Erik Gerets: « C’est le genre de joueur avec lequel vous partiriez à la guerre »
(O, savaşa gideceğiniz oyuncu sınıfındandır)
Bir kaptanı takımından ayırabilmek zordur. Geçen sezonun başında 3 yıllık sözleşmesi varken ilk çıkan haber Marsilya’dan ayrılmak istediğiydi. Her futbolcu Premier Lig’de oynamak ister. 6 milyon Euro bonservis bedeline bir anlam verememiştim. Sonuçta Sunderland için bir piyangoydu. Bu oyunda her zaman favori oyuncularınız vardır. Lorik Cana da Avrupa’nın en iyi onbirine koymadığım ama "benim onbirim dediğim" takımda yer verdiğim bir orta sahaydı. Cana gibi adamları sadece futbol yetenekleriyle değerlendiremezsin. Bazıları lider doğar. Cana da böyle bir adam. Ona "savaşçı" diyorlar. Başka şansı var mıymış acaba! 9-10 yaşında yaşadığı topraklarda savaş varken hayatta kalabilmek için ülkeyi terk etmek zorunda kalan bir ailenin, eski bir futbolcunun oğlu Cana. Gittikleri ülke ise İsviçre.
Lorik Cana’nın ailesi gibi Kosova’yı terkeden ve İsviçre’ye sığınan bir başka ailenin futbolcu oğlunu da analım: Valon Behrami. Cana’dan iki yaş küçük. Bugün Cana, Arnavutluk milli takımında oynarken, Behrami, İsviçre forması giyiyor. Cana’nın kariyerini yönetenin futbolcu babası olması bir talih tabii. İsviçre’den Fransa’ya geçiyor. Arsene Wenger’in uzun elleri, ona da uzanmış o günlerde. İngiliz futbolunun klasik engeli... Genç yetenek kontenjanından yararlanıp sınırı geçememiş. Paris Saint Germain kariyerinin (Taraftar gittiği için nefret etti. Pankartta da küfür ediyorlar (alttaki foto) son senesinde yolu bizim buralardan geçmiş Halilhodzic ona inanmasa; muhtemelen başka bir kariyeri olacaktı. O son sezonu, ona Marsilya kapılarını açtı. Marsilya zor kulüp. Lig desen, O.Lyon’un hükümdarlığı altında. Juninho atıyor, attırıyor, O.Lyon milleti deli ediyor. Cana’yı yakından takip ettiğim, Fransız basınından izlediğim dönem bu dönemdir. Arnavut bir oyuncunun, Fransa gibi kibirli adamların ülkesinde kaptanlığa yükselmesi ayrı bir başarı.
Marsilya’da kaptandan öte; bayrak adam gibiydi. Tribünler inanılmaz seviyordu onu, kale arkasına gittiğinde ortalık yıkılıyordu. Bu yüzden ayrılık haberine (Cana gitti Marsilya şampiyon oldu bu arada) pek anlam verememiştim. Bir zamanlar kapısından giremediği ülkeyi fethetmek istemiş olabilir. Sunderland sezon başında 6-9 arasına oynacak takımdı kafamda. Lorik Cana düzenli forma giydi, Steve Bruce ona kaptanlığı da verdi. Lakin sezon meşakkatli geçti. Sunderland, Darren Bent susunca yıkım yaşadı.
Galatasaray’ın Linderoth’un ardından iyi bir ön liberoya ihtiyacı vardı. Özellikle de Mehmet Topal, 4.2 milyona satılınca; akla gelen soru şuydu? Mehmet ideallerinin peşine düşmüştü, tutamazlardı. Peki Galatasaray, kasasında para yokken o göbeği kaç milyon ödeyerek dolduracaktı? Akla gelen, ya da transfer istihbaratlarında adı geçenler arasında Cana yoktu. Daha bir yıl önce Sunderland’a giden, çatkapı kaptan olan bir adamı neden satsın ki İngilizler? Ne oldu peki? Lorik Cana, menajerine ayrılmak istediğini söyledi. Sebebi, Arnavutluk’taki ailesine yakın olmaktı. Kulüp arayışına girdiklerinde de karşılarına Galatasaray çıktı. Cana’nın Rijkaard’ın listesinde olduğunu da not düşelim geçen sezondan.
Bugün kulübünün sitesinde de açıkladığı üzere; Steve Bruce’a sezon açılışında Cana ayrılmak istediğini söyledi ve sebebinin ailesi olduğunu söyleyince, onu bırakmak istemeyen hocası evet demek zorunda kaldı. Sunderland’ın 6 milyon Euro’ya aldığı Cana’yı 6 milyona sattık açıklamasının yanında; Galatasaray’ın borsaya bildirdiği 4.5 milyon Euro açıklaması var. Rakam neyse; 3 taksitte ödenecek. Cana da yıllık 2 milyon Euro alacak. Galatasaray’da ücret dengesi içinde kabul edilebilir bir rakam.
Galatasaray’ın ligin ikinci yarısında maçlarını oynayacağı TT Arena’da bilet fiyatları ve kapasite nedeniyle seyirci profili değişecek. Bu şartlarda yumuşayan tribünlerin önünde, sahayı arenaya çevirecek bir karaktere sahip Lorik Cana... Lucas Neill gibi gözü kapalı kaptanlığı verebileceğiniz lider bir kişilik. Başarılı olur mu? sorusunun cevabı gerideki 5 yıllık kariyerinde saklı. Marsilya ve Sunderlanda’de işi kıvıran Cana, Galatasaray’da da Sarp-Barış-Mehmet’in çoğu zaman bir Emre Belözoğlu yapmadığı orta sahasında, geçmiş iki sezonun kırılgan onbirine sertlik getirir. Yeri geldiğinde kırmızıyı görür, ya da ne bileyim; rakibine kafa atar. Kavgasını kendine değil takım için yapan futbolcu sınıfında görmek lazım Cana'yı.
