29 Kasım 2008

Fenerbahçe vs. Beşiktaş

Sahaya çıkardığın kadroyla, rakip teknik adam dahil herkesin muhtemel onbir tahminlerini taca yollamak mahiret midir? Denizli bunu tercih etti. Onbir tercihlerini göre teknik adamları cesur ya da korkak diye damgalamak iş değil elbette. Ben derbi öncesinde ne bekliyordum? Gönül-Kazım'lı kanadın Üzülmez'i yıkacağını, aynı şekilde Holosko'nun da Roberto Carlos'u zorlayacağını ve Alex-Tello'nun duran toplardaki bombalarından özellikle arka direkten pozisyon çıkacağını... Tello ve Holosko yoktu, boşa konuşmuşuz işte. Mustafa Denizli hava tahminlerine mi baktı, birileri sağnak yağmur mu var dedi kendisine bilmiyorum ama; F1'da yağmur lastiği taktıran takım direktörü gibiydi. Bu onbir savaşan onbir midir şimdi? Siyah-beyaz'da ayağına top yakışan, top yapabilen 3 adam var. Delgado, Serdar ve Ekrem. Onlar ne yapacaksa yapacak, rakibi ekarte edecek, Nobre'yi görecekler ve Beşiktaş gol atacak. Aragones'in göbekte 'sadece Selçuk' tercihi bu oyun planına yardım etmedi de değil. Özellikle Delgado ilk yarıda harmanlarken karşısında rakip bulmadı. Gollerin üçü de bariz defans hatası. Toroman ve Rüştü işbirliği var ilk golde. Beşiktaş'ın golünde bir önceki pozisyonun itirazında kalan Gökhan yerini kaybedince Ekrem de o rahat ortayı kesebildi elbette. Güiza'nın goldeki vuruşu harika ama diğer kaçırdıklarıyla da yine bildiğiniz Güiza. Mustafa Denizli'nin onbirine saygı duymak lazım, bir bildiği var demek lazım ama 2. yarıda geç kalan değişikliklerine de olmadı demek lazım. 60'a kalmadan Serdar Özkan-Holosko değişikliği beklenirken sorular yine çalışmadığımız yerden geldi. Denizli'nin tüm geç kararlarına rağmen Beşiktaş'ın 10 kişiyle yakaladığı pozisyonlar ve ortaya koyduğu yürekli oyunu alkışlamak lazım. Lakin Gökhan Zan ile olmuyor bu takım! Fenerbahçe'nin kemik gibi savunması bu maçta çok dağınıktı. İlk yarıda 4 net pozisyon verdiler. İkinci yarıda da 3 pozisyon var. Beşiktaş, Kayseri ve Sivas gibi sert rakipleri aşamamıştı, onlar için denge; -onbire onbire kalsalar- ikinci yarıda Porto yorgunluğundan oyundan düşecek Fenerbahçe'yi -ki Aragones önlemini aldı değişiklerle- sahasına hapsederek bozulabilirdi. Bunu da tartışılan bir sarının üzerine haklı bir sarı gören ve saçmalayan Cisse bozdu. Aragones belli ki Beşiktaş savunmasının göbeğini gözüne kestirmiş. Deivid'i o bölgeye sokup, Güiza'yı gezdirince çılgın gibi pozisyon buldular. Kaçan onca golün ardından Holosko bir adım geride olsa; 2-2 bitecekti derbi; ki bu da faturanın Güiza'yı çıkması anlamına gelirdi. Kadıköy'deki derbilerde deplasman takımının ön liberosunun atılmasının etkilediği kaçıncı derbi bu? Ben hesabı kaçırdım. Güiza'nın pozisyonu bence de devam. Hakemin skora etki ettiğine inanmıyorum ama. Kabul edelim Aragones'in bir derbi kısmeti de var. Bu Fenerbahçe'nin geleceği için hayırlı mıdır bunu da zaman gösterecek. Fenerbahçe için tarihi bir galibiyet. Derbi tarihinde Galatasaray'a üstündü. Şimdi Beşiktaş ile de galibiyet sayısını eşitledi. İkinci yarıda İnönü'de kazandıkları takdirde İstanbul derbilerinin bir numarası olacaklar.

Nihat

2 aydır sakattı, Villarreal maçlarına yan yan bakıyordum. O yokken oynayan Llorente sakatlandı. İlla ki maç eksiği vardır. Yarın Huelva deplasmanında oynuyorlar, artık onbir mi çıkar, sonradan mı girer bilemem ama Nihat döndü...

%46 Beşiktaş

Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi anketinde 3061 kişi oy kullandı. %46 Beşiktaş, %33 Fenerbahçe kazanır dedi.

Casillas vs. Alves

Iker Casillas: Camp Nou'da 1-0 kazanırız.Dani Alves: Saha dışında konuşmak kolay. Gelsin de kazansın bakalım.

Barcelona-Real Madrid
13 Aralık 2008

Man. City vs. Man. United

"Hitler may have bombed Old Trafford, but he wasn’t a Manchester City fan." Times

Derbi Pazar günü 15:30'da.

Saint Petersburg Hatırası

Juventus'un Zenit deplasmanına İtalya'dan Saint Petersburg'a taraftar gitti mi, bir fikrim yok ama matruşkalar o maçın hatırası...

Emekli Matador

Marcelo Salas 33 yaşında futbolu bıraktı. Blog arşivinden kısa bir hikayesi burada...
Video: Salas/10 gol

28 Kasım 2008

Trabzon'un Zirve Kısmeti

Kayserispor-Trabzonspor öyle bir restoranda otururken cep telefonuna gelen mesajla sonucu öğrenilecek maç değil. Cuma akşamı Adana Dostlar hiç fena fikir değil ama sıkı maç olacak dedik ve evin yolunu tuttuk en yakın dostla. Bu ligde Kayseri deplasmanının yanına her teknik adam bir puan yazar en fazla sezon başında. Neresinden baksak Anadolu derbisi işte. Tolunay Kafkas'ın problemi bu akşam Trabzon'u gözüne kestirebildiği gibi 3 büyüklerin de karşısına çıkamamak. Özellikle ilk yarısı harika bir maç oldu.Premier Lig temposunda. İstanbul'un büyüklerinin şaşalı kadrolarından bu oyunu göremiyoruz ne yazık ki. Trabzonspor'un derdi kanatları. Yattara, Katar hikayesi hüsranla bittiğinden beri ortalarda yok ve Ersun Yanal ne yazık ki ona fazla prim tanıyor. Orta sahada harika mücadele oldu. Kayseri'nin bekleriyle birlikte işleyen iki kanadına yazık, son vuruşu yapacak Aghahowa cezalı, Cangele ise ancak mahallenin şık topçusu. Geçen hafta bir penaltısı yenen Trabzon'a verilen penaltı komikti. Halis Özkahya o penaltı içine sinmeyince maç sonuna kadar saçmalamaya devam etti. Ceza sahası içinde ikili mücadelelere penaltı çalınmıyor bu ülkede eleştirisinden pek fazla etkilenmiş demek ki. Mehmet Topuz'un ilk yarıda direkten dönen topu, ikinci yarıda frikiğin direkten dönmesi Trabzon'un zirve kısmeti. Trabzon'un golünde yetersiz görüntüye rağmen benim gördüğüm topun çizgiyi geçmediği. O garip penaltıyı yine komik bir düdükle eşitledi hakem. Cangele un çuvalı gibi attı kendini yere. Verdiği tek doğru karar ise Egemen'e çıkardığı kırmızı kart. Ersun Yanal oyuna müdahalede geç kaldı. İki takımda da kulübeden gelenler düşmeye başlayan tempoyu yükseltecek kadar iş yapmadılar sahada. Trabzonspor için tartışılan bir gol, direkten dönen iki top sonrasında bir puan iyi sonuç. Kayseri'de Tolunay Kafkas'ın +91'de Mehmet Eren'i oyundan alma nedenini çözemedim. Kendi evinde 1-1 giden maçta uzatmada oyuncu değişikliğiyle vakit geçiren Kafkas'a Kafka ilaç olmamış. Descartes ve Kant okusun lütfen... Kayseri'nin en kral pastırmacısı Hayrullah'a selam ederim, Billur Kahve ise ayrı bir yazı konusudur...

