30 Ekim 2019

Kazanınca Instagram'a
Kaybedince Twitter'a


Real Madrid maçında Belhanda'nın yuhalanması, ıslıklar eşliğinde kenara gelirken tribünlere verdiği tepki ve Fatih Terim'in maçtan sonra "Bize taraftar lazım, seyirci değil" çıkışının ardından memlekette tribünlerin geçirdiği değişimin röntgenini çekme vaktidir.
Dünyanın her yerinde yeni ve büyük stadyuma geçen her kulübün çektiği sancı aynıdır. Yıllar boyunca 20-30 bin kemik taraftarın önünde oynayan takım, 50-60 bin kişi önüne çıktığında tribünlere ilk kez düzenli gelenlerin "taraftarlaşma" sürecindeki sancıları yaşar.
Özne Belhanda ve Galatasaray ama siz bunu her takım, her stadyum için okuyabilirsiniz elbette...


Türk Telekom Stadyumu'nda üç taraftar tipi var. İlk grupta gençlik yılları Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen'de geçen, 14 yıl şampiyonluk hasretini de Avrupa zaferlerini de yaşamış bugün 40 yaşın üzerinde olan taraftarlar. Yeni stada bir türlü alışamadılar, 90 dakika boyunca telefonlarını ceplerinde tutar ve gözlerini sahadan ayırmazlar. Yıllar boyunca bilet kuyruklarında beklediklerinden, karın doyurmanın da adının kötü ama efsane sosisli sandvic ve ayran olduğunu bildiklerinden stadyumda konfor aramazlar.
Hafızalarda yüzlerce maç ve futbolcu olduğundan oyuncunun kumaşından iyi anlarlar ve iş formanın
hakkını vermeye kalır. Mücadele etmeyen futbolcuyu sevmez ama ıslıklamazlar da... Hep içine atan bu kuşağa Prekazi ve Hagi kuşağı diyelim...
İkinci grupta arafta kalanlar var. Çok azı eski Ali Sami Yen ile numaralı tribünde tanışmış, yeni stadyumda da pahalı tribünlerden kombine alan beyaz yakalılar.. Maçtan saatler önce kebapçıda, balıkçıda buluşan, hafta boyunca WhatsApp grubunda taktik analiz yapan, yeni kulüp üyesi ya da olmaya aday, Fatih Terim'in izleyici tanımının karşılığı olan grup. Roy Keane'nin Manchester United tribünlerinde karidesli sandviç yiyip sahada olan biten hiçbir şeyi beğenmiyorlar diye tarif ettiği yeni taraftar modelinin memleketteki şubesi. Deplasmandaki puan kaybının ardından kanalı değiştirip Netflix'de dizi izleyen, bayram tatillerinde ve ağustos-eylülde plajı tribüne tercih eden, devre arasında sushi yiyenler... Futbol maçına gitmeyi sosyal aktivite olarak gören ve adisyonu yüksek restoranda beklediği lezzet ve servis kalitesini sahadaki futbolculardan da bekleyenler... Memnun kalmadığında bahşiş vermediği mekanlardan sonra galip ayrılmadığı maçlarda da takımı ıslıklayanlar.. Onlar Hagi'yi televizyonda, Sneijder'i tribünde
izlemiş sahada Pirlo-Messi-Ronaldo mükemmelliği arayanlar...
Üçüncü grupta ise yaşı gereği eski Ali Sami Yen'i görmemiş, Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı aldığı maçı, unutulmaz golleri YouTube'dan izlemiş gençler var. Hayat hızlı akarken onlara özet geçeceksiniz, yoksa sizi dinlemezler... Futbol menajerlik oyunlarıyla büyüdüklerinden zehir gibiler. Her futbolcunun geçmişini bilen, dizilişleri kendi PC ekranında test etmiş, kupalar, şampiyonluklar kazanmış bir kuşak. Onlara sadece futbolu değil hayattaki çok şeyi beğendirebilmek zor. Çabuk vazgeçiyorlar, çabuk sıkılıyorlar ve acımasızlar. Çalımı atamayan, kademeye giremeyen, topu üstten auta atan her futbolcu onlar için "çöp"...
Sosyal medyada acımasızlar, tribüne geldiklerinde de hayatta daha hiç kaybetmediklerinden, takım kaybettiğinde bunu kabullenmeleri çok zor çünkü evde oyunda kaybettiklerinde yeniden başlıyor, kazandıkları noktada kaydet tuşuna basıp kaldıkları yerden devam ediyorlar. Sneijder ile büyüdüklerinden çıtaları yüksek, Belhanda'yı da yuhalıyorlarsa işte tam da bundan... Gençler, tutkulular ama vefa ve hoşgörü henüz sözlüklerinde yok, belki de hiç olmayacak...
Çok maç var çok... Bir yaranın kabuk bağlaması kadar sürede üç maç oynuyor takımın artık, yüzlerce maç naklen yayınlanıyor...
Hayat artık stadyuma giderken Instagram'a attığın "Düştük yollarına...
Sana geldik yine" hikayesini, maçı kaybettiğin anda silebileceğin kadar hafızasız... Kazanınca Instagram'a, kaybedince Twitter'a çıkıyor yollar...

