Hollanda’da 2004 yazı… Yeni sezonun hazırlık kampında sahada futbolculuk günlerinden kopamayan, meşin yuvarlağa sevdalı bir teknik direktör var. Takımı kadar idman yapıyor her gün, frikik atıyor, kalecileri uzaktan avlamaya devam ediyor ve çift kale maçlarda kendini de oyuna atıyor. Röportaj için karşıma oturduğumda ilk sorum elbette “3 yıl önce futbolu bıraktığına pişman mısın, en azından bir yıl daha oynamayaz mıydın?” oluyor. Hagi bir duraklıyor ve o hiç unutmadığım yanıtı veriyor: “Haftada bir maçı oynardım ama hafta içinde 4-5 gün idman yapacak kafam kalmamıştı. O idmanların yarısından kaçsam içim rahat etmezdi.”
36 yaşında
futbolu bırakan Hagi, kariyeri boyunca oynadığı kulüp ve milli takım
formalarıyla her sezon maksimum maça çıkan yıldızlarda biri oldu. İyi, en iyi
olmanın bedeli buydu. Dinlenemezdin, rotasyon da o günler futbol dünyasına uzak
bir terimdi. İdman, maç, idman, yolculuk, maç, idman… Her gün belirli bir
saatte tam da zamanında olma gerekliliği, kazanma baskısı, kaybettiğinde çöken
psikoloji…
Madrid’de 2006
ilkbaharı…
Futbolseverler Almanya’daki Dünya Kupası için gün sayarken, Real Madrid,
Zidane’nın futbolu bırakacağı açıklaması sonrasında Fransız yıldıza vedaya
hazırlanıyordu. Santiago Bernabeu’daki Villarreal maçında 80 bin taraftar
tribündeydi ve maçı çeken kameralar haricinde belgesel projesi için ayrı bir
ekip de Zidane’nın peşindeydi. O akşam o ekip sadece Zidane’ı çekti saha
içinde.. Fransız efsane 34 yaşındaydı ve Dünya Kupası’ndan sonra kramponlarını
çıkartacağını söylemişti. “Neden?” diye sorduklarında cevabı kısa ve netti:
“Bir yılda 60 maçı artık vücudum kaldırmıyor.” Berlin’de finalde Materazzi’ye
kafayı attı ve gitti Zidane…
Mbappe haklı, her hafta neredeyse 2-3 futbolcunun uzun sürecek sakatlıklar yaşadığı bu sonbaharda en çok da o idmanlara çıkan, her maç 10 km.nin altında koşarlarsa eleştirilen oyuncular haklı. Toni Kroos’un dediği gibi futbolcular birlik olabilse Avrupa Uluslar Ligi için bu sonbaharda üç ara verilmez, milli takımlar 8-9 maça çıkmazdı… FIFA ve UEFA uzun yıllardır oyunun aktörlerinin insan olduğunu unuttu. Daha çok maç diyen global sponsorların derdi elbette ki her maçta bir formanın göğsünde, bir panoda televizyon ekranında görünmek.. Evet dünyanın en popüler oyunu futbol, evet pandemi döneminde milyarlarca insan Belarus Ligi’nde iki dakikasına katlanamayacağı bir maçı yeri geldi 90 dakika izledi ama ya sonra?...
İtalyanlar,
10 lig maçının altısını Pazar günü yerel saatle 15:00’te oynatırlar. Yıllar
önce taraftar olmayı tarif eden, futbol tutkusunu anlatan güzel bir reklamın
sloganı vardı: “Biz her Pazar aşık oluruz.” Bir hafta beklerdin sevdiğini ve
her gördüğünde o iki rengi sahada, bir kez daha aşık olurdun.. Oyun çok
zamandır böyle değil, teknoloji sayesinde dünya da.. Z kuşağı artık sadece kendi
ülkesinden bir takıma aşık değil, her ülkeden sevilecek, takip edilecek,
transferlerini, taktiklerini tartıştıkları
bir takımları var. Artık haftanın yedi günü futbol var. Hafta sonları
ekran başına oturduğunda kesintisiz gece 01:00’e kadar izleyeceğiniz onlarca
maç var ekranda.. İnsan en sevdiği yemeği bile yedi gün arka arkaya yemez..
“İzlemezsin, olur biter” diyebilirsiniz ama ya oynayanlar, kenardaki teknik
adamlar, bir takım için emek harcayanlar…
***
“Çok maç
var” tartışması 2020’de ortaya çıkmadı elbette. Hagi, Zidane, Mbappe ve Toni
Kroos dışında da isyan eden çok futbolcu var geçmişte... FIFA ve UEFA, 200
ülkede binlerce sinema salonunda vizyona giren büyük bütçeli bir Hollywood
filmi sanıyor futbolu… Oysa ki futbol, o film gibi banttan değil… Bir tiyatro
oyunu bir konser gibi performans sanatı ve elbette bunların hiçbiri futboldaki
gibi bir haftada 3 maç oynayıp neredeyse bir maraton mesafesi koşmanızı
gerektirmiyor… “Her yerde maç var” kulağa hoş gelebilir ama çok sevmek için
bıkmak arasındaki görünmez çizgi çoktan aşıldı bile… Üstelik tüm bu maç
sağanağı, virüs yüzünden kırılganlaşan, pozitif çıkan testlerinin ardından
karantinaya girip idman yapamayan, çok değil 7 ay önce iki ay boyunca evlerinde
oturmak zorunda kalan futbolcuların üzerine yağıyor… Sırılsıklam oldular ve bu
acı gerçek, yağmur yağdığında kahveyi alıp pencere kenarına oturup dışarı
izlemenin tatlı tarafıyla karşı karşıya geldiğinde sadece bedenler değil
akıllar da sakatlanıyor…