Santiago Bernabeu'nin atmosferiyle başlamak lazım. Harem'den dokuza iki tertipleri uğurlayanlar bu kadar gürültü çıkarmıyor kardeşim. Bu mudur yani takım desteklemek! Maça gelen kornayı kapmış, benim hala kafam uğulduyor. Bu stattan daha fazla rakibin üzerine çöken stadları var demiştim, bu yüzden mağlubiyette faktör bile değildir Madrid seyircisi. Oyuna gelelim. İki teknik adamdan Terim 24 saat önce onbirini açıklamış, İspanya onbiri de medyaya sızmıştı. Iniesta'nın yokluğunda orta sahadaki üçgenleri 20 metre geride kurmaları forvete top atmada onları çok sıkıntıya soktu. Senna'nın önünde oynayan Xavi ve Iniesta yerine sahada olan Xabi Alanso karakteri gereği oyunu geride alınca forvete atacakları topların mesafesi uzadı ve kesmek için bize fırsat tanıdılar. Cazorla'ya 1. dakikadan forma bir numara büyük geldi. Savunmada Puyol'u aramadılar elbette. Lakin kanatta adam eksilten David Silva da olmayınca işi göbekten delmeye ve Ramos'un kamikazelerine bıraktılar. Volkan dahil defans beşlisi, gol haricinde harika bir maç çıkardılar. Emre ve Hakan ilk toplara iyi bastı, Torres ve Villa'ya iyi yapıştı. İbrahim ve Gökhan'ın da kademelerini kaybetmedikleri gibi özellikle Gönül'ün ters kademeye girdiği 3 pozisyon var. Orta sahada işlemeyen sol içteki üçgendi. İbrahim-Emre-Arda top yapamadılar. İlk 30 dakikada yakaladığımız iki net pozisyon da; Arda'ya Tuncay'ın attığı uzun top da; sağ kanattan geldi. Bunda Aurelio ve Gökhan'ın payı büyük ama Tuncay'ın o artık klasikleşen sarsak futbolu bugün gününde değildi. Bu gece rakibin içinden geçemedi. Semih ilk yarı harika top oynadı. Top dağıtırken rakip stoperleri de çekti ama arkaya bir kez adam kaçırabildik. Nihat'ı kaçırdığı pozisyon ve ilk 20 dakika dışında görmedim. Bütün sezonu sakat geçiren bir adamdan daha fazlasını beklemek insafsızlık olur. Oyunun savunma tarafında Emre ve Aurelio'nun alan savunmasıyla Xavi'yi sildikleri, dolayısıyla Torres ve Villa'ya top gitmeyen bir ilk yarıydı. Arda'ya verilen serbestlik, hücuma zenginlik getirmediği gibi kademisini kaybettiğinden cengaver Ramos karşısında Üzülmez'i de gereksiz yere salladı durdu. Tuncay ve Arda'nın kanat değiştirmemesi hatadır bu dakikalarda. İspanya istediğimiz gibi bir rakipti. Tempoyu yükseltmediler, kondisyon problemimiz vardı ve ilk yarının temposu; herhangi bir maç olsa kanal değiştirecek kadar yavandı. İkinci yarıda düşeceğimiz aşikardı, gol o dakikada gelmese de kapanacaktık zaten. Nihat, Arda ve Tuncay ile top tutamazsan; elbette ki rakibi kovalamak zorunda kalırsın. Golü duran toptan bulmaları klasik hatamızdır. İki uzundan; Ramos'u tutacak olan stoper altıpasta, rakibin diğer uzunu Pique markajdan kurtulmuş. O dakikaya kadar Terim'in taktiğini iyi uygulayan takım ilk kez fire verdi. Semih sakatlanmadıysa; neden çıktı anlamadım. Direkt soyunma odasına gitti. Ayhan'ı oyuna alıp- o-o da çok erkendi- tek forvete dönmek, ancak 1-0 öndeyken yapılacak bir değişikliktir benim kafamda. Ayhan ile artı bir olan orta saha, İspanyollar topu Mata'nın oyuna girişi ve -Arda'nın çıkışı sonrası- iyice kopup gelen Ramos ile kanatlara taşıyınca; Del Bosque adına şah ve mat yazdı. Göbekte fazlaydık ama kanatlarda oyundan düşmüştük. Gökhan Ünal değişikliğini ise hiç tartışmıyorum bile... Kötü bir İspanya'ya, karakterli bir oyun oynayıp kaybettik. Klişedir ama; orta sahamız oyunu tek taraflı oynadı! Bizim 3 puan kaybımızdan öte; önemli olan Bosna'nın Belçika deplasmanında 4-2 kazanmış olması. Bu da Ali Sami Yen'de kazanmamızı gerektiriyor. Bugün sahadaki İspanya'yı kontrollü bir oyunla, Torres'e kontratak şansı vermeyen bir alan savunmasıyla devirecek kapasitemiz var. Şansımız olur mu, onu Çarşamba gecesi göreceğiz. Maçın adamı elbette ki Yeniköy Kasabı'nın(!) delişmen oğlu Sergio Ramos'dur... Saatlerinizi bir, umutlarınızı 4 gün ileri almayı unutmayın...
28 Mart 2009
Formula 1/ 2009
27 Mart 2009
İspanya vs. Türkiye 11'ler
Euro 2008 boyunca da böyle olmuştu. Ben Fatih Terim'in onbirlerini tahmin edemiyorum. İspanya maçı onbirinde de öyle oldu. Terim'in maçta bir gece önce açıkladığı onbir budur: Volkan, Gökhan Gönül, Emre Aşık, İbrahim Üzülmez, Hakan Balta, Tuncay, Aurelio, Emre Belözoğlu, Arda, Semih, Nihat.
Kadroya aldığı stoperlere güvenmemiş. Hakan Balta'nın Galatasaray'daki stoper performansı yeterli görülmüş. Üzülmez sol bekte ve çift forvet Nihat (kaptan) ve Semih.
Benim yazdığım onbir ise 4-1-4-1 idi. Volkan-Gökhan-Emre-Kaş-Hakan Balta-Tuncay-Ayhan Aurelio-Emre-Arda-Nihat.
***
Bu saatten sonra kadro üzerine uzun cümleler kurmamak lazım. Gereğinden fazla cüretkar olduğunu ve "mutlak favori onlar, kaybedecek birşeyimiz yok ki" fikrinin tezahürü olduğunu söyleyeyim sadece... Fatih Terim de (bkz: foto) gittikçe Fabio Capello'ya benziyor bu arada...
Del Bosque'nin onbiri de kuvvetle muhtemel budur: Casillas; Sergio Ramos, Pique, Albiol, Capdevila; Xavi, Senna, Xabi Alonso, Cazorla; Torres y Villa.
Aday kadro içinde yaptığı tek değişiklik sakatlığı sonrasında David Silva'yı kenara çekmiş olması, yerinde Cazorla var...
Kadroya aldığı stoperlere güvenmemiş. Hakan Balta'nın Galatasaray'daki stoper performansı yeterli görülmüş. Üzülmez sol bekte ve çift forvet Nihat (kaptan) ve Semih.
Benim yazdığım onbir ise 4-1-4-1 idi. Volkan-Gökhan-Emre-Kaş-Hakan Balta-Tuncay-Ayhan Aurelio-Emre-Arda-Nihat.
***
Bu saatten sonra kadro üzerine uzun cümleler kurmamak lazım. Gereğinden fazla cüretkar olduğunu ve "mutlak favori onlar, kaybedecek birşeyimiz yok ki" fikrinin tezahürü olduğunu söyleyeyim sadece... Fatih Terim de (bkz: foto) gittikçe Fabio Capello'ya benziyor bu arada...
Del Bosque'nin onbiri de kuvvetle muhtemel budur: Casillas; Sergio Ramos, Pique, Albiol, Capdevila; Xavi, Senna, Xabi Alonso, Cazorla; Torres y Villa.