Clairefontaine


Altyapısından yetiştiği kulübe, antrenör ve yönetimlerin ihmali yüzünden hizmet edememiş sonra da taraftarın dizlerini dövdüğü çok yıldız oyuncu vardır  tarihinde. Ağacı sen ekersin, meyvesini başkaları yer. En uç örnek elbette bir zamanlar başkanı Jesus Gil'in çok masraflı diyerek kapattığı  altyapısıdır. Ortada kalan bir çocuğu  kapar o da futbol tarihinin en büyük golcülerinden biri olur sonra: .. Yönetimlerin üç yılda bir değiştiği ya da tüzük gereği değişebilme ihtimalinin olduğu futbol iklimimizde her yeni başkanla altyapı çalışanları da değişir, sürdürülebilir bir futbol eğitimi imkansızlaşır. Seçmeler sekteye uğrar, genç yıldız adaylarının profesyonel kontratları ihmal edilir, A takımda da sürekli teknik adam değiştiğinden ve her gelen yeni hocanın hedefi de ya şampiyonluk ya da takımı küme düşme hattından çıkarmak olunca kimse dönüp gençlerin yüzüne bakmaz. En sıcak örnek yolu 'den Portekiz'e oradan Alanya'ya ve 'da Sassuolo üzerinden 'a uzanan Merih Demiral'dır...


Peki futbol federasyonları futbolcu yetiştirebilir mi? Yarın 'te karşılacağımız Fransızlar bu müthiş yetenekleri nereden buluyor ve nasıl eğitiyorlar? Bizim Riva Tesisleri'nin Fransızlar için karşılığı Clairefontaine. Adı bulunduğu kasaba ile anılsa da resmi kayıtlarda bir zamanlar bu projeyi hayata geçiren eski federasyon başkanı Fernand Sastre'dan adını taşıyan milli akademi, 'da federasyona bağlı 12 futbol eğitim merkezinden biri. Paris'e 50 km. uzaklıktaki tesis Fransızların futbolcu fabrikası. 1988 yılında kapılarını açan tesiste 12-15 yaş arasındaki çocuklar profesyonel kariyerleri öncesi çok sıkı bir çift eğitimden geçiyor. Çocuk X kulübün altyapısında futbola başlasa da, Fransız Futbol Federasyonu'nun hedefi bu elmasları kendi bünyesindeki usta yapı hocalarının ellerinde birer pırlantaya dönüştürüyor. Seçmelerde bu 12 akademiye girebilmek de, orada kalabilmek de kolay değil elbette. Bir kez kapıdan içeriye girdiğinizde akademinin işaret ettiği orta okul ve lisede de başarılı bir öğrenci olmak zorundasınız. Hafta içinde beş gün okul ve idmanlarla çifte eğitim alan gençler hafta sonlarını ailelerinin yanında geçiriyorlar. Federasyonun oyuncuların profesyonel kontratları üzerinde elbette hak sahibi değil. 'den Anelka'ya, Matuidi'den Mbappe'ye son 30 yılda onlarca yıldız aynı tornadan çıktılar.. Aynı salonlarda zayıf kasları belirlendi ve çalıştılar, aynı sahalarda zayıf ayaklarıyla saatlerce topa vurup bu oyunu çift ayakla oynamayı öğrendiler... Clairefontaine örneği bizde var mı, varsa çoğatılabilir mi sorusuyla devam edeyim.  Meral-Celal Aras Futbol Lisesi, 2014 yılında kuruldu. 75 spor lisesinden biri ve Riva tesislerine yakın bu okulda okuyan 300 öğrenci futbol eğitimlerini federasyon tesislerinde alıyorlar. Mezun olan öğrencilerin yüzde 68'i bir fakültede artık öğrenci. Fransızlar ve Almanların federasyon yönetiminde ortaya koyduğu futbolda gelişim projelerinin bir benzerini bizde görmek sevindirici, bu projenin genişlemesi üzerinde çalışmalar sürüyor...Ailelerin eğitimlerini de ihmal etmediklerini gördükleri çocuklarının gol sevinçlerine ortak olabilmeleri için bu yolda ilerlemeli Türkiye Futbol Federasyonu. Türkiye'nin her ilindeki futbol akademilerinden bir gün futbolu bıraksa bile hayatına mühendis, doktor, avukat, öğretmen olarak devam edecek çocuklar yetişmeli...

10 Ekim 2019

Massimo Bottura'dan Abdullah Avcı'ya

Gastronomi dünyasında - Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin tadını yaşatan üç restoran var. Kuzey'in yıldızı Noma'nın şefi Rene Redzepi, mutfağı annelerinden teslim alan El Celler de Can Roca ile Roca biraderler ve İtalya'nın ufak bir şehri Modena'da bütün kalıpları yıkıp zirveye çıkan .. Hepsinin üç Michelin yıldızı var ve yıllardır dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde bir ileri bir geri ilk üçü kimselere bırakmıyorlar. Bizim Mehmet Gürs ile gururlandığımız listeye bazen yükselen  mutfağından şefler, bazen de Uzakdoğu mutfağına yenilik getiren ya da mükemmeli sunan 40-50 yıllık ustalar giriyor... İlk üçten Massimo Bottura'nın 'da restoran açıp 1.5 yıl sonra iş yapmadığı için kapattığını ya da artık bir şeften öte mutfak markası olan İngiliz Jamie Oliver'in aynı İstanbul 'sinde kepenk indirdiğini hatırlarsınız. Neden başarısız oldular? Yemekleri mi beğenilmedi yoksa o yüksek adisyonları ödeyecek insan kitlesi spor otomobilini kapısının önüne park edemeyeceği bir restoran olduğu için mi İtalyan şefin masalarını boş bıraktı!  fena halde hayata benzer ise, mutfaktan çıkıp yeşil sahaya inmeden hatırlatmakta fayda var. Büyük şeflerin birden fazla şubesi olduğunda mutlaka bir yatırımcı ortakları, güvendikleri inandıkları yardımcıları vardır. Tarif dediğin defterde yazılı... İyi malzeme, kusursuz servis, doğru hesaplanmış finansal yapı... Bottura da, Oliver da gittiler, kimse onların şefliğini tartışmadı, tartışmaz da... Olmadı, kimya tutmadı, mutlaka hatalarından ders çıkarmışlardır. 'nın da teknik direktörlüğünü kimsenin tartışmadığı gibi..
***

