyle futbolcuyu. Emre Belözoğlu'nu da böyle sevmişti Galatasaraylılar. Ta ki Inter'e gidene kadar... Futbol o zamanlar bu kadar para kaldırmıyordu. Metin Oktay da Palermo'ya gidip, dönmüştü. Emre dönmedi. Üstelik büyük bir ustalıkla, zor saklanacak bir sırrı vardı. Fenerbahçeliydi.
İşte bu ihanet ve aldatılmışlık duygusu, Arda'ya 10 numaralı formanın ve kaptanlık pazubandının verilmesinin sebebidir. Derin bir kılıç yarasıydı Emre. Arda ise pansuman için gazlı bez! Ağır bir ihaneti unutmak isteyen bir adamın/kadının hemen yeni bir aşka yelken açması ve sonrasında hayal kırıklığına uğraması gibi. Bugün, "Arda'ya kaptanlığın verilmesi hataydı" diyenlerin hissettiği, o aşkta aradığını bulamayan adamın hissettiğidir. Bu Arda'yı kötü yapmaz. Hata Arda'nın değildir. Arda kaptan olduğundan beri hatalar yapmıştır ama bu hata onun defterine yazmaz. Onu Arda Turan olarak karşılarına oturtup, ondan Metin Oktay yaratmak isteyenlerin hatasıdır bu.
Bugün Arda, ne Arda Turan; ne de Metin Oktay. İkisinin arasında sıkışıp kaldı ve o egosu yüksek, futbol karakterini yeteneği kadar sahadaki yüksek özgüveninden alan genç, artık kendisiyle kavga eden, yetmediğinde en yakın arkadaşının dudağını patlatan adam oldu. Madem futbol fena halde hayata benzer. Biraz ekrandan çalalım. Tekrar Ömer olmaya çalışan, olamayacağını anladığında da aynaları kıran Ezel gibi... "Babam ve Oğlum"da o güzelim rakı-balık sofrasında "Ne oralı oldum ne de buralı" diyen Sadık gibi...
"Endüstriyel futbola karşı Metin Oktay" deyip, ürün gamında ona geniş yer ayırıp; her vefa arandığında onu referans gösterip, onun vefatından sonra uzun bir akıllara bile gelmediğini söylediğimde az tepki almadım. Galatasaray camiasını çıkmaz sokaklara sokan bir; 96 ruhudur bir de Metin Oktay mania. Sevmek ama böyle sevmek; hastalıktır kimi zaman... Son 10 yılda ne zaman 2-3 maç arka arkaya kazansa Galatasaray, o ruh geriye gelir. Sonra bir bakmışsın yine gitmiş. Ruhu oluşturmuş adamların biri bile kalmamışken; hala yeni gelen futbolculara dayatılan budur. Florya'da son 20 yılda yetişenlerin Cüneyt Tanman'ı, Tugay'ı, Bülent Korkmaz'ı, Suat, Okan'ı, Hagi'yi, Hakan Şükür'ü, Arif'i örnek alma şanslarını ellerinden alan da bu Metin Oktay maniadır. Arda'nın "keşke hep 66 kalsaydı" dedikleri formasını (6 ;alt yapıdaki Arda + 6 Arif) neden seçtiğini bile kimse hatırlamaz artık.
Arda neden Metin Oktay olsun ki? Ya da Arda hata yapınca; neden Arda'ya "Sen Metin Oktay olamazsın (olamadın)" diyorlar ki? Onun adı Arda Turan. Yazan çizen adama, ustalar "Ne olacaksan ol; ama kendin ol, samimiyetini kaybetme, örnek al, ama taklit etme" dediğinde hepimiz hürmetle başımızı sallarız da; neden biz hayatını kaleminden kazanlar, medya çalışanları bu adamı ,Arda Turan'lıktan Arda'lığa indirgeriz. Neden Metin Oktay'a yetişemeyenler kendi devirlerinde bir Metin Oktay yaratmaya çalışırlar? Messi, dünyayı yıkarken, neden hala bir kuşağın "Maradona" dediği akıllara gelmez. Sokakta şimdi kime sorsan "MFÖ'yü severim" der, benim kuşağım başka sever!
Arda, yarın seri ilanlara "Hüviyetimi kaybettim. Arda Turan" yazdırsa yeridir. Bu genç adama kimse ne olmak istediğini sordu mu? Soruyor mu? 10 numaralı formayı verip, o pazubandı koluna taktığınızda onun Metin Oktay olacağını mı sandınız? Ne bu? Çocuklarınıza giydirdiğiniz Superman, Spider-Man kostümü mü? Nedir bu? Hayat dediğiniz maskeli balo mu?
