22 Kasım 2008
İtalya Derbisi?
Inter-Juventus maçı derbi -İtalya derbisi- midir? İtalya'daki farklı bir tartışmaya gelmeden önce kendi biriktirdiğimi söyleyeyim. Futbol kitaplarındaki derbi tarifi ilgilendirmiyor beni: "Aynı şehirin iki takımı oynarsa..." Clasico, Superclasico gibi derbi ya da büyük maç tarifleri de var ve hiçbirini alıp belli bir tanım içine sokma taraftarı değilim. Gelelim İtalya derbisi meselesine. Konu hakkında bugün La Gazzetta dello Sport'ta Germano Bovolenta imzalı bir makale var. Yazara da başta Milan taraftarlardan olmak üzere çok sayıda itiraz geliyormuş. Inter-Juventus neden İtalya derbisi; ya da neden hala İtalya derbisi diye? İki takımın arasında oynanan maçlara İtalya Derbisi tanımını yakıştıran 1967 yılında Gianni Brera adlı efsane bir İtalyan gazeteci. Brera, o tarihte Serie A'da en fazla şampiyonluğu bulunan ve Serie B'ye hiç düşmeyen iki kulübün maçlarını İtalya Derbisi olarak yazmaya başlamış. 1967 yılı itibariyle Juventus'un 13, Inter'in ise 10 şampiyonluğu vardı. Milan peki neredeydi? Inter'den önce kurulan, Juventus'tan önce ilk şampiyonluğunu kazanan Milan'ın o yıllardaki şampiyonluk sayısı 8 idi ki Genoa'nın 9 şampiyonluğu vardı. Sonra devir değişti elbette. Milan'ın Berlusconi patronluğunda yükselişe geçtiği yıllarda Inter ezeli rakibine geçildi. Bugün Milan şampiyonluk sayısı ve Avrupa Kupaları'nda Inter'i solladı. geçti ama İtalya derbisinin adı hala Juventus-Inter. Her ne kadar Juventus'un calciopoli skandalı yüzünden 2006 yılında küme düşmesi sonrasında Inter'liler de bunu İtalya derbisi olarak kabul etmese de İtalyan medyası 1992 yılında kaybettikleri ustaları Gianni Brera anısına hala İtalya derbisi manşeti atıyorlar...
Inter Başkanı Olmak
Son 3 yılda ikisi sahada bir masada kazanılmış 3 şampiyonluk. 90'ların kaybedeni Inter bu sezonun da favorisi. En geniş kadro onlarda, Mourinho yedek kulübesinde. Peki bu takımın maliyeti nedir? Inter'in Pirelli ve Nike ile kallavi sözleşmeleri, stad gelirleri, Şampiyonlar Ligi gelirleri ve ürün satışı var... Ve kulübün son 4 yıldaki bilançosu eksi 500 milyon euro. Sağolsun Başkan Massimo Moratti! 2008 yılında gelir-gider dengesindeki fark eksi 148 milyon euro. İki sezondur Mancini ile kazanılan şampiyonluklarda futbolcu-teknik kadro-takım masrafları toplamı 275 milyon euro. Evinde oturan Mancini'ye ödenen para 12 milyon euro. İbrahimovic'in yıllığı 12 milyon euro. Mourinho yılda 9 milyon kazanıyor. Kulübün borç hanesinde yazan ve başkan Moratti'nin üstlendiği rakam ise 418 milyon euro! Daha büyük bir borcun altında tek başına kalan bir başkan da yok Avrupa'da!...
21 Kasım 2008
Steven Gerrard
Haftasonu Futbol
22 Kasım Cumartesi
13:00 Kayseri Erciyesspor - Boluspor / D Spor
15:00 Ankaragücü - Fenerbahçe / Lig Tv
16:30 Wolfsburg - Stuttgart (Kanal 24)
17:00 Manchester City - Arsenal / Spormax
19:00 Ankaraspor - Galatasaray / Lig Tv
20:00 Bordeaux - Rennes (Kanal A)
21:30 Inter - Juventus (NTV)
21:00 Real Madrid - Recreativo Huelva (NTVSpor)
22:00 Paris St Germain - Lyon (Kanal A)
23:00 Sevilla - Valencia (NTVSpor)
01:30 San Lorenzo - Lanus (NTVSpor)
23 Kasım Pazar
13:00 Sakaryaspor - Malatyaspor / D Spor
15:00 Trabzonspor - Sivasspor / Lig Tv
15:30 Tottenham - Blackburn / Spormax
18:00 Hamburg - Werder Bremen (Kanal 24)
18:00 Numancia - Atletico Madrid (NTVSpor)
18:00 Monaco - Le Mans (Kanal A)
18:00 Sunderland - West Ham United / Spormax
19:00 Beşiktaş - Eskişehirspor / Lig Tv
20:00 Barcelona - Getafe (NTVSpor)
21:00 Vasco de Gama - Sao Paulo / Spormax
22:00 Marseille - Lille (Kanal A)
22:00 Torino - Milan (NTVSpor) (Bant)
13:00 Kayseri Erciyesspor - Boluspor / D Spor
15:00 Ankaragücü - Fenerbahçe / Lig Tv
16:30 Wolfsburg - Stuttgart (Kanal 24)
17:00 Manchester City - Arsenal / Spormax
19:00 Ankaraspor - Galatasaray / Lig Tv
20:00 Bordeaux - Rennes (Kanal A)
21:30 Inter - Juventus (NTV)
21:00 Real Madrid - Recreativo Huelva (NTVSpor)
22:00 Paris St Germain - Lyon (Kanal A)
23:00 Sevilla - Valencia (NTVSpor)
01:30 San Lorenzo - Lanus (NTVSpor)
