Derbide, Espanyol arka mahallenin yoksul çocukları. Reisleri de De la Pena. Zengin çocukların grubundan dışlanmış, intikam peşinde koşan... Eski Barçalı ne sevindi ama gollerde. İlk golde Barça defans ortayı yaptırana kadar fotoğraf çektirdi. İkinci gol,"Ne yaptın Valdes?" klasiği. Katalan milliyetçiliğine Allah'ın sopası. Guardiola da bu gece su kaynattı. Orta saha düştü diye Henry'i oyundan aldı, bunu anladık da ligin gol kralı Eto'o niye çıktı, onu anlamadım. Galiba çok sinirlendi. Kameni doğru dürüst kurtarış bile yapmadı. 10 kişiyle 0-2'den neyi, nasıl çeviriyorsun derbide tabii! Barselona'da herhangi bir iş gününde Espanyolluları iş, okul çıkışında döven Boixos Nois grubu bakalım neler yapacak? Bizim Ramon'un gecesiydi. Barcelona sahasında ilk kez kaybetti. Espanyol 26 yıl sonra Camp Nou'da kazandı. Maçın kahramanı iki gol atan Ivan De La Pena, Espanyol formasıyla 3 yıldır gol atmıyordu. 3 yıl önce Maccabi Haifa'ya 4-0 biten UEFA Kupası maçından beri sesi soluğu çıkmıyordu. Hayatında bir maçta iki gol atmış mı peki bu adam? Evet. Barça formasıyla 13 yıl önce! Barcelona'da sakatlanan Abidal 2 ay yok. Real Madrid, Juande Ramos ile 9'da 9 yaptı. Puan farkı 7'ye indi.. Tadından yenmez bu ligin. Daha 14 hafta var...
21 Şubat 2009
Ne Yaptın Valdes(!)
Arjantin Apertura'da Boca Juniors liderken, River Plate son sıradaydı. Derbinin bir tarafının zirvede, diğerinin son sırada olduğu bir puan tablosu az görülüyor elbette bu dünyada. Barcelona 23 maçta 60 puan toplamış. Espanyol, 42 puan fark yemiş, son sırada. Galibiyet sayısı sadece 3. Ligin sondan birincisi ise sezonun ilk haftasında Barcelona'yı deviren Numancia. Futbol garip oyun işte. Liverpool-Everton eşleşmesi gibi Barselona derbisinde iyi hasat verdi son bir ayda. Liverpool derbisinde zayıf olan kupada turu geçti. Kral Kupası'nda Barça turu atladı ama ecel terleri dökmüştü sahasında. Real Madrid'e kaptırdıkları şampiyonlukta Espanyol çelmesini daha uzun yıllar unutmayacaklar Barcelonalılar. Bu gece de onun gazıyla çıktılar ama makinenin dişlisi eksikti. Bir adam bu kadar mı önemli. Önemli işte. Inıesta'nın yokluğu pas trafiğini bozdu. Bu takımın ideal onbiri harika ama kulübede sorun var demiştim bir zamanlar. Üstüne bir de Keita tüy dikti. 10 kişi bıraktı takımı. NTV Spor'a helal olsun, dönüşümlü yayın harika fikirdi. Bir oraya bir buraya derken; ilk yarılardan pek bir şey anlamadım. "Mikrofonlarımız İzmir Alsancak Stadı'nda. Tahir şut, yandan aut" gibiydi. Madrid, Aurelio'nun takımını fena benzetti 45 dakikada. Sezonun ilk yarısındaki Barça ile Real Madrid kostüm değiştirdiler sanki. Barça ilk 30 dakikada parçalar, Real Madrid kıvranırdı. Roller değişti. Bir de fikstür meselesi var tabii. Sevilla ile başlayan Barça, Real Madrid ile devame eden bir korku tüneli var bu sezon La Liga fikstüründe. Sezonun ilk yarısında Barça deplasmanına gidip dağılan sahasında Real Madrid maçına çıkıyordu. Şimdi Barça'ya sahasında direnen ertesi hafta gidip Madrid'de kaderine razı oluyor. Raul'un 2 golü de muhteşem. Huntelaar geçen hafta siftah etmişti, seriye bağladı. Gol kaçırdılar mı bilmiyorum ama geçen hafta Barça maçında devleşen Ricardo gerçek kimliğine geri dönmüştü ve takımını yaktı. Camp Nou'ya döneyim.
Sen Git Kumda Oyna
20 Şubat 2009
Major Adında Bir Köpek
Deloitte Money League 2009 raporu hakkında İsmail uzun bir yazı yazmış, Fenerbahçe'yi ve 20 takımlık listeyi incelemişti. Bu da ikinci yazısı. Manchester United hakkında.
***
Yıl 1901. Takım kaptanı Harry Stafford son derece sıkıntılı. St James Hall’de düzenledikleri panayırın ilk 3 gününde beklenen gelir henüz elde edilebilmiş değil ve sarı-yeşilli kulübün iflası kaçınılmaz görünüyor. Kaptan, son çare olarak St Bernard’ının sırtına bir bağış kutusu koyup pazarda dolaşarak biraz daha fazla para toplamayı denemeye karar veriyor. Fakat bu işkenceye dayanamayan Major, ertesi gün sahibinin yanından uzaklaşıp bir kız çocuğunun peşine takılıyor. Küçük kız, köpeği çok seviyor ve babasından köpeği satın almasını istiyor. Başarılı bir işadamı olan John Henry Davies, kızının ısrarlarına dayanamayınca köpeğin sahibini arayıp buluyorlar. Kaptanla sohbet koyulaşıyor ve konu Newton Heath’in sıkıntılı durumuna geliyor. Köpeği satın almakla başlayan sohbet, ertesi yıl kulübü satın almakla sonuçlanıyor.
Major, arkadaşları gibi Alp’lerde insan hayatı kurtaramamış olsa da İngiltere’de bir kulübün hayatını kurtarmayı başardığının farkında değil muhtemelen. Stafford ise artık kaptan değil, yönetici. Kulübün renkleri artık sarı-yeşil değil kırmızı beyaz. Artık ismi de Newton Heath değil: Manchester United.
Maç Günü : €128,2m (£101,5m)(%39) 2006/07: €137,5m (£92,5m)(%44)
Yayın : €115,7m (£91,6m)(%36) 2006/07: €91,3m (£61,5m)(%29)
Ticari : €80,9m (£64,0m)(%25) 2006/07: €86,4m (£58,1)(%27)
Toplam : €324,8m (£257,1) 2006/07: €315,2m (£212,1m)
Hem Premier League hem de Şampiyonlar Ligi’nin kazanıldığı 2007/08 sezonu harikaydı kırmızı şeytanlar için. 45 milyon Pound tutarındaki gelir artışı, kriz nedeniyle yalnızca 9,6 milyon Euro olarak yansıdı. Eğer kriz yaşanıp Pound bu denli değer kaybetmeseydi United, Real’i ekarte edip 2005 yılından sonra yeniden zirveye dönecekti. Bu arada bir noktayı vurgulayalım: son 3 yıldır listenin tepesinde Real Madrid yer alsa da Manchester United her zaman daha fazla kâr etti.
76200 kapasiteli “düşler tiyatrosu” doluluk oranını korudu ve bilet fiyatlarına yapılan zamın da etkisi ile %10 oranında bir gelir artışı yaşandı 101,5 milyon Pound’a ulaşıldı. Ancak kurdaki oynama nedeniyle 9,3 milyon Euro’luk bir düşüş yaşanmış gibi görünüyor. Gelirlerdeki %39’luk oran para liginin en yüksek oranı.