Kariyerinin ilk gününden beri yüzü gülen adamın bugünlerde nasıl top oynadığının önemi yok. Çünkü uzun zamandır yüzü gülmüyor. Buna sebep olanlar kimse; ne yaptıklarını idrak edebilmeleri için demek ki kan akması gerekiyormuş. Siz eğer o kanı, "Barıştılar" pozu verdirip altına da "Kankaydılar, artık kan kardeşi oldular"a getirirseniz; işte en çok zararı Metin Oktay'ın ruhuna verirsiniz.
Git artık Arda Turan, kendinden nefret etmeden... Nerede, nasıl, tekrar gülümseyeceksen; oradan bir fotoğrafını yolla. "Mutluyum" yazsın sadece arkasında...
Inter'in Arızası
Inter'de her dönem bir arıza vardır. Recoba, Vieri, Adriano. Uzun zamandır da Balotelli ile uğraşıyorlar. Quaresma'nın ipini çeken tribünler dün gece de Balotelli'yi yuhaladılar. Balotelli, Batuhan aslında aynı yolun yolcusu. Çok genç, çok yetenekli ama profesyonelliğin kenarından geçmeyen, yeni yetme beynine sahip futbolcular. Kontratakta topu ezince tribünlerden tepki alan Balotelli maç bitince formayı yere atıp tribünlere gider yaptı. Bu işlerle Inter'de Materazzi ilgileniyor. Soyunma odasının koridorlarında tartaklamış Balotelli'yi. İbrahimovic de eski takım arkadaşına sallamış. Gidip galibiyeti kutlayacaklarına kavga ediyorlar, Marco aynı hareketi bana yapsa kafayı vurur, indirirdim yere diye.
Milan formasıyla görüntülenen, Milan'ı tutuyorum diyen ve Milan'ın maçına tribüne giden Balotelli için en güzel yorum canlı yayında Stankovic'den. Balotelli için ne düşünüyorsun? sorusuna "Kaç dakika veriyorsun" demiş Stankovic. Kaptanı onun için beynini kullanmıyor diyor. Maçtan sonra garaja indiğinde Inter taraftarı arabasına binerken sıkıştırıyor, temiz bir dayak yiyecekken güvenlik giriyor devreye. Tüm bu vukuatların ardından son sözü Mourinho söylüyor: Mario, Pazar günü oynayacak"
20 Nisan 2010
Inter 3 - Barcelona 1
Messi, Arsenal'e 4 attıktan sonra El Clasico öncesinde "Nasıl durduruz?" hesabı yapanlar sadece Madridliler değildi. Çeyrek finalin en kolay kurasını çeken Inter için de İtalya tarafında aynı hesap vardı. Mourinho grupta rövanşı kaybetmiş olmasına rağmen iki maçta da Messi'nin etkinliğini azaltmıştı. Portekizli yine yapardı, enseyi karartmamak lazımdı. En güzel yorum La Gazzetta'da çıktı. Güzel futbolu kimse finali garanti etmiyordu. Inter, Barça'yı Barça gibi oynayarak geçemezdi. Arsenal bunu denemeye cesaret edebilecek takımdı. Bunu denediğinde başına gelenler sonrasında Mourinho usulü bir İtalyan işi-hafif sopa gösteren- olmalıydı San Siro'da. Sezonun lig-Avrupa; acımasız fikstüründe kim daha fazla hırpalandı derseniz; bu gece de görüldü ki bu Barcelona. Önce El Clasico ardından La Coruna, hafta sonunda Katalan derbisi ve Pazar günü otobüsle bir gece Fransa konaklamalı Milano yolculuğu. Inter'in ise Fiorentina'da liderliği bıraktığı beraberliğin ardından, yedek ağırlıklı kadroyla kupa yarı final rövanşı ve Barça'dan bir gün önce, cuma gecesi oynadığı Juventus maçı...