Sunderland taraftarı ne düşünüyor acaba? Çok üzülen de var, yolu açık olsun çok kart görüyordu diyen de. Bir taraftarın postu ve ona verilen cevap güzeldi, paylaşmak istedim: "If we dont sign Ozil, Schweinsteiger or Sneijder in the next 10 minutes than Bruce should fuck off out of this club, totally clueless manager" Bir sonraki post: "What about in 15minutes?
Bir transfer anısı son nokta olsun. Hagi, Barcelona’da valiz toplarken bileti Meksika’ya idi. Galatasaray’ın teklifine kabul ederken, Bükreş dediğin şurası deyip evet dediği akıllarda. Arnavut Cana da benzer sebeple geliyor İstanbul’a...
8 Temmuz 2010
İsmael Sosa
İsmael Sosa’nın blogun radarına 13 Aralık 2007’de yakalanmış. O tarihte 20 yaşındaki Sosa için Dinamo Moskova, Independiente’nin kapısını çalmıştı. Rus pazarının oligark sermayesini Güney Amerika’ya akıttığı zamanlar. Cavenaghi’nin yolu da oralardan geçmişti. Arjantinlilerin Rus liginde telef olduğunu söylemeye gerek var mı? 6.5 milyon Euro teklif ettiler o dönemde, biraz bol kepçe tabii. Independiente kabul etmedi. 1.5 yıl önce kulübün yetiştirdiği ve taraftarın sattığı Sosa’dan bir yaş büyük Sergio Agüero’yu 20 milyon üstüne Atletico Madrid’e satmışlardı. Pişmeye bıraktılar Sosa’yı. Independiente ilginç bir kulüp. Bugün Napoli’den valiz toplayan German Denis de bu kulüpte Avrupa’ya geldi. Bursaspor’a transfer olan Insua da Sosa genç takımdayken, Agüero ile birlikte A takımda oynuyordu.Gaziantepspor’un Sosa’ya talip olduğu haberleri resmi açıklamadan 10 gün önce çıkmıştı Arjantin’de. Ole gazetesi, Gaziantespor’da eski bir Independiente’linin varlığına dikkat çekiyor: Cristian Zurita. 2003-2005 yıllarında Independiente forması giymişti. Transferin maliyeti 3 milyon Euro. Sosa 23 yaşında. Agüero ise 22. Burada Maradona’nın damadının Arjantin tarihinde kayınpederinden en genç forma giyen futbolcu ünvanını (15) aldığını not düşmek lazım. 87 doğumlu Arjantin Ligi’nde artık pişmiş ve fırından sıcak çıkmış Sosa’yı bu fiyata aldığı için Gaziantepspor yönetimine büyük alkış. 23 yaş, Güney Amerika pazarından artık Avrupa’ya gelmek için geç bir yaş. Sosa’nın tek pasaportlu bir futbolcu olduğunu varsayıyorum. İtalya, İspanya ve İngiltere’deki yabancı sınırlaması bu oyuncuların önünü tıkıyor. Sosa için Gaziantepspor iyi bir basamak olabilir. Bu 3 Büyüklere’e giden yolu da açabilir. Avrupa’nın büyük liglerinde orta sıra takımların da...
Puyol ve Babası ve Cruyff
"Barcelona'nın kaptanının babası dün öğleden sonra nerede olur? El Corte Ingles'de alışverişte? Marbella'da golf mü oynar? Dünya turundadır; Tokyo'ya az önce mi inmiştir? Lebiderya evinde, dizlerinde battaniye; kitap mı okur? Diagonal'de yürüyüşe mi çıkmıştır? Şehir kulübünde briç masasında ayakları mı uyuşmuştur? Barcelona kaptanının babası dün öğleden sonra nerede olur? Oğlu Deportivo La Coruna maçı için El Prat'dan takımla havalandığında bir iş makinesinin üzerinde de olurmuş. 56 yaşındaymış. İş kazası. Puyol, La Coruna'ya indiğinde "baban öldü" demişler. Barcelona'ya 200 km uzaklıkta Puyol ve kardeşi Putxi'nin doğup büyüdüğü yerde. Babalar hep ölür. Milyon dolarların da olsa ölür..." 4 yıl önce bunları yazmışım Puyol için. O, bugün İspanyolları tarihinde ilk kez finale çıkartan adam oldu. El Clasico'da Santiago Bernabeu tribünlerine kolundaki Katalan bayrağının sarı kırmızısını gösteren adam bu gece bir ulusu uyutmayacak. Hatta Pazar'a kadar da uyumayacak İspanyollar. Ve onların prensi ve kraliçesi. İspanyol prensi gruptaki ilk maça gelmişti. İsviçre kazandı. Kraliyet ailesi bu kez yarı final ve olası final için kraliçe Sofia'yı yolladı Güney Afrika'ya. Kaybetseler artık ne kralı kalırdı, ne kraliçesi! Portekizlilerin gazete kapaklarındaki boğa mizansenini taklit eden Almanlar da aynı yolun yolcusu oldular.Buraya kadar finali hakeden takım Almanya idi. Oynadıkları futbol ve İspanyolların bu turnuvadaki performansıyla da bu yarı finalin favorisi. Tedirgin başladı Almanlar. İki takım da kupada Şili ve Gana ile birlikte en genç kadrolara sahiptiler; aradaki fark İspanyolların 23 kişilik kadrosunun 32 takım içinde en çok kupa kazanan dolayısıyla görmüş geçirmiş taraf olmasıydı. Askerde üstünün karşısında esas duruşa geçersin de, rütbe arttıkça elin terler, nabızın yükselir. Yıldızlar fazlalaştıkça, esas duruş da bir başka esaslı olur. Almanların durumu da buydu işte. Karşı tarafta o kadar çok yıldız vardi ki, ilk çeyrekte kasıldılar. Löw'ün dediği gibi "İspanyollar'da birde fazla Messi vardı." Sürklase ettiği Arjantin maçından sonra takımının ayaklarını yere sağlam basması için söylenmiş diye de okunabilir bu elbette.
