30 Ekim 2019

Kazanınca Instagram'a
Kaybedince Twitter'a


Real Madrid maçında Belhanda'nın yuhalanması, ıslıklar eşliğinde kenara gelirken tribünlere verdiği tepki ve Fatih Terim'in maçtan sonra "Bize taraftar lazım, seyirci değil" çıkışının ardından memlekette tribünlerin geçirdiği değişimin röntgenini çekme vaktidir.
Dünyanın her yerinde yeni ve büyük stadyuma geçen her kulübün çektiği sancı aynıdır. Yıllar boyunca 20-30 bin kemik taraftarın önünde oynayan takım, 50-60 bin kişi önüne çıktığında tribünlere ilk kez düzenli gelenlerin "taraftarlaşma" sürecindeki sancıları yaşar.
Özne Belhanda ve Galatasaray ama siz bunu her takım, her stadyum için okuyabilirsiniz elbette...


Türk Telekom Stadyumu'nda üç taraftar tipi var. İlk grupta gençlik yılları Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen'de geçen, 14 yıl şampiyonluk hasretini de Avrupa zaferlerini de yaşamış bugün 40 yaşın üzerinde olan taraftarlar. Yeni stada bir türlü alışamadılar, 90 dakika boyunca telefonlarını ceplerinde tutar ve gözlerini sahadan ayırmazlar. Yıllar boyunca bilet kuyruklarında beklediklerinden, karın doyurmanın da adının kötü ama efsane sosisli sandvic ve ayran olduğunu bildiklerinden stadyumda konfor aramazlar.
Hafızalarda yüzlerce maç ve futbolcu olduğundan oyuncunun kumaşından iyi anlarlar ve iş formanın
hakkını vermeye kalır. Mücadele etmeyen futbolcuyu sevmez ama ıslıklamazlar da... Hep içine atan bu kuşağa Prekazi ve Hagi kuşağı diyelim...
İkinci grupta arafta kalanlar var. Çok azı eski Ali Sami Yen ile numaralı tribünde tanışmış, yeni stadyumda da pahalı tribünlerden kombine alan beyaz yakalılar.. Maçtan saatler önce kebapçıda, balıkçıda buluşan, hafta boyunca WhatsApp grubunda taktik analiz yapan, yeni kulüp üyesi ya da olmaya aday, Fatih Terim'in izleyici tanımının karşılığı olan grup. Roy Keane'nin Manchester United tribünlerinde karidesli sandviç yiyip sahada olan biten hiçbir şeyi beğenmiyorlar diye tarif ettiği yeni taraftar modelinin memleketteki şubesi. Deplasmandaki puan kaybının ardından kanalı değiştirip Netflix'de dizi izleyen, bayram tatillerinde ve ağustos-eylülde plajı tribüne tercih eden, devre arasında sushi yiyenler... Futbol maçına gitmeyi sosyal aktivite olarak gören ve adisyonu yüksek restoranda beklediği lezzet ve servis kalitesini sahadaki futbolculardan da bekleyenler... Memnun kalmadığında bahşiş vermediği mekanlardan sonra galip ayrılmadığı maçlarda da takımı ıslıklayanlar.. Onlar Hagi'yi televizyonda, Sneijder'i tribünde
izlemiş sahada Pirlo-Messi-Ronaldo mükemmelliği arayanlar...
Üçüncü grupta ise yaşı gereği eski Ali Sami Yen'i görmemiş, Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı aldığı maçı, unutulmaz golleri YouTube'dan izlemiş gençler var. Hayat hızlı akarken onlara özet geçeceksiniz, yoksa sizi dinlemezler... Futbol menajerlik oyunlarıyla büyüdüklerinden zehir gibiler. Her futbolcunun geçmişini bilen, dizilişleri kendi PC ekranında test etmiş, kupalar, şampiyonluklar kazanmış bir kuşak. Onlara sadece futbolu değil hayattaki çok şeyi beğendirebilmek zor. Çabuk vazgeçiyorlar, çabuk sıkılıyorlar ve acımasızlar. Çalımı atamayan, kademeye giremeyen, topu üstten auta atan her futbolcu onlar için "çöp"...
Sosyal medyada acımasızlar, tribüne geldiklerinde de hayatta daha hiç kaybetmediklerinden, takım kaybettiğinde bunu kabullenmeleri çok zor çünkü evde oyunda kaybettiklerinde yeniden başlıyor, kazandıkları noktada kaydet tuşuna basıp kaldıkları yerden devam ediyorlar. Sneijder ile büyüdüklerinden çıtaları yüksek, Belhanda'yı da yuhalıyorlarsa işte tam da bundan... Gençler, tutkulular ama vefa ve hoşgörü henüz sözlüklerinde yok, belki de hiç olmayacak...
Çok maç var çok... Bir yaranın kabuk bağlaması kadar sürede üç maç oynuyor takımın artık, yüzlerce maç naklen yayınlanıyor...
Hayat artık stadyuma giderken Instagram'a attığın "Düştük yollarına...
Sana geldik yine" hikayesini, maçı kaybettiğin anda silebileceğin kadar hafızasız... Kazanınca Instagram'a, kaybedince Twitter'a çıkıyor yollar...