Aday kadro içinde yaptığı tek değişiklik sakatlığı sonrasında David Silva'yı kenara çekmiş olması, yerinde Cazorla var...
Spor Gazetelerinin Tirajı
İspanya'nın spor gazetelerinin Şubat 2009 tirajları. Rakamlar tabloda tekrar etmeye gerek yok. Marca 75 bin fark yaptı As'a. 3 ve 4. sırada Barselona merkezli iki spor gazetesi var. İspanya'da yerel medya çok kuvvetlidir. Bu gazetenin haricinde bölgesel olarak çıkan 3-4 spor gazetesi daha var. Tirajlar hiç iç açıcı değil. 500 binli rakamlardan buraya geldiler ve bunun sebebi kriz değil. Internet yatırımları ve gelirleri arttıkça o mecraya yöneldiler. Bir ayrıntıyı da not düşmek lazım. Ne İspanya'da ne de İtalya'da spor gazeteleri günlük içeriklerinin tamamını internet sitesinde yayınlamıyor. Hele ki grafikler, röportajlar internet sitesinde hiç yer almıyor gibi. Marca'da geçen yıl çalışan sayısı 300 kişiydi. Bizim spor gazetelerini tiraj raporlarına bakalım. Fotomaç 235 bin, Fanatik 197 bin satmış geçen hafta. Çok değil bir iki ay önce tirajlar 300-350 bantında seyrediyordu. Nisan ayında Şampiyonlar Ligi, La Liga'da yarış ve Formula 1 sezonun başlamasıyla İspanya'da tirajların yükselmesi bekleniyor. Bizde ise bu türden beklentiler yok.
Madalyonun Öbür Yüzü
Bu sabah, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin internet sitesinde bu haber başlığını gördüğümde F5 tuşuna basma ihtiyacı hissettim: Alper Tezcan UEFA madalyasını sattı. Bu eski haber değil miydi? En azından bir aylık! Hayır bugün iki sitede de yeniden servis edilmiş, gazete sayfasında gördüğüm kadarıyla yok. Öncelikle Galatasaray forması altında kazandığı UEFA madalyasını 200 bin liraya satıp düzlüğe çıkan Alper için bir insan olarak sevindim. Bu kriz zamanı keşke herkesin satacak bir madalyası olsa... Gelelelim madalyonun öbür yüzüne!..
Hikayeyi anlamak için başa sarmak lazım. 2000'de UEFA 3. turunda Bologna maçında ayağı kırılan ve genç yaşta futbol hayatı sekteye uğrayan sonraları defalarca futbola dönen Alper Tezcan, birkaç ay önce Fanatik'te yayınlanan röportajlarla gündeme geldi. İlk konuşan babasıydı. Galatasaray kulübünü vefasızlıkla, oğluna bakmamakla suçluyordu. Yıllardır ekonomik sıkıntısı malum Galatasaray kulübünün eski bir futbolcusunun UEFA madalyasını satması; kabul edelim insanın köpeği ısırmasıydı! Medyada büyük yer tuttu bu röportaj, kamuoyu da "cık cık" dedi. Babası, Alper'in ameliyatları için 1 trilyon (eski TL) harcadıkları -akıl almıyor tabii bu rakamı- söylüyor, Galatasaray'ı futbolcuyu tedavi ettirmemekle suçluyordu. Alper defalarca ameliyat geçirmişti ve ilk operasyonlarını üstlenen kulübüydü. Sonra nasıl bir hayat yaşadığı, Florya yerine ne kadar Beyoğlu'nda boy gösterdiğini, ne kadar profesyonel(!) olabildiği konusunda en güzel yazıyı rahmetli Alpaslan Dikmen yıllar önce yazmıştı gazetede. Yaşasaydı bu polemiklerin tavan yaptığı günlerde verecek çok cevabı olurdu. Alper'in mağduriyetine dair ilk demeci: "Evleneceğim, hayatımı düzene koymam lazım" idi madalyayı satma nedeni olarak. Okuduğumda; "böyle bir karar ancak ölüm kalım meselesi olan bir sağlık problemi ve çözümü için alınabilirdi" demiştim. Eli, ayağı tutuyordu şükürler olsun! Bu halde bile madalyasını satma özgürlüğü vardı elbette ama o mağduru, haksızlığa uğrayanı oynadı. Parasızlıktan yakınan Alper daha sonraları annesinin hasta olduğu, tedavi için para lazım olduğunu söyleyerek ortaya çıktı.
Türk futbolunda servetini yitirmiş, bugün zor şartlarda yaşayan onlarca futbolcu varken Alper'in başına talih kuşu konmuştu. Röportajlarla gündemde kaldı ve ardından madalya bir açık arttırma sitesinde satışa çıktı. Alper, siteye gelenlerin yorumlarına cevap veren adamdı. İki şahıs 500 liraya satışa çıkan madalya için 2-3 gün ekran başında kaldılar ki (!); fiyat 200 bin liraya kadar tırmandı. Açık arttırma kapandığında iki şahıs dışında ilgilenen olmadığı; bu ikilinin gün içinde onlarca kez fiyatı yükseltiği tablonun tepesine "ekomba" nickli bir alıcı yerleşti ve madalyayı aldı! Sonrasında alıcının gerekli yükümlüğü yerine getirmediği de yazıldı, söylendi. Madalyaya 200 bin lira verecek olan elbette ki çok insan vardır ama bu insanların ekran başında bu kadar boş vakti olamaz! "Tamam; işi sekreterleri üstlendi" deyip uzatmıyoruz!
Alper'in röportajlarla başlayan ve madalyanın satışıyla biten bu "hazin" öyküsü kabul edelim harika bir pazarlama stratejisi. Röportajı yapan Fanatik gazetesi, bugün dahil onlarca kez haberi servis yapan Hürriyet, Milliyet gazeteleri ve açık arttırmayı yapan hemalhemsat.com sitesi Doğan Grubu'nun. Şanssız Alper aslında Allah'ın sevgili kuluymuş. Medya desteği kadar; madalyanın satışı için lojistik destek de almış. Bu bir "kazan-kazan" projesidir. Alper muradına erdi, güle güle harcasın, diğer tarafta haber diye yazılan "advertorial"lar sayesinde hemalhemsat sitesinin de reklamı yapıldı.
Tekrar altını çizeyim. Alper'e hayırlı olsun 200 bin lira. "Alper kampanyası" iletişim, reklamcılık bölümlerinde "case study" olarak okutulmalı. Ben Alper'de; Sedat Balkanlı'daki, Erol Togay'daki samimiyeti bulamadım. İtalya'da, çok değil 8 yıl önce Milano derbisinin kahramanı olan, sakatlık yüzünden 29 yaşında futbolu bırakan Comandini, bugün doğduğu Cesena'da 5 masa bir restoran işletiyor. Alper örnek alsın da; çarcur etmesin bu parayı... Tabii varsa ortalıkta böyle bir para!..