23 Kasım Pazar
13:00 Sakaryaspor - Malatyaspor / D Spor
15:00 Trabzonspor - Sivasspor / Lig Tv
15:30 Tottenham - Blackburn / Spormax
18:00 Hamburg - Werder Bremen (Kanal 24)
18:00 Numancia - Atletico Madrid (NTVSpor)
18:00 Monaco - Le Mans (Kanal A)
18:00 Sunderland - West Ham United / Spormax
19:00 Beşiktaş - Eskişehirspor / Lig Tv
20:00 Barcelona - Getafe (NTVSpor)
21:00 Vasco de Gama - Sao Paulo / Spormax
22:00 Marseille - Lille (Kanal A)
22:00 Torino - Milan (NTVSpor) (Bant)
Kesim Mi Lan Topunuzu
Deivid döndü, Fenerbahçe'de hangi yabancı kesik yer? Delgado'nun deplasmanlarda derdi ne? Beşiktaş üçlü defansla intihar mı ediyor? Arda mı Kewell mı solda oynasın? Skibbe mi kuruyor takımı; Adnan Sezgin mi? Umut Bulut'a 10 numarayı kim verdi? 4-2-3-1 mi daha iyi; 4-1-3-2 mi? Bu hafta kimler cezalı, kimler sakat? Kimlerin hafta ortasında maçı var? Kimler yorgun?
Bütün bunların ne önemi var. Türkiye'de futbolu, futbolcular oynamıyor ki! Hakem açıklanmadan hakemi öğrenenler, hakemi cebinden arayanlar, diafondan diğer bir başkana görüşme dinletenler, evden aldıranlar, eve bırakanlar, saat soranlar, saati söyleyenler, teknik direktörün arkasında duranlar, teknik direktöre gider yapanlar...
Türkiye'de futbolu başkanlar, yöneticiler ve menajerler oynuyor. Hangi futbolcu sakat, cezalı? Bunun önemi yok. Hangi başkanın şekeri yükseldi, tansiyonu çıktı, grip oldu, midesi ağrıyor, romatizması azdı, ülseri çıktı. Bunların haber olması lazım. Onlar olmazsa takımlar ne yapsın(!)
Bizde iki gündür yaşananlara İtalyanlar 2 yıl önce futbol skandalı dedi. Hakemleri arayan Moggi'nin suçu neydi peki? Adriano-Crespo'ya ne gerek var ki? Luciano Moggi'yi transfer edeceksin, kafan rahat olacak...
Her mahallenin "kesim mi lan topunuzu amcası" vardı bir zamanlar. Kaldıysa eğer onlardan geriye; bir tane de Türk futbolunun başına lazım...
Buffon Topu Tut
Kriz varmış, petrol fiyatları dibe vurmuş, adamların umurunda değil ya da ortalığa bol bol yalan haber sıkıp reklamlarını yapıyorlar. Man. City'in Arap patronları, Juventus'a 75 milyon euro teklif ettiler Buffon'un bonservisi için. Yıllık 15 milyon euro'dan 5 yıllık sözleşme de Buffon'a... Adam topu tutsun(!) diye 150 milyon euro... Okuma fişlerinde topu tutan Ali'nin günahı neydi?
55 Yıl Önce
İngiltere futbol tarihinde bir ilk. İngiliz milli takımı tarihinde ilk kez (1953) Britanya dışı bir ülke takımına sahasında mağlup oluyor: 3-6. ESPN Classic kanalında dönüyormuş bu maç. Meraklısına...
İngiltere: gil merrick, alf ramsey ,bill eckersley ,billy wright ,harry johnston ,jimmy dickinson ,stanley matthews ,ernest taylor,stan mortensen ,john sewell,george robb
Macaristan: gyula grosics, jeno buzanszky, mihaly lantos, jozsef bozsik, gyula lorant, jozsef zakarias, lazslo budai, sandor kocsis, nandor hidegkuti, ferenc puskas, zoltan czibor
Goller:
0-1 hidegkuti 1'
1-1 sewell 15'
1-2 hidegkuti 20'
1-3 puskas 22'
1-4 puskas 29'
2-4 mortensen 37'
2-5 bozsik 54'
2-6 hidegkuti 56'
3-6 ramsey 61' (pen)
İngiltere: gil merrick, alf ramsey ,bill eckersley ,billy wright ,harry johnston ,jimmy dickinson ,stanley matthews ,ernest taylor,stan mortensen ,john sewell,george robb
Macaristan: gyula grosics, jeno buzanszky, mihaly lantos, jozsef bozsik, gyula lorant, jozsef zakarias, lazslo budai, sandor kocsis, nandor hidegkuti, ferenc puskas, zoltan czibor
Goller:
0-1 hidegkuti 1'
1-1 sewell 15'
1-2 hidegkuti 20'
1-3 puskas 22'
1-4 puskas 29'
2-4 mortensen 37'
2-5 bozsik 54'
2-6 hidegkuti 56'
3-6 ramsey 61' (pen)
Necati Ateş
Real Sociedad'da işler yolunda gitmiyor. Lider Salamanca'nın 8 puan gerisinde kaldılar. İspanya'da 2. lig uzun. 42 hafta. Bu hafta bir puan üstlerinde olan Huesca ile kendi sahalarında oynayacaklar. İspanyol basını sezon başından beri gol atamayan Necati'nin fazla kilosu olduğunu iddia ediyor. Necati de ben Türkiye'de oynadığım kilonun bir kilo altındayım cevabını vermiş. Geçen hafta Tenerife deplasmanında 1-1 biten maçta 90 dakika forma giydi, golü de uzatmalarda attılar.
