Buenos Aires'in yoksul mahallelerinde toprak sahalarda top koşturan yetenekli çocuğu herkes tanıyordu ama 40 yıl önce bir Avrupalının bu elması keşfetmesi o kadar kolay değildi. İspanya'nın iki büyük kulübü yerel yetenek avcılarıyla çalışırdı. Diego Armando Maradona'yı da böyle buldu Barcelona. 1982'de bonservisi için milyon pesatas'ların bugünkü karşılığı olan 7.2 milyon euro ödediler.
O dönemin futbol ekonomisinde çok büyük paraydı, Katalanlar 1973'te Johan Cruyff'u Ajax'tan 361 bin euro karşılığında transfer etmişlerdi. Maradona, Barselona'da villasında 40 kişiyle yaşayıp, her gece sabahlara kadar parti yapınca sadece iki yıl kalabildi Camp Nou'nun çimlerinde, üstelik Bilbao kasabının darbesiyle ağır bir sakatlık geçirmiş, Kral Kupası finalinde de meydan kavgasının uçan tekmeler atan adamı olmuştu. Barcelona, onu 1984'de 6.7 milyon euro karşılığında Napoli'ye sattı...
***
35 yılda bonservis rakamları önce çift hanelere, son dört-beş yılda da üç haneli rakamlara çıktı. 90'larda yıldızları liglerinde toplayan İtalyanlar ekonomileri çökünce bayrağı İspanyollara devrettiler, onlar da astronomik yayın gelirleri ve müthiş pazarlama ağlarıyla Uzakdoğu pazarını keşfeden İngilizlere... Son 10 yılda İspanyollar futbolcu ithal eden bir ülkeden ihraç eden bir fabrikaya döndüler. Fransızlarla birlikte, İngiliz takımlarının yetenek tedarikçisi oldular.
Portekiz ise her zaman yerini bildi. Onlar fideyi diker, sular, mahsülü alır, parlatır, ambalajlar ve kimi zaman maliyetinin 100 katı fiyatına satarlar. Ülkenin üç büyük kulübü Sporting, Benfica ve Porto'dan bugünlerde manşette olan kulüp Benfica. Altyapılarından yetişen Joao Felix'i 126 milyon euro'ya Atletico Madrid'e sattılar...
Portekiz ise her zaman yerini bildi. Onlar fideyi diker, sular, mahsülü alır, parlatır, ambalajlar ve kimi zaman maliyetinin 100 katı fiyatına satarlar. Ülkenin üç büyük kulübü Sporting, Benfica ve Porto'dan bugünlerde manşette olan kulüp Benfica. Altyapılarından yetişen Joao Felix'i 126 milyon euro'ya Atletico Madrid'e sattılar...
***
Portekiz kulüplerinin dil avantajı nedeniyle Brezilyalı genç yetenekleri bulup ikna etmekte zorlanmadıkları ortada. Cristiano Ronaldo, Quaresma ve Figo gibi eşsiz futbolcuları da son 20 yılda kendi içlerinden piyasaya sürdüler ama astronomik bonservis bedellerinin arkasındaki isim ne bir kulüp başkanı ne de bir sportif direktör... Futbol piyasasının bir numaralı menajeri Jorge Mendes Portekizli ve onun son 20 yılda uçurduğu piyasada portföyündeki futbolcular kıtanın bütün liglerini domine ediyor. Bizim futbolcuların 30 milyon euro barajını aşamadığı transfer piyasasında nasıl oluyor da Portekiz kulüpleri 30'dan başlayıp 126 milyon rakamına ulaşabiliyorlar. Sardalya konservesinin hikayesi bir cevap olur mu acaba?
Lizbon'a gittiğinizde sizi sadece balık konservesi satan dükkanlar karşılar. Her birinin ambalajı duvara asılacak kadar güzel logo ve resimlerle bezenmiş yüzlerce çeşit konserve... Yetişkinler için bir oyuncak mağazası gibidir bu dükkanlar. Portekizliler, Avrupa'da ilk konserve fabrikasını 1853'de kurduklarında az nüfuslu ülkenin en büyük ihracat kalemlerinden birini ürettiklerinin belki de farkında değildiler. Geçen yüzyılın yarısında sayıları 150'yi bulan bu fabrikalar 70'li yıllarda yaşadıkları krizle kapandılar ve geriye 20 konserve fabrikası kaldı. Yeni teknolojileri uyguladılar, raf ömrünü uzattılar ve her ürün için sanatçılarla çalışıp ambalajları "Beni al" seviyesine çıkardılar...
Futbolda yaptıklarının sardalyayı işleyip konserve yapmalarından bir farkı yok. Sardalya bizde de var, çarşıda 20 TL. Portekizliler farklı tariflerle hazırladıkları sardalyaları bu konservelere koyup 100 gramını 4-20 euro arasında satıyorlar. Ürünler kaliteli, yetenekli futbolcular gibi, dükkanlar şık ve modern, stadyumları gibi, ambalajları harika, futbolları gibi, pazarlama taktikleri dahiyane, futboldaki menajerleri Jorge Mendes gibi..
Portekiz gibi mi olmak istiyoruz futbolda? O zaman 30 gol atan futbolcuya "Defol git" demememiz, gençlere güvenmemiz, menajerlerimizin yabancı dil öğrenmesi lazım. Yoksa sardalya bizde de var, en tazesi en güzeli, şimdi tam da mevsimi... Eminönü'deki balık-ekmek gibi mi satacağız futbolcuları, Lizbon'daki konserve dükkanları gibi mi...
Lizbon'a gittiğinizde sizi sadece balık konservesi satan dükkanlar karşılar. Her birinin ambalajı duvara asılacak kadar güzel logo ve resimlerle bezenmiş yüzlerce çeşit konserve... Yetişkinler için bir oyuncak mağazası gibidir bu dükkanlar. Portekizliler, Avrupa'da ilk konserve fabrikasını 1853'de kurduklarında az nüfuslu ülkenin en büyük ihracat kalemlerinden birini ürettiklerinin belki de farkında değildiler. Geçen yüzyılın yarısında sayıları 150'yi bulan bu fabrikalar 70'li yıllarda yaşadıkları krizle kapandılar ve geriye 20 konserve fabrikası kaldı. Yeni teknolojileri uyguladılar, raf ömrünü uzattılar ve her ürün için sanatçılarla çalışıp ambalajları "Beni al" seviyesine çıkardılar...
Futbolda yaptıklarının sardalyayı işleyip konserve yapmalarından bir farkı yok. Sardalya bizde de var, çarşıda 20 TL. Portekizliler farklı tariflerle hazırladıkları sardalyaları bu konservelere koyup 100 gramını 4-20 euro arasında satıyorlar. Ürünler kaliteli, yetenekli futbolcular gibi, dükkanlar şık ve modern, stadyumları gibi, ambalajları harika, futbolları gibi, pazarlama taktikleri dahiyane, futboldaki menajerleri Jorge Mendes gibi..
Portekiz gibi mi olmak istiyoruz futbolda? O zaman 30 gol atan futbolcuya "Defol git" demememiz, gençlere güvenmemiz, menajerlerimizin yabancı dil öğrenmesi lazım. Yoksa sardalya bizde de var, en tazesi en güzeli, şimdi tam da mevsimi... Eminönü'deki balık-ekmek gibi mi satacağız futbolcuları, Lizbon'daki konserve dükkanları gibi mi...