Hikayeyi anlamak için başa sarmak lazım. 2000'de UEFA 3. turunda Bologna maçında ayağı kırılan ve genç yaşta futbol hayatı sekteye uğrayan sonraları defalarca futbola dönen Alper Tezcan, birkaç ay önce Fanatik'te yayınlanan röportajlarla gündeme geldi. İlk konuşan babasıydı. Galatasaray kulübünü vefasızlıkla, oğluna bakmamakla suçluyordu. Yıllardır ekonomik sıkıntısı malum Galatasaray kulübünün eski bir futbolcusunun UEFA madalyasını satması; kabul edelim insanın köpeği ısırmasıydı! Medyada büyük yer tuttu bu röportaj, kamuoyu da "cık cık" dedi. Babası, Alper'in ameliyatları için 1 trilyon (eski TL) harcadıkları -akıl almıyor tabii bu rakamı- söylüyor, Galatasaray'ı futbolcuyu tedavi ettirmemekle suçluyordu. Alper defalarca ameliyat geçirmişti ve ilk operasyonlarını üstlenen kulübüydü. Sonra nasıl bir hayat yaşadığı, Florya yerine ne kadar Beyoğlu'nda boy gösterdiğini, ne kadar profesyonel(!) olabildiği konusunda en güzel yazıyı rahmetli Alpaslan Dikmen yıllar önce yazmıştı gazetede. Yaşasaydı bu polemiklerin tavan yaptığı günlerde verecek çok cevabı olurdu. Alper'in mağduriyetine dair ilk demeci: "Evleneceğim, hayatımı düzene koymam lazım" idi madalyayı satma nedeni olarak. Okuduğumda; "böyle bir karar ancak ölüm kalım meselesi olan bir sağlık problemi ve çözümü için alınabilirdi" demiştim. Eli, ayağı tutuyordu şükürler olsun! Bu halde bile madalyasını satma özgürlüğü vardı elbette ama o mağduru, haksızlığa uğrayanı oynadı. Parasızlıktan yakınan Alper daha sonraları annesinin hasta olduğu, tedavi için para lazım olduğunu söyleyerek ortaya çıktı.
Türk futbolunda servetini yitirmiş, bugün zor şartlarda yaşayan onlarca futbolcu varken Alper'in başına talih kuşu konmuştu. Röportajlarla gündemde kaldı ve ardından madalya bir açık arttırma sitesinde satışa çıktı. Alper, siteye gelenlerin yorumlarına cevap veren adamdı. İki şahıs 500 liraya satışa çıkan madalya için 2-3 gün ekran başında kaldılar ki (!); fiyat 200 bin liraya kadar tırmandı. Açık arttırma kapandığında iki şahıs dışında ilgilenen olmadığı; bu ikilinin gün içinde onlarca kez fiyatı yükseltiği tablonun tepesine "ekomba" nickli bir alıcı yerleşti ve madalyayı aldı! Sonrasında alıcının gerekli yükümlüğü yerine getirmediği de yazıldı, söylendi. Madalyaya 200 bin lira verecek olan elbette ki çok insan vardır ama bu insanların ekran başında bu kadar boş vakti olamaz! "Tamam; işi sekreterleri üstlendi" deyip uzatmıyoruz!
Alper'in röportajlarla başlayan ve madalyanın satışıyla biten bu "hazin" öyküsü kabul edelim harika bir pazarlama stratejisi. Röportajı yapan Fanatik gazetesi, bugün dahil onlarca kez haberi servis yapan Hürriyet, Milliyet gazeteleri ve açık arttırmayı yapan hemalhemsat.com sitesi Doğan Grubu'nun. Şanssız Alper aslında Allah'ın sevgili kuluymuş. Medya desteği kadar; madalyanın satışı için lojistik destek de almış. Bu bir "kazan-kazan" projesidir. Alper muradına erdi, güle güle harcasın, diğer tarafta haber diye yazılan "advertorial"lar sayesinde hemalhemsat sitesinin de reklamı yapıldı.
Tekrar altını çizeyim. Alper'e hayırlı olsun 200 bin lira. "Alper kampanyası" iletişim, reklamcılık bölümlerinde "case study" olarak okutulmalı. Ben Alper'de; Sedat Balkanlı'daki, Erol Togay'daki samimiyeti bulamadım. İtalya'da, çok değil 8 yıl önce Milano derbisinin kahramanı olan, sakatlık yüzünden 29 yaşında futbolu bırakan Comandini, bugün doğduğu Cesena'da 5 masa bir restoran işletiyor. Alper örnek alsın da; çarcur etmesin bu parayı... Tabii varsa ortalıkta böyle bir para!..
Maradona Şut ve Gol
Pele, Robinho ve Ronaldo'yu uyuşturucu kullanmakla itham edip, Maradona'ya da klasik sallamalarından birini yapmıştı: O genç futbolculara kötü bir örnek vs...
Maradona bu, susacak hali yok. Cevap vermiş. Bu iddia yeni değil ama hatırlatma gereği duymuş: "Pele gay'dir. 14 yaşındayken ilk kez bir erkekle beraber olmuş" (!) Kavgada söylenmez derler ya; işten ondan. Bizim memlekette "Rock Hudson'a benziyorsun" demek cinayet sebebidir. Pele'nin cevabı bakalım ne olacak(!)
Hafta Sonu Futbol
28 Mart Cumartesi
13.00 Manisaspor - Kayseri Erciyes (D SPOR)
19.15 İngiltere - Slovakya (NTVSPOR)
20.00 Altay - Diyarbakırspor (D SPOR)
21.45 Karadağ - İtalya (TRT 3)
23.00 İspanya - Türkiye (NTV-NTVSPOR)
01.30 Arjantin - Venezuella (NTVSPOR-BANTTAN)
29 Mart Pazar
00.00 Ekvador - Brezilya (NTVSPOR)
13.00 Manisaspor - Kayseri Erciyes (D SPOR)
19.15 İngiltere - Slovakya (NTVSPOR)
20.00 Altay - Diyarbakırspor (D SPOR)
21.45 Karadağ - İtalya (TRT 3)
23.00 İspanya - Türkiye (NTV-NTVSPOR)
01.30 Arjantin - Venezuella (NTVSPOR-BANTTAN)
29 Mart Pazar
00.00 Ekvador - Brezilya (NTVSPOR)
25 Mart 2009
Madrid'de Pasion Turca
Önce maç saatiyle başlamak lazım. Türkiye saatiyle 23:00'de santra noktasına yürümek bizim gibi en fazla 20:00'ye maç programlayan ülkeler için dezavantaj. Avrupa lokal saatiyle bile Şampiyonlar Ligi maçlarıyla bu maçın arasında 1 saat 15 dakika var. Futbolcuların bütün sezonun alışkanlıklarıyla oluşan biyolojik saatlerinin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Terim bunu önlemek için takımı 5 gün önceden Madrid'e götürdü ve akşam antrenmanlarını bizim saatle 21:00'de yaptırıyor. İspanya için 22:00'de ilk düdük her zaman avantajdır. Bunun stad ambiyansı kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Stadı anlatmaya gerek yok. İspanya'da taraftar baskısını çok daha fazla hissedebileceğimiz stadlar var ama Santiago Bernabeu, evsahibi için bir kale. İspanyolların uzun zamandır maç kaybetmemeleri istatistiği kadar; elemelerde kendi sahalarında maç vermemiş olmamaları da önemli.Euro 2008 şampiyonunu her Türk futbolsever yakından tanıyor. Hatta abartayım, takımdaki 7-8 futbolcuyu sezon içinde bizim onbirdeki birkaç futbolcudan çok daha fazla seyrediyoruz, oyun karakterlerini çok daha yakından tanıyoruz. Bizim takımda, kendi kulüplerinde ilk onbirde forma giymeyenlerden bahsetmiyorum, maçı arada sırada yayınlananlar için ya da taraftarı olduğu takımın maçını seyreden ve La Liga&Premiere Lig'i kaçırmayanlara bu lafım. Del Bosque mülayim, egosunu soyunma odasının eşiğinden sokmayan bir teknik adam. Aragones'ten aldığı şampiyon kadroyu dağıtabilir ya da kendi egosuna göre adam seçmeyi de tercih edebilirdi. Raul'u almamak dahil, Aragones'in seçtiklerine ve oyun planına sadık kaldı. Elbette ki birkaç genç ile takviye yaptı kadroya. Pique, Busquets, Capel, Mata onun döneminde A takıma yükseldiler. Eksiklere gelelim. Sayacağım isimlerin yokluğunda "Euro 2008'i alamazlardı" diyorum öncelikle. Defansta Puyol ve orta sahada Iniesta yok. İki Barcelona'lı, kendi takımlarının da -Xavi ile birlikte- en fazla topla buluşan, pas yapan adamları. Iniesta'nın sakatlığının Barça'nın başına neler açtığını hepimiz gördük. Bu eksikler onların topa sahip olma oranını; rakip kim olursa olsun düşürecektir. Kalede Casillas banko, defansın göbeğinde Albiol-Pique tandemi bekliyorum. Sağ bek Sergio Ramos, sol bek Arbeloa. İspanya'nın defans dörtlüsünün; 3 hat arasında en zayıf halka olduğunu Euro 2008'de de gördük, Ramos'un turnuvanın en iyi sağ beki olduğunu ise unutmadık tabii. Orta sahada Iniesta'nın yokluğunda, 60. dakikada onun yerine oyuna girmeye alışmış Cazorla bekleniyor ama Del Bosque'nin Senna'nın yanında Xabi Alonso'yu oynatacağı da söyleniyor. Valencia'lı David Silva ve David Villa hafta sonunda Santander deplasmanında sakatlıkları yüzünden oynamadılar, bizim maça yetişecekler ama Del Bosque iki forvet çıkacak mı acaba? Önce çift forvetli planla bakalım. Kanatta David Silva, Xabi Alonso sağ içe kayıyor, forvette David Villa ve Torres'in arkasında Xavi. Tek forvette ise devreye Liverpool'lu Riera giriyor. Torres ileride tek başına. 4-1-4-1 taktiği. Aşil tendonundan sakatlığı olan Xavi oynamazsa -ki zor ihtimal- bu kez 4-4-2. Bu oyun direkt kanat organizasyonları üzerine kurulu.