Haftasonu Futbol

28 Kasım Cuma
20:00 Kayserispor - Trabzonspor / Lig Tv
21:30 Hertha Berlin - Köln / 24
29 Kasım Cumartesi
13:00 Samsunspor - Kasımpaşa / D Spor
14:00 Sivasspor - Gaziantepspor / Lig Tv
17:00 Middlesbrough - Newcastle United / Spormax
19:00 Fenerbahçe - Beşiktaş / Lig Tv
20:00 Lyon - Valenciennes / Kanal A
22.00 Sochaux - Bordeaux / Kanal A
23:00 Sevilla - Barcelona / Ntv
30 Kasım Pazar
13:00 Orduspor - Giresunspor / D Spor
15:30 Manchester City - Manchester United / Spormax
16:00 Inter - Napoli / Ntv Spor
18:00 Chelsea - Arsenal / Spormax
18.00 Toulouse - Marsilya / Kanal A
18:00 Recreativo Huelva - Villarreal / Ntv Spor
19:00 Galatasaray - Hacettepe / Lig Tv
21:30 Palermo - Milan / Ntv Spor
22.00 Rennes - PSG / Kanal A

credit: Tribundergi.com

Fenerbahçe vs. Beşiktaş?

Lazio'nun Stad Projesi

Lazio'nun 40 bin kapasiteli yeni stad projesi.

27 Kasım 2008

Üstün Alman Teknolojisi(!)

Feldkamp&Skibbe A.Ş
Olympiakos maçına gizli kapaklı gözlemci olarak yolladılar Kalli'yi. Ortaya çıktı, kabul etmek zorunda kaldılar. Galatasaray maçı 1-0 kazandı. Kalli'nin raporu sayesinde! Olympiakos o hafta lig maçına çift forvet; Kovacevic'li ve 3-4 yedekli kadrosuyla çıkmıştı. Ne analiz ama! Teknik danışmanın Benfica ve Metalist Kharkiv'i gidip izleyip izlemediği muamma. Galatasaray ligde kötü gidiyor. Sırtlarını 2 UEFA galibiyetine yaslamışlardı. Metalist'e 5 atsalar Kalli-Skibbe AŞ dopingi denilecekti. Elbette ki Kalli'nin bu mağlubiyette bir suçu yok. Skibbe, Ankara'da kaleye tek şut atamayan takımını çok rüzgar vardı diye savunmuştu. Bu akşam değişen birşey yoktu. Orta saha ve forvetin kaleyi bulan tek şutu yok. Galatasaray sahasında Metalist gibi bir takıma 80 dakika gol atamıyorsa; bıraksınlar da maskeli Servet -ki kaşınıyordu sezon başından beri- bireysel hata yapsın. Skibbe futbol dünyasında gerçekten ilginç bir figür. Bütün bu ilkesizliklere sadece tazminat alabilmek için imza atıyorsa diyecek bir şey yok! Elindeki kadroyu kullanmasını bilmeyen, Metalist maçının taktiğini turu kaybeden Ertuğrul Sağlam'a danışan, yardımcıları gidince üzüldüm diyen; Feldkamp gelince de sevindim diyen bir teknik direktörün sahaya hangi dizilişle çıktığı; ne oynattığı beni ilgilendirmiyor açıkçası. Ama bir ama var. Futbolcular ve Skibbe birbirlerini çok seviyorlarmış. Federasyona başvursunlar, 14 Şubat, cumartesi için. Galatasaray'a maç koymasınlar o güne de doya doya kutlasınlar! Yarı yolda bırakıp giden Kalli, Mayıs ayında Adnan Polat'ın açıklamaları* sonrasında Zaman gazetesine verdiği röportajda Galatasaray için söylediklerinden** sonra (Üye olsa Galatasaray kulübü başkanına yalancı dediği için hakaretten disiplin kuruluna verilir ve üyeliği düşürülürdü) Florya'nın kapısından tekrar girebiliyorsa sözün bittiği yerdir. Maç kaybedilir, tur da... Galatasaray saha dışında icraatlarla o " başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter"in asaletinden yemeye başladı... Allah ıslah etsin...
--------------
* Galatasaray Başkanı Adnan Polat: Beni en büyük hayal kırıklığına uğratan, ligin bitimine 6 hafta kala onun tecrübesinde birinin takımı bırakıp gitmesiydi. Kalli, devre arasında Hasan Şaş, Sabri ve Hakan Şükür'ü göndermek istedi. Karşı çıktım. 'Olmaz. Sezon sonunu bekleyelim' dedim. Bunlar, yıllarca Galatasaray'a hizmet etmiş arkadaşlar." (13 Mayıs)
**Karl Heinz Feldkamp: İstifamın tek nedeni yönetimin benden habersiz takıma müdahale etmesi ve takımı kurmaya kalkmasıdır. Uluslararası standartları olan hiçbir ülkede bir futbol takımının başkanı takımı yapmaya kalkışmaz. Adnan Polat, göndermek istedikleri oyuncuların listesini 6 Kasım 2007'de bana verdi. Hakan Şükür, Hasan Şaş, Sabri, Mehmet Güven, Carrusca ve bir kaleci vardı. Ortada büyük bir yalan varken susamam." (25 Mayıs/Zaman)

Delle Alpi Stadı Yıkılırken

Ömrü sadece 18 sene sürdü Torino Delle Alpi'nin...

Yabancı Madde

Camp Nou'da Real Madrid'li Figo'ya atılan domuz kafası
Real Madrid-Bayern Munih maçında Jean Marie Pfaff'a atılan demir çubuk/1987 Şampiyonlar Ligi'nde Milan-Inter. Dida'ya isabet eden meşale /2005Hamburg-W.Bremen maçında Baumann'a isabet eden cep telefonu
Freiburg-Bayern Munih maçında Oliver Kahn'ın kafasına gol topu /2000

Odio a Platini

Dün gece seyircisiz oynanan ve Atletico Madrid'in PSV'yi 2-1 yenip bir üst tura çıktığı maç öncesinde Vicente Calderon Stadı önününden bir manzara. İtinayla atkı üretmişler. "Platini'den nefret ediyorum."

Kuzen Handanovic

İtalya'da Serie A ve Serie B'de 2 Handanovic var. İkisi de kaleci. Kardeşi değiller, artık amca çocuğu mu halasının oğlu mu bilmiyorum. Jasmin Handanovic büyük olan, 30 yaşında. Serie B'de Mantova'da forma giyiyor. Önü açık alan ise kuzeni Samir Handanovic. 84 doğumlu. De Sanctis Udinese'deyken forma şansı bulamıyordu. İtalya'da kiralık yolladılar birkaç kulübe. De Sanctis, Sevilla'ya satılınca da önü açıldı. Bu sezonun en çok konuşulan isimlerinden. Önümüzdeki sezon büyüklerden birine kesin gidecek gibi. Buffon, Juventus'tan giderse listenin ilk sırasında o var. Milan da Abbiati'nin yerine düşünüyor.