Yayın gelirlerinde, pound bazında yakalanan %44 artışla geçen yılın 28 milyon Pound üzerine çıkıldı. Değer kaybına karşın Euro bazında da 14,4 milyon Euro’luk bir artış söz konusu oldu geçen yıla göre. Şampiyonlar Ligi’nden 42,9 milyon Euro gelir elde edildi. Premier League yayınlarından, 2007/08 sezonunda devreye giren yeni anlaşmanın etkisi ile %54 artışla 49,3 milyon Pound gelire ulaşıldı.
***
Yıl 1901. Takım kaptanı Harry Stafford son derece sıkıntılı. St James Hall’de düzenledikleri panayırın ilk 3 gününde beklenen gelir henüz elde edilebilmiş değil ve sarı-yeşilli kulübün iflası kaçınılmaz görünüyor. Kaptan, son çare olarak St Bernard’ının sırtına bir bağış kutusu koyup pazarda dolaşarak biraz daha fazla para toplamayı denemeye karar veriyor. Fakat bu işkenceye dayanamayan Major, ertesi gün sahibinin yanından uzaklaşıp bir kız çocuğunun peşine takılıyor. Küçük kız, köpeği çok seviyor ve babasından köpeği satın almasını istiyor. Başarılı bir işadamı olan John Henry Davies, kızının ısrarlarına dayanamayınca köpeğin sahibini arayıp buluyorlar. Kaptanla sohbet koyulaşıyor ve konu Newton Heath’in sıkıntılı durumuna geliyor. Köpeği satın almakla başlayan sohbet, ertesi yıl kulübü satın almakla sonuçlanıyor.
Major, arkadaşları gibi Alp’lerde insan hayatı kurtaramamış olsa da İngiltere’de bir kulübün hayatını kurtarmayı başardığının farkında değil muhtemelen. Stafford ise artık kaptan değil, yönetici. Kulübün renkleri artık sarı-yeşil değil kırmızı beyaz. Artık ismi de Newton Heath değil: Manchester United.
Maç Günü : €128,2m (£101,5m)(%39) 2006/07: €137,5m (£92,5m)(%44)
Yayın : €115,7m (£91,6m)(%36) 2006/07: €91,3m (£61,5m)(%29)
Ticari : €80,9m (£64,0m)(%25) 2006/07: €86,4m (£58,1)(%27)
Toplam : €324,8m (£257,1) 2006/07: €315,2m (£212,1m)
Hem Premier League hem de Şampiyonlar Ligi’nin kazanıldığı 2007/08 sezonu harikaydı kırmızı şeytanlar için. 45 milyon Pound tutarındaki gelir artışı, kriz nedeniyle yalnızca 9,6 milyon Euro olarak yansıdı. Eğer kriz yaşanıp Pound bu denli değer kaybetmeseydi United, Real’i ekarte edip 2005 yılından sonra yeniden zirveye dönecekti. Bu arada bir noktayı vurgulayalım: son 3 yıldır listenin tepesinde Real Madrid yer alsa da Manchester United her zaman daha fazla kâr etti.
76200 kapasiteli “düşler tiyatrosu” doluluk oranını korudu ve bilet fiyatlarına yapılan zamın da etkisi ile %10 oranında bir gelir artışı yaşandı 101,5 milyon Pound’a ulaşıldı. Ancak kurdaki oynama nedeniyle 9,3 milyon Euro’luk bir düşüş yaşanmış gibi görünüyor. Gelirlerdeki %39’luk oran para liginin en yüksek oranı.
Yayın gelirlerinde, pound bazında yakalanan %44 artışla geçen yılın 28 milyon Pound üzerine çıkıldı. Değer kaybına karşın Euro bazında da 14,4 milyon Euro’luk bir artış söz konusu oldu geçen yıla göre. Şampiyonlar Ligi’nden 42,9 milyon Euro gelir elde edildi. Premier League yayınlarından, 2007/08 sezonunda devreye giren yeni anlaşmanın etkisi ile %54 artışla 49,3 milyon Pound gelire ulaşıldı.
Ticari gelirler, yine pound bazında %14 oranındaki artışla 64 milyon Pound’a ulaştı. Nike ile ticari birliktelik, satışa sunulan yeni formalarla da bu artışa önemli katkı sağladı. AIG ile forma reklamı anlaşması da sürüyor. Ancak, 2008 krizinde Amerikan Hükümeti’nce iflastan kurtarılan AIG, 2009/10 sezonunda sona erecek olan ve yıllık 14,1 milyon pound değerindeki anlaşmasını yenilemeyeceğini açıkladı. Manchester United forma reklemı için yeni bir anlaşma yapacak ve bu gelirlerin artmasını sağlayabilir. Budweiser ile süren anlaşma da 2009/10 sezonunun sonuna kadar uzatıldı. Ancak ticari gelirlerde asıl artış 2008/09 sezonunda beklenmeli. United, aralarında Saudi Telecom ve İsviçreli saat üreticisi Hublot gibi şirketlerin de yer aldığı pek çok yeni ticari anlaşma yaptı. Ülkedeki ekonomik krize karşın mevcut anlaşmalara yenilerini ekleyebilmesi, Manchester United’ın ne kadar güçlü bir “marka” olduğunun kanıtı. Sahadaki başarıların sürdürülmesi ticari alanda da yeni başarılar şansını getiriyor beraberinde. Tepede yine iki İspanyol devine kafa tutuyorlar.
1878 yılında demiryolu işçileri tarafından kurulan kulübe 1901 yılındaki bunalımında bağış yapanlar arasında Manchester City de vardır. Davies ve arkadaşları, kulübün ismi için önce “Manchester Celtic” ve “Manchester Central” isimlerini düşünüp günümüzdeki isminde karar kılarlar. Ve son bir not: 1902 yılında, kulübün batmasına sebep olacak olan toplam borcu 2670 Pound’du. Bu rakam, bu yıl elde ettiği gelirin 96292’de biri...
1878 yılında demiryolu işçileri tarafından kurulan kulübe 1901 yılındaki bunalımında bağış yapanlar arasında Manchester City de vardır. Davies ve arkadaşları, kulübün ismi için önce “Manchester Celtic” ve “Manchester Central” isimlerini düşünüp günümüzdeki isminde karar kılarlar. Ve son bir not: 1902 yılında, kulübün batmasına sebep olacak olan toplam borcu 2670 Pound’du. Bu rakam, bu yıl elde ettiği gelirin 96292’de biri...