Almanya ile yarı finali oynadığımız kadroyu aklımıza getirirsek, pek "eksiğimiz var" demeye dilim varmıyor! Kalede Rüştü diyenler de var, ben Volkan'cıyım. Sağ bekte Gökhan, tandemde Emre Aşık ve İbrahim Kaş, sol bekte Hakan Balta. Tek forvet mi; çift mi? Terim neyi tercih eder bilmiyorum ama bence tek forvet daha mantıklı. Orta sahada sırasıyla Tuncay, Ayhan, Aurelio, Emre ve Arda, ileride Nihat. Çift forvet olduğu takdirde Ayhan kulübede, Nihat'ın yanında kim? İlk akla gelen isim; elbette ki Semih. Ben mevcut kadro içinde Nihat'ın yanında tüm tecrübesizliğine rağmen, kontrol edilmesi zor yeteneğiyle Sercan sürprizi de olabilir derim. 4 günde iki maçta 2 beraberlik almaktansa, Madrid'de kaybedip, İstanbul'da kazanıp, 180 dakikadan 3 puanı cebe koymak çok daha mantıklı. Madrid'de kazanmış bir İspanya, Şampiyonlar Ligi'ne bir hafta kala Ali Sami Yen'de farklı bir kadroyla sahaya çıkmaya zorlanabilir kendi medyasında. İspanyol dostumuz Ramon'un Euro 2008'i özetleyen sözüyle noktalı virgülü koyup: "Hayat varsa umut vardır" (Mientras hay vida, hay esperanza); Çetin Altan ustanın sözüyle noktayı koymak lazım: "Enseyi karartmayın"
La Pasion Turca
La Pasion Turca
24 Mart 2009
Villarreal Yönetimi ve Kriz
Villarreal kulübünün aldığı bu kararı Avrupa'da kaç kulüp yönetimi aklına getirir, kaçı uygular bilmiyorum ama hani yazarken bile kalkıp ayağa alkışlayasım geldi. Villarreal yönetimi der ki: "El Madrigal'i dolduran vefakar taraftarlarımızın ekonomik krizden etkilendiklerini biliyoruz. Gelecek sezon da onları takımlarını desteklerken görmek istiyoruz. Bu sezon kombine sahibi olan ve krizde işini kaybetmiş taraftarlarımıza gelecek sezon bedava kombine vereceğiz"
Euro 2016'ya 4 Aday
Euro 2016 için adaylık süresi doldu. 4 aday var. Türkiye-İtalya-Fransa ve Norveç&İsveç ortaklığı. UEFA, 3 Nisan tarihinde adaylara şartnameyi yolluyor. İlk kez 24 takımla düzenlenecek finaller için bu dosyadaki taleplerini yerine getirmek zorunda adaylar. 15 Şubat 2010 tarihinde tüm adaylar bu dosyaları UEFA'ya teslim edecek. Stadlar, ulaşım, konaklama, tüm projeler. UEFA, 27 Mayıs 2010'da kazanan ülkeyi açıklayacak. Rakipler sert, kazanma şansımız var mı? Az. Çok değil bir hafta önce Beşiktaş'ın İnönü Stadı'nın yeniden yapılması gerektiğini çünkü Euro 2016'da stada ihtiyacımız olduğunu söyleyen ancak bir şehirden en fazla iki stadın dosyaya girebildiğinden habersiz politikacılarla o "az" artık çok az!... (Doğru bir hatırlatmadır, politikacıları bilgilendirmeyen danışman ve veya bürokratları da eklemek lazım)
Blog Arşivi: Euro 2016
Blog Arşivi: Euro 2016
Enzo Zidane
Agüero'nun oğlu, Maradona'nın torunu hangi milli takımda oynar? Bunu kimse bilemez de; Zidane'ın oğlu Enzo için İspanyollar devrede. 14 yaşında Enzo Real Madrid altyapısında oynuyor. Fransızlara göre de İspanyollar Enzo'nun peşinde.
İspanya'nın Yeni Forması
Barça vs. R.Madrid Fikstürü
Barcelona-Real Madrid arasında puan farkı 6. Real Madrid yönetimi, futbolcusu ve taraftarına göre ise 3. Santiago Bernabeu'daki maç 34. haftada. O tarihe kadar 5 maçları var önünde. 3 Mayıs'ta Real Madrid puan farkını 3'e indirip sahaya çıksa ve Barcelona'yı devirse... O zaman el clasico sonrasındaki maçlara bakmak lazım. Real Madrid, Valencia ve Villarreal deplasmanına gidecek, içeride Mallorca ile oynayacak. Son hafta maçları ise ender gelişen Osasuna ataklarının sahibi Osasuna. Barcelona'nın fikstürü daha kolay Real Madrid derbisi sonrası. Evinde Villarreal, ardından Mallorca deplasmanına. Camp Nou'da Osasuna ve son maç La Coruna'da. Görünen o ki Real Madrid'e Barcelona galibiyeti de yetmeyecek gibi. Barcelona bu arada 6 puan farkı mesela 9'a çıkartırsa, Santiago Bernabeu'da kazandığı takdirde mevcut uçmuş averajıyla şampiyonluğu Madrid'de kutlayacak.
***
* İspanyol Milli Takımı'nda sakat Iniesta'nın yerine Valencia'lı Mata kadroya alındı.
* Bizde de beklenen gelişme. Hamit Altıntop kadrodan çıkartıldı.
***
* İspanyol Milli Takımı'nda sakat Iniesta'nın yerine Valencia'lı Mata kadroya alındı.
* Bizde de beklenen gelişme. Hamit Altıntop kadrodan çıkartıldı.
Liverpool Man.United'ı Sollarken
İngiliz medyasında Liverpool'un şampiyonlğu için ısındırma turları atılıyor. Man. United bir maç eksiğiyle bir puan önde. Liverpool ile Man. United arasında geçen şampiyonluk yarışında Liverpool lehine biten sezonları çıkarmışlar. Son şampiyonluğu kazandıkları 1989-90 sezonundan iki sezon önce Beardsley'li kadro United'ın önünde şampiyon oldu (1987-1988). Bob Paisley yönetiminde 1979-80 sezonunda da Man. United'ı geçtiler. 63-64 sezonunda da efsane Bill Shankly ile bunu başarmışlardı. En eskisi ise 46-47 sezonundan...