IS


26 Kasım 2008

Mourinho 0 - Ten Cate 1

Mourinho, -Drogba son dakikada golü attığında- Camp Nou'nun çimlerinde dizlerinin üzerinde kayarken diğer kulübede Rijkaard'ın yanında o oturuyordu öyle değil mi? Ten Cate. Bayram Tutumlu'nun pahalıya satacağım derken, Rusya'ya sürgüne yolladığı Laudrup olacaktı aslında Panathinaikos'un kulübesinde. Ten Cate kaptı koltuğu... Geçen sezon Olympiakos, Lazio deplasmanında kazanmıştı. Panathinaikos'un ise siftahı yoktu İtalya'da. 2 ay aradan sonra Figo'yu ilk onbire koymak rakibi küçümsemektir elbette. Üstelik ligi kavuran Ibrahimovic'in bu kupada sesi çıkmazken. Milano'da Werder Bremen beraberliğinden sonra Pana mağlubiyeti. Milli maçlar sonrası Juventus maçı ve... Çıkaramadılar. Bu takım Mourinho'nun değil ya da Mourinho Chelsea'daki Mourinho değil. Kendi sahasında kaybetmemek büyütmüştü bu adamı. Geçen sezon Mancini'nin ipini çeken bu stadda Liverpool olmuştu 0-1 ile. Inter yine aynı skorla kaybetti.Juventus galibiyetinin ardından "bu ligin kralı Inter mi"yi tartışan İtalyan medyası yarın kafadan dalacak Mourinho'ya. Portekizliyi kimse sevmiyor oralarda. Herkesin beklentisi mağlup olsun, karizmayı çizdirmiş vaziyette canlı yayına gelsin, arıza çıkarsın; biz de ağzının payını verelim. Bir sezondan daha fazla kalacağını sanmıyorum Mourinho'nun. Ten Cate aynı zamanda Chelsea'da Mourinho sonrası koltuğu oturan Grant'in yardımcısıydı. Maçtan sonra tebrik de pek sıkıntılı ve soğuk oldu işte. Anorthosis sayesinde turu geçti Inter. Roma uçmaya devam ediyor. Barça'nın yaptığı ayıp(!) yine 5 attılar, bu kez Lizbon'da. Atletico Madrid ve Liverpool beklenildiği üzere işi bitirdi.

Frikik Öncesi Ronaldo

Galiba çok seveni yok (Son Cristiano Ronaldo postundan anladığım.) Nedense bu frikikler öncesindeki konsantrasyonunu pek tutarım. Komik çıkmış bu fotoda, pek fena kasmış. Ayağının üstüyle çakan kaç adam var bu dünyada. Ölü yaprak vuruşu da ondan geliyor son sezonlarda. Baliç'in ayak üstü kestiği ortaları özledim mesela...

Aceto Spor Köfte Salonu


Daha önce yazacaktım, vesile oldu biraz evvel gördüğüm bir blog. Geçen gün Valikonağı Caddesinden geçiyorum, Fulya tarafına doğru sağda Sultanahmet Köftecisi açılmış. Camında "Başka yerde şubemiz yoktur" yazıyordu. Ne alem bir milletiz dedim. Sultanahmet Köftecisi, Nişantaşı'nda ve başka şubesi yok...
***
Gelelim bana bu köfteciyi hatırlatan bloga. Keşke güzel güzel köfte tarifi verseymiş. O ne yapmış? Şimdilik bu blogun 2 aylık arşivini kopyalamış, düzenli çalışırsa +3000 postun hepsini de kopyalayabilir. Amacı nedir, 3 kuruşluk google reklamlarından mı nasiplenmek? Yazık, hani insan bir iki postu alır da arada bir kendinden birşeyler katar. 15 yaşında blog yazanlara bakıp utansın bence bu hırsızlığın altında imzası olan. Kızmıyorum, acıyorum sadece... Yahu Aceto Spor ne? Çakma forma, spor malzemesi satan dükkan ismi gibi (!) "Başka yerde şubemiz yoktur" mu diyeceğiz şimdi bitirirken....
Bu postu da çalacak mı bakalım :)
http://acetospor.blogspot.com/

* Ben bu başlığı açtıktan birkaç saat sonra blogun kopyalanan iki aylık arşivi adı geçen blogda silindi ve bir açıklama yapılmış. Anladım mı, hayır....

Filmin Sonu

Arjantin'de Ole gazetesinin manşeti Bir yıl önce işlenen bir tribün cinayeti ve romanın sonu. Katil Ariel Luna. Vakit bulunca detaylı bir son yazmak lazım buna...