Onbirdeki 7 Barcelona'lı karşısında Almanların %60+2-3 topu rakibe vereceklerini ve hızlı çıkarak işi bitirmeye çalışacaklarını kurgulamıştım kafamda. İspanyollar iyi başlayınca bu orana %70'e kadar çıktı. Topu alamazsanız işiniz zor. Barcelona klasiği ufak defolarıyla sahadaydı. Del Bosque, "Torres'i oynayacatağım" diyerek kafa karıştırmıştı. Israrın sonu hüsran olabilirdi, Pedro tercihi (Lahm'ı çıkartmadı) bu yüzden anlamlı. Almanlar, 30 sonrası dengeyi buldular ama maç İspanyollara akıyordu. Mesut'un pozisyonunda Ramos büyük profesyonel; darbeyi kramponu ile değil diziyle vuruyor gördüğüm, her hakem atlar bunu. Müller'in yokluğunda Trochowski olmadı, ağır kaldı. Mesut da top gelmediğinde ön liberolar arasında kayboldu gitti. İsyankar adam Schweinsteiger de Khedira ile birlikte adam kovalayınca Almanların beynini kan gitmez oldu.Grup maçlarında motor ısıtan İspanyollar bağıra bağıra geldiler ve sol şeritte kapatmış giden Almanlara uzunları yaktılar. Maharet direksiyondaki adamlardaydı. Löw ikinci yarıda hamle üstünlüğünü aldı ama ilk değişiklik yolunda gitmeyen sol bek içindi. Jansen girdi, Boateng çıktı. Del Bosque susarken; Kroos ile orta ile forvet arasını bulmaya çalıştı. Kroos'un kaçırdığı gol olsa planı tutmuş olacaktı Löw'ün. İki maçı, sırasıyla Llorente ve Fabregas değişiklikleriyle çeviren "Yeniköy Kasabı"ımız bu kez yolunda giden takıma çomak sokmadı. Gereği de yok gibiydi. Tilki Löw'e karşılık Kurt Del Bosque olsun mu? "Gol geliyor" dakikalarında İspanyolların, uzun Almanlar karşısında golü kornerden bulması beklenen değildi gibi. Puyol ilk yarı kaçırdığını bu kez affetmedi. Hakan Şükür'ün Bologna'da asılı kaldığı gibi fotoğraf da çektirdi kafayı vurmadan önce.Bu Dünya Kupası'nda topun bir adaleti var. Öyle ya da böyle, maçların büyük bir çoğunluğunda iyi olan taraf sonunda güldü. Şimdi nefis bir final olacak. Bu İspanya'nın hamurunu yoğuran ustaların memleketi Hollanda sonuçta. Aklıyla ve ruhuyla 90'ların başına direkt; geride kalan 10 yılın yarısına endirekt damga vuran Cruyff'un çocukları olacak Soccer City'de.
İlk kez bir Avrupalı kıta dışında kupa kaldıracak. Bu eğer İspanya olursa; ilk kez bir takım gruptaki ilk maçını kaybettikten sonra şampiyon olmuş olacak. Son söz Löw'e olsun. Maçın ardından İspanyol milli takımına yağdırdığı övgüler ve kurduğu cümleler bizi şunu anlatıyor. Bu Almanya, 2012'de yine İspanya ile final oynar. Löw pes etmeyecek. Biz ise halimize yanalım. 2008'den sonra İspanya, 2010'dan sonra Almanya ile aynı eleme grubuna düştük.Maçın başında sahaya dalan ve acaba Jimmy Jump mı dedirten İtalyan. Mario Ferri. 23 yaşında. Sampdoria taraftarı. Geçen Kasım ayında İtalya-Hollanda maçında sahaya girip "Cassano Milli Takım'a" yazılı tişörtü giymişti. Sampdoria-Napoli maçında da sahaya dalmış. İtalya'da 2018 yılına kadar statlara girme yasağı var. Bu maçta sahaya gireceğini, biletinin numarasını vererek daha önce internette duyurmuş. Tişörtünde de bir önceki vukuatına gönderme var. "Lippi sana söylemiştim: Cassano milli takıma!" "Dünyada barış" diyen bu arkadaşı Güney Afrika polisi ne zaman bırakır? Memleketine ne zaman döner, bilinmez tabii.
ALMANYA (4-2-3-1): Neuer; Lahm, Mertesacker, Friedrich, Boateng (dal 7’ s.t. Jansen); Khedira (dal 35’ s.t. Gomez), Schweinsteiger; Trochowski (dal 17’ s.t. Kroos), Ozil, Podolski; Klose. (Wiese, Butt, Badstuber, Marin, Aogo, Tasci, Kiebling, Cacau). All. Loew.
