Bir
jenerasyonu anlatmak için en güzel karelerden biriydi. 2002 Dünya Kupası’nda
Ekvadorlu hakem Byron Moreno’nun etrafında çileden çıkmış İtalyan futbolcular.
Kimler yoktu ki! Maldini, Panucci, Buffon, Tommasi, Del Piero, Totti ve
Christian Vieri. Yıllar sonra ABD’de uyuşturucu kaçakçılığından hapis yatacak
olan Moreno, Güney Kore lehine verdiği kararlarla İtalyanların sabrını
taşırmış, yıldızlar karması da üzerine hücum etmişti. O maç, bizim yarı final
oynayıp üçüncü bitirdiğimiz Dünya Kupası’nda İtalyanların son maçı oldu. 1998
Dünya Kupası ve Euro 2000’i kazanıp, 2002’ye Brezilya ile birlikte en büyük
favori olarak gelen Fransızlar da futbolun bilinmeyen o büyülü tarafına kurban
gittiler ve gol atamadan Paris uçağına bindiler. O kupayı 14 yıl önce kazanan
Brezilya’nın devirdiği Almanya, 4 yıl sonra 2006’da ev sahibi olduğu Dünya
Kupası’nda sambacılarla birlikte final için en büyük adaydı.
Dört yıl
önce Uzak Doğu’da bir Güney Amerikalı hakemin gazabına uğrayan İtalyanların
kalesinde elbette yine Buffon vardı. Defans dörtlüsüne ise herkes gıptayla
bakıyordu. Zambrotta sağ bekte, stoperler Cannavaro ve Materazzi ve sol bekte
Grosso. Önlerinde Gattuso ve Pirlo, yetmediği ileride Totti ve Toni kanatlarda
da Camoranesi ve Perrrotta. O favori Almanlar, Lippi yönetiminde İtalyanların
sağlam defansı karşısında diz çöktüler. Yarı finalde 120 dakikada bir gol bile
atamadılar Mavilerin kalesine. Güzel oyun futbol inci gibi işler kendi
tarihini. Berlin’deki finalden kalan hatıra Zidane’nın Materrazzi’ye attığı
kafadır ama çok az insan penaltılara giden maçın 120 dakikasında gollerin bu
oyunculardan geldiğini hatırlar. Juventuslu Trezeguet’nin Juventuslu Buffon’un
koruduğu kaleye atamadığı penaltı ve sol bek Grosso’nun kupayı getiren o
plasesi…
80’ler ve
90’lara damga vuran Serie A bugün dünyanın en büyük yıldızları için vitrin bir
lig olmayabilir ama İtalyanların stadyumlarından sokaklarına kadar işlemiş
futbol kültürleri, jenerasyonlar değişse de onları büyük turnuvalarda mecburi
gizli favori kılıyor. Bayrağında olmayan mavi rengi kraliyet yıllarından emanet
aldığı formasıyla birlikte marşı ve bayrağını kutsal sayan ve bu üçlemeyle
milli takımlarının peşine düşen bir millet, komşuları Fransa’nın düzenlediği
turnuvaya da birçok futbolseverin dudak büktüğü kadrolarıyla geldiler.
Çizme’nin milli takımı demek Baggio, Del Piero, Cannavaro, Maldini , Buffon,
Pirlo, Totti ve Vieri demekti ve 38 yaşındaki kaleci Buffon dışında tüm
yıldızların artık televizyon başında “Forza İtalia” (Haydi İtalya) diye
haykırmak dışında bir katkıları yoktu milli takımlarına. İki Avrupa Şampiyonası
bir Dünya Kupası kazanmış İspanya, son Dünya Kupası’nın sahibi Almanya,
yakaladığı iyi jenerasyonları pişiren Fransa ve Belçika varken kim bakardı ki
İtalyanların yüzüne. Üstelik Veratti ve Marchisio gibi orta sahada iki etkili
isimlerini sakatlık yüzünden Fransa’ya getirememiş, pasaport verdikleri iki
Brezilyalı Motta ve Eder’e milli formayı teslim etmişlerdi. Olsun, 2006’da
kupayı kaldıran Arjantin kökenli Camorenesi de İtalyan Milli Marşı “Inno di Mameli” yi çaldığında dudaklarını
kıpırdatmıyordu. Kimin söylemediğinin önemi yoktu çünkü Buffon, -Alpay Özalan’ı
da sollayan performasıyla- milli marşını 14 yıldır bütün yüreğiyle tüm İtalya
için söylüyordu zaten…
Dört yıl
önce 1 Temmuz akşamı Prandelli yönetiminde finalde İspanyollar karşısına
çıktıkları defansta kalede yine Buffon onun önünde Barzagli, Bonucci ve
Chiellini vardı. Juventus’u çalıştırdığı dönemde vazgeçmediği bu isimlere üçlü
savunma oynatan Antonio Conte,milli takımda da ezberini bozmadı. İtalyan
savunmasında oynayanların yaşlarının önemi yoktu, tek gerçek bu adamların
mesleklerine olan saygılarından dolayı 365 gün fit olmaları ve verilen taktiği
yerine getirmeleriydi. Bu oyunda her zaman rakibinizi forvetinizle imha
edemezsiniz, bazen savunma için dizdiğiniz askerler size 90 dakikanın sonunda
zaferi getirirler.
BBC
kısaltmasıyla anılan Real Madrid’in forvet üçlüsü Bale, Benzema, Cristiano
(Ronaldo) bu sezon Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken, Juventus’un savunma
üçlüsünün de bir BBC olduğu (Bonucci-Barzagli-Chiellini) olduğunu unutmayalım.
Kaleci Buffon da dahil yaşlanmayan bu dört adama en büyük hezimeti 4 yıl önce
finalde İspanyollar yaşatmış ve kupayı alırken, efsane defans hattı dört gole
engel olamamıştı…
Euro
2008-2012 ve 2010 Dünya Kupası’na turnuvada görev yapan bir teknik adam olmasa
bile Pep Guardiola’nın oyun felsefesi damga vurmuştu. Almanların ürettikleri
anti-tezle 2014’ü kazandılar. Euro 2016 ise, ikili mücadelelerde yıkılmayan,
çok koşan, yılmayan ve vazgeçmeyen Atletico Madrid’i yaratan Diego Simeone’nin
birçok milli takıma ilham kaynağı olduğu bir turnuva. İtalyanlar da
çikolatalarından bile güzel bir kadroyla Fransa’ya gelen Belçika’yı işte bu
felsefeyle yıktılar. Önce durdur, sonra vur…
İtalya
kupayı kazanmayabilir, en iyi golcü, en iyi orta saha onlarda olmayabilir, 30
yaşındaki Alman Neuer, 38’lik Buffon’dan daha iyi kaleci diyenler de çıkabilir,
“Pique ve Sergio Ramos tandeminden daha iyisi yok” diyenler de haklı çıkabilir
ama hiçbir şey Buffon+BBC’nin dünyanın en zor açılan kilidi olduğu gerçeğini
değiştiremez.