Teknik direktörlükte başarının sırrı nerede? İyi kadro kuracak, transferi başkalarının eline bırakmayacaksınız. Milito, Eto'o, Sneijder ve Motta transferinde onun imzası var. Taktiğinizi iyi çalışacaksınız, kurduğunuz sistem üzerinden rakibe göre manevra yapabileceğiniz alternatif planlarınız olacak ve oyun içinde taşlarla iyi oynayacaksınız. Takım ruhunu sağlayacak tecrübeye ve iletişim beceresine sahip olacaksınız. İyi bir mentör olacak ve takımınızı maça iyi konsantre edeceksiniz. Medya ilişkilerinde karizmayı çizdirmeyecek, istediğiniz zaman konuşacak, sataşacak, medya sizi talep ettiğinde düşük profil çizeceksiniz. Bunların hepsi Mourinho'da var ve "futbolun sonu mu geliyor" dedirten Barcelona'yı bugün 0-1'den gelip, 3-1 devirdiyse bu bir rastlantı değil...Barça gibi ben de deplasmana gittim, maçı izleyebilmek için. Otobüsle değil, yürüyerek. Çay demlediler, sağolsunlar. Mourinho beklenildiği gibi başladı. Topu rakibine verdi ve kontrollü ve presli bir oyunla kapılan topları ilerideki hızlı forvetlerine iletmekti planı... Barça'yı elemek için yemeden atmaktı niyeti. 20-40 metre çizgisi arasına sıkışan Barça'da Messi'yi Motta ile kilitledi. Iniesta'nın olmadığı oyunda geçmiş maçların da yorgunluğuyla Xavi'nin de üzerine Cambiasso çıkınca, geriye hücumları zayıf Keita ve Busquets kaldı ki onlardan fazlasını zaten Guardiola da beklemiyordu. Barça'nın golünde Maicon'un kanadının Maxwell tarafından yıkılması futbolun garipliği. Peşinden gelen Cambiasso'nun otobüsün peşinden koşan adamın attığı kaçtı bakışına benzer bir pes edişi var. Pedro koklayan, sihirli adam. Milito'nun kaçırdıklarını kardeşi Barça'da oynuyor zihniyeti bu adreste barınamaz tabii. Aynı Messi'nin Arjantinli ağabeylerinin hatırına oynamadı salatası gibi!Yediği gol Inter'in frenlerini boşalttı. Öleceksek, çarpışıp ölelim dediler. Sonrası Portekizli deha ve İtalyan işi ile açıklanabilir. Milito'nun iki çaprazı ve Samuel'in kafasıyla golü bulabilirdi. Pandev'in eksik kaldığı oyunda, Sneijder'in zekası ve stoperleri taşıyan Eto'o-Milito ikilisi; Barça defansının balansını bozdu ve gol geliyor dedi. Golün başlangıcı Maxwell'in kanadından. Sneijder affetmedi. San Siro ve Camp Nou arasındaki farkı da not düşmek lazım. Birinde tiyatro; diğerinde rock konseri izleyen seyirci var. İtalyanlar, tribün kültürünü öğrettikleri İspanyollara bu konuda ders verdiler. Mourinho'nun kenarda her şeyi hesaplamış ve usul usul defterine not alırkenki dinginliği de o cümbüşün içinde bir başka güzellik.
İkinci yarının açılışında skor berabere iken, oyunu dengede tutan Inter karşısında İbrahimovic ile olmadığı konusunda inatçı davrandı Guardiola. Oyunu yıkmadığınız sürece onunla kontratak oynamak, Lucio ve Samuel varken zorlama oldu. Oynatmazken; oynayabilmek zor iştir. Inter ikinci yarının son 10 dakika hariç bunu başardı. İkinci golde Barça, yine sol kanadın kademesinden yıkıldı. 3. golde de farklı değildi. Eto'o elini kolunu sallaya sallaya kesti ortayı Sneijder'e. Milito 1 gol, 2 asist1 Mourinho'nun maçına Portekizli hakem vermek akıllıca mı bilmiyorum ama Barça'da Puyol'un ucuz sarı kartı dışında bir hasar göremedim. Messi ve Alves ile iki penaltı alma girişimini ise yemedi hakem. Oyunun en kritik değişikliği Guardiola'dan geldi. Sol kanat çökmüştü, fark yemekten korktu ve İbra'yı oyundan aldı. Kalan dakikalardaki oyun da gösterdi ki; kapanan Inter'in üzerine çullanan Barça'nın ceza sahası içinde tek uzun forvetine ihtiyacı var. Bojan'a zaten güvenmez, Henry'yi de denemedi.