MA

Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #3

Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #1
Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #2
İnternetle beraber artık maçları sadece hafta sonlarında değil, tüm hafta yaşıyor taraftar, email'lerde, forumlarda fikirler uçuşuyor 7 gün, 24 saat...
C.K.: Eskisi kadar takip etmiyorum. Çok fazla tekrar oldu ve sıkıcı hale gelmeye başladı. Türkiye'de aslında futbol muhabbeti kendini çok fazla tekrarlıyor. Futbol zannedildiği kadar derinliği çeşitliği olan bir şey değil. Bir oyun... Gidiyoruz, izliyoruz, seviyoruz futbolu, o kadar. Çok fazla derinliğine, ayrıntısına, kesmesine, biçmesine, analizine falan girdiğin zaman tekrarlamaya başlıyorsun. İki tür tekrar var. Ruh, kimlik muhabbeti, bir de... Mecburen neye düşüyorsun: Nostalji... Nostaljinin, eskinin güzelliğinin yüzde 99'u yalandır, futbolda da yalan. Müziğin de eski güzel günleri yalandır, İstanbul'un da eski günlerinin güzelliği yalandır, Türkiye'mizin de eski güzel günleri yalandır!
70'leri konuştuk biraz evvel. Yalan mıydı hepsi?:)
C.K.: O dönemi doğru anlattım da, yalan versiyonu şu: Küfür yoktu, karşılıklı sevgi saygı vardı, bütün futbolcularda bir forma aşkı vardı, herkes forması için oynardı, şöyle efsane futbolcularımız vardı... Farklılaşmalar var, değişimler var, benim daha çok özlediğim yanları var ama "o eski güzel günler" yoktu "o eski farklı günler" vardı.
Fenerbahçe'nin geçen yılki şampiyonluğunun çok önemli olduğunu söylemiştin bir sohbetimizde...
C.K.: Tüm Fenerbahçe camiası, geçen sene şampiyonluğa öyle bir şartlanmış ve özlemiştik ki, ve o kadar istiyorduk ki, geçen yıl şampiyon olamasaydık hakikaten çok büyük bir çöküntü olacaktı. Psikolojik çöküntü, takımda teknik çöküntü, camiada çözülme, parçalanma... Her bakımdan son derece zor bir döneme girecektik. 26 yıldır aralıksız tribündeyim. Her sene şampiyonluğu istedim, ama hiç bu kadar istediğimi, krizlere girdiğimi, delirdiğimi hatırlamıyorum.
Fenerli olmayı açsana biraz...
C.K: Bir, öylesine Fenerli olanlar, bir de harbi Fenerli olanlar. Harbi Fenerli olmak hakikaten bir hastalıktır! Ben içerden baktığım için belki de bana öyle geliyor. Yani hiçbir zaman Galatasaraylılar, Fenerlilerin Fenerli olduğu kadar Galatasaraylı değil gibi geliyor. Hastalık derecesinde bağlılık sadece Fenerbahçelilikte oluyor gibiymiş geliyor bana. Demiyorum ki diğer takımların çok fanatik, ruhunu vermiş, kafayı sıyırmış taraftarı yok; ama Fenerbahçelilik bana başka bir şey gibi geliyor.
Fenerbahçelilerin yeri geldiğinde şiddete dönüşen takımlarına olan bu tutkusu için ne diyeceksin?
C.K.: Son zamanlarda dikkatimi çeken bir şey var. Fenerbahçeliler, Galatarasay ve Beşiktaşlılar ile tartıştıklarının beş katı kendi aralarında tartışıyorlar. Genel ortama bakıyorum, hep gözüme birbirleri arasında tartışan Fenerbahçeliler geliyor. "Aziz Yıldırım ne kadar iyi, ne kadar kötü?", "Lorant'ın gelmesi iyi mi oldu, kötü mü?", "Yusuf bu takımın en iyi futbolcusu mu, en kötü mü?" Biz durmadan birbirimizle tartışıyoruz. İşte bu yüzden kulübün içinde bir türlü huzur olmuyor.
Niye Fenerbahçe'de bu oluyor?
C.K.: Kulüp içerisinde bazı gruplar çıkar ilişkileri içinde böyle tartışmalara girebilirler ama hiçbir çıkar ilişkisi olmayan insanların internet ortamında nasıl birbirlerine girdiklerine bakarsan, Fenerbahçe'nin ruhundan gelen bir şeymiş bu, sonucuna varıyorsun. Bu aşırı tutku, Fenerbahçe'yi, Fenerbahçeli ile bile paylaşamama, Fenerbahçe'nin doğrusunu yanlışını Fenerli ile bile tartışamama gibi bir durum getiriyor ortaya... Mesela Fenerbahçe tribünleri kendi içinde en fazla kavga çıkan tribünlerdir. Her maç mutlaka bir kavga çıkar.
Bu tutku zararlı olmuyor mu Fenerbahçe için?
C.K.: Hatta bu bazen, ayı yavrusunu severken öldürürmüş noktasına da geliyor. Ama o tutkuyu da paylaşmak da çok güzel bir şey, birbirimizle kavga da etsek, maalesef bazen takıma zarar da versek de...
Anlattığın Fenerbahçelilik hali ile "tam destek hep destek" sloganının ömrü kısalmıyor mu
C.K.: Kalıcı olup olmayacağını bilmiyorum, ama kolay yara alabileceği son biriki ay içinde görüldü. Her şeye rağmen, geçmiş yıllarla kıyaslarsanız Fenerbahçe'nin geçen sezon üst üste aldığı yenilgiler sonrasında gösterilen tepki, eski başarısızlıklar sonrasındaki tepkiyle kıyaslandığında azalmış gibi görünüyor. Eskiden bir beraberlik, arkasından bir mağlubiyet; futbolcular dövülürdü, hoca anında kovulurdu. Bu sezon ne oldu? Biriki defa Açık'tan Mustafa Denizli sesleri yükseldi gitti, biriki homurtu çıktı ama bu sezon her şeye rağmen tribünden sahaya yansıyan bir olumsuzluk olmadı. Şunu da kabul etmek lazım, bu "hep destek tam destek" bir noktaya geldi, "Mustafa Denizli'ye destek veriyor muyuz, vermiyor muyuz"a geldi. Bu destek Antu'nun dışında da yoktu. Çengelköy'deki sıkı Fenerbahçeliler mesela... Hiçbiri Fenerbahçe'yi sevmiyordu, "Denizli"ye rağmen şampiyon olduk" diyorlardı. Antu'daki destek aslında taraftarın çoğunluğun ruhunu yansıtan bir şey değildi. Desteğin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini tanımlaman lazım. "Her maça giderim, 90 dakika boyunca tezahüratımı yaparım, mağlup da olsa futbolcuma küfretmem". Tamam, bu taraftarın asli görevi. Böyle algılıyorsa doğru. Ama "hep destek tam destek"çi bazı arkadaşlarımızın algısı da şu: "Yönetim ne yaparsa yapsın, yönetim sıfatını taşıdığı sürece onu desteklerim. Hocam ne yaparsa yapsın, istifa edene ya da görevden alınana kadar onu desteklerim, çünkü hocamdır". Şimdi böyle, yani eleştiriyi sıfırlamak gibi mantık da olmaz. Benim de çok rahatsız olduğum bazı söylemler var internet ortamlarında: "Sayın yöneticilerimiz yapmışsa doğrudur" diyor adam! Çok aklı başında bir adam aslında; tanıyorsun, biliyorsun adamı. Tamam, ben gidip de çok önemli bir maçın ortasında "Yönetim, istifa!" diye bağırıp takımın içine etmem. Bu geri zekâlılık, hayvanlıktır. Ama benim yöneticimin her yaptığı da doğru değildir. Benim yöneticim Allah değil, peygamber değil, ben de onun kulu değilim. Bazıları bu tam desteği, "Fenerbahçe ile başlayan bir unvan taşıyan hiç kimse, bu unvanı taşıdığı sürece eleştirilemez" diye algılıyor. Bu destekçilik değil, başka bir şey. Şöyle bir durum var tam destekçilerde: "Şu anda takımı eleştirmeyelim, daha sezon başı. Şu anda takımı eleştirmeyelim. Neden? Sezonun kritik zamanı. Eleştirmeyelim, takımın iyi zamanı. Eleştirmeyelim, takımın kötü zamanı, bir de biz kötüleştirmeyelim. Şimdi transfer zamanı, şimdi kongre zamanı..." O eleştiri zamanı hiçbir zaman gelmiyor. Peki, bunun yeri ve zamanı neresi? Bunun Türkiye'deki futbol kulüplerine ve Fenerbahçe'ye özgü bir söylem olmadığı açıktır. Türkiye'de her zaman şu vardır benim çocukluğumdan beri: "Ya, bu ülkenin çok sorunları var ama Türkiye çok kritik bir dönemden geçtiği için bu dönemi atlatalım, sonra" derler. 40 yaşına geldim, o "kritik dönem" hiç bitmedi! "Ülke olarak çok hassas bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde..." olayını ben çocukluğumdan beri bilirim. O hassas dönem bitmez...
Peki, taraftar tepkisini nasıl koyacak ortaya?
C.K.: Şimdi çok daha fazla mecra var. İnterneti kullanabilirsin. Grup halinde gidip yönetimle konuşabilirsin, dernek olarak bir bildiri yayınlayabilirsin... Sonuçta belki bunlar çok etkili kanallar değil, ama etkisiz kanallar da değil. Takımın 90 dakika sahada olduğu an bu tepkinin asla olmayacağı yerdir. İşin zor olan noktası bu. Tepkiyi nerede vereceksin? Tribünde... Tribünde de maç esnasında oluyorsun. Stat negatif elektrik taşıdığı zaman, o elektriği futbolcu da alıyor. Bu da futbolcuları öldürüyor. Fenerbahçe'ye gelmiş öyle futbolcular var ki... Mesela Halil İbrahim kötü bir futbolcu muydu?.. Erkan iyi bir futbolcuydu. İlker iyi futbolcuydu. Boliç mesela... Rıdvan şöyle bir şey söylemişti onun için: "Türkiye'nin hangi takımında oynarsa gol kralı olur ama Fenerbahçe'de tribün kredisi bitmiş ve adam asla rahatlayamayacak.". Adam hakikaten de asla rahatlayamadı.
Yusuf var mesela şimdi o konumda...
C.K.:Yusuf u tutanlar da var ama çok az. Ben Yusuf u çok seviyorum, çünkü sonuçta Ali Güneş'i seviyorum mesela. Bugünün futbolunda Ali Güneş'ler olmazsa asla şampiyon olamazsın ben Yusuf un bir tek hareketini seyretmeye gidiyorum. Yani Yusuf bir metrede topu çevirip üç kişiyi katladığı zaman futbolun güzelliği bu.
Lorant'ın gelişi, Oğuz için neler düşünüyorsun?
C.K.: Belirli kalıplar vardır ya, yok "Soyadıiç'li olmasın", yok "Alman olmasın"... Ben adamın ismine bakmam. Ama adını duyduğum zaman da çok sevindim desem yalan olur... Performansını göreceğiz. Oğuz şimdi "Denizli ile beraber gitmeliydi" diye eleştiriliyor. Oğuz gitseydi, bu kez "Denizli gitti, takımı çalıştıracak kimse kalmadı, yüzüstü bıraktı" olacaktı. O doğrusunu yaptı ve geçen yıldan bu yana takımın yükünü çekti. Bu Oğuz'un karakterinden kaynaklanan bir durum. Bu dışarıya fazla yansımadı.
Oğuz'u Fenerbahçe'nin geleceğinde tek adam olarak görüyor musun?
C.K.: Görüyorum ama teknik direktör olarak biriki yıl içinde değil. Ben Fenerbahçe'nin geleceğinde Oğuz'u da görüyorum, Aykut'u da görüyorum, Rıdvan'ın bir gün tekrar deneyeceğini de biliyorum.
Teknik taktik pek konuşmazsın genelde...
C.K.: "Defans şöyle olsun, teker teker işte şu adamlar olsun" diye kafamda kurarım ama taraftar olarak bunun muhabbetini yapmam. Şu sistembu sistem muhabbeti yapmam ben. Olana bakarım, onun üzerinden bir şey düşünürüm. Denizli ile son 23 maçta Fenerbahçe yakalamıştı bunu. Eskinin bastıran Fenerbahçe'si, girse de girmese de 5 dakikada 10 pozisyona giren, ah vah ettiren... Denizlispor kupa maçının ikinci yarısı son 2 yılın en iyi birkaç futbolundan biriydi. Girmedi ama... O gün ödül töreni vardı. Simavi Ödülü almıştım. Törene gitmedim, maça gittim. Bir de Denizli'ye yenilince gel gör rezaleti... Yüz defa daha ödül, yüz defa daha Fenerbahçe'nin maçı olsun, yine her seferinde Fener maçına giderim...
Futbol yazmayı bıraktın mı "Bu Maçı Alıcaz'dan sonra?
Çok da fazla söylenecek şey yok aslında. Yazsam tekrara düşeceğim, bir... İkincisi, yazmaktan sıkıldım, özellikle futboldan sıkıldım. Bir de özellikle futbolun o kadar çok kurcalanacak bir şey olmadığını düşünüyorum. Çok fazla kurcaladığın zaman işin zevki de kaçıyor. Maçıma gidiyorum, Fenerbahçe'nin internet sitelerine çok nadiren yazılar yazıyorum. Bu da makale falan değil, forum alanlarında. Futbolla ilgili kafamda başka sorular var, cevaplarını şimdilik kendime saklayayım. Futbolun büyüsünü korumaya çalışıyorum açıkçası. Fenerbahçe'nin büyüsü kaçmaz da, futbolun büyüsü kaçabilir. Böyle bir risk olduğunu gördüm. Bir de şöyle bir durum var: Bir sürü şeyi de kendimi sıkarak yaptım. Biraz daha objektif olmak, biraz daha olanı birebir yansıtmak... Ben tutup maç yorumu yazmadım mesela. Benim görüşlerime göre bu terbiyesizlik olur. İki tür terbiyesizlik olur, ya "Ağzına sı.ayım, bilmem ne" diye düşünerek yazının başına oturup "sarılacivertliler" diye yapay yazı yazmak, ikincisi ise doğrudan "sarılacivertliler" diye yapay yazı yazmak, ikincisi ise doğrudan "Ağzına sı.ayım" diye bir yazı... Bu daha ağır bir terbiyesizliktir. Bir de üçüncü bir terbiyesizlik var ki, en ağırı bu bence. Cool bir yazı yazan, çok entelektüel bir insan olarak dışarıdan yorum yapıyorum gibi fanatizmini allayıp pullayıp sunmak. Bunu yapan çok fazla insan var. Taraftarsan, o fanatizminle onu taraftar dilinde yaz. Hakikaten entelektüel faaliyet göstermeye, analiz yapmaya çalışıyorsan da kendini o fanatizmden sıyırmaya çalış. Kör fanatiklik hiç kötü bir şey değildir, ama o kör fanatikliği entelektüel insanın objektif analizi diye sunduğun zaman, al onu g.tüne!.. Hele bir de (onlardan biri olmak istemediğim ve korktuğum için) insanın uzaktan g.t dediği birinin durumuna kendisini düşürmesi de hoş bir şey değil. Bu risklere karşı uzak kaldım. Şu aralar nasıl ama biliyor musun? Size kaç tane rakip dergi çıkartmak isteyen, internet sitesi kuran, futbol üzerine yazılar yazan, futbol üzerine yazılar yazan, futbol üzerine tez yazan, kitap hazırlayanlar var... (son)