İSPANYA (4-2-3-1): Casillas; Sergio Ramos, Piquè, Puyol, Capdevila; Busquets, Xabi Alonso (dal 47’ s.t. Marchena); Iniesta, Xavi, Pedro (dal 40’ s.t. Silva); Villa (dal 36’ s.t. Fernando Torres).(Reina, Valdes, Albiol, Arbeloa, Martinez, Navas, Fabregas, Llorente). All. Del Bosque.
Onbirdeki 7 Barcelona'lı karşısında Almanların %60+2-3 topu rakibe vereceklerini ve hızlı çıkarak işi bitirmeye çalışacaklarını kurgulamıştım kafamda. İspanyollar iyi başlayınca bu orana %70'e kadar çıktı. Topu alamazsanız işiniz zor. Barcelona klasiği ufak defolarıyla sahadaydı. Del Bosque, "Torres'i oynayacatağım" diyerek kafa karıştırmıştı. Israrın sonu hüsran olabilirdi, Pedro tercihi (Lahm'ı çıkartmadı) bu yüzden anlamlı. Almanlar, 30 sonrası dengeyi buldular ama maç İspanyollara akıyordu. Mesut'un pozisyonunda Ramos büyük profesyonel; darbeyi kramponu ile değil diziyle vuruyor gördüğüm, her hakem atlar bunu. Müller'in yokluğunda Trochowski olmadı, ağır kaldı. Mesut da top gelmediğinde ön liberolar arasında kayboldu gitti. İsyankar adam Schweinsteiger de Khedira ile birlikte adam kovalayınca Almanların beynini kan gitmez oldu.Grup maçlarında motor ısıtan İspanyollar bağıra bağıra geldiler ve sol şeritte kapatmış giden Almanlara uzunları yaktılar. Maharet direksiyondaki adamlardaydı. Löw ikinci yarıda hamle üstünlüğünü aldı ama ilk değişiklik yolunda gitmeyen sol bek içindi. Jansen girdi, Boateng çıktı. Del Bosque susarken; Kroos ile orta ile forvet arasını bulmaya çalıştı. Kroos'un kaçırdığı gol olsa planı tutmuş olacaktı Löw'ün. İki maçı, sırasıyla Llorente ve Fabregas değişiklikleriyle çeviren "Yeniköy Kasabı"ımız bu kez yolunda giden takıma çomak sokmadı. Gereği de yok gibiydi. Tilki Löw'e karşılık Kurt Del Bosque olsun mu? "Gol geliyor" dakikalarında İspanyolların, uzun Almanlar karşısında golü kornerden bulması beklenen değildi gibi. Puyol ilk yarı kaçırdığını bu kez affetmedi. Hakan Şükür'ün Bologna'da asılı kaldığı gibi fotoğraf da çektirdi kafayı vurmadan önce.Bu Dünya Kupası'nda topun bir adaleti var. Öyle ya da böyle, maçların büyük bir çoğunluğunda iyi olan taraf sonunda güldü. Şimdi nefis bir final olacak. Bu İspanya'nın hamurunu yoğuran ustaların memleketi Hollanda sonuçta. Aklıyla ve ruhuyla 90'ların başına direkt; geride kalan 10 yılın yarısına endirekt damga vuran Cruyff'un çocukları olacak Soccer City'de.
İlk kez bir Avrupalı kıta dışında kupa kaldıracak. Bu eğer İspanya olursa; ilk kez bir takım gruptaki ilk maçını kaybettikten sonra şampiyon olmuş olacak. Son söz Löw'e olsun. Maçın ardından İspanyol milli takımına yağdırdığı övgüler ve kurduğu cümleler bizi şunu anlatıyor. Bu Almanya, 2012'de yine İspanya ile final oynar. Löw pes etmeyecek. Biz ise halimize yanalım. 2008'den sonra İspanya, 2010'dan sonra Almanya ile aynı eleme grubuna düştük.Maçın başında sahaya dalan ve acaba Jimmy Jump mı dedirten İtalyan. Mario Ferri. 23 yaşında. Sampdoria taraftarı. Geçen Kasım ayında İtalya-Hollanda maçında sahaya girip "Cassano Milli Takım'a" yazılı tişörtü giymişti. Sampdoria-Napoli maçında da sahaya dalmış. İtalya'da 2018 yılına kadar statlara girme yasağı var. Bu maçta sahaya gireceğini, biletinin numarasını vererek daha önce internette duyurmuş. Tişörtünde de bir önceki vukuatına gönderme var. "Lippi sana söylemiştim: Cassano milli takıma!" "Dünyada barış" diyen bu arkadaşı Güney Afrika polisi ne zaman bırakır? Memleketine ne zaman döner, bilinmez tabii.
ALMANYA (4-2-3-1): Neuer; Lahm, Mertesacker, Friedrich, Boateng (dal 7’ s.t. Jansen); Khedira (dal 35’ s.t. Gomez), Schweinsteiger; Trochowski (dal 17’ s.t. Kroos), Ozil, Podolski; Klose. (Wiese, Butt, Badstuber, Marin, Aogo, Tasci, Kiebling, Cacau). All. Loew.
İSPANYA (4-2-3-1): Casillas; Sergio Ramos, Piquè, Puyol, Capdevila; Busquets, Xabi Alonso (dal 47’ s.t. Marchena); Iniesta, Xavi, Pedro (dal 40’ s.t. Silva); Villa (dal 36’ s.t. Fernando Torres).(Reina, Valdes, Albiol, Arbeloa, Martinez, Navas, Fabregas, Llorente). All. Del Bosque.