Beşiktaş'ta sezona kötü başlayan Abdullah Avcı'nın üç gün önce Wolverhampton maçının ardından "Kimse benim teknik direktörlüğümü sorgulayamaz" çıkışı futbol kadar hayata dair de sorgulanması gereken bir cümle. Hiç kimse futbola hayatını vermiş, 20 yıldır teknik adamlık yapan bir insanın futbol bilgisini sorgulayacak kadar hadsiz değildir sanırım. Böyle bir durum da yok aslında... İşler yolunda gitmediğinde bazen Cervantes'in Don Kişot karakteri devreye girer hayatımızda. Kimse bizi sevmiyor, herkes bize karşıdır... Avcı da yeldeğirmenlerine kılıç sallıyor. Son beş sezonda yarışta olan, bir zamanlar A  çalıştırmış, Beşiktaş teknik direktörlüğünü de bu oyuna kattıklarıyla hak etmiş bir insan, nasıl olur da kariyerinin değil de iki aylık performansının sorgulandığını unutabilir? Üç-dört mağlubiyet arka arkaya alan teknik adamların koltuğunu kaybettiği bu acımasız sahnede her giden mi futbolu bilmiyordur?
***
Abdullah Avcı son yıllarda yurt dışında çalışmayı en çok hak eden teknik adamdı bu memlekette. Hayat tercihidir, hayalleriniz, hedefleriniz başka olabilir. Ancak üç Şampiyonlar Ligi Kupası'nı arka arkaya kazanmış 'ın 'de bu sezon daha ilk ayında sorgulandığını, kaybedenler kulübü Atletico Madrid'i son sekiz yılda yine büyük kulüp yapan 'nin evinde yuhalandığını, Juventus'u beş kez arka arkaya şampiyon yapan Allegri'nin, Ajax'ın gençlerinin oynadığı "güzel futbol" karşısında ezildiğini ve İtalyan medyasının onun oyun felsefesini çok sert satırlarla sorguladığını Abdullah Avcı bilmiyor olabilir mi?

Massimo Bottura'nın İstanbul'da yaşadığı hayal kırıklığında, restoran için seçilmiş yanlış adres, Türk insanını zorlayan bir menü, görevini layığıyla yapmayan bir servis şefi vs. olabilir. Avcı'nın da Beşiktaş'ta yaşadığı gibi... Pazar ekini elinize aldığınızda derin bir futbol analizi ile karşılaşmak istemediğinizi biliyorum, o yüzden kısa keseceğim: Yapılmayan santrfor transferi, Beşiktaş seviyesinde olmayan kanat oyuncuları, karpuz kavun gibi kesmeden, bu 100 yıllık formayı giymeden ne yapabileceğini kestiremediğiniz futbolcular... Mutfakta bir malzeme problemi olabilir mi? Ofis katında başkan istifa kararı almışken, karnı önce tabela sonra güzel futbolla doyan taraftara çıkan maddi ve manevi adisyon karşılığında, "Tedarik zincirinde sorun çıktı, fırınımız arızalandı, kömürümüz bitti, elektrikli ızgarada pişirdik o pahalı kuru dinlenmiş antrikotunuzu" diyebilir misiniz? Abdullah Avcı şimdi üç maç kazanırsa daha iyi teknik adam olmayacak. Çok okuyan, izleyen ve kendine yatırım yapan bir insan olarak o da herkes gibi şunu yapıyor aslında: Çok sevdiği yazarın yeni romanını, her albümünü aldığı grubun son albümünü, iki kişinin yirmi saniye birbilerine bakıp konuşmadığı senaryosu zayıf, süresi uzun kimi Türk dizilerini beğenmeyebilir... Okumayı, dinlemeyi, izlemeyi bırakmaz ama... Yolu Modena'ya düşürse Bottura'nın restoranına da gideceğine eminim ama kariyerine ve ruhuna ait olmayan ve kendisine zarar veren "profesyonel iletişim dili"ni gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü kendisinden bir yaş büyük Bottura bir yıl sonrasına rezervasyon yapılabilen restoranında her akşam tek tek masaları dolaşıp müşterilerinin duygularını gözlerinden okuyor, eleştirilerini dinliyor... Biri de kalkıp "Sen İstanbul'da restoran batırdın" demiyor, demez de...