Benjamin Agüero Maradona
Dün öğleden sonra Reuters haber geçmiş: Maradona dede, Agüero baba oldu diye. Saat de 17-18 arası. Madrid'deki muhabirleri bence İspanyol değil, olsa erken saate yemek randevusu vermez(!) Reuters bu haberi geçerken Marca ve As'da tık yoktu. Ya baba oluyor haberini Reuters yanlış çevirdi ya da muhabir "ulan nasıl olsa doğacak birkaç saate kadar, ne bekleyeceğim?" dedi. Çocuğun adını da yanlış servis etti. Neyse İspanyollardan daha erken öğrenmiş olduk. Muhabir haberi geçtikten 2 saat sonra da çocuk doğmuş zaten. Arjantinlilerin merakla bekledikleri çocuk. Madrid'de doğmuş olmasına biraz bozulmuşlardır tabii. Çifte vatandaş olacaktır ama Maradona gibi adamın torunu da gidip İspanyol milli takımında oynamaz. Agüero 20 yaşında baba oldu. Biraz sıkarsa oğluyla aynı takımda bile oynayabilir. Çocuğun adı Benjamin Agüero Maradona. Paragöz bir 10 numara olacağa benziyor. Stoper olmayacağı kesin. . Pele 1940 doğumlu, Maradona 1960; Ronaldinho da 1980. 2000'de doğan bir çocuk bunların yerini alacaksa 6-7 yıl daha beklememiz lazım. Ya da zaman kaydı, o çocuk Benjamin. Ya da herşey Lost; sen Fringe'sin...Video: Maradona&Agüero Düet
Hafta Sonu Futbol
20 Şubat Cuma
20.00 Gaziantepspor - Beşiktaş (LIG TV)
21.30 Schalke - Dortmund (KANAL 24)
23.00 Pacos Ferreira - Porto (SPORMAX)
21 Şubat Cumartesi
14.45 Aston Villa - Chelsea (SPORMAX)
15.00 Trabzonspor - Denizlispor (LIG TV)
16.30 Bayern Munich - Koln (KANAL 24)
17.00 Bologna - Inter (NTV)
17.00 Middlesbrough - Wigan (SPORMAX)
19.00 Gençlerbirliği - Fenerbahçe (LIG TV)
19.00 Roma - Siena (NTVSPOR)
19.30 Manchester United - Blackburn (SPORMAX)
20.00 Nancy - Lyon (KANAL A)
21.00 Barcelona - Espanyol (NTVSPOR)
22.00 Nice - Rennes (KANAL A)
22.00 Sporting Lisbon - Benfica (SPORMAX)
23.00 Sevilla - Atletico Madrid (NTVSPOR)
22 Şubat Pazar
15.00 Sivasspor - Eskişehirspor (LIG TV)
15.30 Fulham - West Bromwich (SPORMAX)
16.00 Milan - Cagliari (NTV)
17.00 Liverpool - Manchester City (SPORMAX)
18.00 Bayer Leverkusen - Hamburg (KANAL 24)
18.00 Marsilya - Le Mans (KANAL A)
19.00 Galatasaray - Kocaelispor (LIG TV)
21.10 Lanus - Boca Juniors (NTVSPOR)
22.00 Lille - Monaco (KANAL A)
Credit:Footballove
20.00 Gaziantepspor - Beşiktaş (LIG TV)
21.30 Schalke - Dortmund (KANAL 24)
23.00 Pacos Ferreira - Porto (SPORMAX)
21 Şubat Cumartesi
14.45 Aston Villa - Chelsea (SPORMAX)
15.00 Trabzonspor - Denizlispor (LIG TV)
16.30 Bayern Munich - Koln (KANAL 24)
17.00 Bologna - Inter (NTV)
17.00 Middlesbrough - Wigan (SPORMAX)
19.00 Gençlerbirliği - Fenerbahçe (LIG TV)
19.00 Roma - Siena (NTVSPOR)
19.30 Manchester United - Blackburn (SPORMAX)
20.00 Nancy - Lyon (KANAL A)
21.00 Barcelona - Espanyol (NTVSPOR)
22.00 Nice - Rennes (KANAL A)
22.00 Sporting Lisbon - Benfica (SPORMAX)
23.00 Sevilla - Atletico Madrid (NTVSPOR)
22 Şubat Pazar
15.00 Sivasspor - Eskişehirspor (LIG TV)
15.30 Fulham - West Bromwich (SPORMAX)
16.00 Milan - Cagliari (NTV)
17.00 Liverpool - Manchester City (SPORMAX)
18.00 Bayer Leverkusen - Hamburg (KANAL 24)
18.00 Marsilya - Le Mans (KANAL A)
19.00 Galatasaray - Kocaelispor (LIG TV)
21.10 Lanus - Boca Juniors (NTVSPOR)
22.00 Lille - Monaco (KANAL A)
Credit:Footballove
19 Şubat 2009
Platini vs. Zidane
1972-1987 yılları arasında 14 sezon futbol oynayan Platini, 72 kez milli oldu 41 gol attı. 1988-2006 yılları arasında 16 yıl oynayan Zidane 108 kez milli oldu ve 31 golde imzası var. Platini, Fransız milli takım formasını ilk kez 20 yaşında, Zidane 22 yaşında giydi. Platini 429 lig maçında 224 gol attı. Zinedine Zidane 506 lig maçında 92 kez fileleri havalandırdı.
İkisi de Serie A’da Juventus forması giydi ve Platini 147 maçya 68 gol attı. Zidane Juventus kariyerini 151 maç; 24 golle tamamladı. Platini 32 yaşında, Zidane 34 yaşında futbola veda etti. Platini’nin kariyerinde Dünya Kupası zaferi yokken Zidane 1998 yılında kupayı havaya kaldırdı. Zidane bir kez Altın Top (France Football) ödülünü kazanırken; Michel Platini bu ödülü 3 kez arka arkaya kazanan tek oyuncu olma özelliğini sürdürüyor. Seçim sizin...
Şampiyonlar Ligi ve Huntelaar
Madrid'de Kriz Reçeteleri
Futbol dünyasında krizden en fazla etkilenen ülke İspanya. Son dönemde parası ödenmeyen takımların protesto haberleri hep bu ülkeden geliyor ya da onların diğerlerinden daha fazla haklarını arıyorlar. Doğal olarak medya da krizde. Marca 2 aydır promosyonlar yapıyor. Gazetenin yanında bedava mont dağıttılar, ucunda mini krampon olan anahtarlıkları 2 euro'dan sattılar. Bu da son kampanya. Santiago Bernabeu anfi+radyo ve kolonlar. Gazeteden 25 kupon biriktiriyor üstüne 9.95 euro veriyorsun. Güzelmiş.
Bordeaux'nun Tur Şansı %36
0-0 sona eren ilk maçın ardından Bordeaux'nun tur şansı %36. Bunu Fransızlar söylüyor. 1970 yılından beri tüm Avrupa Kupası maçlarından çıkardıkları istatistik bu. Bordeaux tarihinde iki kez Avrupa Kupaları'nda 0-0 berabere kaldı sahasında. İki rövanşı da 1-0 kaybedip elendi. 1997-1998 sezonunda Aston Villa'ya ve 2006-2007 sezonunda Osasuna'ya...