Mourinho'nun değişikliklerini sanırım herkes tahmin etmiştir. Stankovic'e girerken "basacaksın" taktiği; ardından Milito-Balotelli (Formayı attı, tribüne gider yaptı, Materazzi tartakladı, taraftar garajda kıstırdı, hikayenin devamı yarına) değişikliği. Giren iki adamın artı koymadığını söylemek lazım, sadece oyunu tuttular. Mourinho, Guardiola'yı mat etti olarak geçer kayıtlara bu maç. Portekizli kadar, tribünde Barça ataklarında totem yapan ablanın da hakkını vermek lazım. Milano'ya gelirken İspanya'da satışa çıkmayan Invictus'u otobüste futbolcularına izleten Guardiola, kopya dvd'nin gazabına uğradı (!) Barcelona'nın başında geçen sezon 6; bu sezon 3 mağlubiyet almıştı tüm resmi maçlarda. Bu 9 maçı da tek farkla kaybeden Guardiola kariyerinde ilk kez 2 farklı kaybetti. Bu turun anahtarıdır. Real Madrid'in yeni teknik direktörü de bu gece belli oldu. Camp Nou'dan turla çıkan Mourinho akıllı adamdır, Milano'ya dönmez! Rövanşta Güney Afrika'da olacağım. Veriyordur illa ki bir kanal değil mi?
Bir Barça Hatırası: Mourinho'yu Kovun
Goller: Pedro (B) al 19’, Sneijder (I) al 30’ p.t.; Maicon (I) al 3’, Milito (I) al 16’ s.t.
INTER (4-2-3-1): Julio Cesar; Maicon (dal 28’ s.t. Chivu), Lucio, Samuel, Zanetti; Cambiasso, Thiago Motta; Eto’o, Sneijder, Pandev (dall’11’ s.t Stankovic); D. Milito (dal 30’ s.t. Balotelli) (Orlandoni, Cordoba, Materazzi, Muntari). All. Mourinho.
BARCELONA (4-2-3-1): Valdes; Dani Alves, Piqué, Puyol, Maxwell; Busquets, Xavi; Pedro, Messi, Keita; Ibrahimovic (dal 17’ s.t. Abidal) (Pinto, Marquez, G.Milito, Touré, Bojan, Henry). All. Guardiola.
Teknik direktörlükte başarının sırrı nerede? İyi kadro kuracak, transferi başkalarının eline bırakmayacaksınız. Milito, Eto'o, Sneijder ve Motta transferinde onun imzası var. Taktiğinizi iyi çalışacaksınız, kurduğunuz sistem üzerinden rakibe göre manevra yapabileceğiniz alternatif planlarınız olacak ve oyun içinde taşlarla iyi oynayacaksınız. Takım ruhunu sağlayacak tecrübeye ve iletişim beceresine sahip olacaksınız. İyi bir mentör olacak ve takımınızı maça iyi konsantre edeceksiniz. Medya ilişkilerinde karizmayı çizdirmeyecek, istediğiniz zaman konuşacak, sataşacak, medya sizi talep ettiğinde düşük profil çizeceksiniz. Bunların hepsi Mourinho'da var ve "futbolun sonu mu geliyor" dedirten Barcelona'yı bugün 0-1'den gelip, 3-1 devirdiyse bu bir rastlantı değil...Barça gibi ben de deplasmana gittim, maçı izleyebilmek için. Otobüsle değil, yürüyerek. Çay demlediler, sağolsunlar. Mourinho beklenildiği gibi başladı. Topu rakibine verdi ve kontrollü ve presli bir oyunla kapılan topları ilerideki hızlı forvetlerine iletmekti planı... Barça'yı elemek için yemeden atmaktı niyeti. 20-40 metre çizgisi arasına sıkışan Barça'da Messi'yi Motta ile kilitledi. Iniesta'nın olmadığı oyunda geçmiş maçların da yorgunluğuyla Xavi'nin de üzerine Cambiasso çıkınca, geriye hücumları zayıf Keita ve Busquets kaldı ki onlardan fazlasını zaten Guardiola da beklemiyordu. Barça'nın golünde Maicon'un kanadının Maxwell tarafından yıkılması futbolun garipliği. Peşinden gelen Cambiasso'nun otobüsün peşinden koşan adamın attığı kaçtı bakışına benzer bir pes edişi var. Pedro koklayan, sihirli adam. Milito'nun kaçırdıklarını kardeşi Barça'da oynuyor zihniyeti bu adreste barınamaz tabii. Aynı Messi'nin Arjantinli ağabeylerinin hatırına oynamadı salatası gibi!Yediği gol Inter'in frenlerini boşalttı. Öleceksek, çarpışıp ölelim dediler. Sonrası Portekizli deha ve İtalyan işi ile açıklanabilir. Milito'nun iki çaprazı ve Samuel'in kafasıyla golü bulabilirdi. Pandev'in eksik kaldığı oyunda, Sneijder'in zekası ve stoperleri taşıyan Eto'o-Milito ikilisi; Barça defansının balansını bozdu ve gol geliyor dedi. Golün başlangıcı Maxwell'in kanadından. Sneijder affetmedi. San Siro ve Camp Nou arasındaki farkı da not düşmek lazım. Birinde tiyatro; diğerinde rock konseri izleyen seyirci var. İtalyanlar, tribün kültürünü öğrettikleri İspanyollara bu konuda ders verdiler. Mourinho'nun kenarda her şeyi hesaplamış ve usul usul defterine not alırkenki dinginliği de o cümbüşün içinde bir başka güzellik.