Serie A'da Azizsilin
" Bu ligde onbirlerini başkanların yaptığı takımlar var. Bana bunu bir teklif etse ertesi gün valizleri toplar giderim." Jose Mourinho
"30 yıldır İtalyan futbolunun içindeyim. Çok akıllı ya herşeyi 6-7 ayda çözmüş" Donadoni
"30 yıldır İtalyan futbolunun içindeyim. Çok akıllı ya herşeyi 6-7 ayda çözmüş" Donadoni
Var Mısın Yok Musun?
NTVSPOR’daki Fatih Terim’in katılacağı röportajın saati ile ATV’deki Elveda Rumeli çakışınca ciddi bir karar vermem gerekiyordu. Bilindik mevzuyu pas geçip, tercihimi Elveda Rumeli’den yana kullandım. Neyse ki Madrid yayını sarkınca onu da izleme şansım oldu. Yani iki kutudan da mavi çıktı! Bu tip röportajlarda hocalar genellikle hiçbirşey söylemez, söylenmedi de. Bildiğimiz şeyleri dinledik.
Malum İspanya milli takımını Türkiye’de tanımayan yok, en azından Real, Barça ve Liverpool sayesinde ciğerlerini biliyoruz adamların. Oyuncularını çok iyi tanıdığımız İspanya sözkonusu olunca daha bir teknik direktör olacağız.
Demek ki Hoca bu yüzden sarı kutulardan birini açtırdı.
Yayının sonunda Haluk bir başlık attı. “Nerede Kalmıştık” diyelim dedi ve sözü EURO-2008’deki mücadeleci takıma vurgu yapalım’a getirdi.
Tam içimden "aman kaldığımız yere dönmeyelim" diyecektim ki, Terim ekledi.
- Sonuna ünlem koyalım (!)
Hoca bilinçli mi, yoksa öylesine mi söyledi bilemem ama takılmadım değil.
Ruh hali işin zor tarafını yakaladığını söylüyor. İyiye işaret, mavilerden biri gider.
Hatırlayın kaldığımız yeri, esas stoperler yok, yerlerinde defansif orta sahadan Mehmet Topal (yorum insanı dilinde ön libero, fransız kaynaklara göre çapa olarak bilinir) ile diğerleri sakat olmasa hiç tercih edilmeyecek (benim zannım) Gökhan oynuyor.
Kalede Rüştü ile başlıyoruz.
Benziyor değil mi ?
Sağ stoper Topal gözümüzün önünde hata yapıyor, skor üstünlüğünü veriyoruz.
Rüştü boşa fırlıyor geri düşüyoruz. Kazım’ın ayağı kayıyor maçı veriyoruz.
Orada kalıyoruz.
Yine de turnuvanın en iyi oyunu oluyor.
Hoca umursamaz gibi gözükse de İniesta ile Xavi (belki oynarmış) sayesinde iki maviyi açtırdı. Puyol yok, öyleyse sarının biri gitti. İki stoper, belli ki Emre ile İbrahim ( Hakan olmalı) oynayacak.
Kafadan iki tane 500 bin açıldı.
‘Aurelio’ diyor Terim gözleri parlayarak. Savunmanın önü onun..
Mavilerin birini uçurur.
Öğrendik ki, Hamit yok. Öyleyse 250 bin de gider.
Hoca arşivi kullanıyor. Yenilmek kolay kazanmak olay !
Hemen arkasından, kendimizi yine hatırlatalım !
Geçmişte tutmuşluğu var ama, bu iki söz sarılardan birini alır.
Elde iki 500 bin, 6 mavi, 100 ve 150 bin kaldı.
Hoca araya, ne olacak canım geride kalan 4 maç 12 puan olur, Play-off ile gideriz cümlesini yuvarlıyor. 100 bin aynen uçar..
Kaldı 3 kırmızı 6 mavi !
Durum budur.
Tabi Emre ile Volkan’ın hemen iki kırmızı açtırma ihtimalleri pek az değil !
Hoca 150 bini hedeflemiş görünüyor.
Bunun için orta alan kafa kafaya boğuşmak zorunda kalacak.
Orada kaybetmezse tek mavi kalır
Torres ile Villa’nın kutularında 500 binler var açtırmayacaksın.
Açılırsa, Semih’le çare bulup 150 bini kapacaksın.
Kazım’ın ayağı kaymayacak ama.!
Ya aslında hoca çok şey söylemiş, Ya ben çok televizyon seyrediyorum.
OKAY KARACAN
Malum İspanya milli takımını Türkiye’de tanımayan yok, en azından Real, Barça ve Liverpool sayesinde ciğerlerini biliyoruz adamların. Oyuncularını çok iyi tanıdığımız İspanya sözkonusu olunca daha bir teknik direktör olacağız.
Demek ki Hoca bu yüzden sarı kutulardan birini açtırdı.
Yayının sonunda Haluk bir başlık attı. “Nerede Kalmıştık” diyelim dedi ve sözü EURO-2008’deki mücadeleci takıma vurgu yapalım’a getirdi.
Tam içimden "aman kaldığımız yere dönmeyelim" diyecektim ki, Terim ekledi.
- Sonuna ünlem koyalım (!)
Hoca bilinçli mi, yoksa öylesine mi söyledi bilemem ama takılmadım değil.
Ruh hali işin zor tarafını yakaladığını söylüyor. İyiye işaret, mavilerden biri gider.
Hatırlayın kaldığımız yeri, esas stoperler yok, yerlerinde defansif orta sahadan Mehmet Topal (yorum insanı dilinde ön libero, fransız kaynaklara göre çapa olarak bilinir) ile diğerleri sakat olmasa hiç tercih edilmeyecek (benim zannım) Gökhan oynuyor.
Kalede Rüştü ile başlıyoruz.
Benziyor değil mi ?
Sağ stoper Topal gözümüzün önünde hata yapıyor, skor üstünlüğünü veriyoruz.
Rüştü boşa fırlıyor geri düşüyoruz. Kazım’ın ayağı kayıyor maçı veriyoruz.
Orada kalıyoruz.
Yine de turnuvanın en iyi oyunu oluyor.
Hoca umursamaz gibi gözükse de İniesta ile Xavi (belki oynarmış) sayesinde iki maviyi açtırdı. Puyol yok, öyleyse sarının biri gitti. İki stoper, belli ki Emre ile İbrahim ( Hakan olmalı) oynayacak.
Kafadan iki tane 500 bin açıldı.
‘Aurelio’ diyor Terim gözleri parlayarak. Savunmanın önü onun..
Mavilerin birini uçurur.
Öğrendik ki, Hamit yok. Öyleyse 250 bin de gider.
Hoca arşivi kullanıyor. Yenilmek kolay kazanmak olay !
Hemen arkasından, kendimizi yine hatırlatalım !
Geçmişte tutmuşluğu var ama, bu iki söz sarılardan birini alır.
Elde iki 500 bin, 6 mavi, 100 ve 150 bin kaldı.
Hoca araya, ne olacak canım geride kalan 4 maç 12 puan olur, Play-off ile gideriz cümlesini yuvarlıyor. 100 bin aynen uçar..
Kaldı 3 kırmızı 6 mavi !
Durum budur.
Tabi Emre ile Volkan’ın hemen iki kırmızı açtırma ihtimalleri pek az değil !
Hoca 150 bini hedeflemiş görünüyor.
Bunun için orta alan kafa kafaya boğuşmak zorunda kalacak.
Orada kaybetmezse tek mavi kalır
Torres ile Villa’nın kutularında 500 binler var açtırmayacaksın.
Açılırsa, Semih’le çare bulup 150 bini kapacaksın.
Kazım’ın ayağı kaymayacak ama.!
Ya aslında hoca çok şey söylemiş, Ya ben çok televizyon seyrediyorum.