18 Şubat 2009
Bordeaux 0 - Galatasaray 0
Takım kötü giderken, aksi bir skorda telafisi çok zor olan bir eşleşmenin ilk ayağı için fazlasıyla yürekliydi Skibbe. Üçlü defansla alınacak farklı bir mağlubiyetin eleştirisi tek ağızdan çıkmış gibi olacaktı. Hakan Balta yokken, Volkan ve diğer kanatta Sabri'li defans dörtlüsünün yaratacağı boy dezavantajından bahsetmiştim dün. Skibbe bunu ortadan kaldırdı ve geride 3 kule ile maça başladı. Kazanmaktan çok kaybetmemeyi amaçlayan bir taktik değişimdi. Bu kez kaydırmalı bir dörtlü defans da değildi bu. İlk 15 dakika sancısını da çekti Galatasaray. Adam paylaşımında kanada kaçan forvetler üç stoperin balansını bozunca Gourcuff'a şut için açıklar çıktı. De Sanctis güven verdi o dakikalarda. Laurent Blanc ve takımı yorgunuz diyorlardı. "Şampiyonluğa daha fazla önem veriyoruz" u da dün resmen açıklamışlardı. Elbette ki "buyrun turu burada alın" demek değildi. Tremoulinas ve cezalı Chalme dışında en güvendiği adamlarla çıktı, ikinci yarıda da beklendiği gibi Gouffran'ı oyuna aldı. İki bek Jurietti ve Placente kötü olunca iş çokça Gourcuff'un ayaklarına kaldı. Direkten dönen top Blanc'a göre maçın kader anı. Galatasaray, Benfica ve Hertha Berlin maçlarındaki kompakt görüntüsünden uzaktı. Hücumcular eksik kaldılar. Baros iyi başladı, kaleci kamyon gibi dalınca oyundan düştü ve devrede de çıktı. 2 ay sonra oynayan Kewell için söze gerek yok. Profesyonelce mücadele etti. Arda'nın katkısı hücumdan çok savunma tarafında oldu. Top çaldı, Jurietti'nin kanadını tıkadı. Takımın en iyisi Mehmet Topal ve Ayhan. Topal uzun zaman sonra bu kadar iyi oynadı. Ayhan yine o oyunu iki taraflı oynayan adam tanımına ihanet edip top ayağındayken fazla geveledi ve hızlı hücumları engelledi. Lincoln ise başka alemlerdeydi. Diarra fazla sert geldi. Olympiakos'a deplasmanda 3 atan Saint Etienne'e bu hafta sonu deplasmana gidecek olan Bordeaux'nun performansı Benfica ve Hertha Berlin'in üzerindeydi ama bildik üzere orta sahada fazla ısıran bir takım olmadıklarından, hücumcuları da çok top tutmayınca; oyunu ortada kabullendiler ve "turu kendi evimde garanti bir skorla almalıyım" portresinden uzak bir görüntü çizdiler. Maç öncesinde 0-0 iyi skor muydu? Bence evet. Galatasaray gerçekten de Avrupa'da farklı oynuyor. Farklı olan biri daha var ki; o da Skibbe. Taktik zekasını burada kullanıyor, riskleri, rakip analizi sanki sadece bu kupada yapıyor gibi. Süper Lig'de ise özellikle deplasmanlarda; hangi takımla oynayacağını uçağa binerken öğrenen bir teknik direktör havasında. 9 dakika oynayan Mehmet Güven ise ayrı bir yazı konusu!.. Kocaeli maçında Arda, Baros, Ayhan, Mehmet Topal'ı bakalım dinlendirecekler mi? Fransızlar 0-0'dan memnun nedense. Ya kendilerine çok güveniyorlar ya da Galatasaray'ın Ali Sami Yen'deki son maçları onları bu kadar ümitli kılıyor. Bilmedikleri ise o stadın havası. Skor 0-0, hakem mi? O da sıfır...
İlk Maç Kaç Kaçtı?
Federasyonun maç takvimini kim hazırlıyor merak ediyorum. Fortis Türkiye Kupası'nda yarı finalin ilk maçları (Fenerbahç-Sivasspor/Ankaraspor-Beşiktaş) 4 Mart'ta. Rövanşlar ise 22 Nisan'da. İki maçın arası 49 gün. Bu federasyonda bir Allah'ın kulu yok mudur "Kardeşim biz ne yapıyoruz, dünyada bunun bir örneği var mı? Kupada iki maçın arası neredeyse iki ay olur mu? Adamlar ilk maçın skorunu hatırlamaz." demiyor. İlk maçta rakibine kafa atıp mesela 5 maç ceza alan bir futbolcu rövanşta oynayabiliyor. Dünyada bir örneği varsa buyrun yorum bölümüne yazın...
Arjantin İşi
Bir takımda bu kadar Arjantinli olursa doğum günü de böyle kutlanır. Inter'de Adriano'nun doğum günü partisi. Mangalın başına Burdisso'yu koymuşlar, menüde parilla var. Terlikli Samuel da bonus... Varol Bey, mangal yakalım...
Hiç Şampiyonluk Görmeden...
Onu tanıyanlar sakin, kendi halinde biri olarak anlatıyorlar. 37 yaşında. Milano'da edebiyat fakültesini bitirmiş. Doğduğu yere Cenova'ya dönmüş. Komünistti diyor arkadaşları. Cenova'da psikiyatrist olarak çalışıyormuş. Küçük yaştan beri futbolu sevdalı. Genoa'ya da... Hep kaleci olarak oynamayı severmiş. Her deplasmana gitmezmiş ama en son olarak Roma deplasmanında görmüşler onu. Genoa'nın deplasman yasağı olmasına rağmen gidince polis tarafından grup olarak fişlenmişler. Oysa ki bugüne kadar Genoa'nın stadında hiçbir olaya karışmamış. Pazar öğleden sonra onun tuttuğu takım 10 kişi kalmasına rağmen skoru 3-0'a getirdi. İyi gidiyorlardı bu sezon. Şampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hayal ediyorlardı. Mutu çıktı sahneye. Onlara göre hakem de itti Fiorentina'yı. 3-3 bitti maç. Çıkışta Fiorentina otobüsünün çevresinde toplanan Genoa taraftarlarından biri de oydu. Otobüs hareket etti ve o tekerleğin altında kaldı. Şimdi komada. "Kurtulması zor" diyorlar. Genoa Başkanı Enrico Preziosi, "O ölürse başkanlığı bırakırım." diyor.
Gabriele Amato, 37 yaşında. Tarihinde 9 şampiyonluğu bulunan Genoa'nın hiç şampiyonluk görmemiş bir taraftarı...
Adam Gibi Adam Raul
Aragones, onu milli takımdan kesmeseydi, muhtemelen bugün İspanyol milli takımının formasını en çok giyen futbolcu ünvanı da onun olacaktı. Real Madrid tarihinin en çok gol atan adamı Raul'u üzen de budur. İki kaleci arasında sıkıştı kaldı Raul. 1 numarada 126 maçla Zubizaretta var. Raul ise 102 milli maçta forma giydi. 3 numarada takım arkadaşı Casillas var. 89 maçta kaleyi korudu. 28 yaşındaki Casillas 4 yıl daha dişini sıkarsa bu rekoru kırabilir. Kale haricinde bu rekora aday gibi görünen iki Barçalı Puyol (72) ve Xavi'nin ise (69) pek şansı yok. İspanyol Futbol Federasyonu, Raul'a bir jest yapmak istedi. Eski takım arkadaşı Hierro, Kasım ayında federasyonun 100. yılı şerefine Santiago Bernabeu'da İspanya ile Arjantin'in karşılaşacağı bir dostluk maçı tertip edeceklerini, Raul'un da milli takıma veda anlamında davet edileceğini söyledi... Ve kıyamet koptu. Konuşan Raul'un menajeri. Dünyanın en az yorulan adamıdır galiba, transferle işi gücü olmayan adamın neden menajeri olur ki(!) "Raul bu daveti kabul etmiyor, etmeyecek" diyor menajeri. "Tabiri caizse aslan gibi oynayıp gollerini atmaya devam eden bir futbolcuya kendi kafalarına göre jübile, veda düzenlemesinler" diyor Bay menajer. Budur...