Issız Adam
Issız Adam hakkında: Yüksek dozda spoiler içerir
Issız Adam muhabbeti açıldığında uzaklaşıyordum bugünlerde. Ne eleştirileri okudum ne de hakkında çıkan haberleri. Hiçbir sey bilmeden gitmekti niyetim sinema salonuna. 2005 yazında tek ayak üzerinde yakalamıştı beni Çağan Irmak, Babam ve Oğlum ile. Babasını iki ay önce toprağa vermiş bir babaydım. İlk kez tek başıma seyrettim, ağladım, ikincisinde kalabalıktık yine dayanamadım. Taşranın masumiyeti, usta oyuncular, 70'lerin çocuklarının çektiği acılar... Bizdendi o film. Evde içki, sigara eşliğinde arkadaş grubuyla seyrettiğimde gözünden yaş gelmeyen yakın arkadaşımı da şakayla karışık payladım. "Çağan Irmak tribünlere oynuyor" demişti bana o gece. Unutmadım...
Mustafa Hakkında Herşey, Çağan Irmak'ın Beyaz Türkler'den aldığı intikamdı. İstanbul'u hiçbir zaman sevmediğini anladım o filmden. İstanbul ile bir hesabı vardı Ege'li Çağan'ın. Taşranın çocuklarını başkalaştıran, onların naifliğini, masumiyetlerini elinden alan İstanbul'a kahramanların üzerinden tecavüz ediyordu. Babam ve Oğlum'da politik duruşunu net ifade edemediği yorumlarına pek kulak asmadım. 70'lerin çocuğuydu Çağan, bizdendi, o yaşıyla o dönemi anlatırken ne kadar politik olabilirdi ki? Çocukluk hatıratıydı. İçimizdeki bir dalı yakalamayı başarmış, kah gözyaşı; kah kahkaha ile sulamıştı...
Yönetmen sinemasına inanırım. Sinemada her yeni işin bir öncekinden iyi olmayacağı kuralına da. Bu yüzden büyük beklentilerle gitmedim Issız Adam'a. Babam ve Oğlum'dan sonra illa ki ağlatmıştır diyenler gibi cebime mendil de sıkıştırmadım. Zaten sonbahar, zaten pis puslu içimi titreten bir hava var şehirde, ağlayacaksak ağlayacaktık işte...
Bol soslu Cihangir Cumhuriyeti aşk hikayesiyle tribünlere oynamış Çağan Irmak. Yakın dostuma hak verdim. Issız Adam, 80 ve sonrası doğanların yakalayacağı bir film değil. Yaşı 30 üstü olan-50 ve üstünün de vah vah bizim çocukların haline diyeceği- metropol insanına "bak kardeşim bu sensin" tokatı kendince. 20'li yaşlarını yaşayanlar bu filmden geri dönüp ne çıkartırlar hayatlarından bilemem. Bildiğim belki gelecekte kendilerine örecekleri kozaların çok daha sıkı olacağı...
Her türlü önyargılarına, evhamlarına rağmen iyi bir gözlemci Çağan Irmak. 30 yaş üstü bekar metropol erkeklerinin motorize birlikleri sollayıp aşık olabileceği kadın tipini ve bir alt kuşak kadının; kendi kuşağında arayıp da bulamadığı, yemiş, yutmuş, kendi ayaklarının üzerinde duran-acaba?-sofistike ve romantik erkek arayışını iyi modellemiş Issız Adam'da. Karakterler klişeler üzerine kurulmuş olsa da, herşey Cihangir Cumhuriyeti'nin yasalarına uygun!
Bütün hikaye de o cumhuriyetin sınırları içinde dönüyor zaten. Seyrederken "senaryoyu Leyla'da yan masalara kulak kabartıp mı yazdı acaba?" diye düşündürüyor insanı. Semtin ilişkileri, semtin insanları, semtin kaybedenleri, semtin yalnızları... İkea aşkları...
Başrollerde yüzleri bilinmeyen isimlere yer vermek akıllıca aynı zamanda tehlikeli de. Bu bir film yoksa Beyoğlu'da çekilmiş bir belgesel mi diye ikileme düşürmüyor değil insanı. Evet bu insanlar aslında kendilerini oynuyorlar, tüm tecrübesizliklerine; kötünün iyisi repliklere rağmen rollerinin altından kalkıyorlar (mı acaba?)...
İki saat boyunca gözlem yeteneğiyle gerekli, gereksiz klişelere boğuyor bizi Çağan Irmak. Alper karakteri inandırıcı değil. Ada sevsin diye yaratılmış sanki. Ada, Alper kadar olmasa da o da boşlukta duruyor. Onu da Alper sevsin diye var etmiş. Kadınlar iyi yemek yapan adamı sever, Alper daha fazlasını yapıyor, şef ve restoran sahibi. Fazla Fransız değil mi? Ya da kaç Mehmet Gürs var memlekette? Restorana gelen yemek yazarı -çok komik çok- ve Michelin yıldızı alacakmış heyecanındaki Alper. İstanbul'u fethettiğini sanan ancak metropolün tecavüz ettiği bakir taşralı Alper. İzmir'li Çağan yine bel altından vuruyor İstanbul'a. Zaten Alaçatı'yı da mahvetti değil mi bu İstanbullular ey İzmirli!