Clairefontaine


Altyapısından yetiştiği kulübe, antrenör ve yönetimlerin ihmali yüzünden hizmet edememiş sonra da taraftarın dizlerini dövdüğü çok yıldız oyuncu vardır  tarihinde. Ağacı sen ekersin, meyvesini başkaları yer. En uç örnek elbette bir zamanlar başkanı Jesus Gil'in çok masraflı diyerek kapattığı  altyapısıdır. Ortada kalan bir çocuğu  kapar o da futbol tarihinin en büyük golcülerinden biri olur sonra: .. Yönetimlerin üç yılda bir değiştiği ya da tüzük gereği değişebilme ihtimalinin olduğu futbol iklimimizde her yeni başkanla altyapı çalışanları da değişir, sürdürülebilir bir futbol eğitimi imkansızlaşır. Seçmeler sekteye uğrar, genç yıldız adaylarının profesyonel kontratları ihmal edilir, A takımda da sürekli teknik adam değiştiğinden ve her gelen yeni hocanın hedefi de ya şampiyonluk ya da takımı küme düşme hattından çıkarmak olunca kimse dönüp gençlerin yüzüne bakmaz. En sıcak örnek yolu 'den Portekiz'e oradan Alanya'ya ve 'da Sassuolo üzerinden 'a uzanan Merih Demiral'dır...


Peki futbol federasyonları futbolcu yetiştirebilir mi? Yarın 'te karşılacağımız Fransızlar bu müthiş yetenekleri nereden buluyor ve nasıl eğitiyorlar? Bizim Riva Tesisleri'nin Fransızlar için karşılığı Clairefontaine. Adı bulunduğu kasaba ile anılsa da resmi kayıtlarda bir zamanlar bu projeyi hayata geçiren eski federasyon başkanı Fernand Sastre'dan adını taşıyan milli akademi, 'da federasyona bağlı 12 futbol eğitim merkezinden biri. Paris'e 50 km. uzaklıktaki tesis Fransızların futbolcu fabrikası. 1988 yılında kapılarını açan tesiste 12-15 yaş arasındaki çocuklar profesyonel kariyerleri öncesi çok sıkı bir çift eğitimden geçiyor. Çocuk X kulübün altyapısında futbola başlasa da, Fransız Futbol Federasyonu'nun hedefi bu elmasları kendi bünyesindeki usta yapı hocalarının ellerinde birer pırlantaya dönüştürüyor. Seçmelerde bu 12 akademiye girebilmek de, orada kalabilmek de kolay değil elbette. Bir kez kapıdan içeriye girdiğinizde akademinin işaret ettiği orta okul ve lisede de başarılı bir öğrenci olmak zorundasınız. Hafta içinde beş gün okul ve idmanlarla çifte eğitim alan gençler hafta sonlarını ailelerinin yanında geçiriyorlar. Federasyonun oyuncuların profesyonel kontratları üzerinde elbette hak sahibi değil. 'den Anelka'ya, Matuidi'den Mbappe'ye son 30 yılda onlarca yıldız aynı tornadan çıktılar.. Aynı salonlarda zayıf kasları belirlendi ve çalıştılar, aynı sahalarda zayıf ayaklarıyla saatlerce topa vurup bu oyunu çift ayakla oynamayı öğrendiler... Clairefontaine örneği bizde var mı, varsa çoğatılabilir mi sorusuyla devam edeyim.  Meral-Celal Aras Futbol Lisesi, 2014 yılında kuruldu. 75 spor lisesinden biri ve Riva tesislerine yakın bu okulda okuyan 300 öğrenci futbol eğitimlerini federasyon tesislerinde alıyorlar. Mezun olan öğrencilerin yüzde 68'i bir fakültede artık öğrenci. Fransızlar ve Almanların federasyon yönetiminde ortaya koyduğu futbolda gelişim projelerinin bir benzerini bizde görmek sevindirici, bu projenin genişlemesi üzerinde çalışmalar sürüyor...Ailelerin eğitimlerini de ihmal etmediklerini gördükleri çocuklarının gol sevinçlerine ortak olabilmeleri için bu yolda ilerlemeli Türkiye Futbol Federasyonu. Türkiye'nin her ilindeki futbol akademilerinden bir gün futbolu bıraksa bile hayatına mühendis, doktor, avukat, öğretmen olarak devam edecek çocuklar yetişmeli...