17 Şubat 2009
Bordeaux vs. Galatasaray
İki takımın da taraftarı için Selçuk Dereli ismi özel bir anlam taşıyor. Galatasaray'ın son iç saha maçını yöneten ve iyi hatırlarla ayrılmayan Dereli, geçen sezon Bordeaux'nun UEFA Kupası'nda evinde oynadığı son maçın hakemiydi ve Fransızları çıldırtmıştı. İki kırmızı kart çıkardığı maçta Anderlecht turu haketmişti ama tribünlerin baskısından sahada ezilen büzülen Selçuk Dereli'nin o maçtaki görüntüsü, Kayserispor maçında verdiği görüntüden farklı değildi. Dağılmış hakem vesikalığı..
Bordeaux
Bordeaux'nun stadı Chaban Delmas yarın büyük ihtimalle dolmayacak. Ne teknik direktör; ne takım; ne de taraftar UEFA Kupası'na, ligden daha fazla önem veriyor. Hafta sonunda deplasmanda oynayacakları Saint Etienne maçı onlar için daha önemli. Ocak ayında kupa maçıyla fırtına gibi girmişlerdi. Ocak ayındaki form grafiğiyle Galatasaray için kabus gibi bir takımdılar. 40 günlük vadede form grafiğini tepede tutabilmek kolay değil. Lig, 2 kupa, milli takım trafiğinde fizik olarak düştüler. Bu benim değil Laurent Blanc ve futbolcu Plasil'in yorumu. Yorgunuz diyorlar. Marsilya deplasmanında büyük efor sarfettiler, çok pozisyon verdiler, 1-0 kaybettiler. Araya Fransa-Arjantin maçı girdi. 45 dakika oynaması beklenen Gourcuff 90 dakika sahada kaldı. Blanc çıldırdı. Oyun kurucusunu Grenoble maçında yedek bıraktı. Hedeflerinin O.Lyon hükümdarlığına son vermek olduğu açık, yarın kalede Rame'yi kullanmayabilirler. Galatasaray'a sorun çıkartacak iki adam öncelikle elbette ki Gourcuff ve Chamakh. Mehmet Topal ve Servet'in performansı burada önemli. Tremoulinas, o ligin en fazla bindiren beklerinden. Cavenaghi de kötü gününde olduğunda dağlara taşlara vuran bir adamdır ama kalitesi malum. Geçen sezon da golünü atmıştı. Orta sahaları rakibe top yapmaya izin veriyor. Pire gibi yapışan, alan bırakmayan bir takım değil. Serbest vuruşlarda Gourcuff altıpas içine el bombası atıyor. Bu pozisyonlarda Chamakh hep arka direğe kaçıyor. Burada Galatasaray'a pası atayım...Galatasaray
Hakan Balta'sız boyu kısalan defans en büyük handikap. Sabri ve bu takımda oynamayı haketmeyen Volkan Yaman, stoper kademesine özellikle yüksek toplarda giremeyen bekler. Yerden toplarda da ikisi de pozisyon almayı bilmiyor. Volkan Yaman'ın zaten bu takıma geldiğinden beri beli dönmüyor. Orta alanda Lincoln ve Diarra sık sık karşı karşıya gelecek. Diarra çok kolay sinirlenen bir adam. Defansta geçen sezon Galatasaray'ın golünde büyük hatası olan Diawara maden. Baros bu adamı deli edebilir. Kewell'in kondisyonu ancak 45 dakikayı çıkartır. Benim tahminim, yorgun Bordeaux'nun işi ilk 45'te bitirmek için maça hızlı başlayacağı ve ilk yarının kıran kırana geçeceği. Klişe ama ilk 20 dakika çok önemli. Galatasaray da rakibi gibi ligde kötü gidiyor ama Fransızlar gibi form grafiği düşen bir takım değil. 2009 yılına zaten dipte başladılar, bu maçı çıkış olarak kabul edebilirler. Skibbe ise Benfica maçında sezonun en iyi futbolunu oynattı, koltuğunda da bu yüzden oturuyor. Alman teknik adamı her seferinde geçen sezon Galatasaray'a 5 gol atan hoca olarak takdim edenlere, o maçın buzlu Konya maçından sonra 6 saat otobüs yolculuğu yapan, 72 saat sonra sahaya çıkan, sağ beki Barış olan Galatasaray'ın 10 dakikada 3 gol yediği maç olduğunu hatırlatır, Bayer Leverkusen-Zenit maçının skorunu da anımsamalarını dilerim. Takılmış plak gibiler, maşallah. Maç ne olur? Galatasaray bu sezon; ligde her deplasmanında kaybedebilir ve Avrupa'da her deplasmanını kazanabilir gibi şizofren bir yapıya sahip. 3 yılda, 3. kez aynı stada çıkacaklar ve en büyük kozları "Bu sezon Avrupa'da farklıyız" söyleminden başka bir şey değil... Bordeaux ise rövanşta ilk kez Ali Sami Yen'e gelecek...
Bordeaux
Bordeaux'nun stadı Chaban Delmas yarın büyük ihtimalle dolmayacak. Ne teknik direktör; ne takım; ne de taraftar UEFA Kupası'na, ligden daha fazla önem veriyor. Hafta sonunda deplasmanda oynayacakları Saint Etienne maçı onlar için daha önemli. Ocak ayında kupa maçıyla fırtına gibi girmişlerdi. Ocak ayındaki form grafiğiyle Galatasaray için kabus gibi bir takımdılar. 40 günlük vadede form grafiğini tepede tutabilmek kolay değil. Lig, 2 kupa, milli takım trafiğinde fizik olarak düştüler. Bu benim değil Laurent Blanc ve futbolcu Plasil'in yorumu. Yorgunuz diyorlar. Marsilya deplasmanında büyük efor sarfettiler, çok pozisyon verdiler, 1-0 kaybettiler. Araya Fransa-Arjantin maçı girdi. 45 dakika oynaması beklenen Gourcuff 90 dakika sahada kaldı. Blanc çıldırdı. Oyun kurucusunu Grenoble maçında yedek bıraktı. Hedeflerinin O.Lyon hükümdarlığına son vermek olduğu açık, yarın kalede Rame'yi kullanmayabilirler. Galatasaray'a sorun çıkartacak iki adam öncelikle elbette ki Gourcuff ve Chamakh. Mehmet Topal ve Servet'in performansı burada önemli. Tremoulinas, o ligin en fazla bindiren beklerinden. Cavenaghi de kötü gününde olduğunda dağlara taşlara vuran bir adamdır ama kalitesi malum. Geçen sezon da golünü atmıştı. Orta sahaları rakibe top yapmaya izin veriyor. Pire gibi yapışan, alan bırakmayan bir takım değil. Serbest vuruşlarda Gourcuff altıpas içine el bombası atıyor. Bu pozisyonlarda Chamakh hep arka direğe kaçıyor. Burada Galatasaray'a pası atayım...Galatasaray
Hakan Balta'sız boyu kısalan defans en büyük handikap. Sabri ve bu takımda oynamayı haketmeyen Volkan Yaman, stoper kademesine özellikle yüksek toplarda giremeyen bekler. Yerden toplarda da ikisi de pozisyon almayı bilmiyor. Volkan Yaman'ın zaten bu takıma geldiğinden beri beli dönmüyor. Orta alanda Lincoln ve Diarra sık sık karşı karşıya gelecek. Diarra çok kolay sinirlenen bir adam. Defansta geçen sezon Galatasaray'ın golünde büyük hatası olan Diawara maden. Baros bu adamı deli edebilir. Kewell'in kondisyonu ancak 45 dakikayı çıkartır. Benim tahminim, yorgun Bordeaux'nun işi ilk 45'te bitirmek için maça hızlı başlayacağı ve ilk yarının kıran kırana geçeceği. Klişe ama ilk 20 dakika çok önemli. Galatasaray da rakibi gibi ligde kötü gidiyor ama Fransızlar gibi form grafiği düşen bir takım değil. 2009 yılına zaten dipte başladılar, bu maçı çıkış olarak kabul edebilirler. Skibbe ise Benfica maçında sezonun en iyi futbolunu oynattı, koltuğunda da bu yüzden oturuyor. Alman teknik adamı her seferinde geçen sezon Galatasaray'a 5 gol atan hoca olarak takdim edenlere, o maçın buzlu Konya maçından sonra 6 saat otobüs yolculuğu yapan, 72 saat sonra sahaya çıkan, sağ beki Barış olan Galatasaray'ın 10 dakikada 3 gol yediği maç olduğunu hatırlatır, Bayer Leverkusen-Zenit maçının skorunu da anımsamalarını dilerim. Takılmış plak gibiler, maşallah. Maç ne olur? Galatasaray bu sezon; ligde her deplasmanında kaybedebilir ve Avrupa'da her deplasmanını kazanabilir gibi şizofren bir yapıya sahip. 3 yılda, 3. kez aynı stada çıkacaklar ve en büyük kozları "Bu sezon Avrupa'da farklıyız" söyleminden başka bir şey değil... Bordeaux ise rövanşta ilk kez Ali Sami Yen'e gelecek...