Issız Adam muhabbeti açıldığında uzaklaşıyordum bugünlerde. Ne eleştirileri okudum ne de hakkında çıkan haberleri. Hiçbir sey bilmeden gitmekti niyetim sinema salonuna. 2005 yazında tek ayak üzerinde yakalamıştı beni Çağan Irmak, Babam ve Oğlum ile. Babasını iki ay önce toprağa vermiş bir babaydım. İlk kez tek başıma seyrettim, ağladım, ikincisinde kalabalıktık yine dayanamadım. Taşranın masumiyeti, usta oyuncular, 70'lerin çocuklarının çektiği acılar... Bizdendi o film. Evde içki, sigara eşliğinde arkadaş grubuyla seyrettiğimde gözünden yaş gelmeyen yakın arkadaşımı da şakayla karışık payladım. "Çağan Irmak tribünlere oynuyor" demişti bana o gece. Unutmadım...
Mustafa Hakkında Herşey, Çağan Irmak'ın Beyaz Türkler'den aldığı intikamdı. İstanbul'u hiçbir zaman sevmediğini anladım o filmden. İstanbul ile bir hesabı vardı Ege'li Çağan'ın. Taşranın çocuklarını başkalaştıran, onların naifliğini, masumiyetlerini elinden alan İstanbul'a kahramanların üzerinden tecavüz ediyordu. Babam ve Oğlum'da politik duruşunu net ifade edemediği yorumlarına pek kulak asmadım. 70'lerin çocuğuydu Çağan, bizdendi, o yaşıyla o dönemi anlatırken ne kadar politik olabilirdi ki? Çocukluk hatıratıydı. İçimizdeki bir dalı yakalamayı başarmış, kah gözyaşı; kah kahkaha ile sulamıştı...
Yönetmen sinemasına inanırım. Sinemada her yeni işin bir öncekinden iyi olmayacağı kuralına da. Bu yüzden büyük beklentilerle gitmedim Issız Adam'a. Babam ve Oğlum'dan sonra illa ki ağlatmıştır diyenler gibi cebime mendil de sıkıştırmadım. Zaten sonbahar, zaten pis puslu içimi titreten bir hava var şehirde, ağlayacaksak ağlayacaktık işte...
Bol soslu Cihangir Cumhuriyeti aşk hikayesiyle tribünlere oynamış Çağan Irmak. Yakın dostuma hak verdim. Issız Adam, 80 ve sonrası doğanların yakalayacağı bir film değil. Yaşı 30 üstü olan-50 ve üstünün de vah vah bizim çocukların haline diyeceği- metropol insanına "bak kardeşim bu sensin" tokatı kendince. 20'li yaşlarını yaşayanlar bu filmden geri dönüp ne çıkartırlar hayatlarından bilemem. Bildiğim belki gelecekte kendilerine örecekleri kozaların çok daha sıkı olacağı...
Her türlü önyargılarına, evhamlarına rağmen iyi bir gözlemci Çağan Irmak. 30 yaş üstü bekar metropol erkeklerinin motorize birlikleri sollayıp aşık olabileceği kadın tipini ve bir alt kuşak kadının; kendi kuşağında arayıp da bulamadığı, yemiş, yutmuş, kendi ayaklarının üzerinde duran-acaba?-sofistike ve romantik erkek arayışını iyi modellemiş Issız Adam'da. Karakterler klişeler üzerine kurulmuş olsa da, herşey Cihangir Cumhuriyeti'nin yasalarına uygun!
Bütün hikaye de o cumhuriyetin sınırları içinde dönüyor zaten. Seyrederken "senaryoyu Leyla'da yan masalara kulak kabartıp mı yazdı acaba?" diye düşündürüyor insanı. Semtin ilişkileri, semtin insanları, semtin kaybedenleri, semtin yalnızları... İkea aşkları...
Başrollerde yüzleri bilinmeyen isimlere yer vermek akıllıca aynı zamanda tehlikeli de. Bu bir film yoksa Beyoğlu'da çekilmiş bir belgesel mi diye ikileme düşürmüyor değil insanı. Evet bu insanlar aslında kendilerini oynuyorlar, tüm tecrübesizliklerine; kötünün iyisi repliklere rağmen rollerinin altından kalkıyorlar (mı acaba?)...
İki saat boyunca gözlem yeteneğiyle gerekli, gereksiz klişelere boğuyor bizi Çağan Irmak. Alper karakteri inandırıcı değil. Ada sevsin diye yaratılmış sanki. Ada, Alper kadar olmasa da o da boşlukta duruyor. Onu da Alper sevsin diye var etmiş. Kadınlar iyi yemek yapan adamı sever, Alper daha fazlasını yapıyor, şef ve restoran sahibi. Fazla Fransız değil mi? Ya da kaç Mehmet Gürs var memlekette? Restorana gelen yemek yazarı -çok komik çok- ve Michelin yıldızı alacakmış heyecanındaki Alper. İstanbul'u fethettiğini sanan ancak metropolün tecavüz ettiği bakir taşralı Alper. İzmir'li Çağan yine bel altından vuruyor İstanbul'a. Zaten Alaçatı'yı da mahvetti değil mi bu İstanbullular ey İzmirli!