7 Temmuz 2010
Maça Maça
Portekiz-İspanya maçı öncesinde de Portekizliler, Cristiano Ronaldo'yu kullanmıştı bu mizansen için. İspanyolların ağırına gitti tabii maç sabahı. Kazanınca da dalgalarını geçtiler. Almanlar da boş durmamış. Marca, Portekizlileri taklit etmişsiniz diyor. Belli ki kazandıkları takdirde verecekleri bir cevapları var. Maça bir saatten az kaldı. Del Bosque en sonunda Torres'den vazgeçti. Almanlar topu İspanyollar'a 60'a 40 bırakır, hızlı çıkarlar tahminim var. İki kadro da çok genç, temposu yüksek maç olacak. Favorim Almanlar ama gönlüm İspanyollardan yana. İlk kez bir Avrupa ülkesinin kıta dışında kupa kaldıracağı finalde favorim bu akşamki yarı finali kazanan ülkedir. Sneijder- Robben'in bir itirazı vardır elbette buna... Maç biter, yayın başlar Lig TV'de.
6 Temmuz 2010
Bir Yıllık Kiralama Bedeli 10 M
Barcelona için 10 milyon Euro para mı? Geçen sezon stoper krizine girdiklerinde Shakhtar Donetsk'den Dmytro Chygrynskiy'e 25 milyon Euro para ödemişlerdi. İstanbul'da son UEFA Kupası'nı kaldıran kadronun fiyakalı adamlarındandı. Milito iyileşti, Pique ve Puyol'u kesebilmek de mümkün değil. Camp Nou tribünleri yuhaladılar bu adamı, sevemediler bir türlü. Barça da eski kulübüne sattı Chygrynskiy'i. Lucescu'nun kulübü 15 milyon Euro ödemiş. Bir yıllığına kiralıp 10 milyon Euro aldılar da diyebiliriz:) Barça'da Toure gitti,Chygrynskiy gitti. Galatasaray ile adı anılan Rafael Marquez'in Barcelona'dan ayrılması bence zora girdi. Rotasyonda iki mevkide kullanılabilecek joker adamdır Marquez. Son olarak ben bu transfere sevindim çünkü fotoğraftaki arkadaşın ismini yazmayı bir türlü öğrenememiştim ama aslanlar gibi Schweinsteiger yazıyoruz (!)
Kader Keita Al Saad'da
Sabaha karşı 03:00'de aldıklarını açıklamışlardı, şimdi daha insaflı davranmışlar! Sabah 9'da sattıklarını açıkladılar. (Borsanın sabah seansından önce açıklamanın da bir anlamı olmalı! Bakalım ne olacak?) Galatasaray'da yabancı futbolcu transferinde "Kim gelecek?" hesabı yapılırken, Keita gitti. Katar'dan eski kulübü Al Saad, 8.150 milyon Euro vermiş. O.Lyon'dan da aşağı yukarı bu rakama gelmişti.
Bu transferin gerçekleşebilmesi için Keita'nın mutlaka onayı lazımdır. Demek ki; Katar kulübü, Keita'ya Galatasaray'da kazandığının çok üzerinde bir para verdi. Bu rakam da 4-5 milyon olmalı -Avrupa piyasasının çok üzerinde Keita için-. Demek ki Keita, artık üst düzey futbol oynamak istemiyor. Bu yaşta Katar'a gitmenin başka açıklaması yok.
Demek ki Rijkaard "Olmasa da olur" diyerek satışa baştan onay vermiş. Burası şüpheli. Geçen sezon yaptıklarından sonra yerini Serdar Özkan ile doldurmak akıl karı değil. Yeni stadın tribünlerinin dolması için gerekli adamlardan biriydi Keita. Tribüne gelen taraftar böyle adam görmek ister.
Demek ki geçen sezonki vukuatlarının ardından Kaka'ya yaptıkları, yönetimin satış kararında etkili olmuş. Zor oyuncu Keita, kontrol edemediğin adamı yolla da satış kararının bir parçası olabilir. Peki Al Saad? Merak ettim, kadrosuna baktım. Yaldızları dökülmüş kimler var diye? Yine bir Galatasaraylı çıktı karşıma. Brezilyalı Felipe. Doğrusu Keita ile iyi bir ikili olurlar! Felipe, Vasco'ya dönmemişse tabii.
Bu transferin gerçekleşebilmesi için Keita'nın mutlaka onayı lazımdır. Demek ki; Katar kulübü, Keita'ya Galatasaray'da kazandığının çok üzerinde bir para verdi. Bu rakam da 4-5 milyon olmalı -Avrupa piyasasının çok üzerinde Keita için-. Demek ki Keita, artık üst düzey futbol oynamak istemiyor. Bu yaşta Katar'a gitmenin başka açıklaması yok.
Demek ki Rijkaard "Olmasa da olur" diyerek satışa baştan onay vermiş. Burası şüpheli. Geçen sezon yaptıklarından sonra yerini Serdar Özkan ile doldurmak akıl karı değil. Yeni stadın tribünlerinin dolması için gerekli adamlardan biriydi Keita. Tribüne gelen taraftar böyle adam görmek ister.
Demek ki geçen sezonki vukuatlarının ardından Kaka'ya yaptıkları, yönetimin satış kararında etkili olmuş. Zor oyuncu Keita, kontrol edemediğin adamı yolla da satış kararının bir parçası olabilir. Peki Al Saad? Merak ettim, kadrosuna baktım. Yaldızları dökülmüş kimler var diye? Yine bir Galatasaraylı çıktı karşıma. Brezilyalı Felipe. Doğrusu Keita ile iyi bir ikili olurlar! Felipe, Vasco'ya dönmemişse tabii.