Pride and Glory
Futbolda da böyledir, yıldızı bol, kendi büyük iki takımın maçı için ekran başına oturursun. Rezalet bir futbol oynarlar ama sonuna kadar seyredersin. "Edward Norton ile Colin Farrell var." deyince kardeşim, tereddüt etmedim, 'izleyelim.' dedim. "Pride and Glory" ne kötü filmmiş kardeşim. Lost 504 ve 505'in arkasına izledik. İki senaryo da aynı ülkeden nasıl çıkıyor yahu? Bu kadar ucuz, basit, sonu baştan belli, bu kadar klişe dolu bir senaryoyu Edward Norton'a nasıl yedirmişler anlamadım. Hollywood'un klasik PR çalışmalarından. NYPD sponsor olmuş galiba filme. Tamam iyi polis-kötü polis iyi omurgadır da; Allah için bir kere şaşırt. "Bak biz iyiyiz tamam içimizde çürükler var ama ayıklamasını biliriz." diye bağırıyorlar. Üstelik 130 dakika. Bence hiç makas yememiş, ne çekmişse koymuş yönetmen Gavin O'Connor. Zaten geçmişinde de dişe dokunur bir işi yok bu adamın. Onca akıl oyunu içeren dizi ve filmi anlamayan salak Amerikalıların anlayacağı basitlikte bir senaryo yazıp, sinemadan çıktıklarında kendilerini iyi hissetmelerini sağlamışlar. Benim aklıma başka bir şey gelmiyor.
Salı Mektupları-Okay Karacan
"Lamp, hobnail boots, tin hat, haversack packed with pliers, screwdrivers and spanners-these were my first tools. Before the white lights of the world's biggest stadiums shone on my endeavours, my working life began in darkness."
Boby Robson hala İngiliz futbolunun yaşayan en kariyerli teknik direktörü...
Dünyanın en başarılı futbol yayıncılığını açık ara ellerinde tutan İngilizler, Robson için bir belgesel film yapmıştı.
Gary Lineker'in sunduğu belgesel, FİFA'nın gol projesi kapsamında çektiği üçlemenin her birinden iyidir.
Aslında Hollywood'un beyazperdeye taşıması gerekir Robson'ı : Dünya Kupaları, Pele, Ronaldo, Romario, Gascoigne, Morinho, Lineker, Maradona, Barcelona, İngiltere milli takımı; 50'ler, 60'lar, 70'ler ve oyun tarihine tanıklık eden onlarca anıdan harika bir başyapıt çıkar, eminim..
18 Şubat günü 76 yaşına basıyor.
Gary Lineker ve Kevin Keegan'dan sonra ingiliz futbolunda hayranlık duyduğum futbol adamlarından biridir.Ne garip Keegan'ı milli takıma gelir gelmez göndermiş, Lineker ile çok özel bir ilişkisi olmuştu.Onun çalıştırdığı İngiltere milli takımına 2 kez 8-0, bir defada 5-0 yenilmiştik.
Maradona'nın eli olmasaydı 86'da İngiltere'yi Dünya şampiyonu yapabilirdi.
Kanseri 4 kez yendi. Şimdilerde yine kansere karşı savaşıyor.
2005 yılında yayınlanan otobiyografisi, bir futbol adamı tarafından kaleme alınan en iyi örneklerden biridir.
15-17 yaşları arasında hem kömür madeninde elektrik teknisyeni olarak çalışmış, hem futbol oynamış,
İlham veren bir hikayesi var.. Kitapta en çok etkilendiğim cümlesini ilk paragrafa koydum.
Futbol ve hayata dair bilmediğimiz, öğrenince yüzde tatlı bir tebessüm bırakan o kadar hoş şeyler yazmış ki üstad ."Ah ülkemin yüzyıllık futbol tarihine ışık tutacak yazılmamış mektuplar" diye dövünüyor insan. Siz hiç "...1958 yılının ilk baharıydı, Dolmabahçe'ye geçmek için; takım halinde Kadıköy iskelesinde vapur bekliyorduk. Aramızda maçı izlemeye giden Galatasaray'lı taraftarlar da vardı." benzeri bir cümle okudunuz mu?
Bize anlatılan 2-3 cılız anı ile kimin kimi kaç kez yendiği istatistikleri dışında hiçbir şey yok..
Peki gelecekte böyle bir umut varmı ?
Kimse yazmıyor.
o da yok.!
Özetle futbolumuzun yazılı bir kültürü (bence) yok.!
İnsanı karamsar yapan geçmişte olmadığından ziyade; gelecekte olacağına dair bir işaretin de görünmemesi..
Robson'ın kitabından milli takıma seçilme haberini aldığı günden naklettiklerini alıntılıyor ve bitiriyorum.
Mutlu yıllar Bay Robert Robson...
Okay Karacan
" On a trip to Wolverhampton racecorse in November 1957 I landed the biggest winner of my early professional life. No horses or bookmakers were involved. As I was leaving the track after a good day out with some West-Brom team-mates, I peeled away to buy the evening paper and scanned the stop-press column, where players looked in those days to find out who had been summoned for international duty. There I spotted an announcement: ' The England team to play France is as follows...' and there was my name- R.Robson "
Boby Robson hala İngiliz futbolunun yaşayan en kariyerli teknik direktörü...
Dünyanın en başarılı futbol yayıncılığını açık ara ellerinde tutan İngilizler, Robson için bir belgesel film yapmıştı.
Gary Lineker'in sunduğu belgesel, FİFA'nın gol projesi kapsamında çektiği üçlemenin her birinden iyidir.
Aslında Hollywood'un beyazperdeye taşıması gerekir Robson'ı : Dünya Kupaları, Pele, Ronaldo, Romario, Gascoigne, Morinho, Lineker, Maradona, Barcelona, İngiltere milli takımı; 50'ler, 60'lar, 70'ler ve oyun tarihine tanıklık eden onlarca anıdan harika bir başyapıt çıkar, eminim..
18 Şubat günü 76 yaşına basıyor.