70'lerin 45'liklerini (yakında satışları patlar) dinleyen Alper. Taşranın sıkışmışlığında radyo başında sevdiği şarkıları İstanbul'un sahaflarında arayıp bulan Alper. İşte burada Murathan Mungar kokusu alıyorum filmden. Mardin'li Mungan kokusu. Onun romanı Yüksek Topuklar'da da aynı hayalkırıklığına uğramıştım. O güzelim şiirleri yazan adam, modern zamanlar romanı yazayım derken Akmerkez gözlemciliğine soyunmuş, klişeler arasında son noktayı koymuştu. Kimbilir belki de ondandır bunca yıl ikinciyi yazmaya cesaretinin olmayışı...
İşinde başarılı metropol adamı ve onun boktan hayatı... Yaşadığı şehirde paranın satın alabileceği bütün zevkleri tadan, ilişkilerden kaçan, seks için para ödeyen, seviştikten sonra yatakta sarmayı yakan Alper. Aşkın tarifini seksi inkar ederek yapma çabaları... Yapma canım kardeşim yapma!
Masum suratı ve kadının puştu değil de, piçi zekasıyla her daim Pazar sabahları İstanbul'un bilumum kafelerinde köy kahvaltısı yapabileceğin bir sevgili Ada. Adamın evinde sabah kalktığında önce evi toplayan sonra kahvesini yapan domestik sevgili. İstanbullu ama hala taşralı. Olsun yahu! Alper'i de kahveyi bölüşmeye iten ayrılığın ayak sesleri, bu değil mi zaten?
Ve artık bıktıran; kadınların piç adam tercihi klişesi. Yediği kazıklardan uslanmamış Ada'nın bile bile lades olacağım koşusu... Dijital fotoğraf makinesi yerine analog Pentax kullanan kadınla; cd yerine hala plak dinleyen adamın aşkı. Dijitale yenik düşmeyin, e-mail değil mektup yazın hissiyatı bunlar. İhsan Oktay Anar'dan Puslu Kıtalar Atlası okuyan, sahaflarda ikinci el kitap peşinde koşturan, -yönetmen burada ne anlatmak istiyor dediğim sahnede- yatağının başucunda karakteriyle uyuşmayan çeşitlikte kel alaka kitaplar barındıran Ada.
İşinde başarılı metropol adamı ve onun boktan hayatı... Yaşadığı şehirde paranın satın alabileceği bütün zevkleri tadan, ilişkilerden kaçan, seks için para ödeyen, seviştikten sonra yatakta sarmayı yakan Alper. Aşkın tarifini seksi inkar ederek yapma çabaları... Yapma canım kardeşim yapma!
Masum suratı ve kadının puştu değil de, piçi zekasıyla her daim Pazar sabahları İstanbul'un bilumum kafelerinde köy kahvaltısı yapabileceğin bir sevgili Ada. Adamın evinde sabah kalktığında önce evi toplayan sonra kahvesini yapan domestik sevgili. İstanbullu ama hala taşralı. Olsun yahu! Alper'i de kahveyi bölüşmeye iten ayrılığın ayak sesleri, bu değil mi zaten?
Ve artık bıktıran; kadınların piç adam tercihi klişesi. Yediği kazıklardan uslanmamış Ada'nın bile bile lades olacağım koşusu... Dijital fotoğraf makinesi yerine analog Pentax kullanan kadınla; cd yerine hala plak dinleyen adamın aşkı. Dijitale yenik düşmeyin, e-mail değil mektup yazın hissiyatı bunlar. İhsan Oktay Anar'dan Puslu Kıtalar Atlası okuyan, sahaflarda ikinci el kitap peşinde koşturan, -yönetmen burada ne anlatmak istiyor dediğim sahnede- yatağının başucunda karakteriyle uyuşmayan çeşitlikte kel alaka kitaplar barındıran Ada.
Mustafa Hakkında Herşey'den sonra tekrara giren kökenlerini inkar etme, utanma klişesi. Memleketten gelen anneyi hor görme, azarlama. Kapı önünde çıkarılan ayakkabılar, entariler, düğün salonu manzaraları, “bu kız gelinim olsun” içsesleri. Çarşı böyle tezahürat yazmadı yahu daha!
Evet belki de hepsi gerçek. Cihangir Cumhuriyeti'nin kütüğüne kaydın yaptırmış binlerce Alper ve Ada var. Birazı da benim, sensin, biziz... İkea'dan döşenmiş evler, masif masalar, her sevişmenin sabahında değiştirilen çarşaflar, Babam ve Oğlum'da Sadık'ın rakı sofrasında “ne oralı olabildim; ne de buralı kalabildim” repliğini hatırlayınca burada da “bak oralı oldun da; ne bok oldun Alper” çığlığı...
Diyorum ya belgesel gibi izledim Issız Adam'ı. Bu şehrin insanlarının birbirlerine rakı sofralarında anlattığı kırık aşk hikayelerinin onda biri bile değil Alper ile Ada'nın aşkı. Şaşırtmıyor, Masumiyet'teki aşkın derinliğinin yanında sığ kalıyor, en fazla “iç abi, açılırsın” dedirtiyor. Lakin Alper rakı da içmiyor...