Lost'un Finali

Barcelona'nın dillere destan altyapısı  onun döneminde kurulmuş, Cruyff'un dört yıl arka arkaya şampiyon olan, Wembley'de Şampiyonlar Kulüpler Kupası'nı kazanan kadrosu onun çocukları gibi olmuştu. Gel gelelim iki yıl  şampiyon olunca, Cruyff ile güç savaşına girdi, başkandı, teknik adamını kovabilirdi ve öyle de yaptı. Nunez, Katalan kulübünün efsane başkanıydı ama gün geldi kulüpteki genç nesil onu seçimde sandıktan çıkarmadı. , Real Madrid başkanlığına aday olduğunda çılgın bir vaatte bulundu: Başkan olursa Barça kaptanı Luis Figo'yu alacak, alamazsa Santiago Bernabeu'daki 80 bin kombinenin bedelini sahiplerine ödeyecekti. Elbette Figo daha pahalıydı ama Perez sözünü tuttu. Yetmedi, Zidane, Ronaldo, Beckham, Owen ile akıllara ziyan bir kadro kurdu. Ama "çirkin, forması satmaz" diye almadığı Ronaldinho ve La Masia'nın gençleri Barcelona'yı uçurunca Florentino Perez, Real Madrid kongresinde ağır bir mağlubiyet alıp bir sonraki dönem gelene kadar evinin yolunu tuttu. Kaba inşaatı sekiz yıl önce biten stadına çivi çakamayan, 300 milyon euro borç altında ezilen  gün geldi bir Uzakdoğulu patronun kontrolüne geçti. Akıl hocası menajer  olan yeni patron , bu yaz transfer döneminde takımın golcüsü Rodrigo'ya 60 milyon euro teklif gelince, "Bu güzel ticaret" deyip satmaya kalktı ve kulüp karıştı. Geçen sezon yıllar sonra 'nı kazanan teknik direktör Marcelo'nun bir günde ipini çeken Peter Lim için şimdi Valencia tribünlerinde "Kulübü sat" pankartları asılı... 'ya özel televizyonculuğu getiren ve bir medya imparatorluğu kuran  kendisini İtalya'nın zirvesine taşıyan yolların taşlarını Milan ile kazandığı kupalarla döşedi ama gün geldi Çizme'nin efsane kulübü önce Uzakdoğu sermayesinin ardından ABD'li patronun eline geçti. Babası da eski kulüp patronu olan Massimo Moratti, Inter'i sattığında cebinden 1.5 milyar euro harcamıştı 20 yılda. Parmalat ile Avrupa'yı süte boğan Tanzi Ailesi, vergi ödemeyi "unutunca" Parma kulübü sahipsiz kaldı, alt liglere gittiğinde kahrolan taraftarı oldu.
***
 dünyasında üç tür başkanlık modeli var. Biri bizde de olduğu gibi kulüp üyelerinin oylarıyla seçilenler. Bir diğeri ülkelerinde büyük sermaye sahibi olan ve futbol aşkıyla tutuşan patronların, parası neyse verip satın aldıkları kulüpler, kısaca İtalyan kulüpleri. Üçüncü model ise Rus oligarklarla başlayan, Amerikalı sermaye gruplarıyla devam eden ve Uzakdoğu'nun artık o kadar da uzak olmadığını Avrupalılara kanıtlayan ve İngiliz, İtalyan ve Fransız kulüplerini satın alan Çinli, Tayvanlı, Endonezyalı patronlar... Başkanlık seçimle de olsa koltuğa oturanın kulübün sahibiymiş gibi davrandığı bir futbol iklimimiz var bizim. Son dönemde 'un verdiği azımsanamayacak rakamları bir kenara koyarsak, kimsenin parasının kulüpte kalmadığı, başkanların kasa kolaylığı sağladığı bir yönetim modeli... 15 kişiye varan yönetim kurullarında görev alanların isminin bile zor hatırlandığı, son sözü başkanların söylediği, dolayısıyla başarıda da başarısızlıkta da manşete çıkanın başkan olduğu yönetim modeli... Vodafone Park'ın inşaatı, sponsorlarla akıl dolu kontratlar, Come To  ile dahice iletişim hamleleri, sonuçsuz kalsa da Uzakdoğu projeleri, kazanılan iki şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi'nde yenilgisiz gruptan çıkma, Mario Gomez'den Pepe'ye klas yıldızlar, çıtayı yükseğe koymak isterken çıtanın altında kalan ve "Gidiyorum" diyen bir başkan: . Geride kalan haftada derbi kadar Beşiktaş başkanının "Bırakıyorum" kararını da konuştu Türkiye... Yedi yıl artık futbolda uzun bir süre. Sosyal medyanın her gün birini yediği, binlerce sahte hesapla itibar suikastlarının yapıldığı ortam efsane başkan  döneminde olsaydı rahmetli Seba kaç yıl oturabilirdi ki o koltukta? Ya da  kaç yıl önce futbolu bırakırdı?

***
Bu hayatı çözen şirket, emin olun Netflix. Artık kimse 10 bölümlük diziyi 10 haftada izlemek istemiyor. Kimsenin sabrı yok, iyiyse 10 bölümü birden yüklenmiş diziyi bir günde bitiriyor, beğenmiyorsanız ilk bölümün 10. dakikasında kapatıyorsunuz... İlk iki sezonu iyiydi ama sonra senaristler de tıkandı dediğiniz kaç dizi var hayatta? Ezcümle, Fikret Orman Bey'in başkanlığının sonu Lost'un finali gibi görünebilir ama kabul edelim Lost da iyi diziydi...

24 Eylül 2019

Zidane İstanbul'a gelecek mi?

