22 Temmuz 2018

Kaybedenleri de Seviniz


Mayıs ayında New York’ta Paper dergisinin editörleri Mickey Boordman ve David Hershkovits Haziran sayının kapağına son noktayı koydukları mutluydular. Kolay değil kapakta herkesin bu kez Dünya Kupası’nı Arjantin’e kazandırabilecek mi? Diye sorduğu Lionel Messi vardı. Manşet de yaratıcıydı. “G.O.A.T” İngilizce, “tüm zamanların en iyisi” nin kısaltmasıydı ve aynı zamanda anlamı keçiydi. Editörler Messi’yi bir keçiyle kapağa taşıdılar, dergi dünyanın dört bir köşesinde haber oldu. Sonrasını biliyorsunuz, Messi valizini erken toplayıp evine döndü. Messi ve keçi ile başlayan Dünya Kupası’nın bir keçi çobanıyla sona ereceğini ise o günlerde ne kimse biliyordu ne de tahmin edebilirdi. Ama o da oldu. Hırvastistan, finalde Fransa’nın rakibi olurken, kaptanı Luka Modric oynadığı futbolla Dünya Kupası’nın en iyisi olmayı başarmıştı, finalde kaybetse bile en iyi futbolcu ödülünü de ona verdiler ama Hırvat medyasının finalden bir gün ortaya çıkardığı bir görüntü herkesi hayrete düşürdü. Belgesel yönetmeni Pavle Balenovic, 1989-90 yıllarında Velebit Dağları’nda vahşi doğayı kayıt altına alırken, çocuk yaşta bir çoban da keçilerin peşinden koşturuyordu. Balenovic’in yıllar sonra paylaştığı hikayeye göre o keçi çobanı Modric’ti ve görüntülerde 5 yaşındaydı.
Final öncesi iki takımın oyunları analiz edilirken, Avrupa medyası iki ülkeyi sadece futbollarıyla karşılaştırmadı. Avrupa’nın ufak ülkesi Hırvatistan’ın sporcu fabrikası olduğunu bilmeyen yoktu ama biraz o kupa ve madalyaları hatırlamak lazım. Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Hırvatlar, Barselona’daki Olimpiyatlar’da altın kzanmış, 1994 Dünya Şampiyonası’nı da efsane kadro ülkeye getirmişti. Avrupa Şampiyonası’nda 1993 ve 1995’te üçüncü olan Hırvatlar, hentbolda çeyrek asırda 13 kez podyuma çıktılar ve 4 kez şampiyon oldular. Gelelim sutopuna çünkü onunla bitireceğiz. 2012 Londra Olimpiyatları’nda altın alan Hırvatlar, 1996 ve 2016’da da finalde kaybetmişlerdi. Geçen yıl Dünya şampiyonu oldular ve 2015 yılında da finale yükselmişlerdi. 2010’un sutopunda Avrupa Şampiyonu da Hırvatlardı.


Şimdi biraz dertleşelim. Geride kalan haftada Barselona’da Avrupa Sutopu Şampiyonası vardı, hem erkek hem de kadın milli takımlarımız farklı mağlubiyetler aldılar. Erkeklerde Yunanistan’a 27-1, Hırvatlara’a ise 23-2 kaybettik. Üzülerek söylemem gerekiyor ki spor kültürümüzü sadece ve sadece kazanmak üzerine kurduğumuzdan sporcularımız yüzme bile bilmemekle itham edildi. Bir gazeteci, oğlu bir kulübün alt yapısında sutopu oynayan bir baba olarak beni yaralayan budur. Elbette ki gönül istiyor ki bu maçları kazanalım, madalyalar, kupalar gelsin ama ne olduğumuz yeri biliyoruz ne de bir sutopu maçının kaç devre ve kaç dakika olduğunu…

Yıllar önce Derya Büyükuncu altı olimpiyatta yarışacak kadar uzun bir kariyere sahipken biz onun nasıl da yarış kazanamadığını konuşuyorduk. Marsel İlhan ilk turda elenince yaşasın bana sosyal medyada espri yapma fırsatı doğan gençler de bizim gençlerimiz. Konu ne futbol ne de bugün için sutopu. Bir yerden başlamamız lazım. Gelin çocuklarınızı yerleştirmek istediğininiz alt yapıların sorumlularına baskı yapmayın, tanıdık aramayın, haftada 5 gün idman yapan çocukların bir idmanını izleyip hiç fikir sahibi olmadığınız bir spor dalında yıllarını vermiş bir antrenöre akıl vermeyin, “Benim oğlum benim kızım neden yok?” diye sormayın. Çocuklarımız canımız ciğerimiz ama onları yetiştirenleri de anlayın. Biz çocuklarımızın üzerine titrediğimiz için iyi sporcu olamıyorlar, kabul edelim. Terleyen evladın sırtına tülbent koyanlar bizim annelerimiz ama sporcu olmanın da biraz acı çekmek ve fedakarlık ister, çocukların terine emeğine saygı duyalım. Yarışanın anne-baba değil, çocuk olduğunun farkına varalım. Hepsinden önemlisi orta okul ve lise yıllarında müfredata Spor Kültürü dersi koyalım. Çocuklarımız bir zamanlar kaybettiğimiz sutopu maçlarının 8 dakikalık dört devreden oynandığını öğrensinler. Kaybederken bilirsek, kazandığımızda hiç unutmayız…