Alper ve Ada olacak gibi değildi, olmadı. Alper'in ben ayrılmak istiyorum dediği Ada değil; geçmişiydi. Taşradan gelen dolmayı afiyetle midesine indirmeye hazırlanan Ada'nın lokmasını kursağında bıraktı Alper. Pardon Alper değil İstanbul. Ada, Alper'in annesiyle aynı frekansa girdiğinde ağzına yerli malı şarap koymayan Alper başka bir kanal arıyordu şehrin istasyonlarında. Metropol adamı Alper'in karnı taşralı kızın çocukluğunda yediği dolma hikayelerine toktu. Alper evlenmedi, evliydi zaten, şehrin underground'uyla, kapitalist düzenle çok zaman önce kıymıştı nikahını. Ayrılmak isteyen, teslim olmayan arada bir memleketine dönerdi öyle değil mi?
Herkesin hayatında bir Alper'i, Ada'sı olmuştur elbet... Herkesin bir kırık aşk hikayesi, olmamışlığı, yanlış zamanı... Issız Adam'ı da sevmek için de yeterli nedendir bu zaten. Hele ki Çağan Irmak'ın çizdiği portrelere oturan bir adam ya da kadınsan...
Sinemacılığını "beni ağlatamadı"ya çekmek istemem Çağan Irmak'ın. Beni içine çeken, düşündüren, kanlı bıçaklı dolu dolu bir aşk hikayesi değildi. Ya da filmden bir depresyon hırkası öremedim kendime. Sinemadan çıktım. Hava buz kesmişti, bir sigara yaktım. Evde çocuklar beni bekliyordu, yemeği ben yapacak, emekleyen ufaklığı kaleye koyup büyük oğlanla şut çekecektik. Şükrettim...
Evet belki de hepsi gerçek. Cihangir Cumhuriyeti'nin kütüğüne kaydın yaptırmış binlerce Alper ve Ada var. Birazı da benim, sensin, biziz... İkea'dan döşenmiş evler, masif masalar, her sevişmenin sabahında değiştirilen çarşaflar, Babam ve Oğlum'da Sadık'ın rakı sofrasında “ne oralı olabildim; ne de buralı kalabildim” repliğini hatırlayınca burada da “bak oralı oldun da; ne bok oldun Alper” çığlığı...
Diyorum ya belgesel gibi izledim Issız Adam'ı. Bu şehrin insanlarının birbirlerine rakı sofralarında anlattığı kırık aşk hikayelerinin onda biri bile değil Alper ile Ada'nın aşkı. Şaşırtmıyor, Masumiyet'teki aşkın derinliğinin yanında sığ kalıyor, en fazla “iç abi, açılırsın” dedirtiyor. Lakin Alper rakı da içmiyor...
Alper ve Ada olacak gibi değildi, olmadı. Alper'in ben ayrılmak istiyorum dediği Ada değil; geçmişiydi. Taşradan gelen dolmayı afiyetle midesine indirmeye hazırlanan Ada'nın lokmasını kursağında bıraktı Alper. Pardon Alper değil İstanbul. Ada, Alper'in annesiyle aynı frekansa girdiğinde ağzına yerli malı şarap koymayan Alper başka bir kanal arıyordu şehrin istasyonlarında. Metropol adamı Alper'in karnı taşralı kızın çocukluğunda yediği dolma hikayelerine toktu. Alper evlenmedi, evliydi zaten, şehrin underground'uyla, kapitalist düzenle çok zaman önce kıymıştı nikahını. Ayrılmak isteyen, teslim olmayan arada bir memleketine dönerdi öyle değil mi?
Herkesin hayatında bir Alper'i, Ada'sı olmuştur elbet... Herkesin bir kırık aşk hikayesi, olmamışlığı, yanlış zamanı... Issız Adam'ı da sevmek için de yeterli nedendir bu zaten. Hele ki Çağan Irmak'ın çizdiği portrelere oturan bir adam ya da kadınsan...
Sinemacılığını "beni ağlatamadı"ya çekmek istemem Çağan Irmak'ın. Beni içine çeken, düşündüren, kanlı bıçaklı dolu dolu bir aşk hikayesi değildi. Ya da filmden bir depresyon hırkası öremedim kendime. Sinemadan çıktım. Hava buz kesmişti, bir sigara yaktım. Evde çocuklar beni bekliyordu, yemeği ben yapacak, emekleyen ufaklığı kaleye koyup büyük oğlanla şut çekecektik. Şükrettim...
20 Kasım 2008
Juventus'un Yeni Stadı
İtalya'da tribün kültürü futbol endüstrisine karşı direniyorsa;bu taraftarın duruşundan çok -ya da kadar- yeni stadyum yapılmamasıyla alakalı. Tribünleri değiştiren, dönüştüren, varolan tribün kültürünü yok eden yeni stadyumlar ve onları dolduran yeni müşteri-taraftarlar sonuçta. İtalya bu konuda bir kaleyse o da yıkılacak, yıkılıyor elbette...
Video: Juventus'un Yeni Stadı
İlk hamle Juventus'tan. 2011 yılında bitecek stadın nihai planlarını açıkladılar. 40 bin kapasiteli, 4 bin otoparklı içinde alışveriş merkezi de barandıran yeni bir stad. Juventus taraftarı için önemli olan kale arkası tribünlerin aut çizgisine uzaklığı. Delle Alpi'den hem Torino'ya uzak olduğu için hem de tribünler kaleye uzak diye kaçmışlardı ya da yıllar boyu doldurmamışlardı. Yeni stadyumda bu mesafe 8.85 m. 2011 yılında Del Piero 37 yaşında olacak. Sanırım orada bir frikik atmadan bırakmaz futbolu...