Real Madrid altı yıl önce Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçında 3-0 kazanmış, kafası rahat gelmişti 'a.. Bir nisan akşamıydı. 'ın 3-2 kazandığı, İspanyolların yarı finale çıktığı, Portekizli teknik adamın ise ecel terleri döktüğü bir akşam. O gün Real Madrid 11'indeki tek İspanyol futbolcu kaleci Diego Lopez'di. Altı yıl sonra, geride kalan haftada Real Madrid yine bir Şampiyonlar Ligi maçında kalesinde 3 gol görürken, kadrosunda sadece bir İspanyol futbolcu vardı, sağ bek Carvajal.. Rakip Paris Saint-Germain'de, Real Madrid'den daha fazla İspanyol futbolcu vardı: Bernat ve Sarabia...  11'inde tek bir Fransız yoktu ama İspanyol devi Real Madrid sahaya iki Fransızla çıkmıştı. Birinin başında Fransız diğerinde Alman teknik adam ve Real Madrid'in 578 maç sonra rakip kaleye tek bir isabetli şut çekemediği 90 dakika...

Altı yıl önce Real Madrid, Galatasaray'ı eledikten sonra B. Dortmund duvarına çarptı yarı finalde. Bir Polonyalı Levandovksi'nin ilk maçtaki dört golünün altından kalkamadılar. O sezon sonunda Madrid'in etkili iki spor gazetesi Marca ve As, Real Madrid'in 'İspanyol kimliği'ni sorgulamaya başladılar. Raul, Morientes, Hierro, Guti nostaljisi sardı sayfaları. Başkan  büyük medya baskısı altında  politikasını değiştirdi. İspanyol gençleri transfer edecekti. O günden sonra iki star aldılar, biri  diğeri James Rodrigues. "Forması satmıyor" diye gözden çıkardığı Angel de Maria, geride kalan haftada Real Madrid'i yıkan PSG'nin Arjantinlisiydi. Transfer görüşmesini yapan babasının amatörlüğüne kızıp yolladığı , Lizbon'da Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kazanmasına rağmen İspanyol gençlere sınıf atlatmıyor diye kızdığı teknik adam "Don Carlo" Ancelotti de akıllarda..
***
İki yıl önce aralık soğuğunda 'da deplasmanda 3-0 kazandığında, Santiago Bernabeu basın tribününde İspanyol gazeteciler, kadrosunda bu kez bir değil iki yerli oyuncu olan Real Madrid'de Zidane'ın gönderilmesi gerektiğini haykırıyordu. Kovacic'i Messi'nin adam markajına vermek ne demekti! O sezon sonunda Barcelona'nın ligi Real Madrid'in kaç puan önünde şampiyon bitirdiğinin ya da Real Madrid'in kaç İspanyol futbolcuyla oynadığının önemi yoktu çünkü , beş yıl önce yarı finalde kendisini kupa dışına iten B. Dortmund'un hocası  ile açık olan hesabını kapatmış ve Liverpool'u finalde 3-1 devirmişti...
***
Hiçbir takımın iki kez arka arkaya kazanamadığı kupada üçleme yapan Zinedine Zidane için ülkesininin saygın dergisi  "Zidane neyi değiştirdi?" manşetini attığı analizde Cezayir asıllı teknik adamın oyuna bir yenilik katmadığı, önde Bale-Benzema-Ronaldo arkalarında Casemiro-Kroos-Modric ile oyuncuların kariyerlerinin en verimli dönemlerine rastladığını yazdığında bunun haksızlık olduğunu söyleyenler de çok oldu. Zidane sıradışı futbolculuk kariyerinin omuzlarında yükselen karizmasıyla soyunma odasına hakim bir teknik adamdı. Şimdi France Football haklı mı çıktı?
Ronaldo artık yok, adamı denilen kaleci Navas, 3-0 kaybettiği PSG maçında Fransız takımının kalesindeydi, onunla otomatiğe bağlanan orta saha üçlüsü Modric-Casemiro- Kross, 2018 Dünya Kupası sonrası kayıplara karıştılar. Gözden çıkardığı ve mutlaka satılmasını istediği Gareth Bale ve Rodriguez soyunma odasında ona yan gözle bakıyorlar. Messi'ye adam markajı yapan Kovacic artık Chelsea'de. İlk döneminde forma vermediği için kızgın olan ve görevden ayrılınca "atış serbest" deyip Zidane'ı eleştiren Ceballos, bu yaz Avrupa Şampiyonası'nda fırtına gibi esmesine rağmen Arsenal'e sürgüne pardon kiralık gönderildi. Kaptan Sergio Ramos, Amazon Prime için çektiği belgeselin tanıtımının peşinde. 100 milyonluk Hazard'ın ağustos ayında yedi kilo fazlasının olması da ezeli rakip Barcelona'nın arkasındaki iki Katalan gazetesi El Mundo Deportivo ile Sport'un alaycı manşetlerinde ve Zidane'nın yerine üç aday var: Mourinho, Allegri, Raul...
Altı yıl sonra Real Madrid, yine Galatasaray'a rakip. İki takımda da yerli futbolcuların sayısı tartışılıyor... Mesele pasaportlar, yerli-yabancı değil ki... Mesele marş söylemek de değil, İspanyolların milli marşının sözleri yok... Mesele, takım olabilmek, soyunma odasını elinde tutabilmek... Çünkü futbolda bir düşersiniz; size tekme atan ayakların (rakip) sayısı, size uzanan el (taraftarınız) sayısından fazladır...

Beni Hatırladın mı?