OKAY KARACAN
23 Mart 2009
Nicola Legrottaglie
Vakit buldukça futbolcu biyografilerini okumaya çalışıyorum. Nicola Legrottaglie hayatını merak ettiğim bir futbolcu değil. Piyasaya yeni çıkan biyografisine de ben para vermem açıkçası. Neyse kitabın promosyonunu yapmış. Legrottaglie. Malum Ertuğrul Sağlam'a yönelik eleştirilerin klişelerindendir. "Tanımıyorum" demişti Sağlam. Neyse o tarihte Beşiktaş resmi teklifi yapmış, Legrottaglie "evet" dese imzayı atacak. Sağlam ile de tanışacak. Son yıllarda kendini fazla dine verdiğini, forma numarası 33 hakkında yazmıştım. Juventus'un istemediği, Beşiktaş'tan başka kulübün resmi teklifinin olmadığı o günlerde Legrottaglie çok dua etmiş: "Ben bir Katolik olarak neden Türkiye'de müslümanlarla birlikte yaşayayım ki; Torino'da Katoliklerin arasında kalmak istiyorum" demiş. "Tanrı bana elini uzattı" diyor. Bizim memleketten ne koyu Katolik futbolcular geçti, huzuru burada buldular, ibadet ederken sıkıntı çekmediler; tabii bu adamın haberi yok. Neyse, saygı duymak lazım. Sonuçta Juventus'ta belini doğrulttu, formayı kaptı. Bu vesileyle ekmek parası için Çin'de futbol oynamaya giden Tommasi'ye selam ederim...
Robben&Liverpool?
Rafael Benitez'in keyfi yerinde. Sözleşmesini yeniledi. Real Madrid, Manchester United ve Aston Villa'ya 10 günde 13 gol attı. Eli kuvvetli olunca elbette ki takıma takviye isteyecek. Dile bizden ne dilersen zamanı yani. Benitez da Robben'i istedi. Real Madrid neden satsın, bilemiyorum tabii. Chelsea'ye 36 milyon euro ödemişlerdi. Liverpool 22 milyon euro önermiş. Liverpool'un Robben'e mi ihtiyacı var? Bence defansta (bekler) rekabeti arttırmalı bu takım bir de Torres'e alternatif büyük bir golcü almalı...
La Liga'da Son 10 Hafta
22 Mart 2009
Amansızlar
İki maçı da izlemek isterdim. İzleyemedim. Alttaki postun başlığı bu takım için geçerli. Amansız bu adamlar. Kuzenim güzel yorumladı Barcelona'nın skorunu (6-0): " Abi, bunlar Malaga'yı da haritadan silmişler." Goller Xavi, Messi, Henry, Etoo (2) ve Alves'den. Barcelona'da Iniesta sakatlandı. 15 gün kesin yok. Bizim milli maçlarda oynamayacak. Aşil tendonundan problemi olan Xavi için Barcelona salı günü başlayacak milli takım kampına rapor gönderiyor ve riske edilmesini istemiyor. Dün "Liverpool koptu geliyor" demiştim. Bu kadar abartacaklarını sanmıyordum. Tamam Aston Villa düşüşteydi ama fena silmişler sahadan. 5 gol, 3'ü dayıoğlu Gerrard'dan. 3 maçta 13 gol! Puan farkı bir maç fazlasıyla bir puana indi Man. United ile.
Nike: Amansız Ol
Nike'ın Milli Takım için çektiği son reklam filmi. Seslendiren Fatih Terim.
Amansız Demek - İnatçı Demek, Sürekli Demek.
Amansız Demek – Gururuna Sarılmak Demek.
Amansız, Rakibine Diz Çökmez.
Amansız, Zamana Yenilmez.
Amansız, Acıyı Yener.
Amansız, Kendini Feda Eder.
Amansız Asla Pes Etmez.
Amansız Kanının Son Damlasına Kadar Savaşır.
Amansız Ol.
Amansız Demek – Gururuna Sarılmak Demek.
Amansız, Rakibine Diz Çökmez.
Amansız, Zamana Yenilmez.
Amansız, Acıyı Yener.
Amansız, Kendini Feda Eder.
Amansız Asla Pes Etmez.
Amansız Kanının Son Damlasına Kadar Savaşır.
Amansız Ol.
Abidin Dino ve Futbol
Abidin Dino ve 1966 Dünya Kupası başlıklı post için aldığım bir mesajı paylaşmak isterim.
Bir arkadaşımın bana yıllar önce hediye ettiği Tunca Arslan'ın "Futbol ve Sinema" kitabının 'Belgeseller' bölümünde Abidin Dino'nun bu film ile ilgili bir notu vardı. Türkiye aday kadrosuna bir anda 35 yorum gelebiliyor ama bu post yeterince ilgi görmemiş. Buraya Abidin Dino'nun o notunu aktarayım, malesef copy paste için elimde bir kaynak yok, kendim yazacağım. Bu çalışmanın değerini anlaması için blog okuyucularının, belki de Abidin Dino'nun kendi ağzından ne zorluklarla gerçekleştirildiğini okumaları uygun olabilir:
"Yazdığınız gibi, filmin kurgusu için geceli gündüzlü çalıştım. Bu uğurda, üçer kişilik, dört grup kurgucunun başında, aralıksız bir seçme sorumluluğunu yüklendim. 300,000 feet filmden gerekli parçayı bulup yerine yerleştirmek için, belleğimizi fazlası ile kullanmamız gerekiyordu. Tokyo olimpiyat filmini 8 ay boyunca kurgulayan Japon sinemacıların bol vaktine karşılık, bana verilen zaman bir tek aydan ibaretti. Ayrıca, bir ay seslendirme ile, renkli denetleme eklenirse, 2 ay gibi rekor sayılabilecek bir süre içinde, filmi kontrat tarihine yetiştirdik.Ancak belirtmek istediğim nokta bu değil... Filmin çekişinden önce, yüzlerce resim çizerek, maçların hangi anlayışla çekileceğini, kameraların ne zaman, hangi zeviyelerden, hangi irilikte, nasıl yaklaşmalar ve uzaklaşmalarla konuyu deşeceklerini kararlaştırdım. Başka başka sahanlıklarda yerleştirilen kameraların planlanmasından başka, final maçında Wembley'de 4 kamerayı çukurlara oturtmak uğruna, federasyon başkanı Sir Stanley Rous ile az mı tartıştık!.. Alanın düzeyinden tut da, kale arkasına, ya da ışık kulelerine varıncaya kadar her şeyin hesaplanması önemli idi. Kameraları gezer konuşurlarla (walkie-talkie) yönetmek de bana düşüyordu. Fakat, her şeyden fazla, çizgili senaryonun fayda sağladığını düşünüyorum. Rejisör olarak seçilmem de, bu hazırlık çalışması sonrası kesinleşti. Elbette ki, rejisörün, bir maçtaki olayları peşin olarak bilmesine imkan yok, ancak belli bir durumda operatörden beklenen şeyi anlatmak pekala mümkün oluyor. Örneğin oyuncularla hakemin kavgasının hangi maçta patlak vereceğini bilmiyordum, ama çekicilere bu durumda nasıl çalışacaklarını anlatmış durumdaydım. Nitekim, Arjantin-İngiltere maçında resimlerim fazlasıyla gerçekleşti. Yaralanma, koğulma, penaltı, seyircilerin tutumu, takımların özelliğine göre çekiş cinsinden birçok konuyu önceden açıkladım. Hiçbir kamera başıboş çalışmamıştır. Renk konusu, maçlardan önce, Tecnicolor'un uzmanları ve çekicilerle başka başka saatlerde ve hava şartlarında yapılan deneylerle araştırıldı. İngiltere'de, yağmurlu bir günde, saat 19:00'dan sonra biten bir maçı renkli olarak çekmek olanaksız sayılıyordu, bunu başardık. Filmin renkli baskısında, labaratuarda ayrıca önemli değişiklikler yapıldı. Bugün artık belirli bir negatiften bambaşka renkler elde edilebiliyor, kimi söndürülebiliyor, hatta büsbütün değiştirilebiliyor.İş bununla da bitmiyordu: Maçlar sönük geçseydi, ne yapılacaktı? O takdirde, maçlar kadar, maçlar sırasında Londra şehrindeki hayata, maç dışı futbol tutkusuna geniş yer verilecekti. Vakit kaybetmemek için, bu parçalar çekildi de... Bir saatlik filmi sürdürecek kadar bir Londra hikayesi duruyor kutularda... Prodüktör Octavio Sonoret bu alanda sınırsız yetki vererek, Portobello Road mahallesinde acaip yaratıklardan tut da, Bibas Boutique'teki tavus kuşu misali kızlara varıncaya kadar, küçük buluşlarla futbola bağlanmış anlatımları çekmemizi gereksiz bulmadı. Fakat maçlar ilginç olunca, kurgu sırasında bu sahneler, biraz üzüntü ile, tekrar kutulara döndü. Müzik ve konuşma üstüne verilecek kararlar da az önemli değildi. Hele seyirciler üstüne, büyük kısmı kullanılamayan neredeyse sosyolojik bir araştırma bile yaptık. Raslantı değildi bunlar... Filmde kalan parçalar bile, bu bakımdan belki ilginç... "
Bunları anlatmaktaki maksadım, bu genişlikteki bir konuyu kavramanın sırf bir kurgu işi olmadığını anlatmak için... Tokyo Olimpiyat filminin Ichikava gibi bir rejisöre çektirilmesi, gelecek Kış Sporları Olimpiyatlarının Lelouch ve Reichenbah gibi iki ünlü sanatçıya birden verilmesi bu çeşit konuların kurgudan öte zorluklar göstermesinden ileri geliyor.