İkinci yarının açılışında skor berabere iken, oyunu dengede tutan Inter karşısında İbrahimovic ile olmadığı konusunda inatçı davrandı Guardiola. Oyunu yıkmadığınız sürece onunla kontratak oynamak, Lucio ve Samuel varken zorlama oldu. Oynatmazken; oynayabilmek zor iştir. Inter ikinci yarının son 10 dakika hariç bunu başardı. İkinci golde Barça, yine sol kanadın kademesinden yıkıldı. 3. golde de farklı değildi. Eto'o elini kolunu sallaya sallaya kesti ortayı Sneijder'e. Milito 1 gol, 2 asist1 Mourinho'nun maçına Portekizli hakem vermek akıllıca mı bilmiyorum ama Barça'da Puyol'un ucuz sarı kartı dışında bir hasar göremedim. Messi ve Alves ile iki penaltı alma girişimini ise yemedi hakem. Oyunun en kritik değişikliği Guardiola'dan geldi. Sol kanat çökmüştü, fark yemekten korktu ve İbra'yı oyundan aldı. Kalan dakikalardaki oyun da gösterdi ki; kapanan Inter'in üzerine çullanan Barça'nın ceza sahası içinde tek uzun forvetine ihtiyacı var. Bojan'a zaten güvenmez, Henry'yi de denemedi.
Mourinho'nun değişikliklerini sanırım herkes tahmin etmiştir. Stankovic'e girerken "basacaksın" taktiği; ardından Milito-Balotelli (Formayı attı, tribüne gider yaptı, Materazzi tartakladı, taraftar garajda kıstırdı, hikayenin devamı yarına) değişikliği. Giren iki adamın artı koymadığını söylemek lazım, sadece oyunu tuttular. Mourinho, Guardiola'yı mat etti olarak geçer kayıtlara bu maç. Portekizli kadar, tribünde Barça ataklarında totem yapan ablanın da hakkını vermek lazım. Milano'ya gelirken İspanya'da satışa çıkmayan Invictus'u otobüste futbolcularına izleten Guardiola, kopya dvd'nin gazabına uğradı (!) Barcelona'nın başında geçen sezon 6; bu sezon 3 mağlubiyet almıştı tüm resmi maçlarda. Bu 9 maçı da tek farkla kaybeden Guardiola kariyerinde ilk kez 2 farklı kaybetti. Bu turun anahtarıdır. Real Madrid'in yeni teknik direktörü de bu gece belli oldu. Camp Nou'dan turla çıkan Mourinho akıllı adamdır, Milano'ya dönmez! Rövanşta Güney Afrika'da olacağım. Veriyordur illa ki bir kanal değil mi?
Bir Barça Hatırası: Mourinho'yu Kovun
Goller: Pedro (B) al 19’, Sneijder (I) al 30’ p.t.; Maicon (I) al 3’, Milito (I) al 16’ s.t.
INTER (4-2-3-1): Julio Cesar; Maicon (dal 28’ s.t. Chivu), Lucio, Samuel, Zanetti; Cambiasso, Thiago Motta; Eto’o, Sneijder, Pandev (dall’11’ s.t Stankovic); D. Milito (dal 30’ s.t. Balotelli) (Orlandoni, Cordoba, Materazzi, Muntari). All. Mourinho.
BARCELONA (4-2-3-1): Valdes; Dani Alves, Piqué, Puyol, Maxwell; Busquets, Xavi; Pedro, Messi, Keita; Ibrahimovic (dal 17’ s.t. Abidal) (Pinto, Marquez, G.Milito, Touré, Bojan, Henry). All. Guardiola.