5 Temmuz 2010
Maradona Giderken
Maradona'nın Almanya maçının ardından yaptığı açıklamaları izledim. Takımıyla gurur duyduğu, kafasındaki futbolu oynattığını, finallerde başarılı olduklarından bahsediyordu. Çok değil yarım saat önce sahada sürklase olan takımın teknik direktörü sanki o değildi. Bardağın dolu tarafından bakmak da bir yere kadar!
Bir yakınını kaybettiğinde insan dört aşamadan geçer diye okumuştum bir zamanlar. Sonra bir gün pratik etme şansım da oldu. Kaybedilenin, gidenin ardından ilk gelen inkardır. Ölmedi dersin. Öldüğüne inanmazsın. İnkar yerini kabullenmeye bıraktığında isyan girer devreye. Neden sorusuyla baş başa kalırsın. Her ölüm erken der karşına oturanlar. Üçüncü devre matemdir. Bu dönemde işin eğitimini almış olanlar hayata sağlıklı devam edebilmek için dibine kadar yaşamayı tavsiye ederler hüznü. Oturur ağlarsın, içersin, ağlarsın. Dördüncüsü ve sonsuzu özlemdir. O, sen yaşadıkça peşinden gelir. Özlersin, hatırlarsın, rahmetlinin cebini ararsın, açmaz, yine özlersin...Maradona'yı izlediğimde bunlar geldi aklıma. Ortada tutun ki bir ölüm var. Maçın ardından ne söylediğinin farkında bile değildi. Bugün eve döndüğünde başka türlü konuşmuş bir televizyon kanalına. 2006'da Arjantin elenip eve döndüğünde 3 bin kişi karşılamış, Maradona da o tarihte "Neyi kutluyoruz?" demiş doğal olarak. Ole unutmamış, 4 yıl sonra yine bileti erken aldıklarında bu kez Maradona farkıyla havaalanına gelen insan sayısı 20 bin. Kupayı alsalar milyon insan gelecek demek ki karşılamaya. Maradona bırakacak mı? Arjantin Futbol Federasyonu'nun tepesindeki adamlar akıllı adamlar. Hiçbiri kalkıp da onu görevden almaz. Aldıkları takdirde halkın linç edeceğini iyi biliyorlar ve sessizliklerini koruyorlar. Maradona ne diyorsa o diyorlar. Maradona ne diyor peki? "Artık benim devrim kapandı. Elimden geleni yaptım. Artık ailemin yanına dönüyorum."
Televizyondaki bu konuşması basit bir kamuoyu yoklaması da olabilir. Zira "gitsin" diyenlerin yüzdesi şu anda daha fazla. Yakın arkadaşı Alejandro Mancuso ise devam edeceğini iddia ediyor. Benim tahminim bırakacağı yönünde. Maradona bir sistem adamı değil, sabırlı olamayacak kadar savruk bir 50 yılı geride bırakmış, tüm defolarıyla sevilen bir adam . Lakin bu defolar onun iyi bir hoca olmasını engelliyor. Üzerinde takım elbise bile sakil duruyordu Dünya Kupası'nda.
Onunla büyüyen kuşak ondan kokainden dibe vurduğunda vazgeçmedi, şimdi kulübede duvara toslayınca da vazgeçmez. Çünkü Maradona, mükemmel olmayan adamların en mükemmeli...
Bir yakınını kaybettiğinde insan dört aşamadan geçer diye okumuştum bir zamanlar. Sonra bir gün pratik etme şansım da oldu. Kaybedilenin, gidenin ardından ilk gelen inkardır. Ölmedi dersin. Öldüğüne inanmazsın. İnkar yerini kabullenmeye bıraktığında isyan girer devreye. Neden sorusuyla baş başa kalırsın. Her ölüm erken der karşına oturanlar. Üçüncü devre matemdir. Bu dönemde işin eğitimini almış olanlar hayata sağlıklı devam edebilmek için dibine kadar yaşamayı tavsiye ederler hüznü. Oturur ağlarsın, içersin, ağlarsın. Dördüncüsü ve sonsuzu özlemdir. O, sen yaşadıkça peşinden gelir. Özlersin, hatırlarsın, rahmetlinin cebini ararsın, açmaz, yine özlersin...Maradona'yı izlediğimde bunlar geldi aklıma. Ortada tutun ki bir ölüm var. Maçın ardından ne söylediğinin farkında bile değildi. Bugün eve döndüğünde başka türlü konuşmuş bir televizyon kanalına. 2006'da Arjantin elenip eve döndüğünde 3 bin kişi karşılamış, Maradona da o tarihte "Neyi kutluyoruz?" demiş doğal olarak. Ole unutmamış, 4 yıl sonra yine bileti erken aldıklarında bu kez Maradona farkıyla havaalanına gelen insan sayısı 20 bin. Kupayı alsalar milyon insan gelecek demek ki karşılamaya. Maradona bırakacak mı? Arjantin Futbol Federasyonu'nun tepesindeki adamlar akıllı adamlar. Hiçbiri kalkıp da onu görevden almaz. Aldıkları takdirde halkın linç edeceğini iyi biliyorlar ve sessizliklerini koruyorlar. Maradona ne diyorsa o diyorlar. Maradona ne diyor peki? "Artık benim devrim kapandı. Elimden geleni yaptım. Artık ailemin yanına dönüyorum."