Video: Juventus'un Yeni Stadı
Avrupa Görmüş Çocuk
İş gereği seyrettim maçı. Evde olsam açarmıydım kanalı emin değilim. Ses görüntüden önce geliyordu naklen yayında. Hepimiz Rıdvanız vaziyeti. Türkiye'den giden ve futbollarını geliştirenlerin resitaliydi. Aurelio golünü de attı ve yine döktürdü. Tuncay Şanlı'nın iki golünde son vuruşta topun altına girmesi gülümsetti beni. O ne usta vuruşlar öyle... Büyük lig tedrisatından geçmenin semeresi. Toplamda milli forma altında 19 gole ulaştı. Aktif kariyerlerine devam edenler arasında bir numarada. Nihat Kahveci'nin ise 17 golü var. Tüm zamanların sıralamasında ise 3. sıraya yükseldi Tuncay. Hakan Şükür ve Lefter'in ardından. Metin Oktay ve Cemil Turan gibi iki efsanenin de 19 golü var. Bruckner yenilmeye doğmayan pehlivan gibi. Çek Cumhuriyetinin başında 3 yemişti 5 ay önce, Avusturya'nın başına geçti, 4 yedi. Bu ihtiyarlar neden onca yıl kazandıkları parayı ellerine bir roman alıp güneşli bir kasaba evinde yemezler anlamam...
19 Kasım 2008
Küçük Takım Büyük Yürek
Doğduğun, büyüdüğün, yaşadığın toprakların takımını tutmak. Doğrusu ve zor olan da bu değil mi zaten? Nereye gitsen, hangi şehrin kahvesinde soluklansan; Fenerli, Cimbomlu, Kartal çıkıyor karşına. Fotoğrafta yürüyenler Atalanta taraftarı. Yaşadıkları Bergamo'ya çok da uzak olmayan Milano'nun iki büyüğüne Milan ve Inter'e de sevdalanabilirlerdi. Şampiyon olamayacaklarını biliyorlar, 2. ligdeki şampiyonluğu saymazsan kupa görmemişler. Serie A şampiyonlukları yok tarihlerinde. Onlar Atalanta'nın peşinden yürüyorlar...
Küçük-neye göre!- takımları sevmek büyük yürek istiyor her seferinde...
Küçük-neye göre!- takımları sevmek büyük yürek istiyor her seferinde...
Jose Maria Aznar
"Perez, Zidane ve Ronaldo'dan sonra bir de Real Madrid'den aldığı 4 milyon Euro'yu fahişelere harcayan Cassano ile hatıra fotoğrafı çektirsin!" Ramon Calderon/Real Madrid başkanı
İspanya'da başbakan mı daha kolay olunuyor yoksa Real Madrid başkanı mı? Emin değilim. Bizden bir örnek vereyim. Cem Uzan Galatasaray'a başkan olmak için çok çabalamış, olamayınca da gidip parti kurmuş, kolaya kaçmıştı yani(!). Real Madrid'de başkanlık seçimi 2010'da. İki yıldır şampiyon olan takımı yaratan adam Ramon Calderon'un eline bir ay öncesine kadar güçlüydü ama futbol bu işte... İşler kötü gidince eski başkan Florentino Perez çıktı yine ortaya. Real Madrid'i yıldıza boğan ama kupasız bırakan başkan. Başkan olmak isteyen biri daha var ki.. İspanya eski başbakanı Jose Maria Aznar. Real Madrid'de başkan adayı olabilmek için üyelikte 10 yılı doldurmak lazım. Aznar da 2004'de üye olduğundan aday olması mümkün değil. Bir nevi CemUzan, Ünal Aysal hikayesi bu...
İspanya'da başbakan mı daha kolay olunuyor yoksa Real Madrid başkanı mı? Emin değilim. Bizden bir örnek vereyim. Cem Uzan Galatasaray'a başkan olmak için çok çabalamış, olamayınca da gidip parti kurmuş, kolaya kaçmıştı yani(!). Real Madrid'de başkanlık seçimi 2010'da. İki yıldır şampiyon olan takımı yaratan adam Ramon Calderon'un eline bir ay öncesine kadar güçlüydü ama futbol bu işte... İşler kötü gidince eski başkan Florentino Perez çıktı yine ortaya. Real Madrid'i yıldıza boğan ama kupasız bırakan başkan. Başkan olmak isteyen biri daha var ki.. İspanya eski başbakanı Jose Maria Aznar. Real Madrid'de başkan adayı olabilmek için üyelikte 10 yılı doldurmak lazım. Aznar da 2004'de üye olduğundan aday olması mümkün değil. Bir nevi CemUzan, Ünal Aysal hikayesi bu...
18 Kasım 2008
Savunma
Gazeteciliğin esaslarındadır. Fikri takip yapalım. Catania, Torino'ya frikik golü atarken 4 futbolcu barajın arkasına koşmuş, biri indirip aklınca kalecinin dikkatini dağıtmış, Mascaro da topu filelere yollamıştı. Peki golü yiyen Torino kalecisi ne diyor? Bir anda karşısında belirlen bir kıça mı konsantre oldu yoksa gözünü toptan ayırmadı mı? Sereni der ki: Ben Plasmati'nin şortunu indirdiğini görmedim, baraj yüzünden topu zor görüyordum. Baraj o kadar kalabalıktı ki top kaleye gelirken topu son anda gördüm. Neyse Sereni bu açıklamayla kendini temize çıkarmış(!)