Naklen Yayınlar
Çukur ve Zirve
Havaalanları kapalı olunca 1000 km yol yaptılar. Cannes'da geceledir ve maçtan bir gün olması gerektiği gibi Milano'ya vardılar. Milyar euroluk takım otobüsle Şampiyonlar Ligi maçına yetişti. Biz burada düdüğü astıranlar, çukur kazanlar vs. ile vakit geçirelim. En güzeli bu adamların peşinden koşmak. Bakın Guardiola basın toplantısında neler demiş? Bu olağanüstü duruma nasıl yaklaşmış?
- Inter'e teşekkür ediyoruz. CSKA Moskova'yı elemeselerdi biz Espanyol maçından sonra otobüse binip yollara düşecek belki de yetişemeyip 3-0 hükmen mağlup olacaktık.
- 14 saat otobüs yolculuğunu, Şampiyonlar Ligi yarı finalini evde televizyonda izlemeye tercih ederim.
- Otobüs yolculuğundan şikayetçi olmamamız lazım. 2. ve 3. liglerde takımlar deplasmana her zaman otobüsle gidiyorlar.
- Yolda gelirken Inter'in 7 maçını izleyip analiz edecek vaktim oldu...
(Guardiola otobüste bu kez motivasyon için "Invictus"u tercih etmiş. Marca da not düşmüş: Bu DVD, İspanya'da çıkmadı diye:) Barcelona'nın 4000 taraftarı Milano'ya gelecekti. 350 taraftar kendi araçlarla ulaşabilmiş.)
İyi Geceler Türkiye...
Guardiola ve Hayat Bilgisi
Guardiola Neyi Değiştirdi?
- Inter'e teşekkür ediyoruz. CSKA Moskova'yı elemeselerdi biz Espanyol maçından sonra otobüse binip yollara düşecek belki de yetişemeyip 3-0 hükmen mağlup olacaktık.
- 14 saat otobüs yolculuğunu, Şampiyonlar Ligi yarı finalini evde televizyonda izlemeye tercih ederim.
- Otobüs yolculuğundan şikayetçi olmamamız lazım. 2. ve 3. liglerde takımlar deplasmana her zaman otobüsle gidiyorlar.
- Yolda gelirken Inter'in 7 maçını izleyip analiz edecek vaktim oldu...
(Guardiola otobüste bu kez motivasyon için "Invictus"u tercih etmiş. Marca da not düşmüş: Bu DVD, İspanya'da çıkmadı diye:) Barcelona'nın 4000 taraftarı Milano'ya gelecekti. 350 taraftar kendi araçlarla ulaşabilmiş.)
İyi Geceler Türkiye...
Guardiola ve Hayat Bilgisi
Guardiola Neyi Değiştirdi?
Derbide Ödül Kazananlar
Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinin skor tahmini ve golü atanlar postuna 1066 tahmin geldi. Bu kez hızlı çıktı adı geçen arkadaşlar. İlk 5 dakikada doğruyu yollayanlar Cerkez 1905, Mustafa Şimşek, Meto.
1. doğru bilene PES 2010 ve Messi tişörtü, 2. doğru bilene PES 2010 (PC) ve 3. doğru bilene Messi tişörtü adrese teslim demiştim. Posta adreslerini lütfen bana iletsinler, en kısa zamanda kurye kapılarında olur. Katılan, keyif alan herkese teşekkürler.
19 Nisan 2010
Star TV'nin Tavsiyesi
Star TV'nin tavsiyesi budur. Yarın Saat 00:30'da ekran başında olun. Aman kaçırmayın, Inter-Barcelona maçının özeti var.
***
Bu ülke Şampiyonlar Ligi'ni şifresiz izlemeye alışmış. Bilmiyorum gün gelecek belki de şifreli olmasına kimse itiraz etmeyecek ama bir önceki turda doğan infiali, isyanı bile dikkate almadı Star TV. Sokağı bilmekle, vatandaşı tanımakla övünür yöneticiler. Hiç mi duymadılar futbolseverin sesini? 5 maç kalmış Şampiyonlar Ligi'nde. Bir ufak jesti bile fazla görüyorlar. Bu ülkede futbolu daha çok insan sevecek, iyinin peşinde daha çok insan koşacaksa bunu yolu bu maçlardan geçiyor. O saatte neyin yayınladığının ne reyting aldığının bir önemi yok. Star, haber kanalı değil. Canlı yayın yapmıyor, ülke gündemini değerlendiren olmazsa olmaz bir açık oturum vs. vs. yok o saatte ekranda. Kural öyle kural böyle. İtalya'da Rai veriyor maçı. Şirket PR'ı için bu jesti yapıp "Aslan Star TV" dedirtmek akıllarından geçmiyor. Bildiğiniz sokak hangi sokaksa artık!...