Televizyondaki bu konuşması basit bir kamuoyu yoklaması da olabilir. Zira "gitsin" diyenlerin yüzdesi şu anda daha fazla. Yakın arkadaşı Alejandro Mancuso ise devam edeceğini iddia ediyor. Benim tahminim bırakacağı yönünde. Maradona bir sistem adamı değil, sabırlı olamayacak kadar savruk bir 50 yılı geride bırakmış, tüm defolarıyla sevilen bir adam . Lakin bu defolar onun iyi bir hoca olmasını engelliyor. Üzerinde takım elbise bile sakil duruyordu Dünya Kupası'nda.
Onunla büyüyen kuşak ondan kokainden dibe vurduğunda vazgeçmedi, şimdi kulübede duvara toslayınca da vazgeçmez. Çünkü Maradona, mükemmel olmayan adamların en mükemmeli...
4 Temmuz 2010
Raul Giderken
Real Madrid'de, futbol tarihinde bir devir daha kapanıyor. Bayrak adamlardan biri daha kayıp gidiyor. Raul'un 16 yıl sonra Real Madrid'den ayrılacağı haberi yeni değil. Schalke 04'ün ilgisi de. Haberler artmaya başladı. Almanların yıllık 4 milyon Euro verdiği yazılıyor. Transfer resmileştikten sonra illa ki yazmak lazım bu güzel adamın hikayesini...
Arşiv:
Raul&NY
Raul ve Evlatları
Guti ve Real Madrid'de 25 yıl
Gidenlerden
Raul Gitsin
Adam gibi adam Raul
Raul istatistikleri
Raul:Fenomen
Raul ve Di Stefano
Raul: No 64
Bayrak Adam
Raul #1
Truva Atı Jorge Valdano
16 Yıl Önce Raul
Sadece Raul
Arşiv:
Raul&NY
Raul ve Evlatları
Guti ve Real Madrid'de 25 yıl
Gidenlerden
Raul Gitsin
Adam gibi adam Raul
Raul istatistikleri
Raul:Fenomen
Raul ve Di Stefano
Raul: No 64
Bayrak Adam
Raul #1
Truva Atı Jorge Valdano
16 Yıl Önce Raul
Sadece Raul
Tabarez-Marwijk-Löw-Del Bosque
Dünya Kupası’nda finale çıkacak teknik adamlardan birinin Türkiye’den geçmiş olması çok da ilginç değil elbette. Çok değil 2 yıl önce Euro 2008’de final oynayanlardan biri de turnuva öncesinde Fenerbahçe’ye imzayı atmıştı. Löw, Del Bosque, Aragones, geçmişte yarı final gören, bugün Milli Takım’ın başında olan Hiddink… 10 tane hoca sayarız böyle…
Yarı finalin dört teknik adamının da ortak özelliği düşük profil çizmeleri. Bu adamların hiçbiri medya ile kavga etmiyor, rakiplere hoyratça saldırmıyor. Tutun ki bizim 3 Büyükler’in bugün teknik direktörü yok ve hepsi de yeni hocalarını arıyor. Del Bosque, Löw, Oscar Tabarez ve Bert Van Marwijk isimleri kim ortaya atsa, taraftardan pozitif bir geri dönüş almaz. Sadece bizim için de geçerli değil bu. Tabarez’in bayık geçen Serie A kariyeri, Del Bosque’nin içinden yetişmese asla akla gelmeyeceği Real Madrid teknik direktörlüğü, Marwijk’nin büyük takımların gündemine gelmemesi ve Löw’ün en olmuş zamanında bile yardımcılığı kabul etmesi ve asla kartvizit problemi yapması. ..Bu 4 teknik adam da büyük kulüplere yakıştırılmaz ama Dünya Kupası’nda milli takımlarını yarı finale getirdiler.Güney Amerika grubunda ilk 4 sırayı alan takımlar elenirken, sahasında Arjantin’e mağlup olup play-off oynamak zorunda kalan Tabarez’in Uruguay’ı kıtasını temsil ediyor. (Hollanda ve İspanya, Dünya Kupası'na gelirken eleme gruplarında tüm maçlarını kazandılar. Almanlar ise Finlandiya ile iki beraberlik dışında fire vermeden geldiler.) 4 yıldır takımın başında Oscar Tabarez. Kendi yaş grubundaki teknik adamların çoğu (Lippi, Capello ) evinin yolunu tuttu bu kupada. Uruguay "taş gibi takım "diyoruz ama orta sahada oynayanları şimdi "say" desek kaç futbolsever sayabilir ki?Feyenoord ile UEFA Kupası’nı kaldıran Bert Van Marwijk’in Hollanda’sında yanında oturan Frank de Boer ve Cocu’nun payını düşündük mü acaba? Evet, Hollanda elenip gittiği, heba olduğu turnuvalarda gözümüzü çok daha fazla okşamış, daha renkli bir futbol oynamıştı ama asıl şimdi defansta dengeyi bulmadılar mı? Brezilya karşısında skora isyan eden adamların motive eden işte bu üçlü. İki yardımcının da defans formasyonlu olması da elbette ki önemli. 1978’de final oynayan Hollanda milli takımında sırtındaki sakatlık yüzünden yer alamayan Marwick, şimdi teknik adam olarak o finale yürümenin peşinde.