Real Madrid, onu havaalanında karşılaması gereken çalışanını göndermeyi unutmuştu ve Eto'o daha 16 yaşındaydı. 1997'de geldiği Madrid'de tesislere tek başına gitmiş ve kapıdaki görevliyi zor ikna etmişti. Yıllar sonra Barcelona'nın 'taki şampiyonluk kutlamalarında Real Madrid'e 100 bin taraftarın önünde İspanyol argosunu konuşturmasını da buna bağlayan çok oldu. Biz buna "Beni hatırladın mı!" diyelim... Real Madrid B takımı küme düşmese belki de o kulübün altyapısında kalacaktı. Ama alt ligdeki yabancı oyuncu yasağı yüzünden Leganes'e kiraladılar Eto'o'yu. Real Madrid'e ertesi sezon dönüp sadece bir maçta oynayabildi. Beyaz formayı giydiği maç sayısı toplam üç, golü de yok zaten. Galatasaray'ın Mallorca ile eşleştiği sezonda ligde 12 maçta altı gol attı. Real Madrid ilginç bir şekilde onu uzun yıllar elden çıkarmadı. 2000'de , Los Galacticos dönemini başlattığında Eto'o'nun hiç şansı yoktu. 19 yaşındaki Kamerunlu, üç yabancı kontenjanına takılıyordu. Raul ve arkadaşlarını tehdit edecek kadar da kendini ispatlamamıştı zaten...

Onu yine Mallarco'ya gönderdiler ve o sezon patlamayı yaptı: 11 gol attı. Real Madrid'i yakan iki şey vardı 'da... Ender gelişen Osasuna atakları ve Eto'o... Altyapısına geldiği kulübü, o uçak biletini yolladığına pişman etti. Barcelona'ya transferi öncesinde Mallorca'da iki sezonda 31 gol attı... Perez, Eto'o'yu geri almaya kalktı. Barcelona bastırdı ve Rijkaard'ın ikinci sezonunda onu 24 milyona Nou Camp'a getirdi. Eto'o'nun ilk sezonunda Barcelona şampiyon olurken, Kamerunlu sınıf atlamıştı. 24 gol attı ve yıllar sonra yine arkasında kalacağı Forlan'a geçildi gol krallığında. Rijkaard sistemi oturtmuştu ve makine tıkır tıkır çalışıyordu. 2005-2006'da silip süpürdüler. Eto'o ve Ronaldinho'nun coştuğu sezondu. Paris'te Şampiyonlar Ligi finalinde golünü attı ve kupayı kaldırdı. Üç yıl sonra, yine finalde Manchester United filelerini havalandıracak ve kupa tarihinde iki ayrı finalde gol atan futbolcu ünvanını belki de kaderini çizen isim olan Raul ile paylaşacaktı. O sezon gol krallığını da kimselere bırakmadı. 26 gol attı ve 25 gollü 'yı geride bıraktı. İki şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi Kupası'nın ardından Barcelona'da kriz başladı. Bir sezon önce Zaragoza taraftarının ırkçı tacizine sahayı terkederek cevap vermek isterken ona sarılıp sahada kalmasını sağlayan Rijkaard'ı Katalan medyasına kurban vermeye başladı. Rijkaard'ın başını yiyenleri Guardiola affetmedi. Önce Ronaldinho ardından Deco ve Eto'o. Ibrahimovic transferinde 46 milyon euro ile Eto'o'yu Inter'e yolladı Barcelona..  yönetiminde Sneijder'li kadro Eto'o'yu da alınca 45 yıllık hasret sona erdi. Inter, Şampiyonlar Ligi'ni kazanırken sezonu üç kupa ile tamamladı. 30 yaşından sonra iyi para kazandı ama kariyeri hep yokuş aşağı koştu. Önce Rusya'da Anzhi projesinden gelen yıllık 20 milyon euro, ardından Chelsea ve Everton ile Ada turu, sonra Sampdoria ile yine bir İtalya havası ve hikayenin sonunda Antalyaspor, Konyaspor ve Katar'da 18 maçla final... Son 20 yılın en klas forvetlerinden biri olan Kamerunlu 38 yaşında futbola veda etti. Inter'deki üç kupaya rağmen futbol tarihi kitapları onun bir fotoğrafını kullanacak olsa bu şüphesiz Barcelona formalı olacak...