Lazio Kümeye!
Bu derbi Roma kadar antik. Bir derbinin olması gerektiği gibi... El Clasico öncesi Madrid'de Plaza Mayor'da Barcelonalılar boyunlarında kaşkolları kahvelerini yudumlayabilirler ama Roma'da Lazioluların mahallerinden Roma atkısıyla geçemezsin. Bayrak adam dersen yine onlarda var. Puan tablosunda yerleri ne olursa olsun bu iki takım sahaya çıktı mı birbirlerini yer. Büyük bölümünü sonradan banttan, son bölümünü ise canlı izledim. Roma'nın şampiyonluk yoluna taş koymak kadar küme düşme hattından uzaklaşmak için de 3 puana ihtiyacı vardı Lazio'nun. İkinci yarıda penaltıyı atsalar 2-0 yapacaklar, başaracaklardı da. Ranieri, Capello dönemini sollamak üzere. Devrede Totti ve De Rossi'yi oyundan aldı. İki kaptanı! Ve maçı çevirdi. Vucinic'in frikiğini görmeyen kalmasın lütfen. Maç öncesinde ortalık zaten gergin, kavgalar klasikti ama 90 dakikanın sonunda Totti'nin bu hareketi stadın dörte üçünü dolduran Lazioluları çıldırttı. Totti, Lazio kümeye diyordu. Lazio hocası, futbolcusu maçtan sonra canlı yayında Totti'yi topa tuttular. Totti kıvırdı biraz, yanlış anlaşıldım dedi ama mesaj yerine ulaşmıştı. Muhtemelen ceza da alacak. Kalan maçlarda, Inter, Barça ile uğraşırken işi bitirebilirler. 10 yıl önce şampiyon olan kadrodan çok daha düşük profilli bir kadro ve hocayla bunu başarırlarsa Serie A'nın son dönemdeki en güzel romanı olur bu. Ufukta bir de Inter-Roma arasında kupa finali var ki o zaten 2000'li yılların klasiği...
18 Nisan 2010
Fenerbahçe 1 - Beşiktaş 0
Sezonun son derbisi oynanıyor. Kendi stadında maça gitmeyen, gidemeyen Yıldırım Demirören cezalı. Federasyon Başkanı Cuma oldu mu soluğu İzmir'de alıyor, stadın yanından bile geçemiyor. Futbolda medeniyet çizgimiz budur. Beraberliğin kimseye yaramadığı, Beşiktaş'a ise hiç ama hiç yaramadığı derbide, iki ihtimali ve taraftarı arkasına alan Fenerbahçe favoriydi kağıt üzerinde. İdeal onbirlerinin karşısında yokluk içinde çıkan bir Beşiktaş buldular. Fink, Denizli'nin mutlak kazanması gereken maçta garip bir tercihti. Onun varlığı bütün değişiklikleri etkiliyor. 6 yabancıya takılan Holosko'nun oyuna girebilmesi için çıkması gereken adam onbirde başladı. Uğur değişikliği sonrasında çok daha erken Holosko-Fink değişikliği tahmin ettim ama Denizli mağlup olduğu oyunda takımının ritminden memnundu. Daum'un takımı kontrollü oyunu seviyor. Oyuna kafadan 1-0 -Alex harika oynadı- başlamanın avantajıyla tam da istedikleri oldu. 12. dakikada Güiza karşı karşıya yakaladığını atsa derbi orada bitecekti. Emre'nin geçen aya göre -normal olarak-formunun düştüğü kesin. Oyunu ileri yıkamadıkları gibi topu da rakibe bıraktılar.