Raul no:64

Raul dün B.Borisov'a Real Madrid'in tek golünü atıp Avrupa Kupaları'nda gol sayısını 64'e çıkardı ve Inzaghi'yi zirvede yakaladı. Şampiyonlar Ligi'nde ise sezonu kapatan takım arkadaşı Van Nistelrooy'un 2 gol önünde...
Avrupa Kupaları Gol Krallığı
1. Filippo INZAGHI (ITA/AC Milan) 64 gol
. RAUL (ESP/Real Madrid) 64
3. Gerd Müller (GER) 62
4. Andrei SHEVCHENKO (UKR/AC Milan) 61
5. Ruud VAN NISTELROOY (NED/Real Madrid) 60
6. Eusebio (POR) 56
. Henrik LARSSON (SWE/Helsingborg) 56
8. Thierry HENRY (FRA/Barcelone) 54
9. Alfredo Di Stefano (ARG-ESP) 50
Şampiyonlar Ligi Gol Krallığı
1. RAUL (ESP/Real Madrid) 62 gol
2. Ruud VAN NISTELROOY (NED/Real Madrid) 60
3. Andrei SHEVCHENKO (UKR/AC Milan) 56
4. Alfredo Di Stefano (ARG-ESP) 49
5. Eusebio (POR) 47
6. Thierry HENRY (FRA/FC Barcelone) 46
. Filippo INZAGHI (ITA/AC Milan) 46

Gülen Misin Ağlar Mısın?


- Kalli Galatasaray'da tekrar göreve başlamış
+ Gülen misin ağlar mısın?



Galatasaray Spor Kulübü’nde 1992 - 1993 ile 2007 - 2008 tarihlerinde Teknik Direktörlük, 1993 - 1994 sezonunda ise Teknik Danışmanlık yapan Karl - Heinz Feldkamp, 27 Kasım 2008 / 27 Mayıs 2009 döneminde Teknik Danışman olarak görev yapacaktır. Sayın Karl - Heinz Feldkamp’a başarılar dileriz.Kamuoyuna duyurulur.
Galatasaray Spor Kulübü

25 Kasım 2008

Gökhan Gönül ve Gönülsüzler

Fonda Şampiyonlar Ligi müziği, Yasin'i sahada gören Rizesporlu eski takım arkadaşları televizyon başında ne düşünmüşlerdir acaba? Bazı futbolcuların yeteneklerinden çok kaderleri, kısmetleri belirliyor kariyerlerini. Nereden nereye diyor insan. Yasin Çakmak Şampiyonlar Ligi'nde. Zico döneminde biten Önder Turacı yedek kulübesinde... İyi başladı Fenerbahçe. Alex ve Uğur'un 11 metre civarından ve cepheden dışarı attıkları toplar ve Gökhan Gönül'ün sağ dış vursa olur muydu şutundan biri gol olsa; taraftarı da arkalarında bulacaklardı. Olmadı. İlk golde yumruklamak yerine topa pandik atan Volkan'a yazıldı hata. İkinci golde Lisandro eliyle aldı mı; hala emin değilim. Televizyondan seyredilen maçın analizi de bir yere kadar. Topsuz alanda Guiza nereye koşu yapıyor, Deivid nereye saklanıyor, Josico ne kadar pozisyon alabiliyor, giden ne kadar dönebiliyor göremiyorsun ya da görebildiğinle yetiniyorsun sonuçta. Guiza kaleye ilk şutunu 30'da attı bir de devrenin sonunda kanada çıkıp aldığı toptan çıkardığı bir şut var. Alex ve Deivid hazır değildi. Fizik olarak güçlü olmayınca ikili mücadeleden kaçmak için ısrarla geride aldılar topu. Alex inanılmaz yan top yaptı, ezdi oyunu. Stoper Edu'nun 40 metreden şut denemesi anlatıyor aslında ilk yarının son 35'ini... Gökhan Gönül'e al sana kanat; git gel demek haksızlık. Deivid eskiden burada ikiye birlere girerdi. Emre ilk 20'de çok pas hatası yapıp tribünü de dinleyince oyundan düştü. Geriye kim kalıyor? Sol kanatta Carlos ve Uğur. Carlos çok sefer yaptığı gibi defansı üçlüye düşürüp, Edu'yu da zor duruma düşürdü.
Porto ilk maçtan bu yana toparlamış elbette. En iyi yaptıkları işi yaptılar. Pas. Lisandro iki gol dışında çok top ezdi. Hulk ve Rodriguez'in tuttuğu toplara, orta sahada Fenerbahçe'nin kayıplarından Miereles ile kaptıkları toplar eklenince, skorun avantajıyla da iyi tutundular oyuna. Aragones baktı ki haksızlık ediyor Gökhan'a, belalısı Kazım'ı aldı. İyi gitti geldi Kazım ama Guiza gibi ceza sahası içinde pozisyon alamayan bir santrfora ancak lokum atman lazım gol olması için. Kazım baktı ki olmayacak; Boliçvari bir gol attı. Sonrasını anlamakta zorluk çektim. Uzatmalar dahil 32 dakika oynandı. Gökhan, Kazım ve çileden çıkınca top oynamayı bırakan Uğur dışında hadi beyler tempoyu arttıralım diyen, gönülden oynayan yoktu sahada. Kaderlerine razıydılar. Porto'nun da buna itiraz edecek hali yoktu elbette...