Del Bosque bildiğiniz Yeniköy Kasabı(!) Köftesi de iyiydi, pirzolası da! Ne zaman verildi, ne sabır gösterildi. Tigana gibi! 2008’de final oynayan kadroyu değiştirmesine gerek yoktu, zaten yaş ortalaması düşük bir kadro vardı elinde. Bu kupada kanat adamlarını kenarda bıraktığı ve Torres’de ısrar ettiği için eleştiriliyor ama doğru ya da yanlış iki maçı yaptığı değişikler sonrasında kazandı. Yan yolda iyi ısıttı motoru, şimdi otobanda sol şeritte Löw'ü sollamanın peşinde... Ne zaman Bundesliga’dan bir maç izlesem, reji onu ekrana getirir. Löw karış karış Almanya’yı geziyor bütün sezon. 2008’de final oynattığı kadroyu hatırlayalım. Kimler yok bugün? Yaşlı ve çaptan düşmüş adamlar: Lehmann, Metzelder, Hitzlsperger, Frings ve sakat Ballack.. Yerlerine gelen Mesut, Khedira, Müller’den ikisi Dünya Kupası’nın en iyi onbirine girer şimdiden… Schweinsteiger'i de yazalım tabii o listeye...
Rijkaard geldi, "Sparta Rotterdam’ı küme düşürmüştü" dedik. Schuster kapıdan girdiği gün "bu adam Real Madrid’den kovuldu" dedik. Futbol kitapları ancak bir kitapçı rafını dolduran biz Türkler, bu oyunun kitabını yazmışız! Dünyanın haberi yok!
Yarı finalin dört teknik adamının da ortak özelliği düşük profil çizmeleri. Bu adamların hiçbiri medya ile kavga etmiyor, rakiplere hoyratça saldırmıyor. Tutun ki bizim 3 Büyükler’in bugün teknik direktörü yok ve hepsi de yeni hocalarını arıyor. Del Bosque, Löw, Oscar Tabarez ve Bert Van Marwijk isimleri kim ortaya atsa, taraftardan pozitif bir geri dönüş almaz. Sadece bizim için de geçerli değil bu. Tabarez’in bayık geçen Serie A kariyeri, Del Bosque’nin içinden yetişmese asla akla gelmeyeceği Real Madrid teknik direktörlüğü, Marwijk’nin büyük takımların gündemine gelmemesi ve Löw’ün en olmuş zamanında bile yardımcılığı kabul etmesi ve asla kartvizit problemi yapması. ..Bu 4 teknik adam da büyük kulüplere yakıştırılmaz ama Dünya Kupası’nda milli takımlarını yarı finale getirdiler.Güney Amerika grubunda ilk 4 sırayı alan takımlar elenirken, sahasında Arjantin’e mağlup olup play-off oynamak zorunda kalan Tabarez’in Uruguay’ı kıtasını temsil ediyor. (Hollanda ve İspanya, Dünya Kupası'na gelirken eleme gruplarında tüm maçlarını kazandılar. Almanlar ise Finlandiya ile iki beraberlik dışında fire vermeden geldiler.) 4 yıldır takımın başında Oscar Tabarez. Kendi yaş grubundaki teknik adamların çoğu (Lippi, Capello ) evinin yolunu tuttu bu kupada. Uruguay "taş gibi takım "diyoruz ama orta sahada oynayanları şimdi "say" desek kaç futbolsever sayabilir ki?Feyenoord ile UEFA Kupası’nı kaldıran Bert Van Marwijk’in Hollanda’sında yanında oturan Frank de Boer ve Cocu’nun payını düşündük mü acaba? Evet, Hollanda elenip gittiği, heba olduğu turnuvalarda gözümüzü çok daha fazla okşamış, daha renkli bir futbol oynamıştı ama asıl şimdi defansta dengeyi bulmadılar mı? Brezilya karşısında skora isyan eden adamların motive eden işte bu üçlü. İki yardımcının da defans formasyonlu olması da elbette ki önemli. 1978’de final oynayan Hollanda milli takımında sırtındaki sakatlık yüzünden yer alamayan Marwick, şimdi teknik adam olarak o finale yürümenin peşinde.
Del Bosque bildiğiniz Yeniköy Kasabı(!) Köftesi de iyiydi, pirzolası da! Ne zaman verildi, ne sabır gösterildi. Tigana gibi! 2008’de final oynayan kadroyu değiştirmesine gerek yoktu, zaten yaş ortalaması düşük bir kadro vardı elinde. Bu kupada kanat adamlarını kenarda bıraktığı ve Torres’de ısrar ettiği için eleştiriliyor ama doğru ya da yanlış iki maçı yaptığı değişikler sonrasında kazandı. Yan yolda iyi ısıttı motoru, şimdi otobanda sol şeritte Löw'ü sollamanın peşinde... Ne zaman Bundesliga’dan bir maç izlesem, reji onu ekrana getirir. Löw karış karış Almanya’yı geziyor bütün sezon. 2008’de final oynattığı kadroyu hatırlayalım. Kimler yok bugün? Yaşlı ve çaptan düşmüş adamlar: Lehmann, Metzelder, Hitzlsperger, Frings ve sakat Ballack.. Yerlerine gelen Mesut, Khedira, Müller’den ikisi Dünya Kupası’nın en iyi onbirine girer şimdiden… Schweinsteiger'i de yazalım tabii o listeye...
Rijkaard geldi, "Sparta Rotterdam’ı küme düşürmüştü" dedik. Schuster kapıdan girdiği gün "bu adam Real Madrid’den kovuldu" dedik. Futbol kitapları ancak bir kitapçı rafını dolduran biz Türkler, bu oyunun kitabını yazmışız! Dünyanın haberi yok!
İspanya Gole Giderken
Dün gece İspanya-Paraguay maçında David Villa'nın golü öncesinde atak gelişirken, Telecinco kanalında maçı anlatan spiker ve yorumcu Jose Antonio Camacho'yu izleyin lütfen. Video: AS Gazetesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)