Dünya Kupası'nın Z Raporu


Bir futbol bayramının daha sonuna geldik, 30 günde 63 maç geride kaldı ve bu akşam 18:00’de dev final. 21. Dünya Kupası’ndan bize ne kaldı? Önce hayal kırılklığı yaratanlar sonra sevindirenler.  Son şampiyon Almanya, Mesut ve İlkay üzerinde kurduğu şuursuz baskı yüzünden maçları soyunma odasında kaybetti. Jenerasyon geçişini 2016’da İspanya gibi yapamadıklarından ve marka bir golcüleri olmadığından gruptan bile çıkamadılar. Bir önceki şampiyon İspanya ise milli takım hocasını yeni sezonda göreve getirdiğini açıklayan Real Madrid’e bozuk atıp göreve sportif direktörü Hierro’yu getiren federasyonunun kurbanı oldu. Hierro efsane futbolcuydu ama teknik adamlık koltuğu fazla büyük geldi. İspanya erken veda ederken Hierro da istifasını verdi ve yerine Uruguay geldi. Arjantin, “Dünya Kupası kazanamazsa Maradona’dan büyük olmaz” baskısı altında dördüncü turnuvasını oynayan Messi’den yine süper kahraman olmasını isteyince valizlerini erken topladı. Hocaları Sampaoli, Şili’ye Copa America kazandırmıştı ama bu turnuvada Messi’nin oyuncağı oldu. Brezilya, Dünya Kupaları’nı kazanırken kalitesi tartışılmaz golcülere sahipti. Yakın geçmişte Romario, Ronaldo gibi. Gabriel Jesus bu mevkide ezildi kaldı. Neymar’ı evet çok tekmelediler ama o da saçıyla başıyla uğraşmaktan ve her faul sonrası futbol hayatı bitmiş gibi kıvranmanlarıyla adını kaybenler listesine yazdırdı. Afrika kıtası 36 yıl sonra gruptan bir takımını çıkarmayı başaramadı. Kıtanın karakterini yansıtan Nijerya ve Senegal idi. Gana, Fildişi Sahili gibi Avrupalılar karşısında fizikleriyle yere sağlam basanlar yerine Mısır, Tunus ve Fas’ın kadife ayaklı ve narin futbolcuları olunca çabuk pes ettiler.
Futbolseverlerin büyük bir çoğunluğunun “Oyunun ruhuna aykırı” diyerek soğuk baktığı VAR teknolojisi kendini sevdirmeyi başardı. Bazı VAR hakemleri inisyatif almayıp sessiz kalmasalar çok daha verimli olacaktı ama kabul edelim çok “ince” pozisyonlarda VAR odasından çıkan kararları herkesi tatmin etti. 2014, kalecilerin turnuvasıydı. 2018’e kötü başlayan file bekçileri arasında, yarı final gören İngiltere, Fransa ve Hırvatistan’ın bir numaraları kahraman olmayı başardılar. Uruguay takım ruhunu sahaya en iyi yansıtan takımdı. Kadro listesine çok sevdikleri barbeküyü 20 gün boyunca Rusya’da yapan şeflerinin ismini bile yazan Luis Suarez ve arkadaşları, 3.5 milyon nüfuslu ülkelerine yine başları dik döndüler. 1998’deki efsane jenerasyonuyla yarı final oynayan Hırvatistan’ın bu turnuvadaki futboluna herkes şapka çıkardı. Dünyanın bir numaralı orta sahası Modric maestro gibi takımın yönetti. Fransızlar tadsız futbolla başladıkları turnuvada “Ne kadro ama” haykırışlarının karşılığını ilerleyen turlarda verdiler. Bu jenerasyon, 2018 ve 2020 hedefiyle kurulmuştu. Mbappe’nin deparları, çok sevdiği Uruguay’a gol atınca sevinmeyen Griezmann. İngilizler bilirsiniz her büyük turnuvaya şampiyonluk iddiasıyla gelirlerdi ve dönüş biletini de erken alırlardı. Yelek modasını geri getiren hocaları, futbolun altın kuralı olan “atanın (Harry Kane) ve tutanın (Pickford) iyi olacak”ın hakkını veren kadrolarıyla futbolun doğduğu topraklardaki vatandaşlarına “1966 havası” estirdiler. Fransa gibi Belçika da muhteşem bir jenerasyona sahipti ama hep bir soru işaretleri de vardı ceplerinde. İspanyolların hocası yoktu ama Belçika’nın İspanyol hocası Roberto Martinez’in akıl dolu taktikleri, annesi-babası futbolcu Eden Hazard’ın Kevin de Bruyne ile gözlerimizin pasını silen futbolu meşhur çikolataları kadar güzeldi.. Finalin keyfini çıkartın ve bir aydır elinizden düşürmediğiniz uzaktan kumandayı usulca sehpanın üzerine bırakın lütfen… (9 Temmuz 2018 / SABAH )