4 Adidas Reklamı

Dün Nike'ın Ribery'li reklamı ndan sonra bugün de Adidas'ın serisi...
Video:

Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #2

Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #1
Bu çağın getirdiği yeni taraftar tipi mi?
C.K.: Olumsuzluk eskiden de vardı. Didi'nin zamanında Ersoy vardı. Her maçın 20. dakikasında Kapalı'nın ortasından "Ersoy dışarı" diye bağırılırdı, adam iyi de oynasa, kötü de oynasa... Hatta o tezahüratı başlatan bir adam da vardı.
Fenerbahçe'de taraftarın futbolcuya etkisi diğer takımlara göre daha fazlaymış gibi görünüyor.
C.K.: Bence bu tespit o kadar doğru değil. Biraz evvel anlattığım fasit dairenin taraftar tarafından kurulması ve takıma çok zarar vermesi olayı Beşiktaş'ta da yaygın. Fenerbahçe taraftarı gibi onlar da "bir olumsuzluk olsa da tepki göstersem" gibi bir havaya giriyor. Bunun en büyük kurbanı Trabzonspor. Bakıyorum Trabzonspor taraftarına, takımına, yönetimine, öyle bir hava oluşmuş ki, o takım kolay kolay iflah olmaz. Briegel doğru bir tercih ama o havada başarı imkânsız. İkinci takımım Adanaspor, hem Adanaspor hem Adanademirspor taraftan yapıyor bunu. 5. dakikada başlıyorlar takımlarına küfretmeye, Adana gibi potansiyeli yüksek bir şehrin yıllardır 1. Lig'de bir takımını barındıramaması, gelmesi gitmesi biraz da bu sebeplerdendir. Türkiye'de yine de en büyük kurbanı bunun Trabzonspor'dur.
Galatasaray taraftarının tepkisi biraz daha yumuşak mı oluyor?
C.K.: Galatarasay'ın genelde tribün tavrından kaynaklanıyor. Ama ben Galatasaray taraftarının da takımına hiç zarar vermediğini düşünmüyorum, ya da bu olumsuzluğun Galatasaray tribünlerinde de yaşanmadığını söyleyemem.
'80'lerde gruplar oluşmaya başladı mı Fenerbahçe'de?
C.K.: '80'lerde hakim olan '70'lerdeki havaydı. Gruplar vardı ama doğal semt grupları vardı, bir de daha deplasmancı olanlar; Numaralı'nın deplasmancıları, Kapalı'nın deplasmancıları... '80'ler döner bıçaklarının, öldürmek için sabahlamaların yaygınlaştığı bir dönem. Daha eli bıçaklı holiganların ortaya çıktığı ve bununla birlikte ufak ufak rantın ortaya çıkması...
Bu rant nasıl oluştu?
C.K.: Türkiye futbol dışında zaten bu insan tipini üretti. O politizasyonun kırılması sonrasında meydana gelen bir potansiyel, şehirleşme... Çok uzun başka bir kulvarda anlatılacak bir konu bu. Rant bazı insanları çekmeye başladı. O rant nasıl doğdu? Benim bilmediğim zamanlarda da yöneticilerden "harçlık" alan taraftarlar vardı, resmi maaşlı! Hatta başka şehirlerden iyi amigolar getirmeler falan... Rantın bana göre çıkmasında etken, '80'li yılların başında deplasmanlarda "koruma parası" diye bir şey çıktı. Hakikaten ihtiyaç olan bir şey. Zonguldak'a gidiyorsun, Eskişehir'e gidiyorsun... Polis seni bir noktada bırakıyor, rakip taraftar bir taraftan taşlıyor. Koruma parasını verirsen korurum, koruma parasını verirsen taş atmam. Sonra bu koruma paraları üzerinde ufak ufak suiistimaller başladı. Ufak şeyler bunlar, orda çeteleşme yok. O zamanın parasıyla 1 milyon TL atıyor cebe adam. İkinci sebep, '80'lerde Fenerbahçe içindeki çekişmelerden kaynaklanıyor. Yöneticiler tribünden adam tutarak kendilerine tezahürat avantajı ya da karşı tarafa antitezahürat yaptırmak gibi bir olaya girdiler. Rant insanları çekiyor. Zaten şu anda Fenerbahçe içinde böyle bir şikâyet varsa bunu yapan kaç kişidir ki? Ama var... Bunu yiyenin kaç kişi olduğuna değil, o birkaç kişinin yarattığı etkiye bakmak lazım. O her zaman abartıldığı kadar büyük olmuyor ama kuşkusuz bir etkisi de var...
Kavga döneminde tek stat (İnönü) olmasının bir etkisi vardı.
C.K.: '77'deki FenerbahçeBeşiktaş maçında başlayan ve '80'lerde daha artan bir "Kapalı'yı alma" durumu vardı. Rant derken, bu sadece doğrudan kulüpten elde edilen bir rant değildi. '80'lerin sabahlama kavgalarında künye çalmak, zincir çalmak, dövdüğün adamın cebinden parasını almak gibi eşkıyalık düzeyinde gelen işler de oldu. Karaborsayı elinde tutmak... Bir yandan kulüp için kavga etmek, bir yandan da yolunu bulmak...Kavgalar '93'e kadar sürdü. Bu tarihte barış dönemi başladı... '90'larda gruplar çoğalmaya başladı. Bunun sebepleri neler sence?
C.K.: Gruplara gelince... Genel bakınca dünyada çok konuşulan bir şey var: Küçük cemaatleşme, küçük cemaat kimliği arama... Adama yalnız üniversite öğrencisi olmak yetmiyor. Bir grup arıyor. Türkiye'de dünyada da olan bir eğilim bu. Sadece Numaralı'dan, sadece Maraton'dan olmanın ötesinde, ismi konmuş, ayrı bir kültürü olan, son dönemin yeni eğilimleri içerisinde ayrı kıyafetleri olan grup oluşturmak. Bunun getirdiği bazı avantajlar da oluyor insanlar için. Sonuçta Maraton'daki 10 bin kişiden biri değil, 200 kişilik bir gruptan biri olunca o grubun daha önce çıkan insanı oluyorsun. Genelde toplumdaki insan tipleri hep daha yakınını arıyor, daha yaklaşıyor, daha ayrıntılı kimlik üzerinden dostluk kurmaya başlıyor. Bu tribünde de var. Zaten şu andaki internetteki tribün muhabbetlerini iki gün okusan, anlarsın. Herkes birbiriyle birarada olmak istemiyor. Eski Kapalı'da olduğu gibi değil yani... Aynı tabakadan olan insanlar, o tabaka içinde kendi eğilimlerine yakın yapay gruplar oluşturuyorlar. Taraftarın örgütlenmesi, dernekleşmesi güzel bir şey.
Bakıyorum, "Şimdi çok mu fazla dernek var acaba?" diyorum. '70'li yıllarda kâğıt üzerinde taraftar dernekleri vardı biriki tane. Ama fiilen bir etkinlikleri yoktu. Ergun Hiçyılmaz ve arkadaşlarının kurduğu Eski Fenerbahçeliler Derneği'ni Alp Darıcıoğlu'nun alıp canlandırmaya çalışmasıyla taraftar dernekleri canlandı ve çok sayıda arttı. Onların bu derneği canlandırma sebeplerine gelince... O dönemde Fenerbahçe kulübünde kongre üyesi olmak çok zordu' ve "Alternatif bir örgütlenmeyle biz de taraftar olarak biraraya geliriz, derneğimizi kurarız, belli sorunların çözümü için baskı grubu oluştururuz" mantığı bunda rol oynadı. Bu grup kuruyor adam, olmuyor. 15 kişi kalıyor, anlam bulamıyor kendisine. Sanal gruplarımız var, biliyorsunuz. Bu gruplar son iki ay içinde patlama gösterdi. Fenerlist ve Antu'da üye sayısı artınca, insanlar "Biz daha iyi anlaşabileceğimiz taraftarlarla kendi aramızda yeni mail grupları oluşturalım" dediler. "Yeni maillist açıyoruz" diye bir sürü email alıyorum mesela...
Devam edecek...
Can Kozanoğlu Röportajı/2002 #1