Kime niyet kime kısmet


İki  hikayemiz var, biri bütün yaz olacakmış gibi anlatılıp olmayan biri de imkansız gibi görünürken olan. İkinciden başlayalım. Haziran ayında Marsilya'da bir muhabir sokağa çıkıp "Başkan bütün takımı yolluyor, bir oyuncu kalacak olsa kimin kalmasını isterseniz" diye sorsa sezonu hayal kırıklığıyla kapatan taraftarlar Luiz Gustavo derdi.
İki sezon önce Avrupa Ligi'nde finale yükselen takımın orta sahasını çekip çevirmek için 10 yıl süren Almanya serüvenine son noktayı koyan Brezilyalı, tribünlerin en güvendiği adamdı 'nın güneyinde. Temmuz ayında L'Equipe gazetesi, takımın yeni teknik direktörü Portekizli Andre Villas-Boas'ı röportaja davet ettiğinde çıkan manşet şuydu: "Takımı Gustavo'nun etrafında kuruyorum, o bizim için vazgeçilmez bir futbolcu, oyunu kontrol ediyor, tekniği tecrübesiyle benim planımın bir numaralı parçası."
Ocak ayında Çin'den gelen yıllık 10 milyon euro'luk teklifi başkanın yoğun ısrarı sonrasında reddeden ve "Hayatımın fırsatını teptim" diyen Gustavo'yu cepte gören Marsilya, 'nin ilk teklifine "Kabul edilemez" yanıtını verdi. Transfer hikayelerinin vazgeçilmezidir, bir futbolcu gitmek istiyorsa eninde sonunda gider. Fenerbahçe teklifini yükseltti, Marsilya 10 milyondan açtığı pazarlıkta fiyatı düşürdü ama bir sorun vardı, Gustavo'nun yerine almak istedikleri Valentin Rongier için Nantes 20 milyon euro istiyordu. Başkan Jacques Henri Eyraud son kurşununu sıktı. Gustavo ile yarım saat baş başa görüştü ama oyuncunun "Kariyerimin son iyi kontratını verdiler. Gidiyorum" sözüyle pes etti. Transferin bitimine 36 saat kala Gustavo, sessiz sedasız 'a gelirken, Marsilya'nın planı bu satışın gerçekleştiğini resmen açıklamadan Nantes'ı Rongier için ikna etmekti. Bu devirde ne gizli kalır ki! Transferin bitimine 10 dakika kala Marsilya'nın teklifine hayır dediler. Gustavo gitmiş, Rongier gelmemişti. Marsilya taraftarı çılgına döndü ama bir ihtimal daha vardı. Fransa Ligi'nde her takımın transfer kapandıktan sonra ülke içinde lisanslı bir futbolcuyu joker hakkıyla kadrosuna katma hakkı vardı. Nantes istediğini aldı, oyuncunun haklarının yüzde ellisini 13 milyona Marsilya'ya sattı. Son eli kötü oynayan Marsilya kaderine razı olurken, Gustavo'nun Fenerbahçe formasıyla fotoğrafı "Ondan vazgeçmem" diyen hocası Boas ile aynı sayfada manşetti Fransa'da.
***
'un yılan hikayesine dönen transfer hikayesi, ağabeyinin Fenerbahçe'nin İstanbul'daki basketbol maçını, başkan  ile izlediği gün başladı. Yanlarında kıtanın yükselen menajerlerinden Fali Ramadani vardı. Roma, Juventus'tan sol bek Spinazzola'yı almış, ağabey de Ataşehir'e kadar geldiğine göre imza yakındı. Haziran ayında İtalyan medyasında Kolarov'a Inter ve Fenerbahçe'nin talip olduğu yazıldı. Temmuz ayı gelip Roma sezonu açtığında sportif direktörden randevu alan tek futbolcu Kolarov'du.
Bir yıllık kontratı kalan Sırp savunmacı, o gün kulüpte kalacağını sportif direktör Gianluca Petrachi'ye söylerken, takımdan ayrılan yakın arkadaşı De Rossi'ye de "Sen ve Totti gibi sadece bir takımda oynamak isterdim ama başaramadım. Yine de sonunda futbola başladığım Kızılyıldız'a döneceğim" dedi. La Gazzetta dello Sport'un bu haberinden birkaç gün sonra De Rossi, 'un yolunu tutarken, geleceği hakkında tek kelime etmeyen Kolarov, Roma ile hazırlık maçlarında fırtına gibi esti. Gazeteler iki maç sonra ideal 11'e onun ismini yazdılar. Bizde ise Kolarov haberlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Yarın sağlık kontrolüne geliyordu, bugünün bir sonrası hep yarındı sonuçta. İtalyan medyası bu iddialara iki ay boyunca sayfalarını kapadı. Ne Kolarov konuştu ne de menajeri Silvio Berti. Evet, Kolarov'un menajeri Ramadani değil Berti idi. Boca Juniors'a giden De Rossi'nin de menajeri olan Sergio Berti...

GEL DESEM...
İspanya'da bir futbolsever transfer döneminde güzel bir koleksiyon yapmış. Barselona'da yayın yapan Sport gazetesinin birinci sayfalarından oluşan bir koleksiyon. Katalan gazetesi, 6 Haziran'dan transferin kapandığı 2 Eylül'e kadar 88 günün 55'inde kapağını Neymar'a ayırmış. Geldi, geliyor, gelmesi an meselesi, gelebilir, gelmeyebilir de, gelse iyi olur, gelirse kriz olur, gelse ne güzel olur, gelmesini sevdik, ya gelmezse, gelecek de gecikti, gelmek istiyor da gelemiyor, gel desem (bu harika bir Jabbar şarkısı), gelebilme ihtimalini sevdim, galiba gelmiyor, gelmedi ile geçen 55 gün...

FALCAO KAÇ YAŞINDA!
Falcao'nun 33 değil 35 yaşında olduğu iddiası Kolombiyalı santrfor ülkemize transfer olunca yeniden gündeme geldi. Kolombiya'daki okul kaydında doğum tarihi 1986 yerine 1984 yazılı fotoğraf yıllardır internette dolanıyor. Falcao ve ailesi bu iddiayı yıllar önce doğum belgesiyle yalanladı.