Bir arkadaşımın bana yıllar önce hediye ettiği Tunca Arslan'ın "Futbol ve Sinema" kitabının 'Belgeseller' bölümünde Abidin Dino'nun bu film ile ilgili bir notu vardı. Türkiye aday kadrosuna bir anda 35 yorum gelebiliyor ama bu post yeterince ilgi görmemiş. Buraya Abidin Dino'nun o notunu aktarayım, malesef copy paste için elimde bir kaynak yok, kendim yazacağım. Bu çalışmanın değerini anlaması için blog okuyucularının, belki de Abidin Dino'nun kendi ağzından ne zorluklarla gerçekleştirildiğini okumaları uygun olabilir:
"Yazdığınız gibi, filmin kurgusu için geceli gündüzlü çalıştım. Bu uğurda, üçer kişilik, dört grup kurgucunun başında, aralıksız bir seçme sorumluluğunu yüklendim. 300,000 feet filmden gerekli parçayı bulup yerine yerleştirmek için, belleğimizi fazlası ile kullanmamız gerekiyordu. Tokyo olimpiyat filmini 8 ay boyunca kurgulayan Japon sinemacıların bol vaktine karşılık, bana verilen zaman bir tek aydan ibaretti. Ayrıca, bir ay seslendirme ile, renkli denetleme eklenirse, 2 ay gibi rekor sayılabilecek bir süre içinde, filmi kontrat tarihine yetiştirdik.Ancak belirtmek istediğim nokta bu değil... Filmin çekişinden önce, yüzlerce resim çizerek, maçların hangi anlayışla çekileceğini, kameraların ne zaman, hangi zeviyelerden, hangi irilikte, nasıl yaklaşmalar ve uzaklaşmalarla konuyu deşeceklerini kararlaştırdım. Başka başka sahanlıklarda yerleştirilen kameraların planlanmasından başka, final maçında Wembley'de 4 kamerayı çukurlara oturtmak uğruna, federasyon başkanı Sir Stanley Rous ile az mı tartıştık!.. Alanın düzeyinden tut da, kale arkasına, ya da ışık kulelerine varıncaya kadar her şeyin hesaplanması önemli idi. Kameraları gezer konuşurlarla (walkie-talkie) yönetmek de bana düşüyordu. Fakat, her şeyden fazla, çizgili senaryonun fayda sağladığını düşünüyorum. Rejisör olarak seçilmem de, bu hazırlık çalışması sonrası kesinleşti. Elbette ki, rejisörün, bir maçtaki olayları peşin olarak bilmesine imkan yok, ancak belli bir durumda operatörden beklenen şeyi anlatmak pekala mümkün oluyor. Örneğin oyuncularla hakemin kavgasının hangi maçta patlak vereceğini bilmiyordum, ama çekicilere bu durumda nasıl çalışacaklarını anlatmış durumdaydım. Nitekim, Arjantin-İngiltere maçında resimlerim fazlasıyla gerçekleşti. Yaralanma, koğulma, penaltı, seyircilerin tutumu, takımların özelliğine göre çekiş cinsinden birçok konuyu önceden açıkladım. Hiçbir kamera başıboş çalışmamıştır. Renk konusu, maçlardan önce, Tecnicolor'un uzmanları ve çekicilerle başka başka saatlerde ve hava şartlarında yapılan deneylerle araştırıldı. İngiltere'de, yağmurlu bir günde, saat 19:00'dan sonra biten bir maçı renkli olarak çekmek olanaksız sayılıyordu, bunu başardık. Filmin renkli baskısında, labaratuarda ayrıca önemli değişiklikler yapıldı. Bugün artık belirli bir negatiften bambaşka renkler elde edilebiliyor, kimi söndürülebiliyor, hatta büsbütün değiştirilebiliyor.İş bununla da bitmiyordu: Maçlar sönük geçseydi, ne yapılacaktı? O takdirde, maçlar kadar, maçlar sırasında Londra şehrindeki hayata, maç dışı futbol tutkusuna geniş yer verilecekti. Vakit kaybetmemek için, bu parçalar çekildi de... Bir saatlik filmi sürdürecek kadar bir Londra hikayesi duruyor kutularda... Prodüktör Octavio Sonoret bu alanda sınırsız yetki vererek, Portobello Road mahallesinde acaip yaratıklardan tut da, Bibas Boutique'teki tavus kuşu misali kızlara varıncaya kadar, küçük buluşlarla futbola bağlanmış anlatımları çekmemizi gereksiz bulmadı. Fakat maçlar ilginç olunca, kurgu sırasında bu sahneler, biraz üzüntü ile, tekrar kutulara döndü. Müzik ve konuşma üstüne verilecek kararlar da az önemli değildi. Hele seyirciler üstüne, büyük kısmı kullanılamayan neredeyse sosyolojik bir araştırma bile yaptık. Raslantı değildi bunlar... Filmde kalan parçalar bile, bu bakımdan belki ilginç... "
Bunları anlatmaktaki maksadım, bu genişlikteki bir konuyu kavramanın sırf bir kurgu işi olmadığını anlatmak için... Tokyo Olimpiyat filminin Ichikava gibi bir rejisöre çektirilmesi, gelecek Kış Sporları Olimpiyatlarının Lelouch ve Reichenbah gibi iki ünlü sanatçıya birden verilmesi bu çeşit konuların kurgudan öte zorluklar göstermesinden ileri geliyor.