OK


%40 Fenerbahçe

Fenerbahçe-Porto maçı anketinin sonucu. 2318 kişi oy kullandı. %40 Fenerbahçe, %37 Porto dedi. Berabere biter diyenler %23...

Drogba Inter'e?

Jose Mourinho ve Drogba'nın menejeri aynı isim. Mourinho'nun Inter forvetinde kafayı taktığı 2 isim var. Cruz ve Crespo. İki Arjantinliyi devre arasında büyük ihtimalle yollayacak. Inter de Londra'da Drogba ile görüşüyor. Crespo'nun Real Madrid'e haftasonuna kadar cevap vermesi lazımmış İspanyol medyasına göre, yedekte Podolski'yi bekletiyorlar..

Can Kozanoğlu Röportajı/2002

A.R.O.G'un fragmanını izleyince takıldı aklıma. Cem Yılmaz ve "Bu maçı alıcaz başka yolu yok" repliği. Can Kozanoğlu'na telif öderdim ben! Türkiye'de içinden futbol geçen kitaplar varsa; en hasıdır Can Kozanoğlu'nun Bu Maçı Alıcaz'ı. 2002 yılındaTribün dergisi için bir röportaj yapmıştım kendisiyle. Uzun uzun konuştuk, daha konuşurduk da. Kasetleri çözene kadar canım çıkmıştı. Fenerbahçelilik ve tribünler üzerine söyledikleri benim için çok değerli. Paylaşmak istedim. Can ağabeye, bu ülkenin en güzel ve en gerçek taraftarlarından birine bu vesileyle selam ederim...