Gary Lineker ve Kevin Keegan'dan sonra ingiliz futbolunda hayranlık duyduğum futbol adamlarından biridir.Ne garip Keegan'ı milli takıma gelir gelmez göndermiş, Lineker ile çok özel bir ilişkisi olmuştu.Onun çalıştırdığı İngiltere milli takımına 2 kez 8-0, bir defada 5-0 yenilmiştik.
Maradona'nın eli olmasaydı 86'da İngiltere'yi Dünya şampiyonu yapabilirdi.
Kanseri 4 kez yendi. Şimdilerde yine kansere karşı savaşıyor.
2005 yılında yayınlanan otobiyografisi, bir futbol adamı tarafından kaleme alınan en iyi örneklerden biridir.
15-17 yaşları arasında hem kömür madeninde elektrik teknisyeni olarak çalışmış, hem futbol oynamış,
İlham veren bir hikayesi var.. Kitapta en çok etkilendiğim cümlesini ilk paragrafa koydum.
Futbol ve hayata dair bilmediğimiz, öğrenince yüzde tatlı bir tebessüm bırakan o kadar hoş şeyler yazmış ki üstad ."Ah ülkemin yüzyıllık futbol tarihine ışık tutacak yazılmamış mektuplar" diye dövünüyor insan. Siz hiç "...1958 yılının ilk baharıydı, Dolmabahçe'ye geçmek için; takım halinde Kadıköy iskelesinde vapur bekliyorduk. Aramızda maçı izlemeye giden Galatasaray'lı taraftarlar da vardı." benzeri bir cümle okudunuz mu?
Bize anlatılan 2-3 cılız anı ile kimin kimi kaç kez yendiği istatistikleri dışında hiçbir şey yok..
Peki gelecekte böyle bir umut varmı ?
Kimse yazmıyor.
o da yok.!
Özetle futbolumuzun yazılı bir kültürü (bence) yok.!
İnsanı karamsar yapan geçmişte olmadığından ziyade; gelecekte olacağına dair bir işaretin de görünmemesi..
Robson'ın kitabından milli takıma seçilme haberini aldığı günden naklettiklerini alıntılıyor ve bitiriyorum.
Mutlu yıllar Bay Robert Robson...
Okay Karacan
" On a trip to Wolverhampton racecorse in November 1957 I landed the biggest winner of my early professional life. No horses or bookmakers were involved. As I was leaving the track after a good day out with some West-Brom team-mates, I peeled away to buy the evening paper and scanned the stop-press column, where players looked in those days to find out who had been summoned for international duty. There I spotted an announcement: ' The England team to play France is as follows...' and there was my name- R.Robson "
16 Şubat 2009
Eto'o ve Others
Sezon başında Barcelona'da Ronaldinho, Deco, Thuram ve Zambrotta gitti. 5. yolcu olarak hep Eto'o adı geçiyordu. Bir taraftan da onun yerini dolduracak golcüyü bulmaya çalışıyordu medya. Bunlar adı geçen isimlerdi Barcelona forveti için. Eto'o 22 maçta 23 gol attı. Bu performansla zaten Avrupa'nın gol kralı. Adaylar hiçbiri yanına bile yaklaşamadı. Ben bir tercih yapayım. Barcelona'nın bu oyun planında bu 6 forvetten ben David Villa'yı tercih ederdim... Bu arada 1 gollü Drogba, yatacak yerin yok(!).
Yabancılar
İngilizler milli takımlarının her mağlubiyet sonrasında aynı tartışmayı gündeme getiriyorlar: Premier Lig bir İngiliz ligi mi? Yabancı sayısı azaltılmalı mı? Bu tartışmada Liverpool kaptanı Gerrard'ın her zaman sesi gür çıkıyor. Alex Ferguson da destek veriyor. İkili yabancı kısıtlaması getirilmesi taraftarı. Premier Lig, %59.1 ile -kendi milli takımda oynama kriterine rağmen- Avrupa'nın en çok yabancı futbolcu bulunduran ligi. Arsenal kadrosunun da %91.7'si yabancı futbolculardan kurulu. Avrupa'nın büyük liglerinde top koşturan 11 bin futbolcunun 3.900'ü Avrupa Birliği dışında bir ülkenin vatandaşı. İngiltere'den sonra en çok yabancı %54 ile Portekiz'de. İtalya'da Inter kadrosunun %85'i, İspanya'da Atletico Madrid ve Sevilla'nın %69; Real Madrid ve Villarreal'in % 62.5'u yabancı futbolcu. İspanya'da yabancı oranı ise %37. İngilizler bunu uzun zamandır tartışıyor ama bir icraat ortada yok. Gelecek sezon için de önlem alacaklarını söylüyorlar. Bir taraftan da FIFA Başkanı Blatter'in 6+5 projesi var. Bizim ligde 6+2 yabancı hakkının tam kullanmayan birkaç kulüp var. Ortalama 5 yabancı oyuncuyla onbirlerin kurulduğunu söyleyebiliriz. Maksimum 8 rakamı, yabancı sayısının ligde %33 üzerine çıkmasını engelliyor. Bir taraftan yokluktan dolayı bir sürü kazma Türk oyuncunun forma giydiği, diğer taraftan Alanzinho'nun Barış Memiş'e tercih edildiği bir lige sahibiz.
Avrupa Gol Krallığı
Altın Ayakkabı ödülü sıralamasında Eto'o, Salzburg'lu Janko'ya uzunları yakmıştı geçen hafta, bu hafta 2 gol atıp solladı.
1- Samuel Eto'o (Barcellona) 23 - 46 puan
2. Marc Janko (Salisburgo) 30 gol - 45 puan
3. Vedad Ibisevic (Hoffenheim) 18 - 36
4. David Villa (Valencia) 17 - 34
5. Lionel Messi (Barcellona) , Marco Di Vaio (Bologna) 16 - 32
6. Diego Milito (Genoa), Diego Forlan (Atletico Madrid), Patrick Helmes (Bayer Leverkusen), André-Pierre Gignac (Tolosa) 15 - 30, Vagner Love (CSKA Mosca) e Kris Boyd (Glasgow Rangers) 20 - 30.
1- Samuel Eto'o (Barcellona) 23 - 46 puan
2. Marc Janko (Salisburgo) 30 gol - 45 puan
3. Vedad Ibisevic (Hoffenheim) 18 - 36
4. David Villa (Valencia) 17 - 34
5. Lionel Messi (Barcellona) , Marco Di Vaio (Bologna) 16 - 32
6. Diego Milito (Genoa), Diego Forlan (Atletico Madrid), Patrick Helmes (Bayer Leverkusen), André-Pierre Gignac (Tolosa) 15 - 30, Vagner Love (CSKA Mosca) e Kris Boyd (Glasgow Rangers) 20 - 30.
Galatasaray Bordeaux'da Ne Yer?
Vedat Milor'un Milliyet'in hafta sonu eklerinde yazılarını ilk günden beri takip ediyorum. NTV'de de bir program yapmaya başladı. Galatasaray Lisesi-Boğaziçi-Brown ve Stanford çıkışlı bir akademisyendir. Bildiğim kadarıyla son olarak da Koç Üniversitesi'ndeydi. Vedat Milor gurme. Biz ise gurman. Onu okuyup iştahımızı açıyoruz işte. Dün gece de Pazar ekindeki yazısını okudum. Galatasaray'a Bordeaux'da iki restoran tavsiye etmiş. La Tapina ve Jean Ramet. Güzel güzel de anlatmış bu iki mekanı. Üzgünüm ama futbol takımları tavuk ve makarna yer Vedat Bey! Futbolcular maçtan önce kampta ne yer içer, bundan bahsetmek lazım. Öyle Vedat Bey'in sandığı gibi yurtdışı deplasmanlarda şehrin en iyi restoranlarında yemek yemiyor takımlarımız. Bu tavsiyeler ancak cebi dolu taraftarlar için geçerli olabilir. Ben de Bordeaux'da İtalyan lokantası Sacco & Vanzetti'yi öneririm, sahibi kafa adam, dükkan boş olunca sigara içmeye bile izin veriyor. Hesap da şarabı fazla kaçırmazsanız 20-25 euro geliyor.