Pele'nin Volesi
Bu açıklamayı Pele yapınca olay oluyor elbette: "Ronaldo ve Robinho uyuşturucu müptelası. Futbol dünyasında kötü örnekler. Maradona da mükemmel bir oyuncuydu ama özel hayatındaki tercihleriyle bütün dünyaya kötü örnek aldı. Genç futbolcular Kaka'yı örnek alsınlar. Ya da Platini ve Beckenbauer'in hayatlarına baksınlar... "
Joan Laporta döneminde
Barcelona vs. Real Madrid
Bu bir istikrar hikayesi ya da değil(!) İlerleyen satırlardaki karşılaştırmalarda da göreceksiniz ki; bu rekabetin bir yakasında azgın dalgalar kıyıya vururken; diğer tarafta ay ışığında romantizm var! Barcelona ve Real Madrid'in son 6 sezonu... Joan Laporta'nın Barcelona başkanlığına seçildiği günden bu yana Real Madrid ile olan mücadelesinde neler değişmiş, ne kadar harcamışlar? Kaç kupa kazanmışlar? Laporta'nın 6 yıllık başkanlığı süresince Real Madrid'de 5 başkan değişti. Los Galacticos'un mucidi Florentino Perez'in ardından gelen Fernando Martin ve Gomez Montejano, bugün başkanlık koltuğunda oturan Vicente Boluda gibi emanetçi. Üçünü de ilerleyen yıllarda hatırlayan olmayacak. Ramon Calderon ise yolsuzluktan gitti. Haziran'daki seçimde Laporta, 6. Real Madrid başkanını da görecek. Kuvvetle muhtemelen Florentino Perez olacak bu isim. Gelelim takım menajerlerine. İspanya'da her kulüp başkanının bir sağ kolu vardır ve yönetim değiştiğinde menajer de valizini toplar. Barcelona'da Txiki Begiristain, Laporta döneminin tek yetkilisi. Elbette ki her türlü yönetim şemasının üstünde duran Johan Cruyff'u bu listeye dahil etmiyorum. Real Madrid tarafında eski futbolcu ve teknik direktörleri Jorge Valdano, Perez'in adamıydı. Ardından kulübün efsanelerinden Butragueno geldi. O da olmayınca İtalya'dan Sacchi'yi ithal ettiler. Önemli bir isimdi ama aşı tutmadı. Sacchi memleketine döndü. Calderon'un adamı ise Pedja Mijatovic. Ramon Calderon'un adamıydı. Calderon gitti ama Mijatovic sezon sonuna kadar görevde. Ligin ikinci yarısı için çekilen takım posterine onu almayarak zaten biletini kestiler. Transferde elindeki sınırsız bütçeyi çarçur etmekle meşhurdur. Gelelim teknik direktörlere. Barcelona bu dönemde iki teknik adamla çalıştı. Frank Rijkaard ve bu sezon başında göreve gelen "kulübün evladı" Guardiola. Hollandalı'yı Ronaldinho'nun kaprisleri ve Real Madrid'in Capello ve Schuster ile kazandığı iki şampiyonluk bitirdi. Real Madrid bu dönemde 8 teknik direktörle çalıştı. Figo etkisiyle göreve gelen Alex Ferguson'un yardımcısı Carlos Queiroz tutunamadı, Manchester United'a; o çok iyi yaptığı 2. adamlık görevine döndü. Şimdi Portekiz milli takımının başında. Onun ardından Camacho ve Garcia Remon görev yaptılar 2004 yılında. Real Madrid'in sambacıları bastırınca göreve Luxemburgo geldi. 2006'da çalışan Lopez Caro'yu kim hatırlar ki! Şampiyonluk gelmeyince işin sihirbazını çağırdılar. "Bir takımı şampiyon yapan teknik direktör ikinci kez göreve geldiğinde çakılır" kuralını pek takmaz Fabio Capello! İtalya'daki Calciopoli skandalını da yardım etti Real Madrid'e. Cannavaro iş yaptı, Emerson tutunamadı sahada. Santiago Bernabeu tribünleri "sıkıcı futbol oynatıyor" diye bastırınca ertesi sezon Getafe'de yıldızı parlayan kulübün eski futbolcusu Schuster geldi takımın başına. O da şampiyonluğu kazandırdı ama bu sezonun ilk yarısında ne olduysa takımla papaz oldu ve sonunu hazırladı. "Camp Nou'da kazanmamız mümkün değil" diyerek ipini kendi çekti aslında. 8. teknik direktör Juande Ramos oldu. Sevilla'ya 2 UEFA Kupası kazandıran İspanyol, servet yapmak için Tottenham'a gitti. Bir kupa yazdı kariyerine ancak görevi bırakırken Tottenham'ı seruma bağlamışlardı. Juande Ramos ile Real Madrid yüksekten uçtu. Barça mağlubiyeti sonrasında seriye bağladılar 3 puanları.
Gelelim transferlere. Barcelona 2003 yılından beri 31 futbolcu aldı. 2006-2007 dışında 60 milyon euro'nun altında harcamadılar. Rekoru ise 88 milyonla Guardiola'nın emrine sundular. Real Madrid tarafında gelen futbolcu sayısı 32. Transfere harcanan rakam 478 milyon euro. Barcelona'dan 183 milyon euro daha fazla! Bir şekilde gelen giden Real Madrid'i kazıkladı işte. 2003-2004'de 25 milyon harcama minumumdu. En yüksek bütçeyi geçen sezon Schuster'in emrine verdiler. 8 futbolcu için 118 milyon euro ödendi. Bir önceki sezon da Capello, 109 milyon euro harcamıştı. Gelelim kupalara! İstikrarı sevenlere iyi haberlerim yok. Real Madrid sadece bir kupa az kazandı 6 yıllık vadede! Şampiyonlar Ligi'nde zaten yıllardır yarı final bile göremiyorlar. 2 lig şampiyonluğu ve 2 İspanya Süper Kupası'nı müzelerine götürdüler. Barça ise Paris'te Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. Rijkaard ile ise 2 lig şampiyonluğu ve 2 İspanya Süper Kupası geldi. Bu sezon Barça'nın istikrarının meyvelerini alabileceği bir sezon. 3 kupada da hedefe yürüyorlar. Fire vermezlerse 8'e 4 yapıp; kupa sayısında Real Madrid'i iki katlayacaklar Laporta döneminde. Kötü senaryo; üçte sıfır çekerlerse; Real Madrid şampiyon olursa; 2003-2009 arası 5'er kupayla son bulacak...
Gelelim transferlere. Barcelona 2003 yılından beri 31 futbolcu aldı. 2006-2007 dışında 60 milyon euro'nun altında harcamadılar. Rekoru ise 88 milyonla Guardiola'nın emrine sundular. Real Madrid tarafında gelen futbolcu sayısı 32. Transfere harcanan rakam 478 milyon euro. Barcelona'dan 183 milyon euro daha fazla! Bir şekilde gelen giden Real Madrid'i kazıkladı işte. 2003-2004'de 25 milyon harcama minumumdu. En yüksek bütçeyi geçen sezon Schuster'in emrine verdiler. 8 futbolcu için 118 milyon euro ödendi. Bir önceki sezon da Capello, 109 milyon euro harcamıştı. Gelelim kupalara! İstikrarı sevenlere iyi haberlerim yok. Real Madrid sadece bir kupa az kazandı 6 yıllık vadede! Şampiyonlar Ligi'nde zaten yıllardır yarı final bile göremiyorlar. 2 lig şampiyonluğu ve 2 İspanya Süper Kupası'nı müzelerine götürdüler. Barça ise Paris'te Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. Rijkaard ile ise 2 lig şampiyonluğu ve 2 İspanya Süper Kupası geldi. Bu sezon Barça'nın istikrarının meyvelerini alabileceği bir sezon. 3 kupada da hedefe yürüyorlar. Fire vermezlerse 8'e 4 yapıp; kupa sayısında Real Madrid'i iki katlayacaklar Laporta döneminde. Kötü senaryo; üçte sıfır çekerlerse; Real Madrid şampiyon olursa; 2003-2009 arası 5'er kupayla son bulacak...
Pep vs. Mou
Kısace Pep ve Mou. Guardiola ve Mourinho. Katalan medyası geçtiğimiz günlerde iki teknik adamı karşılaştırmıştı. Elbette ki Guardiola'yı yüceltmek üzerine kurulmuş bir haber. Biraz gecikmeli olsa da paylaşıyorum. İkisi de lig yarışında önde. İkisi de kupa da yoluna devam ediyor, Guardiola finale çıktı ama Mourinho'nun final görebilmesi için Nisan sonunda sahasında Sampdoria'ya en az 4 fark yapması lazım. Guardiola, en çekindiği takım Bayern Münih'i çekti Şampiyonlar Ligi'nde. Mourinho ise o defteri kapattı. İkisi de birbirini takip ediyordur mutlaka. Benim elimde en azından La Gazzetta dello Sport'ta Mourinho röportajı okuyan Guardiola fotoğrafı var...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)