Nazar
Arjantin'de nazara inanıyorlar mı bilmiyorum. Maradona yarın akşam ilk kez Arjantin milli takımının başında teknik direktör olarak çıkacak. Muhtemelen damadı Sergio Aguero da ilk onbirde oynayacaktı. Maradona'nın kızını hastanete kaldırmışlar, 6 aylık hamile. Çocuğun babası Aguero özel uçakla Madrid'e gitmiş. Arjantin çocuğun İspanya'da doğmaması için Maradona ve Aguero'ya baskı yapıyordu. Nazara geldiler işte... Bu da Arjantin'in İskoçya karşısında muhtemel onbiri...
Futbol Blog #1/2/3/4/5
* Futbol Blog #6 için bloglardan konu önerilerini yorumla bırakabilirsiniz
* Blogs bölümüne blog adresini ekletmek isteyen arkadaşlar e-mail ya da yorum bıraksınlar lütfen
* Varol Döken hepimizi Umut Ocakbaşı'na götürüyor. İsimlerinizi yorum bölümüne ekleyin lütfen...
Gece Maçları
Bir cumartesi akşamınız var aslında. Karınızla, sevgilinizle, arkadaşlarınızla birlikte geçireceğiniz. Eğer maç Dünya Kupası maçıysa ya da Şampiyonlar Ligi Finali, derbi filan değilse o maçı seyretmek zordur. Gitmek ya da evde TV’de... Herkesi ya da bir kişiyi ikna etmek meşakkatli bir iştir. Çünkü insanların kendilerine, birbirlerine ayıracakları zaman kısıtlıdır. Daha ucuza ortak bir eğlence yaratmak mümkün... Eğer maç statta seyredilir kafasında olanlardansanız gece 9 -10’da biten bir maçtan sonra eve gitmek de zordur. Hele de İstanbul’da. Başka bir şey yapacak pek bir zaman da kalmaz. Bir de maçın pazar olduğunu düşünün. Ertesi günü iş vs... Her şey daha da zor.İşte bu yüzden futbol aslında bir cumartesi öğleden sonra sporudur. Bu gece maçlarını başımıza musallat edenlerin yatacak yeri yok. ‘Gece oynansın’ diye milleti bağırtarak bu işi bu hale getirdiler. Ama artık çözüm zamanı...
Real Betis Real Betis'e Karşı
Fotoğrafı gördüğümde formayı beğendim de hikayesi başka. Racing haftasonunda Real Betis deplasmanına gitti. İki takım da renkleri yeşil-beyaz. Bu sezona kadar aralarındaki maçlarda hiç sorun yaşamamışlar. Racing'in geçen sezon 2. forması siyah ağırlıklı olunca Betis yeşil-beyazları kuşanmış. Bu maça Racing'in getirdiği 3 formaya da saha içinde karışıklık olur diye hakem izin vermedi . Hakem maçı tatil edecekken bulunan formül: Racing Santander, Real Betis'in 3. formasıyla sahaya çıktı. Real Betis'in 1. forması; 3. formayı 3-1 mağlup etti!
17 Kasım 2008
Maskaralık
Catania, Torino'yu 3-2 devirirken, Mascara hat-trick yaptı. İtalya'yı ayağa kaldıran ise Catania'nın attığı frikik golü. Torino baraj yapıyor, Mascara topun başında, kaleci barajı ayarlamış, gözünü topa dikmiş ve... 4 Catania'lı oyuncu barajın arkasına depar atıyor, biri şortunu indiriyor ve çekiyor. Sonra da ofsayttan kaçıyorlar arsız çocuklar gibi. Kaleci noluyoruz lan derken; Mascara topu filelere yolluyor. Hakem komitesi başkanı Collina "Bunun için bir kural yok, ofsayt değildiler" demiş. Ne yapsın adam. Maskaralık işte... Buraya not düşeyim: Real Madrid 2 saat içinde Schuster'i yolluyor. (edit: Schuster kaldı. Barça maçına kadar galiba...)
Video: Mascara frikik
Video: Mascara frikik
Sıra De Sanctis'de
Buffon'un sakat olduğu dönemde Juventus arka arkaya maç kazanması garip bir tesadüf elbette. İtalyan milli takımının 2. kalecisi Amelia da sakat. Çarşamba akşamı Atina'da Yunanistan ile oynayacaklar. Lippi, De Sanctis'i ilk onbirde oynatacak. Siena kalecisi Curci de yedek bekleyecek. Bu sezon Milan kalesinde 8 gol yiyen Abbiati ise kadroda yok...
Alman Teknolojisi
Klose ve arkadaşları. Alman teknolojisi... Çarşamba akşamı oynanacak hazırlık karşılaşmalarının en fiyakalısı: Almanya-İngiltere (Gerrard ve Lampard yok). Kanal A ve ZDF naklen yayınlıyor. 21:45'de. 22:00'de Maradona&Arjantin İskoçya ile oynayacak.(NTV Spor). 21:30'da Avusturya-Türkiye ve Yunanistan-İtalya var.(RAI Uno)
Schuster
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)