Oyun lideri Tello olan Beşiktaş'ın Bobo dışında skoru değiştirecek bir 3. adamı olmadığından rakibi tehdit etmekten uzaktılar. İlk yarıda rakip kaleye tehditkar gelemeyen Beşiktaş, ikinci yarıda iki kanattan da iyi yürüdü. Kendi evinde Fenerbahçe'nin mahkum mu oynadığı yoksa Daum tarafından mı dizginlendiği takdire girer. Ekrem ve forvet arkasında bir adamı olmayan Beşiktaş'a hediye Bilica'dan geldi. Penaltı pozisyonu evlere şenlik. Can Arat'ı bile aratıyor Bilica. Bir adamın ceza sahası içinde bu kadar kontrolsüz olabilmesi akıllara ziyan. Penaltı noktasını kazıması ise bireysel çaresizlik ve edepsizlik. Volkan'a köşeyi gösterdi Bobo. Öncesinde Lugano'nun Bobo'nun topunu yatarak süpürdüğü pozisyon da penaltı... Denizli'nin değişiklikleri fayda etmedi. İbrahim Toraman başta olmak üzere skora isyan eden adamların kepenk indirirken son çeyrekteki sinir harbinden kızararak çıkmaları normal. Beşiktaş'ın mücadelesini tebrik etmek lazım. Kusura bakmasın Mustafa Hoca, bir zamanlar yediğinden bir fazlasını atmaktan bahseden teknik adam; artık takıma yememeyi öğretmekten, nasıl atılır'ı unutturmuş. 60'ına gelenin alemi, sokağı bırakıp öteki dünya korkusuyla 5 vakit namaza başlaması gibi!... Bu ne mutaassıp futbol!
Oyun lideri Tello olan Beşiktaş'ın Bobo dışında skoru değiştirecek bir 3. adamı olmadığından rakibi tehdit etmekten uzaktılar. İlk yarıda rakip kaleye tehditkar gelemeyen Beşiktaş, ikinci yarıda iki kanattan da iyi yürüdü. Kendi evinde Fenerbahçe'nin mahkum mu oynadığı yoksa Daum tarafından mı dizginlendiği takdire girer. Ekrem ve forvet arkasında bir adamı olmayan Beşiktaş'a hediye Bilica'dan geldi. Penaltı pozisyonu evlere şenlik. Can Arat'ı bile aratıyor Bilica. Bir adamın ceza sahası içinde bu kadar kontrolsüz olabilmesi akıllara ziyan. Penaltı noktasını kazıması ise bireysel çaresizlik ve edepsizlik. Volkan'a köşeyi gösterdi Bobo. Öncesinde Lugano'nun Bobo'nun topunu yatarak süpürdüğü pozisyon da penaltı... Denizli'nin değişiklikleri fayda etmedi. İbrahim Toraman başta olmak üzere skora isyan eden adamların kepenk indirirken son çeyrekteki sinir harbinden kızararak çıkmaları normal. Beşiktaş'ın mücadelesini tebrik etmek lazım. Kusura bakmasın Mustafa Hoca, bir zamanlar yediğinden bir fazlasını atmaktan bahseden teknik adam; artık takıma yememeyi öğretmekten, nasıl atılır'ı unutturmuş. 60'ına gelenin alemi, sokağı bırakıp öteki dünya korkusuyla 5 vakit namaza başlaması gibi!... Bu ne mutaassıp futbol!
Fenerbahçe erken bitireceği maçta tribün desteğiyle ikinci yarıda ayakta kaldı ve savunma dörtlüsünün bir uçan tekmesi dışında yine yüksek performansıyla kalesinde gol görmeden bir 90 dakika bitirdi. Gençlerbirliği deplasmanında "Fener gol gol gol, şampiyonluk gidiyor" tezahüratı artık "Fener gol gol gol, şampiyonluk geliyor"a terfi etti. Haftaya Galatasaray'ın kazanmasını canı gönülden isteyecek olan da yine bu tribünler.
Futbol işte; güzel olduğu kadar garip bir oyun...
(Skor tahminini doğru bilenler yarın blogda)
Futbol işte; güzel olduğu kadar garip bir oyun...
(Skor tahminini doğru bilenler yarın blogda)
Milano Yolcusu Kalmasın
Adını kopyala-yapıştır yaptığım bu "Eyjafjallajokull" volkanı yüzünden kapanan havaalanları arasında Barselona El Prat da olunca Barselona'nın tek alternatifi kaldı Milano'ya gidebilmek için. Otobüs. Bugün yola çıkıyorlar, 7 saatlik bir yolculuk sonrası Cannes'a varacaklar ve orada geceleyecekler. Yarın da Cannes'den Milano'ya 3 saatlik bir yolculuk. 630+330=960 km yol var önlerinde. UEFA maçı kesinlikle ertelemeyeceğini açıkladı. Inter'in maçını Cuma günü oynadığını hatırlatayım. Derbiden çıkan Barça için bu yorgunluk büyük dezavantaj olacak. Iniesta ve Abidal dışında eksikleri yok. İptal olan uçuşun THY olmadığını da yazmak lazım. THY'nın Barça'yı Milano'ya götürebilmesi için İstanbul aktarmalı uçması lazım !
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)