Ne zamandan beri tribündesin Can?
Can Kozanoğlu: '63 doğumluyum. '62 yılından beri tribündeyim. Annem hamileyken bile tribündeydim. 45 yaşında başladı. Hafızam geriye gittiği için net hatırlıyorum. Turgay Şeren'in jübilesini hatırlıyorum. Lefter'i Boluspor'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum. Daha sık olarak 78 yaş. Kesintisiz olarak ise '73'74 sezonunda, on yaşından itibaren...
Açık'ta mı başladın?
C.K.: Hayır, Kapalı'da başladım. İnönü Stadı'nda. Hep Kapalıdaydım. Fenerbahçe Stadı açıldı. O zamanlar Numaralı değil, Kapalı deniyordu. Kapalı'ydı, şimdi Numaralı oldu. Fenerbahçe Stadı açıldıktan sonra hiçbir yeri eski Kapalı olmadı. Fenerbahçe Stadı'nda Maraton başka bir yerdi, Kapalı başka bir yerdi. Eski Kapalı'nm bir özelliği vardı ve Fenerbahçe Stadı'nda bu hiçbir zaman yakalanamadı.
Neydi o özellik?
C.K.: Çok sınıflar üstü bir yerdi İnönü'deki Fenerbahçe Kapalısı. Çok fırlama bir yerdi. Çok farklı insanları normal ve eşit şartlarda biraraya getiren bir yerdi Kapalı. Şu anda durum çok farklı. Hiç gerekmediği kadar farklar, hiç gerekmediği kadar da gruplar var. Lisedeyken, '70'lerin sonlarında deplasmanlara gitmeye başladım. Son derece politize bir dönem. Kimisini o zaman bildiğimiz, kimisini de sonradan öğrendiğimiz çok farklı politik kimlikteki insanlar aynı tren vagonunda Ankara'ya gider gelir ve arada siyasi bir sorun çıkmazdı. Eski Kapalı'dan, şimdi sokakta görüyorum, New York'da grafikerlik de yapan var, hırdavatçılık yapan da var, sinemada teşrifatçılık yapan da var, gazetecilik yapan da var, profesör olan da var, sokakta boş gezen de var... Son derece farklı bir kesimdi Kapalı. Yani Kapalı, Açık'tan daha pahalı diye onun getirdiği bir ekonomik farklılık yoktu. Eski Nişantaşlılar vardı. Çok fırlama bir gruptu, simültane tezahüratlar üretirlerdi tribünde. Bakırköylüler grubu vardı. Semt grupları vardı. Çok farklı ekonomik ve politik çevrelerden insanlar vardı. Bizim gibi kolejde okuyanlar, ilkokuldan terk olanlar, üniversiteliler, gecekondu mahallesinden olan vardı ama onları hepsi biraraya gelip Kapalı'yı oluştururdu. Nişantaşlılık mesela, Nişantaşı'ndan maça 50 kişi beraber geliyor olman ve biraz daha yakın olman demekti. Ama tribünde biz Nişantaşhlar, biz Bakırköylüler diye birşey yoktu. Açık'la Kapalı arasında başlayan atışma da yine '70'lerin sonunda ortaya çıktı. Sıkılanan maçlarda, gırgırdı bu iki tribün arasında. Bizim adamlarla geyiğine atışıyorduk. Spor Sergi Sarayı'nda da rakip takımın taraftarına pek sık rastlanmadığından gruplar birbiri arasında atışırdı. Maç başlayana kadar bir grup Nişantaşı diye bağırır, diğeri Kadıköy, Bakırköy diye bağırırdı. Ama biz sonuçta Fenerbahçeli'ydik. Şu anda değişen şey, çok fazla grup olması, gruplar arasında birtakım belirgin farklar olması. Farklar olması da önemli değil, ama bu sorun bu farklara önem verilmesi.
O dönemin ruhuna gelelim. Maça erken geliyorsun...
C.K.: O dönemin ruhunda eski bir Kapalı'cı olarak meşhur C kapısı karambolü vardı. Sabah erken gelinir (Çok uzun süre gece maçlarına ara verildi. Bir ara Spor Yazarları ve Avrupa Kupaları gece oynanırdı ama lig maçları gündüz oynanırdı. Dönemine göre saat 2'de, saat 5'te de başlardı. Ama kaçta oynanırsa oynansın, sabah erkenden gelinir ki, '70'lerde geceden toplanma yoktu. O, '80'lerde başladı.). Orda kuyruğa girilmez! Çevrede gezinilir. Tam kapılar açıldığı anda C Kapısı'nın orda karambol yaratılır, Kapalı'nın ortası o karambolden girer, kalan yerleri de saatlerce kuyrukta bekleyenler kapardı. Gecelemek yoktu, çok çok önemli maçlarda sabaha karşı gitmek vardı. Yılda biriki önemli maçta da kavga etmek için değil, girişi garantilemek için geceden gidip kapı önünde yatan insanlar vardı. Girilir, beklenirdi. Müzik düzeni yok, eğlendirecek bir skorbord yok. Onun için bol bol tezahürat olurdu. İnsan tribünde kart oynardı. Meşhur bir tezahürat vardı: "Dertlerimi zincir yaptım, birbirine ekliyorum, bilmem neye koymak için saat 5'i bekliyorum". Adam bekliyor, kapı açılmış ll'de, maç 5'te. Adam 6 saat bekliyor. Bu biraz da sıkıntının yarattığı birşey.
Bu apayrı bir ruh hali de getiriyor insana... Tribünde davranış biçimi açısından...
C.K.: O zaman ufaktık, şimdi kocaman adam olduk. Nerdeyse 40 yaşına geleceğim. Benim ruhum, benim algılayışım, benim varoluşum mu değişti, yoksa tribün mü, tam olarak kestiremiyorum. Ama zannedersem ikisi birden... Hem ben değiştim, hem de tribün... Tabii bu arada o yılların Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Beşiktaş seyircisinin bir ayrımını koymak lazım. Bu çok fanatik görünen insanlar aynı zamanda futbolseverdi. Bizim tribünden tanıdığımız simalar vardı. Bu insanları Spor Sergi Sarayı'nda basket maçında da görürdük. Bu durum '80'lerde bir dönem sürdü. Böyle bir kitle vardı. İstanbul'da 2. Lig maçları bazen İnönü Stadı'na alınırdı. 15 bin kişinin geldiği olurdu o maçlara. İstanbul Amatör Küme Finalleri'nde Vefa Stadı'na izdiham olurdu. Taraftarlığın ötesinde futbolsever bir kitle vardı.
Ne değişti?
C.K.: Hem futbol değişti çünkü ben şuna inanmıyorum: Çocukluğumuzdan beri alıştığımız bir kalıp var: "Futbol dünyanın en büyük büyüsü. Milyonları peşinden koşturan". Futbol dünyada düşüşte. Türkiye'de de düşüşte insanlar çok farkında olmasa da... Türkiye'de tantana yükselişte, futbol düşüşte. Bunun etkileri ilerde görülecek. Hem futbolun bir düşüşü var hem de hayatın insanlara sunduğu daha fazla seçenek var. Bundan 25 yıl önce stada gitmediğin zaman, hafta sonunu geçirebileceğin seçenek çok daha azdı. Şimdi daha fazla. Biraz da zaten tribünde şu değişiyor: İnsanlar eskiden maça gelirdi, şimdi şuraya gitmedim, buraya gitmedim maça gelmedim havasında.
Maça gelmek, maçı seyretmek bugün sanki birçok şeyi de yanında yapmayı gerektiriyor gibi. Grup üyesi olmak, çalışma gruplarına katılmak...
C.K.: Bu yeni bir durum. Son birkaç yılın ürünü. Öncesinde maça gelirsin, arkadaşlarınla gelirsin ama bizim grup diye bir şey yoktu ama. Biraz da şöyle bir fark görüyorum Fenerbahçe tribününde ki diğer takımlar için de geçerli: Biraz daha hakkını isteyen tüketici mantığıyla geliyor adam ben haksız da demiyorum. "Maça geliyorum, şunlardan fedakârlık ediyorum, onun için şu konforu isterim, şu ortamı isterim" diyor adam... Stadın fiziksel koşullarına, maç seyretme koşullarına bağlı kalınan bir durum.
Bu "mutlak başarı isterim" de demek değil mi?
C.K.: Eskisinden daha fazla değil bu. "Mutlak başarı istemek" bir insan bakışı. Olumlu bir bakış değil ama insani bir şey. Bazı insanlar öyledir. Yani sadece maçlarda değil, her yerde başarı ister, peşinden gittiği her şeyde kazanmak ister. Bu eskiden de vardı. Benim sübjektif bakışımla bu "eşek insan bakışı, hıyar insan bakışı". Daha objektif bakmaya çalışırsan, bu da insani bir duruş dersin. Başarısızlık geldiği anda takıma tepki göstermek manasında dersen, bu zaten çok eski bir durum. Bizim çocukluğumuzdan beri... Meşhur FenerbahçeGöztepe maçı vardı. '7273 sezonu. Didi Fenerbahçe'yi şampiyon yapamadı. 11 berabere kaldık. Maçtan sonra futbolcuları dövdüler. "Milyonluk eşekler" tezahüratının çıktığı ilk maçtır. O zamandan gelen, bir takıma başarısız olduğu zamanda tepki gösterme kültürü vardı. Ancak genelde başarısız olunduğu zaman hayatta da saldırıyla karşılaşılır. Bunun için futbolcu, futbol takımı olmak şart değil. Bu bir insani tavır. Tam tersine, işte şu son birkaç yılda artık, bu işin olumsuz yönüyle maç seyretmek bir kültür haline geldiği için Fenerbahçe Stadı'nda, her şey de hayatta tepkisini doğurduğu için bunun tepkisi doğdu. Şöyle bir noktaya gelmişti artık: Maç nasıl seyredilir?.. Gidilir, oturulur, beklenir, hakem düdüğü çalar, ben ilk düdükle beraber "Boliç Allah belanı versin" diye başlarım, 90 dakika küfrederim. Gol olduğu zaman sevinirim. Takımım kazansın isterim ama bir yanda da bilinçaltında, "Başarısızlık olsun da ben biraz daha söyleneyim" diye bir mantık gelişmişti. Bunu futbolun dışında alır, genele bakarsak, Türkiye'de çok ağlak bir kültür var, yakınma kültürü çok derin. Türkiye'nin insan yapısı bu acı kültürüne yatkındır. Acıdan zevk almak, "acı çekiyormuş gibi" olmayı zevk alarak insanlara yansıtmak... Bu bir takımın başına gelebilecek en büyük beladır. O takımın tribünleri, o takımı başarısızlığa itiyor demektir. O zaten kendi fasit dairesini oluşturuyor demektir. Tribündeki o negatif hava derinleştiği zaman takımın başarısız oluyor, takım başarısız oldukça maçı negatif bir biçimde seyretme imkânı genişliyor. Bizim statta çok fazla yaygındı bu. Artık sinir bozukluğundan maç seyredilemez hale gelinmişti, ki ben abimle kaç yıldır maç seyretmiyorum. Ben tahammüllüyüm ama Hayri değil! Şöyle birşey: Adam diyor ki, "Düdük çalsın abi, ben top ayağına gelen ilk futbolcuya küfredeyim! 25 maç iyi oynasın. 26. maçta hata yapsın, acımasızca küfredeyim!". Bu yalnızca acı kültürüyle de açıklanabilecek bir şey değil. Bu, bambaşka bir şey. İşte bu "tam destek"in çıkışı da bazı aklı başında insanların buna gösterdiği tepkiden. Ve hâlâ böyle birşey var. Biz tribün müdavimleri biliyoruz, Numaralı için söyleyebilirim bunu, orada eskiler yerleşti artık. Bunlarda bu mantık yerleşti ama gelip geçici taraftar hâlâ o mantıkla geliyor.
Devam edecek...

Can Kozanoğlu 1963'te Adana'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu. 1981'den başlayarak gazetecilik, televizyonculuk, yayıncılık gibi işlerle uğraştı. Yayımlanmış kitapları arasında Bu Maçı Alıcaz! (1990-1996), Cilâlı İmaj Devri (1992), Pop Çağı Ateşi (1995), İnternet Dolunay Cemaat (1997), Yeni Şehir Notları (2001) ve Acemi Eğitimi (2005) bulunmaktadır.

24 Kasım 2008

Juventus Çetesi

Juventus çetesi Zenit deplasmanı için Saint Petersburg'da

Pembe Panter Ribery

Ribery'li yeni Nike reklamı. Pembe Panter Ribery. Siyah krampondan vazgeçmemek lazım. Olmamış. Videosu budur

RHW

Yukardakiler-Aşağıdakiler

Arjantin böyle bir puan tablosu görmemiştir. River zaten dipteydi. Boca Juniors'un San Lorenzo'yu sollaması gerekiyordu bu tablonun ortaya çıkması için... Bitime 3 hafta kala Boca aldı, zirveyi, artık zor bırakır...