Gelelim yeme, içme meselesine. Türk takımlarının düzeninden bahsedeceğim elbette. Hiçbir takım yurtdışı deplasmanında otel dışında yemek yemez. Maçtan önceki akşam yemeğinde -ki otelin açık büfesi ya da a la carte restoranında değil özel bir salonda yenir bu yemek- önceden gönderilen listedeki yemekler büfede yer alır. Takımlar kendi tesisleri dışında balık yemezler. Menü kırmızı et ağırlıklıdır ve makarna illa ki vardır. Her türlü bakliyat yasaktır. 36 saat kalınan Avrupa deplasmanlarında futbolcular şehri göremeden, sadece maçın oynanacağı stad ile otel arasındaki güzergahı otobüsten seyredip memlekete dönerler. Maçtan önceki öğle yemeği ise fikstir. Izgara tavuk ve makarna. Yeşil salata ve domates yasaktır. Maçtan sonra ise skor ne olursa olsun; mükellef bir sofraya oturmayacak kadar yorgun ve gergindirler. Çoğu zaman sabaha kadar uyuyamazlar. Zaten Avrupa'dan çoğu deplasmanda maçtan çıkışta direkt havaalanına gidilir. Ben Moskova'ya gittim, Kızıl Meydan'ı göremeden dönmeyi başardım mesela...
15 Şubat 2009
Beşiktaş: 1 Trabzonspor: 1
Yanal'ın takımı Ankaragücü maçında sinyali vermişti. En azından ben öyle görmüştüm. Evinde rakibi hafife almadıysa eğer; fizik olarak iyi durumda değildiler. Test de Beşiktaş maçı olacaktı. Bu form düşüklüğünü "Yanal'ın takımları düşer" klişesiyle karıştırmamak lazım. Her takımın sezonun belirli bölümlerde yokuş aşağı koştuğu haftalar vardır. Kısıtlı kadroyla, yaklaşık aynı onbirlerle oynayan Trabzonspor'un da yıpranması doğal elbette. Bunu da özellikle ikinci yarıda çok net ortaya koydular. Top kayıpları sadece oyuncu kalitesi, yeteneği ile açıklanamaz. İnönü'de öyle bir atmosfer var ki, ben bile çıksam sol kanatta 3 kişiyi geçer arka direğe ortayı keserim gibi hissediyorum seyrederken. Beşiktaş tribünleri kadar oyuna ortak olan bir taraftar grubu yok. Trabzon açısından yine klasik Yattara maçı oldu. İlk yarıda ezdiği toplar, veremediği final pasları, hele Gökhan'a ofsaytta attığı top, maçın kırılma anıydı. İbrahim Üzülmez karşısında bile bu hale düşüyorsa, yolun sonu yakındır Gineli için. Attığı gole kadar kalesinde gol görmediyse Trabzon, bunu Song ve onun defans hattında yarattığı sinerjiye dua etmeli. Golden sonra doğal olarak herkes Trabzon'un çekilmesini bekler ama orta sahanın bu kadar top tutamama basiretsizliğine girmesi nasıl açıklanacak? Selçuk İnan kendine inanmadığı sürece Trabzon büyük maçların altından zor kalkar. Yanal'dan 46'da Ceyhun hamlesi bekliyordum. İki farklı galip olmadığı hiçbir maçta bu Alanzinho oyuna alınmaz bana kalsa. Bu adam bu ligin topçusu değil. Trabzon savunması yedikleri goldeki adam paylaşımı -ki Bobo sonradan giren olduğu için kafaları karıştı- dışında mükemmele yakın oynadı. Beşiktaş tarafında Yusuf'un derdi, taraftarın onu kucaklamamış olması. Bu da bırakın form grafiğini, direk ruhunu kararttığından adam top oynamıyor sahada. Delgado, 30'da girse yeriydi ama onun da kondisyonu nereye kadar? Serdar Özkan da Yattara sınıfından. Bekliyoruz, bir gün oynayacak. Geçen haftaki Konya beraberliğinden sonra Beşiktaş kredisi kalmadığından iyi konsantre olmuş, taraftar da ikinci yarıda takımı itmek ne kelime; ayağını yerden kesince oyun tek kaleye döndü elbette. İstatistikler istediği kadar Beşiktaş desin; kazanan Yanal'dır, Trabzon'dur. 4 haftada 2 İstanbul'ludan birer puanı kaptı. Trabzon için sorun sarı kart cezalıları artarken, yedek kulübesinden ne kadar destek görecek? Gelecek hafta Ceyhun Gülselam, Hüseyin yokken bunun sınavını verecek... Beşiktaş, Tabata'sız Gaziantep'i deplasmanda geçerse yarışın içinde kalır...
Inter vs. Milan
Real Madrid-Barcelona'dan sonra en keyif aldığım derbidir bu Avrupa'da. 90 dakikası kadar öncesi ve sonrasını okumak, takip etmek aslında işin keyifli tarafı. Yarın akşam Maldini kariyerinin son derbisine çıkacak. 40 yaşındaki devin karşısında 18 yaşındaki Santon olacak İnter formasıyla. 269. Milano derbisi olarak geçecek tarihe bu derbi. Milan'ın 105, Inter'in 91 galibiyeti var. Serie A'da Inter'in evsahibi olduğu 74 derbide ise Intger 25'e 22 önde. Milan, en son 2005 yılında Kaka'nın golüyle 1-0 kazanmıştı Inter'in evsahibi olduğu derbiyi. Ligin ilk yarısındaki derbi ise Ronaldinho'nun golüyle 1-0 bitmiş, Inter ilk mağlubiyetini almıştı. Diğeri de 3-1 ile Atalanta deplasmanında geldi.
Inter evsahibi olunca stada Giuseppe Meazza diyorlar ya; stadın zemini bütün hafta yenilenmiş. Söz meclisten içeri, Kadıköy'ün zeminin hali nedir? Maldini gibi hakem Rosetti için de son Milano derbisi olacak. Inter ile arası iyi değil Rosetti'nin. Yönettiği beş derbide Milan'ın 3 galibiyeti var, iki de beraberlik.
Milan'da Kaka sakat, Shevchenko da yok ama kimsenin umurunda değil. Inter'de Maicon Cuma günü sakatlandı, 2 hafta yok dediler, cumartesi günü mucize oldu, iyileşti dediler. Aziz Mourinho işte! Inter'in bu sezonki lig performansı için basit bir yorum var. Ne Ibrahimovic ne de başkası; Maicon iyi oynadı mı rahat kazanıyorlar. Maç 21:30'da Ntv Spor'da. Ercan Taner anlatacak. Yorumcu ise gerçek Adanalı Fatih Terim. "Çakma Adanalı" Mourinho'nun derbi öncesi yorumuyla selam ederim: "Pazartesi günü bu sıralamayla ligi bitireceklerse derbiyi kaybetmek için imzaya hazırım."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)