1 Eylül 2019

Bir Hayat: Radamel Falcao


BREZİLYALI yıldız Paulo Alberto'ya hayran olan babası, oğluna Falcao ismini verdi. Bir defans oyuncusu olan babasına hayran olan Falcao, Venezuela'da yaşadıkları yıllarda beyzbol oyuncusu olmayı da hayal ediyordu. Hızlı ve güçlü olduğundan bu sporda da bir yıldız olabilirdi ama futbolu seçti. Yıllar sonra France Football'a verdiği röportajda "Michael Jordan'ın izinden gideceğim. O basketbolu bıraktıktan sonra beyzbolcu olmuştu, ben de aynı şeyi yacağım" demişti.Radamel Falcao Garcia Zarate, 10 Şubat 1986'da Kolombiya'nın Santa Marta şehrinde doğdu. Babası Radamel Garcia King futbolcu, annesi ev hanımıydı. Annesi Carmenza Zarate, Kolombiya'da ekonomi okumasına ve bir gün maliye bakanı olmayı hayal etmesine rağmen çocuklarını büyütmek için kendisini ailesine adadı.


AJAX altyapısında denenmek için Amsterdam'a gittiğinde 11 yaşındaydı. Ajax yerine ülkesinedönüp Lanceros Boyaca takımında futbola başladı. Falcao yeşil sahalara yabancı değildi, 4-5 yaşından itibaren babasının oynadığı takımın maskotuydu... 15 yaşında Arjantin'e  altyapısına gitti. France Football'a yakın geçmişte verdiği röportajda Buenos Aires'e genç yaşta gittiği, kız kardeşlerinin büyümesine tanıklık edemediği ve ailesini özlediği için zor zamanlar geçirdiğini anlatmıştı.

FALCAO'NUN kişisel gelişiminde dindar olan annesinin rolü büyük. Onun her zaman örnek bir insan olması için çabalayan annesi, oğlunun din eğitimine büyük önem verdi. Gençlerin kötü alışkanlıklardan uzak durması için çalışan Falcao'nun yer aldığı bir organizasyonda iki tanıdık isim de var: G.Saraylı Taffarel ve Melo... Kız kardeşleri Michelle Andrea ve Melanie Grecia profesyonel tenisçi. Falcao'nun favori tatil yeri de kız kardeşlerinin yaşadığı Miami. Dayısı Herbert King ise eski bir basketbolcu ve aktör...

EŞİ Lorelei Taron, Polonya asıllı Arjantinli bir ailenin kızı. 4 yaşından itibaren konservatuara giden ve şarkıcı olan Lorelei ile Falcao kilisede tanıştı. Bir futbolcuyla flört etmek istemeyen ama Falcao'nun ısrarlı tekliflerine sonunda evet diyen Lorelei Taron, Kolombiyalı santrforla 12 Aralık 2007'de evlendi. Çiftin kızları Dominique 2O13, Desiree 2015, Annette ise 2017 doğumlu. Çiftin çocukları annenin Polonya kökleri yüzünden eski yıldız Boniek'in de devreye girmesiyle Polonya pasaportuna da sahipler.

'te Palermo Üniversitesi'nde gazetecilik bölümünü yarıda bırakan Falcao'nunbir hayali de yazar olmak. Bir Kolombiya gazetesinin ilkokul kimliğinde 1984 doğumlu göründüğü ve yaşını iki yaş küçülttüğü iddiasına Falcao ve babası, doğum belgesiyle yanıt vermiş ve 1986 doğumlu olduğunu kanıtlamıştı.



OĞLUNA futbolu Avrupa'da bırakmasını nasihat eden babası, 7 ay önce Kolombiya'da tenisoynarken kalp krizine yenik düştü. Son 3 sezonda Çin'den gelen çılgın tekliflere hayır diyen Falcao, Beckham'ın ABD'deki takımına da olumsuz yanıt verdi. Hedefi 2022 Dünya Kupası'ndaoynamak olan Falcao, 3 yıl sonra ülkesine dönüp taraftarı olduğu Millonarios'da futbolu bırakmayı planlıyor.


RIVER Plate'de oynarken Avrupa'dan ilk teklifi Aston Villa'dan alan Falcao'yu 2009 yılında Bülent Korkmaz, Galatasaray'a istemiş ancak dönemin yönetimi bu transfer için adım atmamıştı. Porto'daki iki iyi sezonun ardından geldiği 'de Falcao, River Plate'den eski hocası Simeone ile çalıştı. Guardiola, Atletico günleri için, "Falcao, ceza sahasında dünyanın en iyi golcüsü" demişti.



2014 yılında Fransa'da bir amatör takımda forma giyen Soner Ertek'in darbesiyle ağır sakatlık yaşayan Falcao, Kolombiyalılar'ın Soner Ertek'e ölüm tehdidi içeren mesajları sonrasında sosyal medyadan bir çağrı yapmış ve Türk oyuncunun bir suçunun olmadığını ve ona yüklenilmemesini rica etmişti.





FALCAO'YA "El Tigre" (Kaplan) lakabını takan River Plate'den Gonzalo Luduena... "Sahada bir kaplan gibisin" diyen Luduena'nın kendisine taktığı lakabı çok seven Falcao, bir röportajda "Sahada bambaşka bir karakter oluyorum. Aslında çok sakin ve sessiz bir insanımdır. Ortaya iyi bir performans koyabilmek için içimdeki futbol tutkusu sahaya çıktığımda fışkırıyor" demişti. River Plate günlerinden beri gollerini tutkulu tribünlerle kutlamaya alışkan olan Falcao'nun sevinci İtalyanların eski golcüsü Inzaghi'nin tarzına benzetiliyor.